1. 1.
    +4
    herkes anlatıyor.

    ben de dolu dolu 35 sene var.

    bu "ben anlatırsam ne olur deneyi" bir bakıma.

    bakalım.
    ···
  1. 2.
    +4
    yetmişli yılların ik yarısı ile sonu arasında bir yıl.

    karadeniz.

    otoriter bir dedenin gölgesinde iki genç insan.

    üretildiğim demir karyola bile durur hala.

    sonra devlet hastanesi.

    demir enjektörler falan varmış o yıllarda. köylere çıkan jj 5 veya jj 7 jeepler.

    doğar doğmaz kavganın göbeğinde bir taklu.

    evet taklu.

    benim o.
    ···
  2. 3.
    0
    ... ve hikayemin devamında da bildiğiniz gibi eşşek gibmeye başladım
    ···
  3. 4.
    +1
    yukarıdaki iki öyküde fabl türünün güzel örneklerini görüyoruz...
    ···
  4. 5.
    0
    kanka telefonla devam edelim bi tek ben okuyorum zaten
    ···
  5. 6.
    +2
    bir rivayet.

    ben doğduğumda da takluymuşum.

    annem güler sorunca. yeni doğan bebeğin taku olmaz der.

    ya vardıysa. ya ben farklıydıysam.

    neyse. sonra dedeyle kapışıyor bunlar. dede zaten arızotti. kavga edecek kimse bulamayınca etraftaki meteryallaerle kavga edebilen bir adam. hapse girmiş çıkmış zamanında. yumurta topuk çarşamba ayakkabısı giyen sustalı bir asabi. boyu 1,50 falan.
    liseliler bilmez.
    kafasından kıvılcımlar çıkan eko gibi bir adam.
    ···
  6. 7.
    0
    bizimkiler auschwıtz kampından kaçıyorlar bir gece. ben kundakta taklu taklu. düşüyorlar istanbula.

    peder zamanında valideyi kaçırmış ( ki bu bizim oralarda çok normal. )

    bizim memlekette iki adet var anlamsız.

    1 herkes sevdiğini kaçırıp evleniyor
    2 herkes ölüsünü kendi bahçesine gömüyor.

    kaçırmış cıbırı bizim peder. dolayısıyla kayınlarına da yüzü tutmuyor pek. adamlar okumuş mevki sahibi adamlar zati. ama biri on numara adam. tutuyor bizimkilerin elinden. iş falan buluyor. bizimkileri fakirliğin içinden çekip çıkarıyor.

    devlet işinde çalışıyor peder.

    ben hala taklu.
    ···
  7. 8.
    0
    sonra sonra görüntü geliyor bende.

    küçükyalı da rampalarla dolu bir mahalle.

    boş arazilerde ateş yakmalar. poşeti yakıp ciuv ciuv sesi ile damlata damlata sıça sıça başlayan bir hikaye bu.
    ···
  8. 9.
    0
    http://www.incicaps.com/images/dikkat-1283077784.jpg
    ···
  9. 10.
    0
    tüp kuyruklarını hatırlıyorum. sene 80 olsa gerek. sokağa çıkma yasaklarını ve bekçilerin sokakta birilerini kovalayıp durduğu yıllar. o zaman sizin babanız liseli falan.

    hamsi yiyip pipini göster diyen sosyalist bir dayı.
    köyündeki faşistten kaçıp istanbulda kollektivizmi öğrenen bir baba.
    süt gibi beyaz temizlik hastası eli maşalı bir anne.
    bir de kız kardeş.
    sonra ilk arkadaşlar.
    sonra okul.
    ···
  10. 11.
    0
    dıbını astarını gibeyim ben o okulun.

    doğuranlarını gibeyim o öğretmen denilen kaltağın.

    bir insan hep mi sigara kokar ecdadını gibeyim.

    tamam ben de tak kokuyorum ama ben daha çocuğum anasını gibtiim.

    durduk yere tokat atan bir kappe. sarışın dominant bir kadın.

    herşey o kadının yüzünden taka sardı zaten.

    ezik yaptı bütün sınıfı anasını gibtiim.

    adam olan yok lan aramızda.

    kitabını gibeyim onun ben.
    ···
  11. 12.
    0
    bu napmaya calısıyo lan marjinal misin sen
    ···
  12. 13.
    0
    pelin diye bir pembe yanak açtı aşk denilen dünyanın kapılarını.

    nasıl tatlı.

    o zaman sınıfta üç sıra bulunuyor.

    cam kenarında çalışkanlar.

    orta tarafta normaller

    duvar tarafında tembeller ve kapıcı çocukları.

    boynum uzadı pelini görecem diye o yıllarda. bir de cam kenarında zilli. güneş girer gözüme.

    güneşi mi sevdim pelini mi sevdim bilemiyorum.

    halbuki yanımda sağ omzu duvar boyalı yeşim var. hem seninki gibi proleter onun babası da .
    ···
  13. 14.
    +4
    gel zaman git zaman pelin yapacağını yaptı.

    ben onun adını bile telaffuz edemiyorken o namusunu sere serpe attı kara tahtanın önüne.

    şöyle oldu.

    yıl sonu falan.

    okula teyp getirmiş zengin binlerinden biri.

    müziği hatırlamıyorum bile.
    hoplayıp zıplıyoruz sınıfın içinde . güya adı dans.
    ben fazla zıplamıyorum taklarım dökülmesin diye.
    sen bu pelin...
    gel ...
    takla atacam diye ...
    o pileli uzun ama bol etekle koş koş koş hobaaaa...
    pelinin babasını gibeyim...

    don mon meydanda tabiii...

    bizim fakir çocukları bin olur. anında çekerler fotoğrafı tabi...

    abooovvv pelinin donunu gördün müüüü...
    pelinin dıbını gördüüüüüüümmm...

    gitti bütün aşk meşk.

    allahtan kimseye söylemiyor o yaşlarda aşkını insan.

    yoksa adım gavat çıkardı yeminlen.

    buradan tekrar sesleniyorum kendisine...

    pelin senin ta dıbınakoyim.
    ···
  14. 15.
    +2
    ben yanımdaki fakir güzelleri görmezden gele gele gidip geliyorum okula.

    almancı binlerden birinin babası oğluna bmx almasın mı.

    böyle sarı şişme kılıflar var önünde falan.

    orada masumiyeti de yitirmeye başladık.

    bu sefer hem taklu hem kıskancım.

    ağlamak kar etmiyor fakir evinde. ağlamadım zaten.

    yoksa yok dıbınakoyim.

    derken bir gece.

    baba eve gelir alkol bi milyon.

    yanında rahmetli eren amca.

    sen tut apartmanlardan birinin önündeki hüdaverdi bigibleti kap getir eve.

    geceydi.

    henüz taklu değildim. ( sabaha doğru belki )

    lastiği patlak hüdaverdinin üzerinde hopluyorum.

    lastiği yaptırmak bir kaç gün aldı zaar.

    sonra küçükyalıdaki şimdiki kızılay binasının olduüu yerdeki parkta verdim çoşkuyu.

    saçlarım ve kulaklarımdan akan rüzgar tak kokusunu da uçurdu öte mahallelere.
    ···
  15. 16.
    +2
    giderek hızlandım.

    giderek hızlandım.

    yokuşlar çıkıyor, yokuşlar uçuyorum.

    özgürüm , çocuğum , mutluyum.

    takluyum ama yine.

    çok az araba var o zamanlar küçükyalıda.

    arabalardan hızlı gidiyorum.

    - abi lağım mı patlamış buralarda?
    + bilmiyorum birader. bi tak kokusu var ama.
    - belediye reisi çalışmıyor azizim.
    + sahil yolu yapacağına bu kokuyu gider mübarek.
    - ama ne...

    halbuki bedrettin dalan beni hiç tanımaz. tanısa zütüme rogar sokardı.
    ···
  16. 17.
    +2
    dedeyle yıllar sonra barışır bizimkiler.

    dede gelir istanbula.

    anlattıkları gibi değil.

    bayağı da neşeli bir adam.

    arada pırçkk diye tükürüyor yerlere.

    lazca birşeyler anlatıp duruyor.

    bu kadar uzun süre lazca duymamıştım halbuki.

    annemle babam yatmadan önce konuşurdu bir iki kelime. o da artık ne kadar erotikse söyledikleri. biz anlamayalım.

    ama bu dede lazca her şeyi anlatabiliyor.

    işin garip tarafı bizimkiler de anlıyor.

    ben neden anlamıyorum.

    o onun babası o da benim babam.

    herkes anlarken birbirini ben neden anlayamıyorum kimseyi.

    kızkardeşim de fransız olaylara.

    yerde futbolcu kartlarıyla oynuyorum.
    ···
  17. 18.
    +2
    dede istanbula gelince biz de köye gideriz tabi.

    mercedes 302 falan var o zamanlar.

    memleket tam 27 saat falan.

    git git bitmez.

    tozlu tosya yolları.

    kusa kusa ( ben ekstradan sıça sıça ) gidiyoruz.

    vardığımız yerde tüm akrabalar.

    yıllar sonra geri dönen bir aile.

    yerler ıslak,
    havada odun kokusu , çay kokusu...
    evlerde kuzine ve üstünde hamsi...
    ısırgan otu denilen avradını gibtiim...
    koca gözlü eli ekmekli köy çocukları...

    bizim oralarda sünnet kutlanmaz ya... anam ille de süsleyecek oğlunu...

    peder solcu ( ama sonradan olma )

    ben oğluma padişah elbisesi giydirmem diyor.

    karar falan verdiler herhalde...

    ben , 5-6 sene önce memleketin yarısına işkence yapan darbecilerin elbisesinden giyiyorum.

    hava taklu korgeneral kubar...

    köy çocuklarının arasında bir milli güvenlik konseyi üyesi...
    ···
  18. 19.
    0
    güzel yazıyon lan devam et.
    ···
  19. 20.
    0
    Kardeşimle ahırın avlusunda oynarken aşağıda, gümüş söğütler altında görünmeyen derenin hüzünlü şırıltısını işitirdik. Evimiz iç çitin büyük kestane ağaçları arkasında kaybolmuş gibiydi. Annem, istanbul’a gittiği için benden bir yaş küçük olan kardeşim Hasan’la artık Dadaruh’un yanından hiç ayrılmıyorduk. Bu, babamın seyisi, yaşlı bir adamdı. Sabahleyin erkenden ahıra koşuyorduk. En sevdiğimiz şey atlardı. Dadaruh’la birlikte onları suya zütürmek, çıplak sırtlarına binmek, ne doyulmaz bir zevkti. Hasan korkar, yalnız binemezdi. Dadaruh onu kendi önüne alırdı. Torbalara arpa koymak, yemliklere ot doldurmak, gübreleri kaldırmak eğlenceli bir oyundan daha çok hoşumuza gidiyordu. Hele tımar. Bu en zevkli şeydi. Dadaruh eline kaşağıyı alıp işe başladı mı, tıkı… tık… tıkı… tık… tıpkı bir saat gibi… yerimde duramaz,
    - Ben de yapacağım! diye tuttururdum.
    O vakit Dadaruh, beni Tosun’un sırtına koyar, elime kaşağıyı verir,
    - Hadi yap! derdi.
    Bu demir gereci hayvanın üstüne sürter, ama o uyumlu tıkırtıyı çıkaramazdım.
    - Kuyruğunu sallıyor mu?
    - Sallıyor.
    - Hani bakayım?..
    Eğilirdim, uzanırdım. Ama atın sağrısından kuyruğu görünmezdi.
    Her sabah ahıra gelir gelmez,
    - Dadaruh, tımarı ben yapacağım, derdim.
    - Yapamazsın.
    - Niçin?
    - Daha küçüksün de ondan…
    - Yapacağım.
    - Büyü de öyle.
    - Ne zaman?
    - Boyun at kadar olduğunda….
    At, ahır işlerinde yalnız tımarı beceremiyordum. Boyum atın karnına bile varmıyordu. Oysa en keyifli, en eğlenceli şey buydu. Sanki kaşağının düzenli tıkırtısı Tosun’un hoşuna gidiyor, kulaklarını kısıyor, kuyruğunu kocaman bir püskül gibi sallıyordu. Tam tımar biteceğine yakın huysuzlanır, o zaman Dadaruh, “Höyt..” diye sağrısına bir tokat indirir, sonra öteki atları tımara başlardı. Ben bir gün yalnız başıma kaldım. Hasan’la Dadaruh dere kenarına inmişlerdi. içimde bir tımar etmek hırsı uyandı. Kaşağıyı aradım, bulamadım. Ahırın köşesinde Dadaruh’un penceresiz küçük bir odası vardı. Buraya girdim. Rafları aradım. Eyerlerin arasına falan baktım. Yok, yok! Yatağın altında, yeşil tahtadan bir sandık duruyordu. Onu açtım. Az daha sevincimden haykıracaktım. Annemin bir hafta önce istanbul’dan gönderdiği armağanlar içinden çıkan fakfon kaşağı, pırıl pırıl parlıyordu. Hemen kaptım. Tosun’un yanına koştum. Karnına sürtmek istedim. Rahat durmuyordu.
    - Sanırım acıtıyor? dedim.
    Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine baktım. Çok keskin, çok sivriydi. Biraz köreltmek için duvarın taşlarına sürtmeye başladım. Dişleri bozulunca yeniden denedim. Gene atların hiçbiri durmuyordu. Kızdım. Öfkemi sanki kaşağıdan çıkarmak istedim. On adım ilerdeki çeşmeye koştum. Kaşağıyı yalağın taşına koydum. Yerden kaldırabildiğim en ağır bir taş bularak üstüne hızlı hızlı indirmeye başladım. istanbul’dan gelen, üstelik Dadaruh’un kullanmaya kıyamadığı bu güzel kaşağıyı ezdim, parçaladım. Sonra yalağın içine attım.
    Babam, her sabah dışarıya giderken bir kere ahıra uğrar, öteye beriye bakardı. Ben o gün gene ahırda yalnızdım. Hasan evde hizmetçimiz Pervin’le kalmıştı. Babam çeşmeye bakarken, yalağın içinde kırılmış kaşağıyı gördü; Dadaruh’a haykırdı:
    - Gel buraya!
    Soluğum kesilecekti, bilmem neden, çok korkmuştum. Dadaruh şaşırdı, kırılmış kaşağı ortaya çıkınca, babam bunu kimin yaptığını sordu. Dadaruh,
    - Bilmiyorum, dedi.
    Babamın gözleri bana döndü, daha bir şey sormadan,
    - Hasan dedim.
    - Hasan mı?
    - Evet, dün Dadaruh uyurken odaya girdi. Sandıktan aldı. Sonra yalağın taşında ezdi.
    - Niye Dadaruh’a haber vermedin?
    - Uyuyordu.
    - Çağır şunu bakayım.
    Çitin kapısından geçtim. Gölgeli yoldan eve doğru koştum. Hasan’ı çağırdım. Zavallının bir şeyden haberi yoktu. Koşarak arkamdan geldi. Babam pek sertti. Bir bakışından ödümüz kopardı. Hasan’a dedi ki:
    - Eğer yalan söylersen seni döverim!
    - Söylemem.
    - Pekâlâ, bu kaşağıyı niye kırdın?
    Hasan, Dadaruh’un elinde duran alete şaşkın şaşkın baktı! Sonra sarı saçlı başını sarsarak,
    - Ben kırmadım, dedi.
    - Yalan söyleme, diyorum.
    - Ben kırmadım.
    - Doğru söyle, darılmayacağım. Yalan çok kötüdür, dedi. Hasan inkârda direndi. Babam öfkelendi. Üzerine yürüdü “Utanmaz yalancı” diye yüzüne bir tokat indirdi.
    - zütür bunu eve; sakın bunu bir daha buraya sokma. Hep Pervin’le otursun! diye haykırdı.
    Dadaruh, ağlayan kardeşimi kucağına aldı. Çitin kapısına doğru yürüdü. Artık ahırda hep yalnız oynuyordum. Hasan evde hapsedilmişti. Annem geldikten sonra da bağışlanmadı. Fırsat düştükçe, “O yalancı” derdi babam. Hasan yediği, tokat aklına geldikçe ağlamaya başlar, güç susardı. Zavallı anneciğim benim iftira atabileceğime hiç ihtimal vermiyordu. “Aptal Dadaruh, atlara ezdirmiş olmasın?” derdi.
    Ertesi yıl annem, yazın gene istanbul’a gitti. Biz yalnız kaldık. Hasan’a ahır hâlâ yasaktı. Geceleri yatakta atların ne yaptıklarını tayların büyüyüp büyümediğini bana sorardı. Bir gün birdenbire hastalandı. Kasabaya at gönderildi. Doktor geldi. “Kuşpalazı” dedi. Çiftlikteki köylü kadınlar eve üşüştüler. Birtakım tekir kuşlar getiriyorlar, kesip kardeşimin boynuna sarıyorlardı. Babam yatağın başucundan hiç ayrılmıyordu.
    Dadaruh çok durgundu. Pervin hüngür hüngür ağlıyordu.
    - Niye ağlıyorsun? diye sordum.
    - Kardeşin hasta.
    - iyi olacak.
    - iyi olmayacak.
    - Ya ne olacak?
    - Kardeşin ölecek! dedi.
    - Ölecek mi?
    Ben de ağlamaya başladım. O hastalandığından beri Pervin’in yanında yatıyordum. O gece hiç uyuyamadım. Dalar dalmaz, Hasan’ın hayali gözümün önüne geliyor “iftiracı! iftiracı!” diye karşımda ağlıyordu.
    Pervin’i uyandırdım.
    - Ben Hasan’ın yanına gideceğim, dedim.
    - Niçin?
    - Babama bir şey söyleyeceğim.
    - Ne söyleyeceksin?
    - Kaşağıyı ben kırmıştım, onu söyleyeceğim.
    - Hangi kaşağıyı?
    - Geçen yılki. Hani babamın Hasan’a darıldığı…
    Sözümü tamamlayamadım. Derin hıçkırıklar içinde boğuluyordum. Ağlaya ağlaya Pervin’e anlattım. Şimdi babama söylersem, Hasan da duyacak belki beni bağışlayacaktı.
    - Yarın söylersin, dedi.
    - Hayır,. şimdi gideceğim.
    - Şimdi baban uyuyor, yarın sabah söylersin. Hasan da uyuyor. Onu öpersin, ağlarsın, seni bağışlar.
    - Pekala!
    - Haydi şimdi uyu!
    Sabaha kadar gene gözlerimi kapayamadım. Hava henüz ağarırken Pervin’i uyandırdım. Kalktım. Ben içimdeki zehirden vicdan azabını boşaltmak için acele ediyordum. Yazık ki, zavallı suçsuz kardeşim, o gece ölmüştü. Sofada çiftlik imamıyla Dadaruh’u ağlarken gördük. Babamın dışarıya çıkmasını bekliyorlardı.
    Tümünü Göster
    ···