/i/Başıma Geldi

Hayatta başınıza gelenlerden ibaret değil midir?
  1. 1.
    +3
    http://www.youtube.com/watch?v=lsPu00D--ks

    "Bir insan özellikle benim gibi bir insan ne zaman yazmaya başlar? Daha doğrusu, ne zaman onun için yaşadıkları, hissettikleri, düşündükleri artık ifade etmekten kaçınamayacağı bir yoğunluğa ulaşır? Bilmiyorum, insan kendisi için böyle bir durumda olduğunu söyleyebilir mi? Bilmiyorum. Büyük bir acı, belki aşk, belki de çok başka bir sarsıntı sonucu insan kendini önemli bir kararın öncesinde; belirsiz de olsa, yaklaşan bir değişimin huzursuzluğu içinde bulabilir. Korkulu bir bekleyiştir bu: insan bu bilinmeyen sarsıntının yaklaştığını hissedince bir süre ne yapacağını bilemez. Sonra bütün gücüyle, belki de daha önce hiç hayalinden geçirmediği girişimlere atılır - daha doğrusu kendini daha önce düşünmeye bile cesaret edemeyeceği bir eylemin içinde bulur." Oğuz Atay - Eylembilim.

    "Zamanın dokunduğu her şey bir masal. Zamanı geldiğinde var olacak tek şey, gerçek.”

    "Hikayeme hoşgeldiniz."

    Bazen insan bildiği bir kavramla hayatında ilk defa nerede karşılaştığının muhakemesini yapar da, o kavramın hayatındaki öneminin farkına vardığında gözlerinin önünde istemsizce beliren sahneyi izler ya sebepsizce, işte benimki de böyle bir şey. Doğduğumda topuğumun kesildiğini hatırlıyorum mesela. hayatım boyunca iki kez yaşadım. Birincisi doğarken, ikincisi de aklımdan daha önce bir doğuma şahit olup, bir bebeğin topuğunun kesilmesindeki sebebi ararken izlediğim sahne. Bu zamana kadar herhangi bir doğuma şahit olmadığımdan, topuğu kesilen benim öyleyse.
    Topuğumun kesilmesinin sebebi sarılık doğmuş olmam. Bir şekilde anlaşılmış. ilaçlara ve tedavilere yanıt vermemişim. Yeni doktorlar, yeni hastaneler arayışına giren ailem, sonuca daha hızlı ulaşmak için yollarda ayak bağı olmayayım diye anneannemi bana bakması için çağırmış. Yollara düşülmüş, doktor bulunmuş, tedavi yöntemi konuşulmuş ve karar verilmiş. Kanımın tamamen değişmesi gerekiyormuş. O zamana göre küçük bir kasabada, aynı kana sahip olan birini bulmak zormuş. Ancak belediye anonsları sayesinde duyuruya cevap veren biri bulunmuş. Babam, bir arkadaşının arabasıyla eve geri dönüp, anneannemi ve beni alıp, tekrar hastanenin yolunu tutmuş. Hastanenin bahçesine girdiğimiz gibi anneannem, babamın sürdüğü arabayı durdurmuş ve bir hışımla fırlamış arabanın içinden. Şalvarı bacaklarının arasına dolanmış anneannem, memelerinin arasında, vücut ısısını korumaya çalışan torunuyla birlikte avazı çıktığı kadar bağırmış. Ölmüşüm o anda. Çenem kilitlenmiş. Yüzümdeki beyazlık, kendini soğuk bir mora terk etmiş. Bu olaya tanık olan annem dayanamayıp yere yığılmış. Hafta sonu iznine çıkan bir asker tarafından kurtarılmış hayatım. Adaşım üşenmemiş. Adaşım dedim ya, bu talihsiz olay ardından, bana hayatı tekrar geri veren bu insanın adı konmuş. iznini bırakıp, belediyenin anonsuna kulak asmış. Kurtulmuşum işte.
    Mantığını çözerken zorlanmadığım onca başıboş sahnelerle dolu zihnim. Hani az önce bahsettim ya, ilk bigibletin neydi diye sorsalar, iki-üç yaşında üstünden hiç inmediğim, kırmızı, dört tekerlekli bigibletimi söylerim yine. O zaman ne kendimi bilirdim, ne de bir başkasını. Nedensizce hatırladığım sahnelerden biri de, acılar içinde pencerenin kenarında oturup izlediğim, gökyüzünden yere düşen yıldırımlar. Acımın sebebi yaralarım. Dizlerimde, dirseklerimde, kollarımda ve kafamın arkasında. Dört tekerli bigibletimi sokakta sürmek istemiştim. Balkon yetmediği için, sokakta sürebilmek adına annemden iznimi de almıştım. Yapmam gereken tek iş, canım kırmızı bigibletimi merdivenlerden aşağı indirip, sokağa çıkarmaktı. Daha toprak değmemiş, güneş bile görmemiş bigibletim, ben ve merdivenler. Ardından öyle bir düşmüştüm ki, yara bantlarının dizlerimdeki oluşturduğu gerginliğin acısıyla uyanabilmiştim. Merdivenlerden yuvarlanışımı hatırlamıyorum. Acımı bastıran tek şey yıldırımlar. Yere o kadar sert düşüyor ki, gürültüsü evimizin camlarından içeri girip vitrini titretiyor. Televizyondaki Alf bile korkmuş olmalı.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 2.
    +1
    bunları okusak burda olmazdık amk
    ···
  3. 3.
    +1
    gözlerim ağrıdı lan züt
    ···
  4. 4.
    +1
    okuyacam oç
    ···
  5. 5.
    +1
    roman yazmissin amina koyim kim okucak bunu
    ···
  6. 6.
    +1
    Lan kitabin ismi ne alıyım
    ···
  7. 7.
    +1
    ulan çok güzel yazıyorsun be; doyamadım.

    tek ricam giriş-gelişme-sonuç kısımlarından oluşturursan hikayeni ve attığın entryleri çok daha güzel olur bence.
    ···
  8. 8.
    +1
    rezerve
    ···
  9. 9.
    +1
    Pink floyd varsa ben de varım
    ···
  10. 10.
    0
    Koğuşumuzdaki yerli mahkumlardan Nevzat Baltacı, altı yaşındaki kızı Merve’yi akşam saat beşe kadar yanında tutması, onu sevip okşaması, beni çok duygulandırmış ve arkadaşlardan gizli gizli ağlamama neden olmuştu. 37 gündür evlatlarımdan uzak oluşum yüreğimi dağlamıştı. O gün akşama kadar Merve, bizlerin maskotu olmuş, her birimiz bir şeyler ikram etmeye ve onunla şakalaşıp konuşmaya can atıyorduk. ikramlarımız çay, kola, fanta, bisküvi, kavun, karpuz, üzüm ve şeftaliydi. Mervenin çocuksu hareketleri ve konuşmaları hepimizi güldürüyordu. Beş-altı saat yanımızda kalmasıyla mahkumiyetimizi unutmuştuk. Bu da cezaevinde bulunmanın ve gardiyanın inisiyatifine kalmış bir örnekti. Buradaki gardiyanlarımızın iyi niyetli oluşu, yerli ve gurbet mahkumu ayrıcalığını yapmayacağına kanaat gelmiştim.
    Akşam 20:30’da sayım yapılıp, koğuşumuza kilitlenmiştik. Binanın taştan örülmesi bile terlememizi engelleyemiyordu. Çok sıcak vardı, kimimiz gün boyunca iki-üç sefer banyo yapıyorduk. Akşam yemeği yendikten sonra; ziyaretçileri gelen ağabeylerimiz, meyvelerden oluşan bir sofra hazırlayıp, hep birlikte yedik. Yatmam gece saat üçü bulmuştu.
    ···
  11. 11.
    0
    Bugün 29 Temmuz öğleden sonra bir koğuşa misafirliğe gittim. istanbul’dan buraya gelirken altı kişi gelmiştik. Üç kişiyi Koğuş 1' e, bir kişiyi Koğuş 2' ye, diğer iki kişiyi de Koğuş 3 ve Koğuş 4' e vermişlerdi. Birinci ve ikinci koğuş mahkumları birbirlerini pencereden görebiliyordu. Tuncay Kaya ve Ali birinci koğuştaydı. Her gün uzakta uzağa da olsa selamlaşıyor, birbirimizin hal ve hatrını soruyorduk. Tuncayın 4/12 nöbetçi gardiyanından izinli olmasıyla birinci koğuşa ziyarete gittim. Oradaki kişilerle tanıştım. Çaylarını ve sigaralarını içtim. iki saat kadar sohbet edip dertleştik.
    ···
  12. 12.
    0
    31 Temmuz Cuma, buradaki ilk ziyaret günüm. Yolun uzak ve maddi durumumuzun zayıf olmasından, ziyaretçimin gelemeyeceğinin bilincindeydim. Yerli ( Kastamonu ve ilçeleri dahil ) mahkumlar erkenden kalkıp hazırlığını yapmışlar, ziyaretçilerini bekliyordu. Saat 09:30’da başlayan ziyaret akşam beşe kadar sürmüştü. Koğuşumuzdaki gurbet mahkumu Nevzat Dayının ziyaretine hanımı, kızı ve torunları gelmişti. Yazmış olduğum notta evimi aramalarını, benim iyi olduğumu, merak edilecek bir durumum olmadığını ve selamımın iletilmesini, Araç PTT Müdürüne yazmış olduğum mektubumun bizzat kendisine verilmesini istemiştim. Ziyaret, aralıklı demir parmaklarla bölünmüş, cam bölmesi olmayan küçük bir salonda yapılıyordu. Mahkumlardan çocuğu olanlar çocuklarını yanına alıp, hatta koğuş içine ve bahçeye de alıp, sevip, koklayıp, öpüp okşayabiliyordu.
    ···
  13. 13.
    0
    9 Ağustos 1998

    Buraya geleli bugün 16 gün oldu. Yaşantımız aynı. Af yasası da gündemden düştü. Hepimiz Ekim ayını sabırsızlıkla bekliyoruz. Arkadaşlarım ellerinde yarım kalan el işlerini tamamlamaya çalışıyordu. Mesut’la yemek ortaklığımızdan ayrıldığımızdan bu yana Bülent’le iyi anlaşabiliyoruz. Sabah kahvaltısını bazen ayrı yapsak bile öğlen ve akşam yemeğini beraber yiyoruz. Ben kızartma türlerini hazırlıyorum. Bülent’te yemek işlerine bakıyor. Kendisi 21 aydır buradaymış. Bu zamana kimsesi gelmemiş ziyarete. iki ayda, üç ayda bir sadece eşinden mektup geliyormuş. Parası bulunmadığından bu zamana kadar arkadaşları hep sigara almış. Kimse bir kez olsun herhangi bir eksiğin var mı diye sormuyormuş. Konuşmalarımız esnasında hayatından kesitler vermesi, kendisine acımamı sağlamıştı. Haftalık ihtiyaçlarımız idare tarafından karşılanıyor, diğer kalan ihtiyaçlarımızın ücretini ben ödüyorum. Bir ara kendisine de beş paket sigara aldım. Çok sevindi. Keşke durumum daha da iyi olsa, kendisine cezaevi içerisinde maddi açıdan yardımcı olabilseydim. Durumum her ne kadar iyi olmasa da, benden daha da iyi olmayan kişilere yardımcı olabilmek için elimden geldiğinde yardımcı olmak istiyordum. ama ilk önce can, ondan sonra canan diye bir atasözü vardır. Buna istinaden öncelikle cezam bitene kadar kendimi düşünmeliyim. Buradaki haftalık masraflarım da ağır olmakta. idarenin vermiş olduğu haftalığa karşılık ihtiyaçlarımızı tam karşılayamıyoruz. Mecburen sebze ve değişik türde çeşit almak zorunda kalıyorum. ilk haftada bir milyon altı yüz bin, üçüncü haftada üç milyon harcadım. Sigara dahil haftalık harcamam üç milyon olup, aylık harcamam on iki-on beş milyon arası, bu gidişle eşimin işi hayli zor olacak. Kendi bütçesini mi düşünecek yoksa beni mi düşünecek. Bu yüzden de affın bir an önce çıkmasını bekliyorum. Ekonomik şartlar çok ağır. Anlaşılan o ki, burada da kemerleri sıkmak gerekiyor. Yemek grupları, yemeklerini hazırladığında herkes birbirini sofraya davet ediyor ama sofraya oturan pek olmuyor. Zira herkesin kesesi kısıtlı da olsa ikram edilen bir tabak yemeğin, kendisine bir öğün yeteceği kanısındadır. ikinci ziyaret günümdü. Yine ne gelenim, ne gidenim vardı. Yazmış olduğum mektupların da cevabı gelmemişti. Öğlen saatlerinden sonra Merve gelmişti. Birazcık onunla oyalanmam, bir anlık derdimi unutturmuştu. Eşimden ikinci telefonun gelmesini de bekliyordum.
    Tümünü Göster
    ···
  14. 14.
    0
    21.08.09 Cuma

    Eşimden gelen on beş milyon parayı mutemetten aldım. Zamanımın sıkıcı geçmemesi için kütüphaneden üç adet roman alıp okumayı düşünüyorum. Geceleri uyuyamıyorum. Her görmüş olduğum rüyalar kabus gibi üstüme çullanıyor gibi geldiğinden bazı geceler uyandığım olmuştur. Korkumu yenmek için de kaç kez kalkıp çay demleyip, sigara içmişimdir. Buradaki arkadaşlar arasında gündemimizden düşmeyen af konusuna, ünlü çetelerin yakalanmasıyla değişik boyutlarda fikir yürütmekteyiz. Kürşat Yılmaz, Alaaddin Çakıcı gibi ünlü kaçakların yurt dışında yakalanmaları, Sedat Peker'in kendisinin teslim olması bir siyaset oyunu olmalı ki, 29 Ekim'den önce çıkacak herhangi bir af yasasından yararlanacak olmaları veya 18 Nisan 1999 günü yapılacak genel seçimlerde siyasetçilerimizin seçmenlere, bakın biz mafyayı tek tek çökerttik, icraatımız halen devam etmekte deyip oy potansiyelinin arttırmaları düşüncesine hakim olmaktayız. ileriki tarihlerde durum kendini gösterecektir.
    Araç Cezaevi savcımız on beş günde bir ziyaretimize gelmekte. Herhangi bir sorunumuz olup-olmadığını sorduğunda kimseden ses çıkmıyor. Halbuki başbaşa kaldığımızda (koğuş içinde) çeşitli sorunlarımız olduğunu herkes birbirine anlatıp dert yanmakta. Ben, savcının tekrar gelişi halinde sorunlarımızı dile getirmeyi kendime görev bilip, karşılıklı diyalog içerisinde aktarmayı düşünüyorum.
    ···
  15. 15.
    0
    03.08.1998

    Sayımdan sonra kahvaltımı yine tek başıma yaptım. Ortaklarımdan yine saat onda kalkan Mesut, kahvaltı hazırlayıp, Bülent'e seslenerek kalkmasını istedi. Yarım saat sofrada Bülenti bekledi. Çünkü Bülent kalkmamıştı. Sonra baş ucuna giderek, yüksek sesle hiddetli hiddetli, hemşerim kalkıyorsan kalk, peşinde uşağın yok, bu iş burada bitmiştir. Herkes kendi başının çaresine baksın diye ortalığı velveleye veriyordu. Bülent'in de yatağından fırlayıp dikleşmesi ortalığı ayağa kaldırdı. Uyuyanlar uyanmış, ayaktakilerin bir kısmı ikisinin arasında, bir kısmı da Bülent'e sus diyordu. Mümessilin araya girmesi, kardeşim ayrılmak istiyorsan ayrıl, yemeğini kendin yap, ye, iç. Böyle bağırıp çağırmakla huzurumuzu kaçırma dedi. Sonra erzak dolabında ne varsa, payına düşen kadar alıp yemek ortaklığından ayrılmış olur. Artık Bülent ile ikimiz kalmıştık. Bülent' e, bak kardeşim ben yemek yapmasını bilmiyorum, sen biliyorsan elimden geldiğince sana yardımcı olurum, Mesut gibi ortam yaratılacaksa sonradan kötü olacağımıza baştan kötü olalım, herkes kendi başının çaresine baksın, yine de arkadaş kalırız. Aramızda yemek hususunda dargınlık olmasın dedim. O da, Ağabey öyle şey olur mu? ikimiz ortaklığa devam ederiz. Sabahları beni kahvaltıya kaldırma, öğlen ve akşam yemeğini beraber hazırlar ve yeriz. Ben uygunsuzluk yapmam dedi. Kendisi bu arada kahvaltısını yaptı. Beraber keyif çayı içtik. Saat 12’ye doğru öğlen yemeği yapalım, sen de bana yardım et dedi. Taze fasulye pişirecektik. Ben fasulyenin kartlarını seçip ayıkladım. Ortadan ikiye böldüm. O da yıkadı, temizledi, yemeği hazırlayıp ocağa koydu. Piştikten sonra afiyetle yedik. Öğleden sonra iki civarlarıydı. Yemekhanede oturuyordum. Gardiyanın bana ismimle hitap etmesi, beni heyecanlandırdı. Bahçe kapısına yaklaşıp buyurun dedim. Altımda şort vardı. Üstünü giyin, PTT müdürü ziyaretine geldi deyince çok heyecanlandım. Hemen üstümü giyinip yanlarına gittim. Baş gardiyanlık odasında beni bekliyorlarmış. içeriye girdiğimde ben posta müdürü, ben veznedar, ben de dağıtıcı… diyerek tanışıp tokalaştık. PTT müdürü gönderdiğim mektubu aldım. Meslektaşmışız diyerek ziyaretine geldik, nasılsın, iyi misin faslıyla muhabbete başladık. Mektubunda Bayramiç’te görev yaptığını yazmışsın. Benim de Bayramiç’te ( PTT' de ) arkadaşım vardı. Onu aradım. Seni sordum. ismi Necmettin, sana da selamı var dedi. Tanıyorum, işçimizdi dedim. Sonra bir şeyler getirdik. Az veya çok değil kabul buyur, benim babam da mahkumdu. Mahkumun halinden anlarım. Herhangi bir sıkıntın, ihtiyacın olduğu zaman, buradaki ( gardiyan ) memur arkadaşlar da bizden, kendilerine bize ulaşmak istediğini söyle, haberimiz olur olmaz hemen yanına geliriz, her türlü sıkıntını gidermeye çalışacağız. Akşamüstü de hanımını ararım, Yengen ( mektubumda istemiştim )' de kek yaptı, gönderdi, afiyetle ye dedi. Yirmi dakika kadar görüşmemizin sonunda bize müsade, görevimizin başına gidelim. Sorunun olduğu zaman beni muhakkak ara, ara sıra cezaevine gelen postacımızdan halini hatrını sorar, kendini üzme, sağlığına dikkat et diyerek tokalaşıp, öpüşüp vedalaştık. Ben de ayaklarınıza sağlık, kesenize bereket, Allah sizlerden razı olsun dedim. Arkadaşlarım, ziyaretine mi geldi? Evet, gözün aydın diyorlardı. Getirdikleri poşetlerde istediklerim de vardı. Kavun, domates, salatalık, bir tepsi kek, piknik tüp, bir paket Maltepe sigarası, iki tükenmez kalem, üç dosya, bol miktarda çizgisiz dosya kağıdı ve bademcik ( antibiyotik ) hapı vardı. Bugün için çok mutlu oldum. Bir mektubun üzerine ve tanımadığım üç kişinin ziyaretime gelmesi beni o kadar çok ihya etti ki kelimelerle anlatamıyorum. Bu ziyaret benim için çok büyük bir doping oldu. Artık kendimi yalnız hissetmiyordum. Çünkü derdimi, sıkıntımı giderebilecek birisini bulmuştum. Gurbet mahkumu için, bulunduğu yerde böyle birilerinin bulunması benim ve bizler için nimettir.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 16.
    0
    Mesut' un lafı çok zoruma gitmişti. Ama yine de bozuntuya vermeden yemek ortaklığıma devam ediyordum. Artık kendisinden yemek yapmasını öğreniyordum. Yardım etmiyordum. Uzaktan, hangi yemeğin nasıl hazırlanıp pişirilmesini gözlüyordum. Gözlerimle, artık makarna, konserve taze fasulye yapılmasını öğrendim.
    1 Ağustos 1998 Cumartesi akşamı için Türkiye Spor Yazarları Derneği, Fenerbahçe - Beşiktaş maçı vardı. Gündüzden Mesut ile Nevzat Dayı bir karton Marlboro’suna iddiaya girdiler. Mesut Galatasaraylı olmasına rağmen Beşiktaşı, Nevzat Dayı da Fenerbahçe’yi tutuyordu. ikisinin de maddi durumları zayıftı. ( Mahkumun yemesinden, içmesinden, ziyaretçisi ve parası gelip gelmediğinden durumu belli oluyordu ). Ve maç Beşiktaşın 3-1’lik galibiyeti ile bittiğinde, Mesut' un gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Oh be, bir haftalık sigaram geldi demesi, kendisine olan kinimi daha çok arttırmıştı. Biz burada hepimiz mahkumuz. Gelenimiz, gidenimiz pek olmuyor. Dayının parasını iade etsen nasıl olur dediğimde, yok öyle şey olmaz. Vallahta vermem, billahta vermem, iddaaya girmeseymiş dedi. Kardeşim, aynı şey senin için de geçerli. Sen çok kaybetseydin, Dayıya da aynı şeyi söylerdin dedim. Velhasıl ikna edemedim. Dayı da sigaranın parasını ödemişti. Uyuyamadığımız bir kaç arkadaş oturmuş çay içiyorduk. Konu yine bunlardan açılınca suçun Nevzat Dayıda olduğuna karar verdik. iki ayda, üç ayda bir ziyaretine gelip üç-beş kuruş verdiyse, iddiaya girmeseydi tezini savunduk.
    ···
  17. 17.
    0
    Üçümüz de sabah kahvaltısını ayrı ayrı yapıyorduk. Sabah sayımından sonra Mesut ve Bülent tekrar yatıyordu. Ben uykumu aldığımdan kahvaltımı yapıyordum. Mesut saat 21:30-22:00 gibi kalkıyor, Bülent'te öğlen yemeğine yakın, zorumuzla kalkıyor ya öğlen yemeği yiyor, ya da kahvaltı yapıyordu. Mesut, kendini yemek yapmaktan sorumlu tutmuş gibi gözüktüğünden ve ben her seferinde yardım edeyim mi diye sorduğumda kabul etmiyordu. ilk bir haftamda, sabah kahvaltısından sonra, ben de uyuyordum. Mesut öğlen yemeğini hazırlamış, sofrayı kurmuş Bülent ve beni yemeğe davet ediyordu. Ben hemen kalkıyordum. Oysa Bülent' in baş ucuna iki-üç sefer gitmek gerekiyordu. Bu görev de benimdi. Bir gün öğlen yemeğinden sonra; Mesut'un; şahsıma karşı tehdit edercesine dokunaklı sözlerine içerlenmiştim. Bana; Burhan, cezan uzun. Af çıkmadığını düşünürsek, sen bu cezayı yatamazsın, bie melemen bile pişirmesini, bir makarna yapmasını bilmiyorsan aç ve sefil kalırsın, böyle devam ederse; yemek ortaklığından da vazgeçerim diyordu. Ben de, sözlerin doğru olabilir. Kimse acından ölmemiş. Zeytin ekmekte yesem karnım doyar, kimseye minnet ve yükte olmak istemem. Yemek yapmasını bilmiyorsam suç mu? dediğimde, alındığımı anlamış olacak ki, arkadaşım, ben senin iyiliğin için söyledim. Benim şurada kırk günüm kaldı. Gidene kadar beraber yer, içeriz diyordu. Mesut' un bu sözleri beni kızdırmıştı. içimden yemek ortaklığından ayrılasım geliyordu. ileriki günlerde de bu tip şeyler söz konusu olursa kesin kez ayrılmayı düşünüyorum. Geldiğim günden beri her gün saat 08:30’da kalkıyorum. idarenin vermiş olduğu, kişi başına bir adet ekmek yeterli gelmediğinden, üçümüz için üç ekmeğin haricinde günlük olarak iki ekmek fazla alıp, ücretini ben ödüyordum. Bir gün olsun erken kalkıp, ekmek aldıklarını görmedim. idare, ayrıca her gün için iki yüz yetmiş üç bin liralık günlük istihkak veriyor, haftalık olarak tanzim edilen kumanya, bakkal tarafından cezaevine getiriliyordu. yemek ortaklığı kaç kişiyse, iki yüz yetmiş üç bin çarpı kişi adeti tutarı şeklinde kumanya ihtiyacımızı gideriyorduk. Koğuş içinde erzağı biten birbirinden borç alıyordu. Manav türündeki ihtiyaçlar ise özele girdiğinden yekün aramızda pay ediliyordu. Bizim grupta da bu işle Mesut ilgileniyordu. Kumanya ve manav listesini hazırlayıp erzaklarımız geldiğinde, limiti aştığımızdan, bakkal tarafından ücret istendiğinde bir milyon altı yüz bin lira için Bülenti yanıma göndermiş ödememi istiyorlardı. Ve ödedim de. Mesut ve Bülent gelen erzaklarım dolaba yerleştirirken tanzim edilen listeyi de kontrol ediyorduk. Listeyi kontrol ettiğimde istihkamımız, bir kişi, iki yüz yetmiş üç çarpı yedi gün eşittir bin dokuz yüz on bir, çarpı üç kişiyiz, o da eşittir beş bin yedi yüz otuz üç tutarındaydı. Fazlalık kumanya ve manav listesi fiyatı da eklendiğinde iki milyon yüz bin liralık ücretin aramızda pay edilmesi gerekirken; Mesut' un beş yüz bin lirasını ödeyip, bir milyon altı yüz bin liranın benden talep edilmesine içimden kızmıştım. Bakalım ileriki haftalarda durum neyi gösterecek.
    Tümünü Göster
    ···
  18. 18.
    0
    Kardeşim,
    Abi sen rahatına bak. Yengemi ve yeğenlerimi düşünme. Maddi ve manevi her zaman yanlarındayız, hiç üzülme demesi beni daha çok duygulanırmıştı. Ağlamamak elimde değildi. Bir kez daha gözlerimden yaşlar süzüldü. Ağlamaklı geçen bu ziyaretimin süresi hemen dolmuştu. Bana getirdiği on paket kısa samsun ve pizza vardı. Sigarayı aldım. Pizzayı pişmiş yemek diye vermediler. Askerlerin veya gardiyanların ne kadar mantıksız hareket ettiklerine bir türlü anlam veremiyorum. Evde yapılmış kurabiye, pasta, kek türlerini alıp mahkûma veriyorsun da pizzayı neden esirgiyorsun. Ziyaretçim tarafından getirilen tırnak makası, tarak, şampuan, kot pantolon gibi şeyleri almıyorlar, kantinden almaya mecbur ettiriyorlar.
    Cezaevine geldiğimde üstümde kot pantolon vardı. Kirli çamaşırlarımı biriktirip, ilk ziyaretime geldiğinde eşime verilmesini istemiştim. Haftaya ziyaretime gelirken getirirsin diye de eşime belirtmiştim. Haftaya geldiğinde kot pantolon yasak diye almamışlar. içeride yatan çoğu mahkûmlarda kot pantolon bulunmakta. On beş - yirmi günlük olan mahkûmlardan neden toplanmıyor? Toplanmadığı halde bunun yasakla ne ilgisi var anlayamadım.
    Kardeşim isa ile görüşmemiz tamamlandıktan on beş dakika sonra koğuşa geldiğimde tekrar ziyaretçiler arasında ismim okundu. Bu sefer, eşim, oğlum Mert, teyzemin kızı Zeynep ablam, kızı Arzu ve oğlu Emrah gelmişti. Büyük oğlum Mehmet'i görememiştim. Eşime sordum Mehmet nerede diye.
    Anneannesi ve dedesiyle Çanakkale’ye, tatile gitti dedi. Kızmama hiç gerek yoktu. Oğlum sınıfını geçmiş, iki tane takdir getirmişti. Üstelik benim hapishanede oluşum, onu da etkilemiştir, gezip dolaşması, birazcık olsun üzüntüsünü unutturur diye düşünüyordum. Aynı şekilde eşim de bunun açıklamasını yapmış bulundu. Bu sefer ağlamamıştım. Artık hapishanenin çileli hayatına kendimi adapte ettirebiliyordum. Ağlamakla sızlamakta elime bir şey geçmeyeceğini, daha çok içten içe eriyeceğimin farkına varıyordum. Kendimi avutabilmem için de, özellikle bu notlarımı yazmaya karar vermiştim.
    Koğuşa ilk geldiğimde bir hafta boyunca yer yatağında yattım. Eski mahkûm arkadaşlardan tahliye olundukça veya sevke gidildikçe, iç koğuşta ranza boşaldığında, buraya transfer olmuştum. Asker deyimiyle bize de kıdem basmıştı. Bir ranzam olmuştu. Ranzanın üst katında yatıyordum. Koğuş içinde ilk görevim çaycılıktı.
    Tümünü Göster
    ···
  19. 19.
