1. 101.
    +3
    18 eylül 2003…

    elimde ekmek, içimde korku dedeme sesleniyorum ama öyle bir sesleniş ki, hani taş olsa sesimin çığlığından ikiye ayrılırdı ama yok sesime ses veren, sesimden başka hiçbir ses yoktu... mavi demirli kapıyı açar açmaz içeri koştum, kapıyı öyle hızlı açmışım ki, kapı önce duvara sonra omzuma çarparak durabilmişti... o an omzuma çarpan kapının farkında bile değildim ama günler sonra omzumdaki acıyı farkedecektim...

    duvarlara çarpa çarpa eve girdim; evin girişinde hemen sol tarafta mutfağımız vardı, önce acaba mutfakta mı diye baktım, orada da kimse yoktu, bir kez daha bağırdım orada "dedeeee" diye yine sesimden başka hiçbir ses yoktu işin taktan tarafı içinde korku olunca sesinden bile ürküyorsun artık. evin salonuna koştum... evet oradaydı dedem, başı eğik bir vaziyette çekyatta oturuyordu... üzerinde siyah ceketi, başında da kasketi vardı; öylece oturuyordu ama gelişimden haberi bile yok gibiydi...

    dedemi orada öyle görünce korkuyla karışık yaklaştım... tekrar "dedeee" diye bağırdım ama kısık bir ses tonuyla...

    kötü giden bir şeylerin varlığı dedemin hareketsizliğinde gizliydi, ne bir hareket ne de ses vardı... duymuyor muydu beni, görmüyor muydu, bilmiyordum ama bilmek istediğim sadece uyuyor olmasıydı... elimdeki ekmeği dedemin yanına bıraktım, dedemin önünde eğilerek elini tuttum... ölümün soğuk yüzüyle o an tanıştım... parmakları buz kesmişti sanki... hayır dedim kendi kendime, hayır dedim, hayır... olamaz, olmamalı da... şu hayatta, yaşadığım onca acıya rağmen beni bir dakika olsun ekgib bırakmayan bu dağ gibi adam, bugün de beni ekgib bırakmaz, bırakmamalı da diyordum... "dede" diye bağırıyorum, "dedeem, dedem" diye ama sadece dediğimle kalıyordum, hiçbir hareket yoktu, yaşamsal belirti de... elini öperek sol tarafına oturdum... sakallarına dokundum, sarıldım... dedemin eğik başı omzuma düşünce bütün ev üzerime yıkıldı, tutamadım kendimi orada, dede diye ağlamaya başladım... daha sıkı sarıldım, beyaz sakallarına avuç içimle dokunuyordum, aç diyordum gözlerini aç, dede aç gözlerini, gözlerini aç... ben geldim dede, ben, hayırsızın... soğuk eli dudaklarımda, öylece yığıldım dedemin kucağına... öylece, ekgib yarım ve bir hiç olarak yığıldım…

    şimdi ne yapacaktım ki? artık olmayacak mıydı? gömecek miydim dedemi, toprak mı olacaktı… olmamalıydı ama olacaktı… yine her zamanki gibi yapacak hiçbir şeyim yoktu diyecektim ki, hala öyle diyorum; ama aslında yapacak çok şeyim vardı… kendimden bile gizlediğim gerçekler… yapacak hiçbir şeyim yoktu, dedemi gömecektim hem de kendi ellerimle…

    dedemin dizlerinde ne kadar kaldığımı hatırlamıyorum, kendime geldiğimde ilk iş yunus amcayı aramak oldu, yunus amca dedemin ahretlik dediği arkadaşıydı…

    şu an hala yaşıyor…

    telefonumu elime aldım, yunus amcayı arayacaktım… telefon rehberini baştan sonra tarıyordum ama yunus amcayı bir türlü bulamıyordum… yunus amca kayıtlıydı eminim ama ben bir türlü bulamıyordum…

    birkaç denemeden sonra yunus amcayı aradım, telefonun çalma sesi yerini yunus amcanın “alo” sesine bırakınca istemsizce ağlamaya başladım…

    dedem, diyorum… ağlıyorum… dedem diyorum ağlıyorum, allah kimseye yaşatmasın o anı… bir türlü konduramıyorsun ölümü, yakıştıramıyorsun…

    yunus amca, benim ağlamayla karışık dedem sözlerinden sonra telefonu kapattı o telefonu kapatınca ben de salonun ortasına yığıldım…

    iki elimle telefonu sıkıyorum ağlıyorum, dedeme bakıyorum ağlıyorum… dedemin başı sol omzunda dedemi o halde görünce yanına gidip başını omzuma koydum, ben de başımı onun başına yasladım… orada bir kez daha elini öptüm, çok geçmeden yunus amca girdi içeri…

    yunus amcayı görünce daha şiddetli ağlamaya başladım, yunus amcamın o anki hali hiç aklımdan gitmiyor…

    dedeme bakıyor, yüzünü çeviriyor… dedeme bakıyor yüzünü çeviriyor o da konduramadı belli ki… gitmekle kalmak arasında sabukluyordu…

    yunus amca diyorum, dedem diyorum ağlamayla karışık, o hâla sessiz… dedeme yaklaştı, tek bir cümle çıktı ağzından…

    ibrahim dedi…
    “gittin ha”

    o gittin kelimesi benim ağlama şiddetimi ve dedeme sarılma halimi kırbaçlamış gibiydi, daha şiddetli ağlıyor ve daha şiddetli sarılıyordum…

    elimi dedemin sakallarından çekti, dedemi çekyata yatırmaya çalıştı ben öylece bakıyordum…

    yunus amca dedemi çekyata yatırırken, çekyatın kenarından bir fotoğraf düştü…

    o fotoğrafta dedemin bana yıllarca sakladığı konuşması vardı… kin miydi, nefret mi bilmiyorum ama ben kendimden utanıyordum, ona ve ailesine yaptıklarımdan ötürü de vicdan azabı çekiyordum…

    kahrolası benliğim ve bencilliğim o fotoğrafın her karesinde gizliydi…

    ne mi vardı fotoğrafta; bir tarafında cennet, bir tarafında da cehennem, bense omzumda cehennem ateşi, cenneti ateşe vermeye gidiyordum…

    yaptım mı, yaptım...

    cenneti, cehenneme çevirdim mi, çevirdim...

    yalnız şunu bilin ki, şu an bunları yazarken bile kendimden utanıyorum... ölüm çare değil ve biliyorum öyle kolay da olmayacak benim ölümüm...
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster