1. 101.
    -1
    cezaeviyle ilk tanıştığım gün. o gün, hayatımın dönüm noktasıydı. beş günlük gözaltı süresinin sonunda "istanbul ağır ceza mahkemesi", nöbetci hakimliğince tutuklanarak "bayrampaşa ceza evi"ne getirildim.

    bayrampaşa ceza evine adımımı atar atmaz işkenceyle tanıştım...

    üç gardiyan, ikisi uzun boylu, biri kısa boylu ve şişman... uzun boylulardan biri esmer, diğer beyaz tenli idi... esmer olan şiveli konuşuyordu, daha doğrusu şiveli küfür ediyordu... diğerlerinin konuşma şekli ve küfür şekli ona göre daha düzgündü... üç gardiyanın da elinde sopaları vardı.

    Onlarca, ya da devletçe ellerindeki coptu ama bana göre sopaydı…

    işlemlerimin çabuk bitmesi için söyledikleri her şeyi yapıyordum, gerçi yapmasam ne olacaktı ki, onlar zaten yapmak istediklerini bir şekilde yaptırıyorlardı...

    gözaltında geçirdiğim o 5 gün insanlıktan çıkmıştım ve biran önce televizyonlardan izlediğim o sazlı, türkülü koğuşlara gitmek istiyordum...

    üç gardiyan, ortalarına beni alarak bir bilinmeze doğru yürüdük, cezaevindeki işkenceli günlerim o yürüme anına başlamıştı bile, sol yanımda yürüyen esmer gardiyan elindeki sopayla baldırıma vuruyor, küfürler savuruyordu…

    esmer olan memleketimi söyleyerek,

    ankara ha (ankaralı değilim, memleketimi yazmak istemediğimden ankara yazdım), vay puşt... hem de (ilçe)’li… ilçenin adını söylerken, ayak bileğime bir tekme de orada yedim…

    -hıdır, bah hele, bu puşt ankara'lı

    hıdır dediği sağ yanımdaki şişman ve kısa boylu olandı, sarı dişleriyle gülümseyerek görür o şimdi “ankara’yı... ” dedi o da sağ baldırıma sopasını indirdi…

    attığı sopaları, küfürleri umursamıyordum bile…

    uzunca bir koridordu, koridor, bir sığınağa benziyordu, soğuk ve kasvetliydi… koridorun en sonundaki bir odaya girdik… odanın ortasında ahşaptan yapılmış uzunca bir masa vardı, tam olarak masa değildi ama masayı andırıyordu…

    halı saha maçlarına giden varsa bilir, hani soyunma odalarında oyuncuların oturması için oturaklar olur, duvara dayalı olanlardan işte bu duvara dayalı değil de odanın ortasındaydı…

    esmer olan, sol omzuma sopasını indirerek beni odanın ortasında bulunan ahşap oturağa doğru itekledi…

    oturmamı istiyorlar diye düşünüp ahşap oturağa oturdum, oturmaz olaydım...

    esmer olan,

    “babanın yatağı mı lan o, yavşak, kalk oradan” diye hiddetlenerek üzerime doğru yürüdü, saçımdan tuttuğu gibi beni diğer gardiyan arkadaşlarının ayaklarının önüne fırlattı…

    hıdır, yani şişman olan karnımın iç kısmına tekme atarak,

    “kalk lan ayağa” diye bağırdı…

    sol gözümün tamdıbını, sağ gözümün ise yarısıyla görebiliyordum, dudağım patlak, üstelik aklım da başımda değildi…

    gardiyanların yaptığı hiçbir şey umurumda değildi, umursamıyorum ya da farkında değildim… sadece uyumak istiyordum, uyumak ve unutmak…

    ama kolay değildi uyumak, hele hele bayrampaşa’da…

    hiç değildi…

    istemsizce ayağa kalktım,

    esmer olan, yanıma yaklaştı, sopasını göğüs kafesime dokundurarak,

    “soyun” dedi…

    soyunmaya başladım, ince bir hırkam vardı, onu çıkardım, sonra gömleğimi, peşinden ayakkabılarımı ve pantolonumu çıkardım…

    üzerimde sadece donum kalmıştı… ellerim donumun önünde birleştirmiş, bekliyordum…

    esmer olanın o kurşun döven sesiyle irkildim…

    “gilotunu da çıkar”

    ne kadar da kolay söylüyordu…

    yapacak hiçbir şeyim yoktu, çıkaracaktım ama keşke sadece onu çıkarmakla kalsaydı…

    kalmayacaktı...
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster