1. 76.
    0
    Kitap: Türk-iran Münasebetlerinde Şiiliğin Rolü (Ankara-1990- 1.Baskı)
    Yazar: Prof. Dr. Mehmet Saray
    Yayınevi: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları:107,Seri:III, Sayı:A28

    “… Yavuz Sultan Selim, ayrıca umumi efkari Kızılbaşlara karşı hazırlamak maksadıyla devrin ULEMASINA ve MÜFTiLERiNE RiSALELER ve FETVALAR neşrettirmiştir. Burada devrin Müftisi Hamza efendi’nin fetvası ile ibn Kemal ve Kemalpaşa-zade’nin risalelerinden ve Molla Arab’ın tesirlerinden kısaca bahsetmekte fayda vardır…”

    “ Zamanın din âlimlerinin başında gelen Müfti Hamza vermiş olduğu fetvada özetle şu hususlara temas etmiştir: “Ey Müslümanlar, biliniz ki reisleri Erdebil oğlu ismail olan Kızılbaş taifesi, Peygamber Efendimizin şeraitini ve sünnetini, islam Dini ve Kuran-ı Mübini hor görmektedirler. Cenabı ALLAH’ın haram kıldığı hususlara helal diyen, Kuran-ı Kerim’i ateşe atan,Şeriat kitaplarını tahrip eden, mescidleri ve camileri yıkan, reislerini put yapıp secdeye gelen, Hz.Ebu Bekir ile Hz.Ömer’e sövüp onların hilafetlerin inkar eden, Peygamber Efendimizin hatunu Ayşe anamıza küfr eden bu Kızılbaş taifesine karşı harp ilan edilmesini şeriat kitaplarımızın verdiği direktife göre fetva verdik. Onlarla işbirliği yapan ,onların yaptığını yapanlar da kafirdir. Bu kafirlerin cemiyetini dağıtmak bütün Müslümanlara vacip ve farz olmuştur. Bu uğurda mücadele eden Müslümanların ölenleri şehid, kalanları ise gazi olacaktır. Öldürülen Kızılbaşlar ise cehennemliktir. Onların Nikahları batıldır. Onların tövbelerine ve sözlerine inanmayıp katledilmeleri gerekir. Bu kafirler ile bir olanların, onların fesatlıklarına karışanların da katli vaciptir” -

    (Ş.Tekindağ-Yeni Kaynak ve Vegibaların Işığında Yavuz Sultan Selim’in iran Seferi- Tarih Dergisi, XVII/22,S.54-55)

    Devrin ünlü alimlerinden ibn Kemal ise "Fi Tekfirir-Revafız" adlı bir risale neşrederek, Şah ismail ile Ehl-i Şia hakkındaki Sünni görüşünü açıklamıştır. Bu risalede islam dinine küfredip Onu reddeden Şah ismail ile askerlerine karşı açılacak savaşların diğer din düşmanları ile yapılacak savaşlar gibi cihad sayılacağı belirtiliyor, umumiyetle Şiilerin öldürülmesinin caiz olup, Mallarının helal, Nikahlarının ise batıl (geçersiz) olduğu açıklanıyordu"

    47 (ş.Tekindağ, aynı eser-bir önceki eser- s,55,Tafsilat için bk "Risale lil-Mevla Eş-Şehir bi-ibn Kemal)

    "... Büyük bir alim ve devlet adamı olan Kemalpaşa-zade ise neşrettiği "Fetvay-ı Kemalpaşa-zade der Hakk-ı Kızılbaş" adlı risalesinde, alevi kızılbaşların öldürülmelerinin caiz, mallarının, canlarının helal nikahlarının kıymetsiz olduğunu ve Şiiler ile yapılacak harplerin diğer din düşmanları ile yapılan harpler gibi cihad sayılacağını bildirmiştir. Kemalpaşa-zade, ayrıca risalesinde şu hususlara yer vermiştir:

    " Müslümanlar! Müminlerin ülkesinde haberler çoğaldı ve yayıldı ki Şiadan bir taife(topluluk) Ehl-i sünnet beldelerinden bir çoğunda galebe çalmış ve oralarda batıl mezheplerini yaymaya ve Hz.Ebu Bekir, Hz.Ömer ve Hz.Osman'a sövmeye başlamışlardır. Yine onlar (kızılbaşlar) hulefay-ı raşidinin (ilk dört halifenin) hilafet ve imamlıklarını inkar etmişler ve şeriat ile şeriat ehlini tahkir etmişlerdir. Dört Ehl-i Sünnet mezhebinin yoluna girmesinin bir meşakkatten ibaret olduğunu iddia eden bu kızılbaş taifesi Şah ismail denilen reislerinin yolund gitmenin daha kolay olduğunu söyleyerek dört Sünni mezhebinin kurucularına küfretmişlerdir. Resileri Şah ismail'in şarabı halel kıldığı gibi onlarda halel kılıyorlar ve haram kıldığı şeyleri haram kılıyorlar. Kısaca, onların bize naklolunan küfürlerinin sayısı vehesabı yoktur. Biz onların kafir ve mürtedliklerinden (ISLAMı terk edişlerinden), ülkelerinin dar-ı harp(harp yeri) olduğundan ve kestiklerinin leş(eyt) olduğundan şüphe etmiyoruz. Kim ki bir zaruret olmadan onlara mahsus kızıl külah giyerse, çoğunlukla onun küfrüne hükmolunur. Çünkü bu kızıl külah açıkça küfr ve ilhad (itikatsizlik, dinsizlik) alametlerindendir. Onların harp yeri (kötülük yeri) olan şehirlerini ele geçirmek (galip gelmek) onların MALLARINI, KADINLARINI, ŞEHiRLERiNi VE EVLATLARINI da MÜSLÜMANLARA HALEL KILAR. Erkeklerin ise Müslüman olmadıkları (ehli sünneti kabul etmedikleri) müddetçe katli vaciptir.

    insanlardan biri dar-ı islamı terke diponların yurduna ilhak etse ve onların batıl dinini tercih, kadı onun ölümüne hükmeder, malını varisleri arasında taksim eder, KARISINI BiR BAŞKASIYLA EVLENDiRiR. Kadının diğer bütün Müslümanların onlar (kızılbaşlar) üzerinde cihad etmelerinin farz olduğunu bildirmesi vacibdir... "
    Tümünü Göster
    ···
  2. 77.
    0
    GÖt veren Muhteşem Yüzyılı izleyip gelip burada pazarlama kendini gibtir git
    ···
  3. 78.
    0
    okumayacaksın biliyorum. al oku birşeyler öğren bebe.
    hurufileri diri diri yaktırdı.
    ···
  4. 79.
    0
    "BAŞKENT ANKARA" KEHANETi
    Hurufiler, şarkın en gizemli mezhebiydi. 14'üncü asırda doğan mezhep, kâinat ile sayı sistemleri arasında bağlantı kuruyor ve bu bağlantılarla "geleceği okuyordu." Mesela 19'uncu asır Hurufi şairi Müştak Baba, Ankara'nın başkent olacağını 100 küsur yıl öncesinden söylemişti.

    islam'ın Matrix'çi gizli mezhebi Hurufilik

    iran taraflarında, 14. asırda "Hurufilik" denilen yepyeni bir mezhep doğdu. Temeli ses, harf ve sayı kavramlarına dayanan, yani Matrix filminin kurgusunu andıran Hurufilik kısa zamanda yayıldı ama âkıbeti kanla yahut ateşle noktalandı. Mezhebin kurucularının derileri yüzüldü, Fatih Sultan Mehmed zamanında da, binlercesi diri diri yakıldı. işte, Da Vinci Şifresi'ne rahmet okutacak derecede sırlarla ve maceralarla dolu olan "islam'ın tek, dünyanın da ilk Matrix'çi gizli mezhebi" Hurufiliğin kısa öyküsü...

    BAŞLARKEN

    Şark dünyasının sırları Da Vinci'ye rahmet okutur

    Türkiye'nin kültür hayatında, son çeyrek asırda yaşanan önemli bir değişikliğin acaba farkında mısınız? Kendi kültür geçmişimizden bihaber kalarak tarih, sanat, eğlence, hattâ günlük hayat konusundaki bütün örnekleri batı dünyasından verir hâle gelmiş olmamız hiç dikkatinizi çekti mi? "Da Vinci'nin şifresi", bu alıntıların günümüzdeki son örneği... Dan Brown'ın romanında ortaya attığı iddialar bugün bütün dünyanın yanısıra Türkiye'de de her an gündemde ama Da Vinci'ye atfedilen sırlara rahmet okutacak derecede gizemlerin çok daha fazlasının Şark dünyasının ve özellikle de imparatorluk Türkiyesi'nin geçmişinde vârolduğunu sadece konunun uzmanları biliyorlar. Üç gün devam edecek olan bu yazı dizisini Şark'ın gizemlerini hatırlatmak maksadıyla hazırladım. Bugün Edirne taraflarından başlan esrarlı yolculuğumuzun yarınki ve öbür günkü güzergâhı, istanbul olacak.

    Edirne'nin hemen dışındaki geniş çayırlarda, 1450'li yılların sonlarına doğru günlerce devam eden bir çabayla büyük, çok büyük ve birkaç bin kişiyi alabilecek devâsâ bir çukur kazıldı. Kazma işi nihayete erdikten sonra, çukuru bir ormanın hacminden daha fazla miktarda odunla ve çalı-çırpı ile doldurup odunları ateşe verdiler. Hararet, cehennemi hatırlatır gibiydi. Alevler göklere yükseldiğinde, askerler, ellerikolları bağlı binlerce kişiyi ite-kaka çukurun etrafına sürüklediler. ilk tekbiri, herkesin hürmet gösterdiği sarıklı, yaşlı bir zât getirdi. Bunu, çukurun etrafındaki askerlerin gerisinde durup olup biteni takip eden binlerce kişinin hep bir ağızdan getirdiği tekbirler ve ardarda sıralanan lânetler takip etti. Askerler, çukurun başına sürükledikleri elleri-kolları bağlı binlerce kişiyi bir anda alevlere atmaya başladılar. Diri diri ateşe fırlatılanların feryadları tekbirlere ve lânetlere karışıyor; kavrulanların mikdarı arttıkça çukura odun takviyesi yapılıyordu. Etrafı genzi yakan ve dayanılmaz bir yanık et kokusu sarmış, duman her tarafı bürümüştü. Ama, saatler boyu devam eden bu facia dinmeden, hiç kimse meydanı terketmedi; son kurbanın da kömürleşmesine kadar orada kaldılar ve diri diri kavrulanların ruhlarına lânet okuduktan sonra dağıldılar. Yakılanların suçları "Hurufi" olmaları, yani islam tarihinin en esrarlı, en karmaşık ve en militan mezhebine mensup bulunmalarıydı. 16. asrın biyografi yazarı Taşköprüzâde Ebu'l-Hayr isâmü'ddin Ahmed Efendi, "Şakâiku'n-Nu'mâniyye" isimli eserinde Hurufiler'in diri diri yakılmalarını anlatırken "Dalâlete düşenler, lâyık oldukları ateşe işte böyle kavuştular" diye yazacak; Hurufiler, Edirne'de 1450'li yılların sonlarında yedikleri bu darbeden sonra bellerini bir daha doğrultamayacak ve sır dolu bir grup olarak tarihe geçeceklerdi. Hurufi mezhebini, iran'da 1340 senesinde doğan Şihabüddin Fazlullah adında bir tasavvufçu kurdu. Fazlullah, kendisinden asırlar önce vârolan aşırı mezheplerin, özellikle de Batınililiğin etkisi altındaydı. Mezhebinin inanç temelini "harflerin ve sayıların kutsallığı" düşüncesi ile "ses" kavramı teşkil ediyordu. "Ses", Fazlullah'a göre her varlıkta mevcuttu; hattâ cansızlarda, meselâ taşlarda bile bu özellik vardı. iki taşın birbirine vurulması neticesinde işitilen ses, cansız maddelerin sahip oldukları bu özellikti.

    DERiSiNi YÜZDÜLER
    Ses olgunlaştığı zaman "söz" olur, söz de harflerden meydana gelirdi, dolayısıyla herşeyin aslı "harf" idi ve her harfin belirli bir sayı değeri vardı. işte, bu temelden yola çıkan Fazlullah'a göre islamiyet ile ilgili bütün meseleler Arapça'nın 28, Farsça'nın da 32 harfiyle izah edilebilirdi. Herşey sayıda gizliydi, sayıların arasındaki ilişkiler vasıtasıyla Kur'an'ın yorumlanıp gizli sırların öğrenilmesi ve mutlak gerçeğe ulaşılması mümkündü. Hurufilik, islam uleması tarafından ilk zamanlarında aşırı bir mezhep gibi görüldü ama Fazlullah'ın daha sonraları dünyanın, ahıretin velhasıl herşeyin temelinin kendisi olduğunu söylemesi ve "Ben, aslında Hazreti isa'yım, dünyayı kurtaracak Mehdi, benim" demesi üzerine Hurufiler kâfir kabul edildiler. Bu sırada giderek daha fazla taraftar toplayan Hurufiler'in siyasi iktidarı ele geçirmeye kalkışmaları üzerine, Timur'un oğlu Mirânşah, 1394'te Fazlullah'ın kafasını kestirdi. Sonra derisini yüzdürdü, cesedini ip bağlatarak pazarda dolaştırdı, etini köpeklere yedirdi ve vücudundan kalan bütün ateşe attırdı. Fazlullah'ın iddıbına rağmen sayıları ve güçleri giderek artan Hurufiler hemen her yerde sıkı bir takibe uğradılar. Ele geçirilenlerin ya derileri yüzüldü, yahut yakıldılar; hayatta kalabilenler de, kurtuluşu Anadolu'ya geçmekte buldu. Hurufiler, Fatih Sultan Mehmed'in iktidar yıllarında sayıların ve harflerin cazibesiyle hükümdarı bile etkileyerek saraya sızmayı ve devlet işlerine müdahale etmeyi başardılar. Ama, devletin güçlü veziri Mahmud Paşa yine o devrin en güçlü din âlimlerinden Fahreddin-i Acemi'den "kâfir oldukları" gerekçesiyle Hurufiler'in canlarının alınması gerektiği yolunda bir fetva çıkartınca, Fatih'in söyleyecek sözü kalmadı. Neticede, Edirne'deki o büyük ateş yakıldı ve ateşin başında ilk tekbiri de Fahreddin-i Acemi getirdi. Ayrıntılarını yıllar önce rahmetli Abdülbaki Gölpınarlı'nın ortaya çıkardığı bu gizli mezhebin inançlarına bugün artık sadece tarih kitaplarında rastlanıyor. Siyasetin yanısıra kültür ve sanat çevrelerini de asırlar boyunca etkilemiş olan bu akımı artık bir mezhep yahut din değil, kültür kaynağı olarak kabul edenler ve sistemin temelinde vârolan "ebced" ile "cifir" meselelerine alâka duyanlar bugün hâlâ mevcut. islamiyet'in "Matrix"i olan ve gölgesi günümüzde çok dar bir çevrede devam eden Hurufiliğin ayrıntılarını merak edenler, bu sayfadaki kutulara bakabilirler
    Tümünü Göster
    ···
  5. 80.
    0
    hak hukuk ve sömürülmeye karşı isyan başlatan şeyh bedrettin serez çarşısında çıplak asılmış, börklüce mustafa çarmıha gerilmiştir.
    ···