1. 376.
    0
    dedemin kendi elleriyle bahçeye ektiği dut ağacının dibinde oturmuş yunus amcanın ağzından çıkacak sözleri bekliyordum... dedemin nasıl bir vasiyeti olabilirdi ki? benden habersiz bir parası mı vardı? başka evleri falan, bildiğim yoktu, iki evimiz, bir de küçük bir arsa üzerine kurulmuş bir dükkan vardı o dükkanda da yunus amca bakkal-market olarak işletiyordu ondan başka da bir şeyimiz yoktu. ha bir de dedemin üç aylık aldığı bir maaşı vardı... başka da bir şeyimiz yoktu, en azından benim bildiğim yoktu, iyi de neydi bu vasiyet dediği şey...

    dut ağacının dibinden kalkarak yunus amcanın yanında oturdum, hayriye teyze de yanımızda...

    hayriye teyzenin elinde hala fotoğraf, bir fotoğrafa bir bana bakıyordu...

    "ailem dedim... "

    ellerini omzuma koyarak saçlarımdan öptü...

    yunus amcaya baktım,

    "ne vasiyeti yunus amca" dedim...

    ceketinin cebinden sigarasını çıkarttı...

    paketten bir sigara aldı, bana da uzattı, ben de aldım...

    sigarasını yaktıktan sonra, benimkini de yakmak istedi ama ben çakmağı onun elinden alarak kendi sigaramı yaktım...

    "ibrahim," dedi...

    sustu...

    sigarasından bir fırt daha aldı...

    "ibrahim'i zütürmemiz lazım" dedi...

    mezardan söz ettiğini sanıyordum, içten içe de yunus amcaya kızıyordum, bunu hatırlatmanın ne gereği vardı diye...

    başımı eğerek "biliyorum yunus amca” dedim... yine ağaç diyeceksin, toprak diyeceksin ama dedim sustum… onu da kırmak istemiyordum ama ben dedemi toprağa vermeye hazır değildim…

    sigaramdan bir duman aldım ama öyle bir çektim ki, o duman, ciğerlerimi yırtsın istedim, parçalasın. bir daha nefes bile almayayım...

    yunus amcanın sigarasını içmeye devam ediyordu ama içişinden daha söyleyeceği çok şeyi olduğu belli oluyordu…
    “anlat yunus amca” dedim…

    dedemin vasiyeti ne?

    "biliyorsun” dedi… ibrahim, kendi toprağına hasret yaşadı... "

    o cümlesi kurşun gibi ağırdı, evey toprağına, memleketine hasret yaşadı hem de benim yüzümden… bunları düşündükçe sigraya kendi nefretimi kusarcasına ve ölüm arzusuyla bir nefes daha çektim, eğik olan başımı kaldırıp gözlerimi kapattım, benim o göz kırpma anında kendime ettiğim lanetleri bir ben bilirim...

    "ibrahim'in vasiyetidir" dedi...

    "beni toprağıma zütürün"...

    “nasıl yani” dedim…

    "sade toprak da değil evlat” dedi…

    “ torunlarının, evladının ve ailesinin yanında ebediyete gitmekti arzusu... "

    ne diyeceğimi şaşırmıştım, nasıl gidecektim ki, o şehre... nasıl... yıllar önce habersizce ayrıldığım o şehre dedemin cansız bedeniyle mi dönecektim... nasıl dönecektim... toprak dedemi kabul ederdi de beni kabul eder miydi, şehir kabul eder miydi? hangi yüzle dönecektim... nasıl bakacaktım insanların yüzüne... ne anlatacaktım? ne söyleyecektim…

    ben sustum, yunus amca konuştu…

    "ibrahim, gelenekçi bir adamdı, eski toprak" dedi...

    söyleyecek ne bir sözüm ne de cevabım vardı... başım ellerimin arasında yunus amcayı dinliyordum... söyleyecek tek bir sözümde yoktu ki, ne söyleyecektim...

    “aylardır gitmek istiyordu, sen üzülmye diye sana belli etmedi ama dünya gözüyle bir kez daha görmek istiyordu, nasip olmadı…”

    “yunus amca” dedim… durdum, yine tıkandım, içimden konuşsam da dilimden dökülmüyordu cümleler… nasıl gidecektim ben, gidemezdim… gidemezdim…
    yıllardır kahrımı çeken koca çınar, yani değirmenci ibrahim, ve evet filizlenen toprağa düşmek onun hakkıydı belki ama o şehirden çıktıktan sonra bir kere bile olsun gitmedim... babamın, annemin ve çok sevdiğim kardeşlerimin mezarına bile gitmedim... gidemedim daha doğrusu, şimdi hangi yüzle gidecektim ki, hangi dua, hangi söz aklardı beni bilmiyorum ama bildiğim tek şey var hiçbir söz veya hiçbir mübarek dua aklamazdı beni...

    yunus amca sigarasını yere atarak sağ ayağıyla söndürdü...

    "biliyorum evlat" dedi...

    "kolay değil, biliyorum"...

    "ama gelme istersen, biz hayriye'yle zütürürüz... "

    bıçak gibiydi yunus amcanın son sözü...

    "sen gelme istersen" söylemesi kolay... kolay da içim içimi yiyordu…

    benim suskunluğumu görünce yunus amca da daha fazla konuşmadı, bir şey de anlatmadı ama çok şey bildiği konuşmasından anlaşılıyordu…

    hayriye teyzeye dönerek,

    "kapattın mı dükkanı" dedi...

    "hayır" dedi hayriye teyze...

    "ben arabayı alırken kapatırım" dedi...

    "sen de eve git, sandıktaki" dedi durdu...

    bana baktı bir süre, söyleyeceği cümleyi değiştirerek...

    "o şeyi al, buraya gel, buradan çıkarız " dedi..

    omzuma dokunarak, "sen de metin ol evlat" dedi...

    "biz hayriye'yle gideriz... "

    yunus amca üzülmeyeyim diye söylüyordu belki ama her sözü içimi acıtıyordu...

    sustum, hiçbir şey söylemedim...

    yunus amca yanımızdan ayrıldı…

    hayriye teyze, “üzülme evladım” dedi…

    “biz gideriz…” dedi…

    saçlarımdan bir kez daha öperek, elindeki fotoğrafı bana verdi o da gitti…

    kaldık mı bir başımıza… dedem neden böyle bir şey istemişti ki, ne yapacaktım ben? yıllardır gitmediğimi, gidemediğimi biliyordu şimdi neden böyle bir şey istemişti bilmiyorum ama kendimden de nefret ediyordum… bu aileyi yok eden bendim, şimdi ne yapacaktım ben, ne yapacaktım! bilmiyordum, hiçbir şey bilmiyordum...

    elimdeki fotoğrafa baktım,

    babam gülümsüyordu, babam gülümsüyordu ben ise ağlıyordum...
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster