1. 59.
    0
    -ah... ayağım.
    -ne oldu alev?
    -ayağım... çok kötü burktum ya ayağımı.
    -hay aksi. gel şuraya oturalım.
    koluna girerek yürümesine yardım ettim. kayaların birine oturduk. alev hala ayağını ovuyordu.ben hemen ayağına baktım.
    -hımm dur bakayım. ciddi bir şey yok ya,geçer birazdan.
    -ya sen bana sor onu.şu terliklere alışamadım daha, ondan oldu.
    -merak etme ben şimdi ayaklarına bir masaj yaparım, hemen geçer.
    -yapabilir misin ki?
    -aa ayıp ettin alasını yaparım.
    o eşsiz güzellikteki ayağını avuçlarım arasına aldım ve güzel bir masaj yapmaya başladım. pamuk gibiydi ayakları. pembe tabanlarının her bir cm karesini ovalıyordum.bu masaj çok rahatlatmıştı alev’i. ayrıca ayaklarıyla ilgilenmem çok hoşuna gitmişti sanırım.ela gözleri ışıl ışıldı.
    -çok teşekkür ederim,ne güzel masaj yapıyorsun. ayağımın acısı bir anda gitti.
    -bu güzel ayaklara yazık olurdu yoksa. onların yeri ipek halıların üzeridir bence.
    -ya parmağım hala acıyor. ayağımı burktuğum sırada taşa vurdum galiba.
    -ah canım kıyamam. öpeyim de geçsin.
    birden ayak baş parmağını öpüverdim. alev hayretler içerisinde bana bakıyordu.
    -ya sana inanamıyorum
    -ee hep sen mi çılgınlık yapacaksın?
    -ama ayaklarım kokmuyor mu?sen de ömer gibi kusmayasın sonra. gerçi işıl’ın ayakları nasıl kokuyordu bilmiyorum ya
    -onu bende bilemem ama senin ayakların hiçte bile kokmuyor. ayrıca çok güzel ve bakımlı ayakların var.hem ayak bu,kendine göre biraz kokusu olacak tabi ki. gül gibi kokacak değil ya
    alev birden ayaklarını yüzüme yapıştırdı. şımarıkça gülüyordu.
    -kim demiş? benim ayaklarım gül gibi kokar. hadi koklasana ayaklarımı.
    -dur yavaş biraz müsaade et bir nefes alıyım bari. çılgınsın sen ya
    alev kahkahalar atarak ayaklarını yüzüme sürüyordu. etrafta bizden başka kimse olmadığı için rahat hareket edebiliyorduk.bir süre ayaklarını koklattı bana. arada bir kaçamak birkaç öpücük konduruyordum ayaklarına. daha sonra doğrulup yanıma oturdu. ela gözlerinde sevgi ışıltıları vardı. denizi seyretmeye başladık birden alev’in ellerini belimde hissettim. nedendir bilinmez ama heyecanlanmıştım. bende kolumu omzuna doladım. sarmaş dolaş bir vaziyette denizi seyrediyorduk. masmavi akdeniz sonsuzluğa uzanıp gidiyor, şırıl şırıl dalga sesleri ile bize kendi dilinden şarkı söylüyordu sanki. hafiften esen deniz meltemi yüzümüzü okşuyordu. birbirimizin yüzüne baktık ve yavaşça dudaklarımız birbirine kenetlendi.o dolgun dudaklarının arasında kayboluyordum adeta. güzel bir öpüşme faslından sonra bakışlarımız yine denize çevrildi. alev başını omzuma koymuştu.bu şekilde 20-30 dakika oturduk. daha sonra kalkıp yürümeye devam ettik. evlerimize uğrayarak deniz malzemelerimizi aldık. beraber plaja gittik. alev:
    -gel mahmut, biraz ileride bir yer var, oraya gidelim. buradan daha güzeldir ayrıca daha sakindir.
    alev’in dediği yere gittik. gerçekten de sakin bir yerdi. hemen tişörtlerimizi çıkardık. alev bikinisinin içinde harika görünüyordu. alev:
    -hadi yarışa var mısın?
    -oo rakibim çok güçlü ama
    -ne korkuyor musun yoksa?
    -kim ben mi?bu kelime bana biraz uzaktır kızım.
    -öyle mi göster öyleyse.
    -eh sen kaşındın.
    bir anda ikimiz birden coşkun sulara kendimizi atıverdik. kulaçlar atıyor kıyasıya yarışıyorduk. alev bir anda beni geride bıraktı. kız balık gibi yüzüyordu. bir anda boyu geçen derinlere gittik. ben fazla açılmaya korktuğum için geri döndüm ve sığ yerlere gittim. alev biraz sonra yanıma geldi. kahkahalarla gülüyordu. denizde biraz daha oynadıktan sonra çıktık ve kumsala uzandık. güneş hafifçe yakıyordu.bir süre güneşlendik. daha sonra alev ile sohbet etmeye başladık. konu okullardan açıldı. liseyi iki sene önce bitirmiş.i̇ki yıldır öss ye giriyormuş ama kazanamamış.bu sene umutlu olduğunu söyledi. alev:
    -sahi sen hangi bölümdeydin?
    -müzik öğretmenliğinde okuyorum, sana söylememiş miydim? bu sene 3.sınıfa geçtim.
    -yok daha önce söylemedin.ne kadar güzel ya.i̇stediğin bölümü kazanmışın. ah keşke bende kazanabilsem.
    -ee nazar etme ne olur, çalış seninde olur
    -ne diyorsun be? tembellik yaptığımı mı ima ediyorsun? i̇ki yıldır çalışmaktan kıçımı yırttığımı bilmiyorsun tabi.ama olmuyor işte.
    -hayır canım bir şey ima etmiyorum. çalışmışsındır tabi ki.ayrıca niye kazanamayasın?
    alev öfkeyle yüzüme baktı:
    -alla alla, beyefendi başımıza bilgiç kesildi bir anda. üniversiteli ya haspam.
    -alev saçmalıyorsun.
    -evet saçmalarım tabi ki.ben cahilin tekiyim çünkü.git başımdan,git de kendine üniversiteli arkadaşlar bul.
    -ya alev keser misin şunu. sana üniversiteyi kazanamayacağını söyleyen mi oldu şimdi. ne var bunda bu kadar sinirleniyorsun?
    -ya mahmut git başımdan.
    yüzüne bakarak kalktım ve denize girdim. birden bire ne olmuştu bu kıza anlayamıyordum. ortada sinirlenecek hiçbir şeyde yoktu. birkaç kulaç attım ama tadım tuzum kaçmıştı bir anda. denizden çıkıp duşa girdim. alev kumsalda somurtmuş oturuyordu. birden mustafa’nın söyledikleri aklıma geldi. “dostum kızın tuhaf hareketleri olursa aldırma sakın. çünkü biraz sorunlu bir kızdır. annesi ile babası boşanmış anlarsın ya.” hemen kızın yanına gittim. onunla sakin bir şekilde konuşmayı deneyecektim. yanına geldiğimde alev mahcup gözlerle yüzüme baktı:
    -ya mahmut özür dilerim canım ya.az önce gereksiz yere parladım. ortada hiçbir şey yokken seni boş yere üzdüm.
    ona gülümseyerek kolumu omuzlarına doladım.
    -boş ver canım,ben unuttum bile.hem seni anlıyorum. üniversiteye hazırlandığım yıllarda benzer bunalımlara ben de girmiştim.hem ben 3.senem de kazanmıştım. düşün artık neler çektiğimi.
    -ah canım benim, bilmez miyim hiç?ne olur benim kusuruma bakma. nedendir bilmiyorum bazen böyle sebepsiz yere sinirleniyorum.
    bakışları birden mahzunlaşmıştı, yüzü kederlenmişti sanki.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 58.
    0
    rtesi gün uyandığımda neredeyse öğlen olmak üzereydi. hemen kalkıp yüzümü yıkadım. mustafa’nın ailesi henüz kahvaltı sofrasındaydılar. mustafa o gün barda nöbetçiydi. onun için erkenden gitmişti. oturup kahvaltımı yaptım. kahvaltı sonrası çayımı yudumluyor ve elimdeki gazeteye göz gezdiriyordum. yine bilinen haberler vardı. hükümetin durumu, yapılan zamlar, trafik kazaları vs. vs. bir ara kapı çalındı. mustafa’nın annesi yanıma gelerek alev’in beni çağırdığını söyledi. doğrusu bu kız beni şaşırtmaya devam ediyordu. kapıya gittim. alev bütün güzelliği ile karşımda gülümsüyordu. üzerinde güzel bir tişört, altında da short, ayaklarında da parmak arası terlikler vardı. başında da güzel bir hasır şapka vardı.
    -hoş geldin alev. buraya kadar niye zahmet ettin ki? plajda ya da çarşıda buluşabilirdik.
    -ne zahmeti canım, benim içinde yürüyüş oldu.hem anayasada kanun mu var ki hep erkekler kızları evlerinden alacak diye?
    -kim bilir hükümet yakında böyle bir kanun teklifini meclise sunabilir belki.
    -bunu yapacak milletvekilinin aklına şey ederim ben neyse, haydi gidiyor muyuz?
    -tamam, buyur rehberim sensin
    yanıma güneş gözlüklerimi ve birkaç eşyamı aldım ve beraber çıktık, gezmeye başladık. o yakınlarda birkaç tarihi eser vardı. beni oraları gezdirdi. aynı zamanda bir turist rehberi gibi bana bazı bilgiler veriyordu. geze geze alanya şehir merkezine gittik. orda da birkaç yeri gezdirdi bana. öğle sıcağı her yeri kavuruyordu.bir büfeye oturduk ve soğuk birer kola ile biraz serinledik. alev yanımda cıvıl cıvıldı. o neşeli haliyle insanın ömrüne ömür katıyordu adeta. onun yanında kendimi 6 yaş gençleşmiş gibi hissediyordum. gezmeye devam ettik. birkaç dükkana uğradık. alev kendine bir şeyler baktı.bir ayakkabı mağazasını geziyorduk. alev dolgulu tabanlı ince bantlı bir çift terlik gördü ve çok beğendi. fiyatı da cüziydi benim için. hemen satın aldım ve alev’e hediye ettim. terlikleri ayaklarına, ellerimle giydirmeyi ihmal etmemiştim tabi. alev çok sevinmişti. birden yanağıma bir öpücük kondurdu. terlikler o eşsiz güzellikteki ayaklarına çok yakışmıştı. bu gün tırnaklarında kırmızı ojeler vardı. gezmeye devam ettik. sahil yolunda yürüyorduk. evlerimizin yakınlarındaki bir iskeleye kadar geldik. deniz kenarı kayalıklarla doldurulmuştu. kayalıkların üzerinde yürüyorduk. alev birden tökezledi ve acıyla bağırdı.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 57.
    0
    evet liseliler tam size göre bir baslik okuyuo okuyup bosalin
    ···
  4. 56.
    0
    ömer ezile büzüle:
    -şey öyle demek istememiştim işıl. yani ne bileyim belki de kokuyordur.
    -öyle mi! yakından bak istersen.
    kız birden ömer’in karnına bir tekme geçirdi. ömer hiç beklemediği bu tekmenin tesiriyle sırtüstü yere düşmüştü. işıl terliklerinden birini çıkararak ayağını ömer’in yüzüne yapıştırdı.
    -bak bakalım kokuyor muymuş ayaklarım.
    -tamam işıl sakin ol,kokmuyormuş.ben sadece şaka yapmıştım, özür dilerim.
    -kabul edilmedi. çabuk yala ayağımı.
    ömer itiraz edecek oldu, işıl ayağını yüzüne bastırdı. ömer mecburen ayakların tadına bakmak zorunda kalmıştı. işıl “aferin sana” diyerek ayağını çekti. ömer birden ağzını tuttu ve öğürerek denize doğru koştu.bu sefer işıl şaşırmıştı.
    -ne oldu bu çocuğa ayol? ayaklarımın bu kadar iğrenç olduğunu bilmiyordum.
    herkes gülmekten yerlere yatıyordu. mustafa:
    -kızım bilmiyor musun ömer’i? çocuğun bünyesi hassas,en ufak şeyde bile içi kalkar.
    arkadaşlar espriler yaparak muhabbetlerine devam ettiler. ben dumura uğramış bir vaziyetteydim. ağzım bir karış açık bakıyordum. alev’in sesiyle kendime geldim.
    -hişt alooo! bırak marsta gezinmeyi de dünyaya dön.
    -ah kusura bakma alev. biraz şaşırdım da
    -ya bizim grup böyledir işte. daha ne çılgınlıklarımız vardır bir görsen...
    yol boyunca alev arkadaşlarının çılgınlıklarını anlattı. biraz sonra alev’in yolunun ayrıldığı yere geldik. alev:
    -yarın ne yapıyorsun mahmut?
    -bilmem, denize giderim herhalde.
    -i̇stersen öğleden sonra buluşalım, sana çevreyi gezdireyim.bu civarlarda görülmeye değer yerler vardır. i̇kindiye doğru da denize gideriz olur mu.
    -tamam bana uyar. yarın da mustafa işte olacak zaten.
    -o.k. o zaman yarın görüşürüz.
    alev birkaç arkadaşıyla evine doğru gitti. bizde mustafa ile eve geldik. vakit çok geç olmuştu,biz de bayağı bir yorulmuştuk, balkonda oturuyorduk. mustafa:
    - eee mahmut? alev’le bayağı ilerlettin bakıyorum. benden bile hızlı çıktın valla
    -dur bakalım oğlum, daha bir şey olduğu yok. ne bileyim, kız yanımdan hiç ayrılmıyor.ne yalan diyeyim benimde hoşuma gidiyor.
    -i̇yidir iyi, alev iyi kızdır. biraz uçuk kaçıktır ama delikanlı kızdır. öyle kolay kolay kimseyle samimi olmaz. yalnız dostum, bazı tuhaf hareketleri yani agresif davranışları olursa aldırma sakın. çünkü biraz sorunlu bir kızdır. annesi ile babası boşanmış, anlarsın ya. burada annesinin yanında kalıyor. babası da almanya’ya yerleşmiş orada evlenmiş falan. hiç arayıp sormuyor.
    -hımm böyle aile çocukları genelde sorunlu oluyor zaten. boş ver ben alıştım artık. hiç akıllı uslu bir insan gelmez ki bana. nerde çatlak varsa beni bulur.
    -sen kendin de çatlaksın zaten oğlum. işıl ömer’e ayaklarını yalattırdığında nasıl etkilendiğini görmedim sanma.
    -o mesele ayrı oğlum. evet bende biraz uçuğumdur ama alev beni de solladı valla
    -neyse, kızın hemen ayaklarına saldırma yalnız. i̇şi adabına uygun bir şekilde yap.
    -e herhalde yani oğlum. biz işimizi biliriz merak etme. neyse ben yatmaya gidiyorum.
    -tamam bende yatarım birazdan. hadi iyi geceler.
    güzel geçen günün ardından bayağı bir yorulmuştum. yatağıma uzandım. alev’in hayali gelmişti gözümün önüne. onun o tatlı yüzünün, gülüşlerinin,o çılgın ve neşeli hallerinin hayalleri arasında yavaş yavaş uykunun kollarına kendimi bırakıverdim.
    Tümünü Göster
    ···
  5. 55.
    0
    okuyanı gibsinler ccc
    ···
  6. 54.
    0
    yanımdan hiç ayrılmayan alev’in yüzüne baktım. ela gözleri ışıl ışıl parlıyor ve bana sevgiyle gülümsüyordu.bu şekilde muhabbetimiz devam etti. vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştık. arkadaşların çoğu esnemeye başlamıştı.biz de kalkmaya karar verdik hep beraber cafeden çıkıp sahil yolunda yürümeye başladık. alev yanımdaydı:
    -mahmut harika çalıyorsun ya,beni büyüledin adeta.
    -teşekkür ederim alev.her gitaristin yaptığı şeyler işte. ayrıca sende güzel vokal yapıyordun.
    -ya aslında bende doğuştan yetenek var ama kimse fark etmiyor ki. birisi elimizden tutsa...
    -tamam,al kartımı yarın büroma uğra, sözleşme yapalım diyeceğim ama benim de gazinom yok.
    -olsun be anam,ben senin için gazino açarım.
    mustafa arkadan lafa karıştı.
    -bence bar aç alev. mahmut’un tarzı gazinoya gitmez.bu çocuk rock cı.hem bende bara geçerim.
    -sen beni iki günde batırırsın ayol.hem ben bara işıl’ı düşünüyorum,iyi barmaid olur ondan.
    işıl esmer, uzun boylu bir kızdı. oldukça da güzel ve çekiciydi.40-41 numara büyüklüğündeki ayakları da oldukça güzel görünüyordu. işıl:
    -oldu canım, yapmadığım bir o kalmıştı zaten.ben ne anlarım barmaidlikten ayol? daha şişe tutmasını bile beceremem.
    birden erkeklerden ömer lafa karıştı. biraz tuhaf esprileri ve şakaları olan çoğunlukla da boş konuşan bir çocuktu ömer.
    -zaten bu fasulye sırığı gibi boyla biraz zor yaparsın bu işi. müşteriler bir şey istemek için yukarı sünmek zorunda kalırlar. ayrıca ayaklarında kokuyor.
    birden ortalığı sessizlik kapladı. herkes şaşkınlık içinde ömer’e bakıyordu. işıl öfkeli bir şekilde ömer’in yanına geldi.
    -ne alakası var şimdi ömer? hem ne demek istiyorsun sen? ayaklarımı yakından kokladın mı ki böyle konuşuyorsun?
    ···
  7. 53.
    0
    gerçekten, çok genis topraklar üzerinde hakimiyetini tesis eden osmanli devleti, çesitli din, dil, irk, örf ve âdetlere sahip topluluklari asirlarca âdil bir sekilde idare etmisti. ulasim teknolojisi bakimindan günümüzle mukayese edilemeyecek derecede imkansizliklar içinde bulunan o asirlarin dünyasinda, bunca farkli yapidaki topluluklari cebir ve tazyik kullanmadan idare etmek basit bir hakimiyet anlayisinin sonucu olmasa gerekir. m. fuad köprülü'nün n bir madde halinde siraladigi ve rasonyi'ye göre batili tarihçilerce de kabul edilen basarinin bu sebepleri de pek tatmin edici görünmemektedir. zira onun isaret ettigi bu on bir maddenin birçogunda diger anadolu beylikleri de ortakti. osmanlilarin din, irk ve cografi ortam bakimindan anadolu beyliklerinden pek farki yoktu. hal böyle olunca osmanli basarisinin sebeplerini baska sahalarda da aramak gerekir. öyle anlasiliyor ki osmanlilar, diger beyliklerin sahip olmadiklari veya yapamadiklari bazi seyleri basarmislardi. bu konuyu arastiran pek çok tarihçi gibi mustafa nuri pasa da baslangiçta küçük bir uç beyligi olan bu devletin basarisini, maddî ve manevî sebeplere baglar. ona göre bu sebepler sunlardir:

    1-kurulus dönemindeki hükümdarlarin tamami, islâm dinine ve bu dinin prensiplerine bagli olan kimselerdi. onlar, hukukî ve ser'î meseleleri bütünüyle kadilara havale etmislerdi. bu mevzuda kendilerini halktan ayri görmezlerdi. dolayisiyla halktan herhangi birine yapilan muamele, kendileri için de geçerli idi. keza onlar, hukuk adamlarina baski yapmadiklari gibi, tamamen islâm hukukunun ruhuna uygun olarak verilen kararlarina da müdahalede bulunmazlardi. bu da ülke içinde saglam bir adlî mekanizmanin çalismasina ve adaletin gerçeklesmesine sebep oluyordu. iste bu adalet anlayisi sayesindedir ki, devletleri büyüyüp gelisti.

    2- osmanlilar, kuruluslarindan itibaren anadolu selçuklu devleti'ne bagli kaldilar. bu baglilik, adi geçen devletin varligina son verildigi ana kadar devam etti. onlarin bu baglilik ve vefalarindan dolayi allah, kendilerini mükâfatlandirdi. zaman zaman ortaya çikan isyan ve bas kaldirmalarda hep onlara yardimci oldu.

    3- selçuklu devleti'nin ortadan kalkmasi ve bizans'in içinde bulundugu gibintili durumlar yüzünden çevresinde kuvvetli bir devletin bulunmamasi.

    4- osmanlilar, islâm dünyasinin hudud boylarinda kurulmuslardi. cihad ve ilay-i kelimetullah için devamli harp edip ganimet elde ettiklerinden san ve söhretleri de artiyordu. onlarin bu durumunu ögrenen ve baska ülkeler ile topraklarda yasayan müslümanlar, gelip kendilerine iltihak ediyorlardi. bu da onlarin kuvvetlenmesine sebep oluyordu.

    5- osmanli hükümdarlari, ilim adami ile fazilet ehli kimselere karsi son derece hürmetkâr davranip onlari gözetiyorlardi. devlet için hizmet edip yardimci olanlara timar arazisi vermek suretiyle onlari devlete ortak ediyorlardi. ayrica topraklarini genisletip müslüman nüfusunu artirmak için büyük bir gayret sarf ediyorlardi. çikardiklari kanunlara da gibi gibiya bagli kaliyorlardi. mustafa nuri pasa'ya göre, osmanli devleti'nin kisa bir zamanda büyüyerek müesseselerinin kemal mertebesine ulasmasina ve emsâllerine göre daha uzun ömürlü olmasina sebep olan âmiller, onlarin bu anlayis ve davranislaridir.

    selçuklu-bizans hududlarinda tesekkül eden bir uç beyliginin, yeni bir din ve kültürün tasiyicisi olarak eski bizans imparatorlugu'nun enkazi üzerinde kurulan bu yeni devlete bir türk ve islâm damgasi vurmasi hadisesi, çagdas tarihçiler arasinda henüz tam anlamiyla izah edilemeyen bir mesele olarak münakasa edilmektedir. öyle anlasiliyor ki bu münakasa daha uzun süre devam edecege benzemektedir. nitekim leopold von ranke gibi bazi kimseler de bu gelismeyi padisah sahsiyetlerine, askerî sisteme ve toprak uygulamasi gibi maddî manevî bazi unsurlara baglarlar.

    tarihin uzak dönemlerinden itibaren kurulmus bulunan bütün türk devletlerindeki töreye göre, osmanlilarda da ülke, ailenin müsterek mali olarak kabul ediliyordu. osmanlilarda saltanatin intikalinde yerlesmis bazi merasimler önemli yer tutmaktadir. bunlarin basinda bey'at, cülûs ve kiliç kusanma merasimleri gelmektedir. saltanatin intikali, baslangiçtan 1617 tarihine kadar ilk on dört padisahta "amûd-i nesebî" denilen babadan ogula geçmek suretiyle olmustur. eski türklerdeki devletin, hânedanin ortak mülkü olma telakkisi osmanlilarda özellikle fâtih döneminde degigib bir anlayisa bürünmüstür. kanunnâmenin meshur olan maddesi ile saltanatin babadan ogula intikalinde kolaylik saglanmistir. 1617'de i. ahmed'in ölümü üzerine "ekberiyet" usûlü benimsenmis. daha sonraki dönemde bir iki istisna disinda "ekberiyet ve ersediyet" usûlüne göre hânedanin en yasli erkek üyesi padisah olmustur. hükümdarlik ailesinin reisi olan ve "ulu bey" adini tasiyan kisi, ayni zamanda devletin de reisi olurdu. osmanli beyligi'nin ilk zamanlarinda da görülen bu âdet, i. murad zamanindan itibaren sadece hükümdarin çocuklari için geçerli hale gelmisti. buna göre belirtilen dönemden itibaren saltanat, hükümdar olan kimsenin çocuklarinin hakki olarak telakki edilmeye baslandi. bununla beraber bir veliahd tayini söz konusu degildir. devlet adamlari ve askerlerce sevilip takdir edilen sehzade, ölen babasinin yerine hükümdar ilan olunurdu.

