1. 1.
    +1
    günaydın bütün kardeşlerime. (bkz: beyler annemin inanılmaz hayat hikayesini) den sonra bugün de kendi hikayemi anlatacağım size. belli bir bölümünü ama sadece. hayatta gerçekten aşkı tattığım o güzel anları. ve her zamanki gibi ödenen ağır bedelleri.
    ···
  1. 2.
    +1
    Beyler ben herkesin birden çok aşık olabileceğine inanırım. Ama gerçek aşkı ancak ve ancak bir kere yaşayabilirsiniz tam manasıyla. Şimdi size bu gerçek aşkın hikayesini anlatacağım.
    ···
  2. 3.
    0
    24 yaşındaydım beyler. Annem hasta olduğu için artık ablam ve ben çalışıyorduk ve ablam nişanlıydı. Destek olacak kimsemiz olmadığından ne yapacaksak kendimiz yapacaktık. Annem uzun süre çalışmasına rağmen emekli olamamıştı. Bir yandan onun ekgib kalan primlerini yatırıyordum, bir yandan diğer masraflar ve ablamın çeyizi için para ayırıyorduk. Kalan az bir miktarı da ben kendi adıma küçük kutumda biriktiriyordum. Anlayacağınız gibi ben üniversiteyi örgün olarak okuyamadım. Ablam da okuyamadı. Dışarıdan bitirdik panpalar. Hayatımız mücadele içinde geçip gidiyordu zaten. Birimiz bu çatıdan ayrılsa çökerdi bu çatı biliyorduk.
    ···
  3. 4.
    0
    rezerved
    ···
  4. 5.
    0
    Aslen hiç evlenmeyi düşünmesem de yine de kenara bir şeyler koyuyordum. Kız arkadaşım yoktu o sıralar. askerden önce vardı ama askerdeyken ben ayrılmıştık. Çok da üzülmemiştim açıkçası. Askerde bunları düşünemiyorsunuz bile. Öyle bir cehennemde askerlik yaptım ben. Ama bunu daha sonra anlatırım.
    ···
  5. 6.
    0
    kızdan gibtiri yiyen sözlüğe koşuyo amuniym
    ···
  6. 7.
    0
    13 yıldır platoniğim.
    çocukluk aşkımdı hala da öyle.
    onun için okuduğu üniversiteye gittim.
    1.5 hafta arabayla takip ettim. arabada sabahladım.
    evinin içine girip saçma saçma notlar bıraktım.
    her yılın aynı günü kapısına çicek bıraktım. bırakıyorum.
    daha kim olduğumu bile bilmiyor.
    gidip konuşmadım. hep uzaktan sevdim.
    ilk öpüşmesini. ilk bir erkeğin elini tutuşunu ilk sevişmesini canlı canlı izledim.
    anlatsam kitap olur ama uğraşamam.
    seviyorum ama sizene.
    manyak mıyım? evet.
    neyse çok yazdım.
    özet: yok
    hadi bye
    ···
  7. 8.
    0
    Beyler aşksız hayat geçer mi? Elbette geçmez. Ne olursa olsun insan birinin desteğini hissetmek, sıcak bir eli tutmak, hüzünlenince yaslanacağı bir omuz olduğunu bilmek istiyor. Aşk dünyanın en güzel duygusu ama en çok acı vereni aynı zamanda. Onunlayken her şeyi unutursunuz. Dünya bambaşka bir gezegen olur siz aşık olunca. Martıların kanatları büyür, denizin rengi belirginleşir, tepenize nisan yağmurları yağdıracak bulutlar toplanır, bi sevindirik olursunuz işte. Gözünüz telefonda olur hep acaba bir şey yazdı mı diye. Telefon çalmasa da çalmış gibi sıçrayıp hemen bakarsınız onu bir saniye bile bekletmemek için.
    ···
  8. 9.
    0
    Ben bu aşka başladığımda öyle akıllı telefonlar falan daha yoktu beyler. internet de bizde yoktu. Yani sözlük mözlük hak getire. Biz düşmüşüz yaşam derdine. Bir tv miz var bakıyoruz işte neler oluyor diye dünyada. Sağolsun can dostlarım var bir de, gerçek yoldaşlarım. Hayatımın zor zamanlarında desteğini hep hissettiren insanlar.
    ···
  9. 10.
    0
    @7 entry nick
    ···
  10. 11.
    0
    işte benim bu aşk hikayem çok sevdiğim bir arkadaşımın yakınıyla tanışmamla başladı beyler. Arkadaşım yakın zamanda nişanlanmıştı ve on numara birisiydi kız. Hoşsohbetti, iyi niyetliydi, bizi de kendi arkdaşları saymıştı. Evlendiler bizi asla arkadaşımızdan ayırmadı. Evlerine giderdik, kalırdık. Hizmet eder bizi mahcup ederdi. Biz de onu özkardeşimiz bildik ve öyle sevdik. Bu arkadaşımın babasının bir yazlık evi vardı. Ama öyle villa falan değil. 3+1, hemen yanda iki odalı ayrı bir müştemilat ve biraz büyükçe bir bahçe. Denize yürüyerek on dakika, arabayla 2 dakika mesafede. Babası evi tadilata somuş ve adam etmişti o zamanlar.
    ···
  11. 12.
    0
    Bir akşam telefonum çaldı. Arayan arkadaşımın eşiydi. Beni oraya davet ettiler, kızızn doğum günüymüş nasıl da unutmuşum. Seni de yanımızda görmek istiyoruz dediler. Ama dedim bu saatte otobüsü nereden bulayım? Burada bir arkadaşları varmış o de gelecekmiş, biz konuştuk geçerken seni de alacak dediler. Topladım üç beş parça eşyamı ve beklemeye başladım. Mavi bir araçla tam söyledikleri yerden genç bir arkadaş aldı beni. Yolculuğumuz üç saat falan sürecekti ve tahminen gece 11 buçuk civarlarında orada olacaktık. Yolda bulamayız diye bir markete girdik ve nevale aldık. Sigaramızı aldık. içki almadık beyler. Alkollü araç kullanmak olmaz, kimsenin hayatına sebep olmak istemeyiz.
    ···
  12. 13.
    0
    Derken yol bitti. Yavaş yavaş yolun keyfine vararak, dertleşerek geceyarısı vardık eve. Millet ayakta tabi yaz ayı. Atmışlar kanepeleri serin bahçeye bira içiyorlar. Biz ,içeri girdik bir ooo nidası yükseldi. Arkadaşımın annesi ablası eniştesi ben çok severler sağolsunlar. Kamber derlerdi bana, bensiz organizasyon yapmazlardı. Yapılana da gitmezlerdi. Sağolsunlar. Neyse efendim herkesle öpüştük sarıldık koklaştık hasret giderdik. Oturduk biramızı ve cigaralarımızı aldık başladık sohbete. Ben komik komik şeyler anlatıp güldürüyorum bunları. Ve tam o sırada içeriden bir kadın ve genç bir kız çıkıyor. Ve tam o sırada benim kalbim yerinden sökülüp o kıza uçuyor. Onu görür görmez anlıyorum hissediyorum bambaşka biri olduğunu.
    ···
  13. 14.
    0
    Arkadaşım kalktı yerinden. Bizi tanıştırdı. Beni tanıttı daha doğrusu. Kardeşimdir dedi. Utandım yüzüm kızardı biraz. Güldüler bana. O da güldü ama alay etmek için değil. Utangaçlığıma güldü. Kız bu arkadaşımın annesinin kuzeninin kızıymış Uzaktan akraba sayılır yani. Çok da görüşmüyorlarmış ama annesi çok istemiş çağırmayı. Onlar da katıldı muhabbete, hepsi kafa insanlar. Ben anlatıyorum onlar dinliyor. Onlar güldükçe ben daha çok anlatıyorum. 3 biradan sonra kafam rüzgarın esintisinin de etkisiyle güzelleşmeye başladı. Büyükler gecenin ikisinde yorgun düşünce biz gençler o saatte hadi dedik bi çarşıya sahile falan inelim. iki bira da orada içelim. Arkadaşımın ve eşi, arkadaşımın ablası ve eşi ben bir de o. Biz ona Ezgi diyelim. Ezgi annesinden izin aldı geldi bizimle. Hep beraber çarşıda yürüdük, oturduk sohbet ettik bir şeyler yedik. Üstüne de biralarımızı içip yollandık eve.
    ···
  14. 15.
    0
    beyler eve geldiğimizde aklımda sadece o vardı. gelip beynime ve kalbime yerleşmişti artık. ve ben nasıl bir ıstırabın içine düştüğümden habersizdim.
    ···
  15. 16.
    0
    Hep bir umudum vardı tekrar o yataktan kalkacağına dair. Belki de sadece benim umudum vardı. Diğerleri "umut işkenceyi uzatır" diye mi düşündü bilmem ama onlar vazgeçmişti umut etmekten, ben vazgeçmemiştim...

    Gün geçtikçe kayboluyordu hasta yatağının içinde, görebildiğim tek şey -belki de bakabildiğim- o güzel yeşil gözleriydi. Bir tek onlar değişmiyordu, sevgilim kayboluyordu oysa ki; eriyen bir mum gibiydi. "Gecenin en karanlık olduğu an; sabaha en yakın zamandır" büyük bir teselli oluyordu bana. Hemşireler beni o odadan her çıkardığında; tekrar yanına girebileceğim anı ve o an iyileşmeye başladığını göreceğimi hayal ediyordum, elbet güneş doğacaktı, yeter ki açık olmalıydı perdeler...

    Çok da uzun bir zaman sürmedi aslında. iki ay geçmişti henüz üzerinden; iki ay önce yanımdaydı, gülüyordu, kızına vermek istediği isimden bahsediyordu. "kızıma etek giydireceğim, bezi eteğin altından görünecek, kıvıra kıvıra yürüyecek" diyordu, kızımızın o halini düşünüp gülüyorduk beraber. ya şimdi? şimdi kızına bağlamayı hayal ettiği bezi ona bağlıyorlardı, sondalarla yaşıyordu ve ben her yanına girdiğimde son gücüyle sondasını saklamaya çalışıyordu; utanıyordu benden. bende onun yanına girmeden hemşirelerden rica edip göz altı torbalarımı gizletiyor, fondöten sürdürüyordum. cebinde fondöten taşıyan bir erkek görmek garip geliyordu bir çoğuna ama bir kaç kişi biliyordu; "hani şu hasta kız var ya; onun sevgilisi. onu üzmemeye çalışıyor, o yüzden yapıyor" diye konuşuyorlardı; duyuyordum... hiç anlamadı uykusuzluğumu, ağlamaktan şişmiş gözlerimi hiç görmedi. o zamanlar anladım kadınların makyajı neden bu kadar çok sevdiğini; makyaj güzel göstermiyor / acıları gizleyebiliyordu...

    13 haziran...

    Hastaneden ayrılmamak için çırpınan ben; acil serviste, "erkek hasta takip" diye bir odada, trafik kazası geçirmiş üç tane adamdan arta kalan yatakta yatıyordum. sürekli şiş gözlerim ve siyah gözaltlarım yüzünden belki; hiç kimse sen kimsin diye sormuyordu bana. bir el dokundu birden omzuma. gözlerimi açtığımda ona aldığım kutu kolanın kapağını açmayı bilmediği için içemeyen, 10 - 11 yaşlarındaki kız çocuğu duruyordu. babasıydı kaza geçirenlerden biri, diğeri amcası. onların başında bekliyordu. "abi telefonun" dedi kısık bir sesle. üç cevapsız arama yazıyordu telefonun ekranı ve üç cevapsız da onun ablasına aitti. hayatım boyunca hiç bu kadar korkmamıştım... hiç...

    Güvenliklere rüşvet verip onun katına çıktığım ana kadar geçen zamanı hatırlayamıyorum. ilk hatırladığım şey ablasının kapısının önünde ağlıyor olmasıydı. bana bakıp "ne ara geldin sen, nerdeydin" dedi, "o nasıl" dedim, sustu. cevap vermesini beklediğim saniyeler o kadar uzundu ki; belki de bir kaç yıl yaşlandım o sırada...

    Kapısını açıp içeri girdim. bu sefer fondöteni unutmuştum / o da sondasını saklamayı unuttu. nöbetçi doktor telefonda sürekli bir şeyler anlatıyordu birine, anlamıyordum ne dediğini. yeşil gözlerini görmeye çalışıyordum sadece, gözlerini açsın diye bekliyordum. açtı... ama onun gözleri değildi, feri sönmüştü, başka bakıyordu. ona baktım, baktım, baktım... evet, tanımadı beni. annesi "tanımıyor oğlum, doktor tanımaz artık dedi" diye bir cümle kurdu, inanmadım. dedem "bir yaratıcı olduğuna neden inanmıyorsun?" dediği zaman "görmediğim hiçbir şeye inanmam" derdim. bir süre bekledim ve inandım. gördüm. tanımıyordu...

    Saatler bu sefer hızla geçiyordu. belki de evinden kalkıp gelecek doktorunu beklediğimiz içindi ama çok hızlıydı. 14 haziran olmuştu... 03:00'e geliyordu...

    Yine odadan çıkardılar bizi. bu sefer sanki benim de güneşin doğacağına dair umudum azalmıştı. 03:30 gibi doktoru geldi ve bizimle hiç konuşmadan içeri girdi. tıpkı film gibiydi. kapıda doktoru bekleyen hüzünlü insanlar...

    04:20'de babam aradı. telefon çaldığında ilk baktığım şey saatti. nasıl olduğumu sordu, haluk aradı dedi. haluk bey doktoruydu. babamı aradığına göre artık ümit yoktu. babam "geliyoruz annenle, yoldayız, ayrılma bir yere" diyordu telefonda. haluk abi babamı "çocuk kapıda, kız öldü, gel ve ona sahip çık" demek için aramıştı anlaşılan, babamın sesi titriyordu...

    Telefonu kapattım. nedendir bilmiyorum ama çok takılmıştım saate; 04:23'dü. 2 dakika 26 saniye sürmüştü telefon görüşmesi. daha doğrusu babam 2 dakika 26 saniye boyunca konuşmuştu. ben hiç konuşmadım...

    Odanın kapısına yöneldiğimde gözlerimden anlamış olacak ki; annesi büyük bir çığlık attı. aslında içimi acıtması gerekiyordu ama önemsemedim. kilitliydi kapı. ve babam gelene kadar açılmayacaktı, biliyordum. "açın" diye bağırdım. haluk abi büyük bir hışımla ismimi bağırdı içeriden. "haluk abi aç kapıyı" dedim. "kızın hayatıyla oynuyorsun, git kapıdan, yapma" dedi. "hangi hayatla be adam" diye cevap verdim yüksek bir sesle. o an annesi düştü, yanımda duran ablası annesine koştu "anne" diye bağırarak. o dakika içeridekiler ölü bir kız yerine / ölmek üzere olan yaşlı bir kadını tercih ederek kapıyı açtı sanırım ve yerde yatan anneye koştular. haluk abiyi gördüm. ağlamıştı ve fondöteni yoktu, kızdım içten içe, onu da üzmüştür diye düşünmüştüm...

    O yataktaki cansız bedeni hatırlayabilecek kadar çok bakamadım, çıktım odadan... kapıda babam sarıldı, arkasında annem... "evlat ne olur kendine gel, tansiyonun... ... ne olur kendine gel, şu kadın gibi yerlere yıkma sende beni" dedi... annem doktora "diazem yapın bir tane oğluma, alkollü değil, ben anlarım" diyordu. anlaşılan doktor alkollü olduğumu düşünüyor ve annemin isteğini geri çeviriyordu... haluk abi hala odadaydı, babam yanına girdi o sırada, torun hayallerinin baş kahramanını görmek istemişti anlaşılan...

    Çok zaman / çok yıl geçti üzerinden. büyük bir sarhoşlukla ona dair ne varsa yakıp - yıktım bir gece. ona dair bir şey kalsın istemedim. sadece bir tane telefon numarası... hiç bir mesajın iletilemediği bir telefon numarası... her gece deniyorum, olmuyor. yahu o kadar baz istasyonu kurdunuz, 3G diye kıyametleri koparıyorsunuz; toprağı geçmek bu kadar mı güç? toprağın altında neden çekmez bir telefon, neden her mesaja "başarısız" mesajı gelir? Olsun... ulaşmasın... Hala telefon rehberimde numarasını görmek iyi hissettiriyor kendimi...

    Sevgilinin ölmesi, damarlarında kandan çok alkol dolaşmasına yol açar. Sevgilinin ölmesi, nefesten çok sigara dumanı almanıza neden olur. Sevgilinin ölmesi, xanax ve ya diazem bağımlılığı demektir bir çoğumuz için. Ya da ben genelleme yapıp kendimi yalnız hissetmemeye çalışıyorum; bilmiyorum.

    Ayrılık ölümden beter derler hep, peki ya içi ayrılık dolu ölümler?
    Tümünü Göster
    ···
  16. 17.
    0
    Okunmaz
    ···
  17. 18.
    0
    kardeşler o gün herkes uyumaya gitti. Bana da bahçeye yatak serdiler. aslında içeriye sereceklerdi ama ben bayanlar rahatsız olur diye bahçeyi tercih ettim. aşkı iliklerime kadar hissettim o gün. o yüzden gözüme uyku girmiyordu. saat sabahın 5'i olmuş. ben kalktım masanın başına gidip oturdum. bütün yıldızlar gökyüzüne serilmiş ışıl ışıl parlıyordu.
    ···
  18. 19.
    0
    bir sigara yaktım ve o muhteşem görüntünün tadını çıkarmaya başladım. derken bir sesle irkildim. evin kapısı açıldı ve ezgi kapıda belirdi. kalp atışlarım aniden hızlandı. yanıma geldi oturabilir miyim diye sordu. tabi dedim. bi sigara versene dedi gülerek. içiyor musun ki dedim. yine güldü, arada takılıyorum dedi. birlikte bir cigara tellendirdik. uykum yok diye ekledi. ve başladık sohbete. her şeyi konuştuk, öğrenciymiş hala. son sınıfmış. kütahya'dayım dedi. oradaki zorluklardan falan bahsetti. ama başka bir derdi olduğu her halinden belli oluyordu.
    ···
  19. 20.
    0
    aşk acısı çektiğini anlamam uzun sürmemişti. gözlerinde biriken yaşları görüyordum. haddim olmayarak anlatmasını istedim. o da sanki bunu beklermiş gibi ne var ne yok döküldü. sessizce ağladı. çok seviyordum ben onu dedi.
    ···