    osmanli padisahlari cülûslan münasebetiyle çikardiklari fermanda allah'in lütfu ile "bi'l-irs ve'l-istihkak" saltanatin kendilerine müyesser oldugunu ifade ederler. öyle anlasiliyor ki ilk dönemlerde devletin kurulus hamurunda mayasi bulunan ahi teskilatinin da bu seçimde büyük bir payi bulunmaktadir. çok nadir de olsa, zaman zaman padisahlarin, yerlerine geçecek sehzadeyi devlet ileri gelenlerine vasiyet ettikleri görülmektedir. mesela çelebi mehmed, bizanslilarin yaninda bulunan kardesi mustafa çelebi'nin tekrar hükümdarlik iddiasiyle ortaya çikma ihtimalini göz önüne alarak hayatindan ümidini kestigi sirada yanindaki vezir ve beylerine oglu murad'in hükümdar yapilmasini ve o yetisinceye kadar ölümünün gizli tutulmasini vasiyet etmisti. böylece çelebi mehmed, kardes kavgasinin sebep olacagi politik ve ekonomik huzursuzluklar için tedbir almis oluyordu.

    biraz önce temas edildigi gibi, osmanlilarda hükümdarin çocuklarindan kimin padisah olacagina dair kesin bir saltanat kanunu yoktu. hükümdarlar, bir isyan hareketinin önüne geçmek için kardeslerini öldürürlerdi. kardes katli, yildirim bâyezid zamanindan beri tatbik edilmekle beraber fâtih kanunnâmesiyle yazili hale getirilmistir. bu kanunnâmede "ve her kim esneye evladimdan saltanat müyesser ola, karindaslarini nizâm-i âlem içün katl etmek münasibtir. ekser ulemâ dahi tecviz etmistir. aninla âmil olalar" denilerek memleketin selameti için kardeslerin katline bir nevi izin verilmistir.

    töreye göre osmanli padisahi, memleketin sahibi sayilirdi. bu sebeple tebeasinin mali ve cani üzerinde tasarruf hakki vardi. vasitali vasitasiz bunu kullanirdi. her türlü kuvvet padisahin elindeydi. fakat o bunu keyfî olarak degil, kanun, nizam ve ananenelere dayanarak muamelatin icaplarina göre yürütürdü. fâtih kanunnâmesi (s. 16)'nde, padisahin yetkilerini nasil kullandigina isaretle söyle denilmektedir: "ve tugrayi serifim ile ahkam buyrulmak üç canibe mufazzdir. umur-i âleme müteallik ahkâm vezir-i azam buyruldusu ile yazila ve malima müteallik olan ahkâmi defterdarlarim buyruldusu ile yazalar. ve ser'-i serîf üzre deavi hükmünü kadiaskerlerim buyruldusu ile yazalar." bu ifadelerden anlasildigina göre bütün dünyevî ve dinî idare padisah adina yapilmaktadir. buna dayanilarak padisahin, dünyevî yetkilerinin idaresinde sadrazamlari, dinî yetkilerinin idaresinde ise önceleri kadiaskerleri, daha sonra da seyhülislâmlari vekil tayin ettigi söylenebilir. nitekim bu iki makama yapilacak tayin ve azillerde padisahin mutlak selâhiyet sahibi oldugu bilinmektedir. bundan baska divan toplantilarinda alinan her türlü kararin "arz" yolu ile onun tasdikine sunulmasi da padisahin nihaî karar mercii oldugunu teyid etmektedir.

    islâm hukukuna göre devletin basinda bulunan hükümdarin, hakkinda nass bulunmayan mevzularda tebeasinin maslahatini gözeterek çikardigi kanunlarina uymak dinin emridir. islâm hukukuna göre hükümdar her istedigini yapan ve her türlü arzusuna uyulmasi gereken bir kisi degildir. o da ser'î hukukun gerektirdigi emirlere uymak zorundadir. aksi takdirde hz. peygamber'in "allah'in emirlerine uymayana itaat yoktur" hadis-i serifi ile hz. ebu bekir'in halife seçildigi zaman yaptigi ilk konusmasinda dedigi gibi emirlerine itaat mecburiyeti kalkar.

    müslüman bir topluma istinad eden bünyesi ile osmanli devlet adamlari, bundan baska türlü hareket de edemezlerdi. zira bu devletin geleneginde hâkim bulunan anlayisa göre "devlette din asil, devlet ise onun bir fer'idir" kanun, hüküm, ferman ve uygulamada dinî anlayisin disina çikmamak için osmanlilar, kuruluslarindan itibaren islâm fikhina (hukuk) yakindan âsina olan ulemâya devlet idaresinde yer veriyorlardi. nitekim orhan gazi'nin vezirlerinden sinan pasa ile çandarli halil ulemâdandi. esasen, xiv. asir türk dünyasini gezip onlar hakkinda canli levhalar gibi saglam bilgiler veren ibn batuta'nin müsahede ettigi gibi, anadolu türkmen beyliklerinin hemen hepsinde fakihler, beylerin yaninda en serefli mevkide yer almakta idiler.
    Tümünü Göster
    ···
  8. 52.
    0
    okuyanı gibsinler derim çeker giderim
    ···
  9. 51.
    0
    yeter be kızım iki saattir dın dın!... kafa beyin bırakmadın ya.
    -ne var be? i̇ki aydır kurs alıyoruz,bu kadar öğrenebildik.
    -ver şu gitarı da asıl üstadı çalsın. zaten sesinde bozuk borazan gibi.
    -ha hay! bunu diyene de bakın. kendi sesinin kargaları bile korkuttuğunu unuttun galiba.hem sen mi üstatsın ayol? şu gitardan tek bir nota çıkarabilirsen ne olayım.:)
    -sana ben üstadım dedim mi? burada mahmut üstadımız var.
    mustafa gitarı getirip elime tutuşturdu.
    -çal be dostum, kulağımızın pası gitsin ya.
    alev:
    -sen gitar çalmasını biliyor musun mahmut?
    -eh biraz biliyoruz işte.
    mustafa:
    -ya bakma onun “biraz” dediğine. adam gitarı yalamış yutmuş adeta.
    evet, gitarla on yıllık mazim vardı. çok severdim bu enstrümanı. bildiğim parçaları sıra ile geçmeye başladım. ortalık bir anda coşmuştu. ben bütün ustalığımı kullanarak çalıp söylüyordum. herkes yapabildiği kadar bana vokal yapıyordu. slov havalardan başlayan eğlencemiz hareketli şarkılarla devam ediyordu. cafedeki diğer müşteriler de eğlencemize katılmıştı.her parçanın sonunda alkış kopuyordu.bir ara hareketlenen ortamı sakinleştirdim. romantik bir şarkı çalıyordum.ne de güzel şarkıydı:
    -akdeniz akşamları bir başka oluyor,
    hele bir de aylardan temmuz ise bambaşka.
    sahilde insanlar kol kola sımsıcak,
    coşmamak elde mi böyle bir akşamda?
    i̇şte ben böyle bir akşamda aşık oldum...
    ···
  10. 50.
    0
    bu şekilde şakalaşmalarla muhabbetimiz devam etti. arkadaşların hepsi bana hoş geldin dedi ve sonra hep beraber denize girdik.her türlü çılgınlığı yapıyor, neşeli oyunlar oynuyorduk. arkadaşlarla bir anda kaynaşmıştık. hepside kafa dengi, dost canlısı çocuklardı. özellikle alev benimle ayrı bir samimi olmuştu. kız yanımdan hiç ayrılmıyordu. denizde türlü şakalar yapıyor, çılgınlığını her fırsatta belli ediyordu. bazen omzuma bindiriyordum ve onu denize atıyordum. bazen de omzuma ayaklarını basarak çıkıyor ve dengede durmaya çalışıyordu. sonra çığlıklarla denize düşüyordu. bende bazen suyun altına giriyor ve alev’in bacaklarının arasından geçiyordum.bu arada suyun altında çaktırmadan ayaklarını dikizliyordum. bazen şaka olsun diye ayaklarını yüzüme değdiriyordu.bir ara yine su altına daldım. alev’in yanından geçiyordum ki alev birden ayağı ile sırtıma bastı.az daha boğulacaktım. kız şımarıkça gülüyordu yaptığı şakalara.bir ara ayağını yine yüzüme değdirdi. bende bir çılgınlık yapıp ayağını öpüverdim. yüzünün aldığı şaşkınlık ifadesi görülmeye değerdi.bir süre daha plajda vakit geçirdik. daha sonra akşam arkadaşların her zaman takıldığı bir cafede buluşmak üzere sözleşerek evlere dağıldık. akşam güzel bir yemekten sonra dışarı çıktık. mustafa o akşam izinliydi. beraber cafeye gittik. sahile yakın bir yerde açık bir alana kurulmuş bir cafeydi bu.masaların birinde bizim arkadaşlardan bazılarını gördük ama alev içlerinde yoktu. arkadaşlarla muhabbet etmeye başladık. biraz sonra alev iki kızla beraber geldi. kızlardan biri sırtında bir gitar taşıyordu. alev ise mini eteğiyle askılı tişörtüyle harika görünüyordu. ayaklarında parmak arası terlikler vardı. hemen gelip yanıma oturdu. muhabbetimiz şakalaşmalar, gülüşmelerle devam ediyordu. daha sonra gitar taşıyan kız gitarını çıkardı ve çalmaya başladı. çalışından daha acemi olduğu anlaşılıyordu. tahminen iki aylıktı gitarda. kız fazla parça bilmediğinden aynı parçaları dolaşıp duruyordu. mustafa:
    ···
  11. 49.
    0
    -hiç önemli değil, üzülmeyin lütfen. ama yaptığınız atışa bakılacak olursa sıkı bir voleybolcu olduğunuz belli.
    -i̇nanın istemeden oldu. durun gözünüze bakayım bir.
    -ya önemli değil, geçer birazdan.
    -olsun ben bakayım yine de.
    elleriyle yüzümü tutarak gözlerime baktı. birden ela gözlerinde hayranlık ifadesi belirdi.
    -oh aman tanrım. ne kadar güzel gözleriniz var.
    benimde ela gözlerim vardı ama onunki kadar güzel değildi. kız beni şaşırtmıştı doğrusu.
    -şey... teşekkür ederim. doğrusu bana daha önce kimse gözlerimin güzel olduğunu söylememişti. ayrıca sizin gözlerinizden daha güzel olduğunu sanmıyorum.
    -doğrusu gözlerimiz neredeyse aynı sayılır, acaba kardeş miyiz neyiz * şey adım alev.
    -ben de mahmut. tanıştığıma memnun oldum.
    -sende bize katılmak ister misin?
    -şey, oyununuzu bölmeyeyim. zaten pek iyi oynayamam.
    -olsun, bizlerde çok usta değiliz bu oyunda.gel hadi nazlanma
    beni elimden tutarak arkadaşlarının yanına zütürdü. çok tatlı bir kızdı ama bir o kadarda çılgın ve uçuk kaçıktı gördüğüm kadarıyla. beni de oyunlarına dahil ettiler ve koşturmaya başladık. her ne kadar oynayamasam da acemi şansı olsa gerek birkaç sayı çıkarmıştım.i̇ncecik kumlar üzerinde bir süre koşturduk oynadık. bu arada gruptaki diğer arkadaşlarla da tanışmıştım. hepsi de tam kafa dengi iyi çocuklardı.bir ara içlerinden birisi bağırdı.
    -hey arkadaşlar mustafa geldi.
    dönüp baktığımda şaşırmıştım. gelen mustafa benim kankinin ta kendisiydi. mustafa:
    -selam beyler ve hanımlar.ya kocaman adam oldunuz hala top peşinde koşturuyorsunuz.
    -spor yapıyoruz işte oğlum. senin gibi sürekli karı kız peşinde koşturmuyoruz.
    -ne var yani oğlum benimki de bir nevi spordur.
    mustafa’nın gözleri bana ilişti.
    -oo kanka bizimkilerle tanışmışsın bakıyorum.
    yan gözlerle alev’e bakarak gülümsedim.
    -evet tanıştık. gerçi biraz çarpıcı bir tanışma oldu ama çok memnun oldum tanıştığıma.
    -arkadaşlar, mahmut benim üniversiteden arkadaşım. konya’dan misafirim olarak geldi.ona göre dikkat edin, sakın bir yanlış yapayım demeyin.
    i̇çlerinden biri:
    -sen kendine söyle bunu oğlum. senden zarar gelmezse bizden hiçbir zarar gelmez
    kızlardan biri lafa karıştı.
    -eyvah mustafa’nın misafiri ha.çokta gençmiş yazık olacak.
    mustafa’ya göz kırptım.
    -hayırdır mustafa,ne diyorlar böyle?
    -bilmiyorum, arkadaşların kuyruk acıları var galiba,sen bakma onlara.
    Tümünü Göster
    ···
  12. 48.
    0
    ertesi gün iyi bir uyku çekmiş bir vaziyette uyandım. balkona çıkarak mis gibi havayı ciğerlerime çektim akdeniz, bütün güzelliğiyle, doğayla kucaklaşıyordu. mustafa’nın yazlık evi denize yakındı ve deniz meltemi bütün serinliğiyle geliyordu. balkona kahvaltı sofrası hazırlanmıştı ve mustafa sofranın başında elinde bir gazete ile oturuyordu. beni görünce gülümsedi.
    -günaydın kanka. nasıl iyi uyudun mu?
    -sana da günaydın. açıkçası korkudan pek uyuyamadım. gece gelip tecavüz edersin diye. ne de olsa senin sağın solun pek belli olmaz.
    -merak etme, senin o değerli kıçına kalmadım. elimin altında binlerce kız var. hepsi de turist.
    -tabi, canım,aç tavuk kendini buğday ambarında sanırmış kızların hepsi kapında sıraya girmiştir eminim.
    -aç tavuğun kim olduğu tartışılır. her neyse,sen ne yapacaksın bugün?
    -bugün plajda takılırım sanırım,sen gelmeyecek misin?
    -benim bir işim var, öğleden sonra gelir sana katılırım.hem seni arkadaşlarımla tanıştırırım. onları seveceğinden eminim, hepsi tam kafa dengi çocuklardır.
    -o.k öğleden sonra görüşürüz o zaman.
    kahvaltıdan sonra yanıma havlumu, deniz malzemelerimi ve güneş yağımı alarak plaja gittim. masmavi akdeniz bütün güzelliğiyle ışıl ışıl gülümsüyor ve beni yanına çağırıyordu adeta.i̇ncecik kumlardan oluşmuş kumsal bir halı gibi ayaklarımın altına serilmişti. fazla büyük olmayan coşkun dalgalar sahille sevişiyordu. plajda bazıları aile, bazıları arkadaş grupları, genç-yaşlı bir çok insan da bu güzelliklerle sevişiyordu. kimileri denizde yüzüyor, kimileri kumsalda güneşleniyor, kimileri jet skylere biniyordu. sahilin az gerisinde kızlı erkekli bir grup genç plaj voleybolu oynuyordu. plajda havluma bir yer buldum. tişörtümü ve terliklerimi çıkardıktan sonra akdeniz’in ılık sularıyla kucaklaştım. tanrım,o tertemiz berrak sularda kulaç atmak, arada bir dibe dalıp su altındaki o görkemli alemi az da olsa keşfetmek ne doyumsuz bir zevkti. biraz yüzdükten sonra sudan çıkarak kumsala uzandım. vücudumun ıslaklığından ince kumlar her tarafıma yapışmıştı. güneş, bütün parlaklığıyla ışıl ışıl parlıyor ve sonsuz kaynaklı ısısıyla yavaş yavaş yakıyordu.bir süre uzanarak denizin sesini ve etraftaki neşeyle haykıran çocuk seslerini dinledim. daha sonra yerimden doğrularak etrafıma bakındım. plajda yerli-yabancı bir sürü güzel kadın vardı. tabi ben en çok ayaklarına dikkat ediyordum..bir çoğu denizde biraz buruşmuş gibi görünse de çok güzel ayakları vardı. biraz daha denize girdim ve çıkarak duşa girdim. duşlar sahilin biraz gerisinde plaj voleybolu oynayan gençlerin yakınındaydı. duştan çıktıktan sonra yerime dönüyordum. birden suratımda bir şimşek çaktı. yanımdaki alanda voleybol oynayanların topu hedef menzilinden çıkmış ve top yeni hedef olarak benim yüzümü seçmişti. çarpmanın etkisiyle sersemlemiş, yıldızları sayıyordum, çok tatlı ve biraz da mahcup bir kız sesi duydum.
    -ay,çok özür dilerim.ne kadar sakarım ya.
    hala acıdığı için gözümü açamıyordum. yavaş yavaş gözümü açtım ve önümde çok tatlı bir kız silueti belirdi. 1.70 boylarında tahmini 18-19 yaşlarında, beyaz tenli, kahverengi ve dalgalı saçlı,ela gözlü tam bir kumral güzeliydi. daha önemlisi oldukça düzgün şekilli birbirine orantılı parmaklarıyla, incecik ayak bilekleriyle harika ayaklara sahipti. kız karşımda mahcup bir tavırla duruyordu.ona gülümsedim.
    Tümünü Göster
    ···
  13. 47.
    0
    kitap yazmış huur çocuğu
    ···
  14. 46.
    0
    -mahmut,hey! mahmut...
    -mustafa... heyt aslanım benim be *
    -nerdesin oğlum ya? nasıl geçti yolculuğun?
    -ya otobüs biraz fazla mola verdi. i̇yiydi be dostum, sağ salim geldik çok şükür.
    mustafa üniversiteden arkadaşımdı.i̇yi birer kankiydik, yediğimiz içtiğimiz pek ayrı gitmezdi. ailesi ile alanya’da yaşıyorlardı. çok matrak bir çocuktu mustafa. ayrıca biraz da çapkındı. biraz sonra bir taksideydik ve mustafa’nın yazlık evine doğru gidiyorduk.yol sahil boyunca dümdüz uzayıp gidiyordu. yolun kenarında oteller, tatil köyleri, pansiyonlar sıralanmışlardı. mustafa:
    -oğlum bu sene bir turistler var ki görmelisin. bir tane rus ayarladım kendime.bir görmelisin dehşet bir karı ya.
    -vay be,bu sene de işlerin tıkırında bakıyorum. valla sende de ne buluyorlar anlamıyorum *
    -her şeyi oğlum. unutma onların istedikleri zevktir ve heyecandır. sana da bir tane ayarlayalım oğlum.rus, alman,i̇ngiliz... ne istersin?
    -ee varsa karışık alayım ben. pizza mı sipariş ediyorsun ayı? * hem benim bazı özel zevklerim var biliyorsun. bana uyabilecekler mi bakalım?
    -ah evet unutmuşum,sen ayaklardan hoşlanıyordun değil mi? ya oğlum sana da inanamıyorum.ne anlıyorsun şu ayaklardan?
    -dostum bir kadında güzellik ayaklarda başlar.bir kadın ayaklarının bakımına özen gösteriyorsa bil ki baştan aşağıya bakımlı olmaya özen gösteriyor demektir. ayrıca unutma kadınların zevk aldığı noktalardan biride ayaklarıdır. sevişirken bir dene, kadının nasıl çıldırdığını göreceksin.hem benim avantajım var, zevki stereo olarak alıyorum ben. senin gibi sadece iki alanda sınırlı değilim.
    -aman aman, ayaklar senin olsun bana o iki alan yeter. i̇ğrenip kusmak istemiyorum.hem benim için oral sex bambaşkadır. vajinayı yaladığım an aldığım o tat hiçbir şeye uymaz.
    -ya!... oral sexden hoşlanıyorsun. dur ben sana kısa bir özet geçeyim. alanya gibi bir yerdesin,bir barda çalışıyorsun,rus kız arkadaşın var, oral sexden hoşlanıyorsun, vajina yalamayı seviyorsun ve ayaklardan iğreniyorsun. seni tebrik ederim mustafa *
    -bana bak dostum senin sorunun nedir biliyor musun?o kahrolası kıçının kafandan büyük olması. *
    -hmm senin kafan benim kıçımdan da büyük galiba *
    bu şekilde gırgır şamata ile muhabbetimiz devam etti.her konuda iyi anlaşırdık mustafa ile. gerçi ayrıldığımız bazı noktalar vardı tabiki. ama bizim için hiç sorun olmadığı gibi onları da gırgır şamataya çevirerek eğlenirdik. okulda da hep beraber takılır beraber kız tavlamaya çıkardık. biraz sonra mustafa’nın yazlık evine gelmiştik. ailesi ile beraber kalıyordu mustafa. ben de ailesi ile iyi tanışırdım ve beni kendi oğulları gibi severlerdi. biraz dinlenerek, yemek yedikten sonra plaja gittik. akdeniz’in ılık sularıyla kucaklaşmıştım. biraz yüzdükten sonra mustafa’nın çalıştığı bara gittik. o yakınlarda ki 4 yıldızlı bir otelin barıydı bu. mustafa burada barmen olarak çalışıyordu. açık havada havuzun hemen yanında bulunan barda gırgır geçerken bir ara oldukça çekici bir kadın geldi. 1.70 boylarında, bronzlaşmış tenli ,sarı saçlı ve ideal ölçülere sahip harika bir kadındı. hemen ayaklarına dikkat ettim tabi ki.38-39 numara büyüklüğünde, düzgün şekilli, birbirine orantılı parmaklarıyla harika ayakları vardı. tırnaklarında koyu renk oje vardı. gözlerinde güneş gözlükleri vardı. yanımdaki bar sandalyesine oturdu. barın başında mustafa vardı.
    -hoş geldiniz figen hanım. ne arzu edersiniz?
    -bana bir soda verir misin mustafa. midem karıştı biraz.
    -tabi, derhal... limon ister misiniz?
    mustafa sodayı hazırlarken figen çantasından bir sigara çıkardı ve dolgun dudaklarına yerleştirdi. çevik bir hareketle çakmağımı çıkararak sigarasını yaktım. figen gözlüklerini çıkardı ve büyüleyici ela gözleriyle beni süzdü.
    -teşekkür ederim delikanlı, çok naziksin.
    sodasını içti ve biraz daha oturduktan sonra gitti.ben arkasından ağzım bir karış açık bakıyordum. mustafa’nın sesiyle kendime geldim.
    -hey dostum, dünyaya, aramıza dön.ne oluyoruz ya?
    -ya bu kadın kim dostum? bir an için kendimi havai de sandım.
    -figen hanım mı? saçmalama dostum,bu kadın 39 yaşında. sana en az 15 numara büyük gelir. otelimizin halkla ilişkiler müdiresi. ayrıca 19 yaşlarında bir kızı var.
    -vay be! 39 yaşında ha? ama hiç göstermiyor doğrusu.ben 29-30 yaşlarında sanmıştım. bizim hocalar bundan daha genç,ama şimdiden dökülüyorlar *
    -ee bu kadın bakımlı oğlum. ayrıca kendine özen gösteriyor. bizim hocalar kariyer yapacağım diye kendilerine hiç bakmıyorlar ki.
    bu şekilde biraz daha muhabbet ettik. vakit akşama yaklaşmıştı. o gün yorgun olduğum için erkenden eve gittim ve dinlenmeye çekildim.
    Tümünü Göster
    ···
  15. 45.
    0
    sayın yolcularımız alanya’ya girmiş bulunuyoruz. şirketimizi tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz.
    otobüs ağır ağır otogara girdi ve perona yanaştı.ben ise uyumakla meşguldüm. hostesin berrak sesiyle yerimden sıçradım.
    -beyefendi, beyefendi uyanın lütfen son durağa geldik.
    -hı!.. ne,nasıl?oh geldik mi ya?
    -evet efendim alanya’dayız şu anda. umarım şirketimizden memnun kalmışınızdır.
    -doğrusu yolculuğumuz sizinle daha renkli geçti hanımefendi. patronunuz maaşınıza zam yapmalı bence, teşekkür ederim.
    -şey.. * çok naziksiniz efendim teşekkür ederim. umarım iyi bir tatil geçirirsiniz.
    -umarım öyle olur,iyi günler.
    evet nihayet gelmiştim. heyecanla beklediğim tatil maceram başlıyordu. biraz para denkleştirerek 10-15 günlüğüne,bir tatile çıkmaya karar vermiştim. doğrusu yoğun derslerle ve sınavlarla geçen bir senenin sonunda buna çok ihtiyacım vardı. alanya’dan samimi bir arkadaşım da beni çağırınca hiç düşünmeden atlayıp gelmiştim. konya’dan yaklaşık 4.30 saat önce binmiştim.yol boyunca da hostesin ayaklarını dikizlemiştim. oldukça güzel ve bakımlı ayakları vardı. doğrusu onunla daha fazla ilgilenmek isterdim ama işinin buna pek müsaade edeceğini sanmıyordum. güneş gözlüklerimi takarak otobüsten indim. otobüsün klimalı ortamından dışarı çıkar çıkmaz birden yüzüme alev gibi hava püskürdü. aylardan temmuzdu ve akdeniz en sıcak zamanlarını yaşıyor olmalıydı. alanya’nın en hareketli zamanlarıydı bu zamanlar. yerli ve yabancı bir çok turist akın etmişti bu güzel tatil beldesine.bu hareketliliğin başlangıç yeri ise bu otogardı. bagajdan valizimi alarak yürümeye başladım. etrafımda ellerinde valizlerle giden gelen bir sürü insan vardı.bir hostes önümde durarak gülümsedi. yakasında ünlü bir otelin ismi yazıyordu.
    -hoş geldiniz beyefendi, otele ihtiyacınız var mı?
    -valla şu anda bir otele değil, acilen lavaboya ihtiyacım var *
    -şey wc şu tarafta. * eğer ilgilenirseniz otelimiz 5 yıldızlıdır. tam pansiyon, açık ve kapalı havuzlarımız var. ayrıca...
    -boşuna saymanıza gerek yok. kalacak yerim var, teşekkür ederim.
    -peki,siz bilirsiniz efendim.i̇yi tatiller dileriz.
    vay be,oteller arasında kıran kırana bir rekabet vardı sanırım. daha otogardan müşteri kapmaya çalışıyorlardı.şu canına yandığımın yerinde kim bilir kaç yüz tane otel, pansiyon ve tatil köyü vardı. her gelir grubuna hitap eden bir yer bulunuyordu. tabi yerin konforu ise ücretine göreydi.her bir firma ise kendi otellerinde bulunan imkanları öve öve bitiremiyordu. açık büfe,tam pansiyon, açık ve kapalı havuzlar, fitness ve jimnastik salonları, animasyon vs. vs... eh bütün bunlar oldukça yüklü miktar para demekti,yaz tatili paranın katili diye boşuna dememişler. dergi sayfalarında süslü püslü, abartılmış reklamlarla herkesin iştahını kabartırlardı.ee sonuçta turizm sektörüydü bu.bu düşüncelerle ilerlerken arkamdan tanıdık bir ses geldi.bu beklediğim kişiydi.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 44.
    0
    beraber çarşıya doğru yürümeye başladık. birden karşımızda tanıdık bir sima belirdi.bu efsane idi. yanında kendisinden kısa boylu, yakışıklı sayılacak bir erkek vardı.el ele tutuşmuş gidiyorlardı. beni görünce ışıl ışıl gülümsedi.
    -tebrik ederim mahmut, senide i̇pek. birbirinize çok yakışıyorsunuz.
    -sağol efsane bende seni tebrik ederim.
    -sağol *
    efsane geçtikten sonra i̇pek,e göz kırptım.
    -bizimki yine iş üzerinde ha *
    -öyle deme mahmut. belki o da kendisi için doğru kişiyi bulmuştur.
    -nedense bu kız da kendinden kısa boyluları tercih ediyor hep. umarım o da mutlu olur. gerçi o her zaman mutlu ya *
    -peki sen mutlu musun?
    -evet deniz gözlüm,hem de çok.ya sen?
    -bende aşkım hem de hiç olmadığım kadar. seni seviyorum.
    -bende aşkım.ben de seni seviyorum.
    kolumu omuzlarına dolayarak sarıldım.o da kolunu belime dolamıştı. ağır ağır mutlu yarınlara doğru yürüyordu
    ···
  17. 43.
    0
    i̇pek ışıl ışıl gülümsüyordu. gözlerindeki sevinç ışıltıları daha da parlamıştı.
    -bende seni seviyorum mahmut. seni tanımadan önce yüreğim buz dağları gibiydi. biraz da çevreye olan güvensizliğimden olacak kalbim zincirlerle bağlıydı sanki. senin sayende o buzlar eridi. zincirlerimi senin sayende kırdım.o tertemiz iyilik dolu yüreğinle bana yaşama sevincini tattırdın, dünyada iyilik ve güzelliğin var olduğunu gösterdin.şu anda rüyada gibiyim inanır mısın? senden uzun zamandır bunları söylemeni bekliyordum. kabul ediyorum mahmut, kalbim senindir *
    bir anda ellerimiz birbirine kenetlenmişti, sımsıcak elleri avuçlarımın içindeydi. ellerini öptüm.
    -o kadar mutluyum ki mahmut. olanlara hala inanamıyorum * yalnız bana evimde ayaklarımın üzerindeyken söylediğin şeyler vardı ya.hani bir sevgilin olursa neler olacağına dair;onları unutma sakın.
    -ah unutmadım tabiki * o söylediklerim her zaman geçerlidir. bundan sonra tek sahibim sensin.
    aman tanrım,bu ne büyük bir mutluluktu. kendimi hala rüyada gibi hissediyordum. biraz sonra uyanacağım ve her şey bitecekmiş gibi geliyordu.ama hayır,bu rüya değil gerçeğin ta kendisiydi.o temiz yürekli, güzeller güzeli, deniz gözlüm,i̇pek’im artık benim sevgilimdi.i̇kimiz de çok mutluyduk. masamızda bir mum yanıyordu.i̇çeride loş bir ortam vardı.bir süre daha romantik duygular yaşadık.bu arada canlı müzik başlamıştı. romantik müzikler eşliğinde dans ettik. bulutların üzerinde dans ediyor gibiydik.o gece boyunca eğlendik. gece saat 12.00 ye geliyordu.i̇pek’in artık gitmesi gerekiyordu.ne de olsa külkedisi saat 12.00 yi geçirmemeliydi * restorandan çıktık.i̇pek’i evine bıraktım. ertesi gün okulda karşılaştığımızda ilk defa birbirimize farklı duygularla bakıyorduk. çünkü artık birbirimize aittik.o günkü derslerimizi ve çalışmalarımızı hallettikten sonra okuldan beraber çıktık. kampüste ağır ağır yürüyorduk. ellerimiz birbirine kenetliydi.
    -ee şimdi ne yapıyoruz?
    -bilmem.
    -var mısın i̇pek? çarşıya kadar yürüyerek gidelim.hem de konuşuruz. hava da güzel. böylece spor yapmış oluruz.
    -hmm akıllandın demek. artık taksiden falan söz etmiyorsun.
    -evet,sen aklımı başıma getirdin *
    -i̇stersen bize gidelim. karnımızı doyururuz. ayrıca dikiş işlerimde vardı. yeni bir elbise hazırlıyorum. seni de güzelce sallayayım, ayaklarımı özlemişsindir.
    -ha ha ha * sen var ya,bir tanesin, hadi gidelim.
    Tümünü Göster
    ···
  18. 42.
    0
    eh,bu durumda yapılacak bir şey yok demektir. kızın böyle kanaatkar olmasına bayılıyordum.bir dolmuşa bindik, biraz sonra restorana gelmiştik. burası ailelerin takıldığı, nezih bir ortamı olan içkisiz bir restorandı.i̇pek’in alkol kullanmadığını bildiğim için özellikle içkisiz bir yer tercih etmiştim. bizim için bir masa ayarlanmıştı. masamıza oturduk. biraz sonra yanımıza gelen garsona siparişlerimizi verdik. birbirimizin yüzüne bakıyorduk.i̇pek’in mutluluğunu yüzünden okuyabiliyordum. hiç konuşmuyorduk. biraz sonra yemeklerimiz geldi. sessizce yemeklerimizi yedik. arkasından birer porsiyon tatlı yedik.i̇kimizde karnımızı güzelce doyurmuştuk.i̇pek:
    -çok teşekkür ederim mahmut. hayatımda hiç böyle güzel bir yemek yememiştim.
    -asıl ben teşekkür ederim i̇pek. yanımda sen olunca yemekler iki misli daha tatlı geldi bana.
    -sende çok tatlısın canım * ayrıca ne güzel bir yer burası. çok sakin, nezih. bunun içinde teşekkür ederim.
    -rica ederim canım. gerçekten en sevdiğim yerlerden birisi de burasıdır.bir iki sefer burada canlı müzik yapmıştım.ama biliyor musun?sen olunca burası daha da güzelleşti.
    -canım benim * ee bana söylemek istediğin önemli şeyler ne?
    -şey nasıl söylesem bilmem ki.
    -çekinme mahmut, rahat ol.
    -şey i̇pek…aslında böyle şeyleri pek beceremem.bir kusurum olursa affet. bazı şeyleri söylemek zordur bilirsin.
    -evet mahmut?
    heyecandan ellerim titriyordu. kalp atışlarım en maksimum seviyedeydi. derin bir nefes aldım.
    -i̇pek hatırlar mısın? hani sana aradığım doğru insandan bahsetmiştim, ciddi düşünebileceğim bir insan.
    -evet hatırlıyorum.
    -o insanı galiba buldum.
    birden yüzünden gülümsemesi gitmişti ve bakışları mahzunlaşmıştı.
    -yaa, peki ben tanıyor muyum o insanı?
    -evet,hem de çok yakından tanıyorsun.o kişi şu anda karşımda oturuyor.
    birden gözleri şaşkınlıkla açıldı ve yüzüne şaşkın bir gülümseme ifadesi geldi.
    -nasıl!... yani ben mi?
    -evet o sensin i̇pek. aradığım doğru insan sensin. kısacası senden hoşlanıyorum i̇pek.o eşsiz güzelliğin, ondan daha önemlisi o mütevazılığın, hanımefendiliğin ve daha sayamayacağım bir çok şey. kısacası seni her yönünle çok beğeniyorum i̇pek. belki de hoşlanmaktan da öte, seni seviyorum i̇pek.
    i̇pek başını önüne eğdi. biraz utanmıştı besbelli. daha sonra yüzüme bakarak gülümsedi. gözlerinde sevinç ışıltıları vardı.
    -şey ne diyeceğimi bilemiyorum mahmut.o kadar ani oldu ki… yani böyle bir şeye hazır mıyım bilemiyorum.hem daha ikimizin de okulu var.
    -biliyorum, biraz acele ettim belki ama içimdeki fırtınayı senden daha fazla gizleyemezdim. sana her şeyi hemen şimdi yapalım demiyorum.i̇kimizde birbirimize bir şans verelim.ne dersin i̇pek, benim kız arkadaşım olur musun?
    -peki bana hissettiğin bu sevgiyi nasıl anlatabilirsin?i̇çindeki şeyler hadi hevesse? ayrıca ben efsane’ye benzemem biliyorsun.
    -bahar yağmurlarını bilir misin i̇pek? önce hafiften çiseleyerek başlarlar. sonra yavaş yavaş hızlarını artırırlar ve uzun süre devam ederler.o yağmurlar ki bereket yağmurlarıdır. güller, çiçekler açar o yağmurlarla. daha sonra pırıl pırıl bir güneş ve masmavi gökyüzü her şeyi tamamlar.bir bakarsın ki her taraf cennet gibi olmuş.i̇şte senin sevgin de içimde bahar yağmurları gibidir. onun sayesinde çiçek bahçemde rengarenk çiçekler ve mis kokulu güller açtı. masmavi gözlerin gökyüzü, gözlerindeki ışıltı da güneş oldu benim için.bir de yaz yağmurları vardır. aniden şarr diye bastırıverir ve genellikle sağanak şeklinde yağar.ama kısa bir süre sonra da diniverir. evet efsane’yi de ilk gördüğümde çarpılmıştım.ama onu gören her erkek çarpılıyordu. sonuçta güzel bir kız, hakkını yemeyelim.ama onu tanıdıkça benim için uygun bir insan olmadığını anladım. sonra anladım ki içimdeki şeyler hevesten ibaretmiş. yani oda benim için yaz yağmuru gibiydi, anlıyor musun?
    Tümünü Göster
    ···
  19. 41.
    0
    -şey bilmem ki.hayırdır, nerden icap etti şimdi?
    -bilmiyorum birden içimden geldi. seninle o kadar zamandır arkadaşlığımız var, sana bir jest yapayım dedim. ayrıca sana söylemek istediğim önemli şeyler var. beni kırmazsın değil mi?
    i̇pek ışıl ışıl gülümsedi. gözlerinin içi parlamıştı bir anda.
    -seni kırmak yapmak isteyeceğim en son şey. akşam biraz işim vardı ama boş ver. saat kaçta?
    -saat 8.00-8.30 gibi uygun mu?
    -tamam anlaştık,o saatlerde hazır olurum.
    -tamam o zaman, seni evden alırım.
    bir anda neşem yerine gelmişti.i̇lk aşamayı sorunsuz halletmiştim. beraber biraz daha sohbet ettik. günlük şeylerden konuştuk. gerçekten efsane haklıydı galiba. kız benim yanımda çok neşeliydi. biraz sonra ikimizde derslerimize girdik.o günkü derslerimi ve çalışmalarımı hallettim. akşamı iple çekiyordum, içim içime sığmıyordu. okuldan çıkınca hemen eve gittim. güzel bir banyo yaptım ve tıraş oldum. gardırobumdaki en şık takım elbisemi çıkardım. biraz sonra tamamen hazırdım, aynaya son bir kez baktım.
    -mükemmelsin oğlum. hadi şansın açık olsun.i̇nşallah çok heyecanlanıp saçmalamam.
    bir arkadaşı arayarak arabasını ödünç istedim ama arkadaşım işi olduğunu söyleyerek vermek istemedi.eh ne yapalım, hemen yola koyuldum .o gün nezih bir restorandan rezerve yaptırmıştım.bir çiçekçiye uğrayarak güzel bir buket yaptırdım. saat 8.00 de i̇pek’in evinin önündeydim. evine çıktım ve kapıyı çaldım.i̇pek kapıyı açtığında gözlerim kamaşmıştı. üzerinde çok şık, siyah bir elbise vardı. eteği diz boyundaydı ve siyah çorapları vardı. ayaklarında ise kapalı ama çok şık ayakkabılar vardı. yüzünde sade ve çok güzel bir makyaj vardı. saçları ise dümdüzdü. anlaşılan fön çektirmişti.
    -oh aman tanrım. birden güneş mi doğdu,bu ne güzellik?
    i̇pek en sıcak gülümsemesini yüzüne yerleştirdi.
    -asıl güneş şimdi doğdu galiba.bu yakışıklı bey de kim? gözlerim kamaşıyor.
    -aman efendim teveccühünüz *
    kibar bir hareketle kızın elini öptüm ve çiçekleri sundum.i̇pek çok duygulanmıştı.
    -çok incesin mahmut * teşekkür ederim,ne güzel çiçekler bunlar.
    -buraya gelinceye kadar öyleydi.ama sen kapıyı açınca birden soluverdiler. birilerini kıskandılar galiba *
    -ah canım benim, çok teşekkür ederim. çiçekleri bir vazoya koyayım çıkalım.
    biraz sonra evden beraber çıktık.i̇pek koluma girmişti, sokakta ağır ağır yürüyorduk.
    -ya i̇pekçiğim bir araba ayarlamaya çalıştım ama olmadı. arkadaşların işleri varmış. aslında bahane ya,ne zaman işim düşse hep böyle olur zaten.
    -boş ver canım ne gerek var? bizde limuzinler içinde büyümedik yani. şuradan bir dolmuşa bineriz şimdi.
    -dolmuş olur mu ya?bir taksi tutayım.
    -öff ne taksisi yaa? parayı bol buldun savuracak yer arıyorsun galiba.bir dolmuşa binelim yoksa hiçbir yere gitmem.
    Tümünü Göster
    ···
  20. 40.
    0
    lan bi sus dıbını yurdunu gibtiğim
    ···