    0
    ilk iki günüm bana çok sıkıcı gelmişti. Yavaş yavaş arkadaşlarıma uyum sağlamaya çalışıyordum. Koğuşta beş yerli mahkum, kalan kişiler de çeşitli memleketten olup, istanbul’dan buraya sevkle gelmişlerdi. Bugün buraya geleli dördüncü günümdü. Can sıkıntısından ne yapacağımı bilemiyorum. Sıcaktan ve sinekten uyuyamıyor, küçücük bahçede sürekli volta atmaktan, bir ileri bir geri gelmekle başım dönüyordu. Zaten volta atmayı da sevmiyordum. El işi yapanların yanına oturuyor, sıkıldığımdan kalkıp elime kalemimi alıp, günlüğüme devam ediyordum. Bu da beni rahatlatıyordu. Koğuştaki arkadaşlarımın suçları değişik tipteydi. Kimi trafik kazasından, kimi hırsızlıktan, kimi silah bulundurmaktan, kimi yaralamaktan, kimi de zimmetten ( o da benim ) yatmaktaydı. Burada bulunanların içinde en uzun cezalı olanlardan biri Rizeli Muhsin ( kırk ay ), biri de ben ( 22 ay ), diğerleri de üç, dört, sekiz, on, on dört ay gibi cezalarla gelmişler. Mahkumiyet günleri çok zor geçiyor. Evinde kilometrelerce uzakta olmak, anam, babam, bacım, kardeşim, eşim, çoluk çocuğumu düşünmek, dış dünyadaki ortamları hayal etmek, insanı ister istemez üzüntüye zütürmekte. Bu yüzden bazılarımız kendini el işine vermekteydi. Kastamonulu Uğur kardeşimizin elinden yağlı boya, fırça ve kalemi düşürmeyip, gece gündüz sürekli resim yapmaktaydı. Rizeli Muhittin gemi ve evle, Diyarbakırlı ismette sürekli boncuk örmekteydi. Af yasası çıkmassa bu gidişle ben de bir şeylerle uğraşmak zorunda kalacağım. 15 Temmuz’dan bu yana basın ve görsel yayından düşmeyen af kanunu hepimizin umut kapısı olmuştu. On dört günden bu yana hala bir sonuca varamadılar. Büyük olasılıkla Cumhuriyetimizin 75. yılına isabet eden 29 Ekim’e yetiştirileceği haberi, içimizde bir an olsun buruk sevinç yaratıyordu. Çünkü hepimiz bir an önce buralardan çıkıp kurtulmak istiyorduk. Gün boyunca yatana kadar konumuzun çoğu af kelimesiydi. Meclis tatile girene kadar ( 31 Temmuz’a kadar) bir yasa çıkmadıysa hepimiz kendimizi 29 Ekim’e endeksleyeceğiz.
    ···
  20. 20.
    0
    Akşamları saat sekizden sonra, grup aşçıları yemek yapmakla meşgul oluyor, ufacık yemekhanede hareket alanı olmadığından, aşçıya yardım eden pek olmuyordu. Aşçılar yemek yaparken diğerleri voleybol oynuyordu. Bu koğuşta bulunanların bir gününü nasıl geçirdiğini, aşağıdaki şekilde açıklayabilirim.
    Sabah 08:30-09:00 arası sayım yapılmakta, mecburen hepimiz kalkmak zorundayız. Sayım verildikten sonra isteyen tekrar uykuya dalıyor, uyumayanlar tek başına veya yemek ortağı ile kahvaltısını yemekhanede veya bahçede yapmakta. isteyen sabah sporu yapmakta; sabah mahmurluğu üzerinde olan arkadaşlarımın çoğunluğu el işi yapmakla meşguldu. Ben dahil üç yaşlı amcanın haricindekiler gemi, bocuktan çanta, kartondan ev, yünlük iplik, araba, koltuk örtüsü, yağlı boya resim gibi el işleriyle meşguldu. Yorulana kadar ellerinden düşürmüyorlardı. Arada bir çay molası veriyorlardı. Öğlen yemeği saat iki-üç arası yenilmekteydi. Yemekten sonra tavla, domino oynamakta, yenilen çay demleyip, tüm koğuş içmekteydik. Öğleden sonra yaşlı amcalar uykuya yatıyorlardı. Akşam sayımına kadar bahçemiz açıktı. Bahçenin dikdörtgen boyunda aralıklı adımlarımla gelmekteydi. Yüksekliği iki metre civarındaydı. inşaat demirleriyle aralıklı baklava şeklinde kapatmışlar. Voleybol oynarken çok zorlanıyorduk. Servis atarken veya topu pasöre dikerken demirlere deymesi oyun konsantremizi bozuyordu. Gün boyunca çoğumuz bahçede oturuyordu. Gündüzleri televizyon seyreden yoktu. Af gündemde olduğundan, saat başı haberleri yaşlı amcaların kaçırmayıp edindikleri bilgileri bizlere aktarıyordu. Civardan, rüzgar olduğu zaman kavak ağaçlarının hışırtısından başka şey duyduğumuz yoktu. Sabahları da kuş sesleri dinliyorduk. Yaz olduğundan havalar çok sıcaktı. Bütün pencereler açıktı. Binanın dışından üç tane kedi damdan atlayarak ziyaretimize geliyordu. Çöpler bahçede olduğundan karınlarını doyurmaya geldikleri belliydi. Kediler vahşi olmadığından, kucağımıza alıp seviyorduk. Koğuş pencereleri yirmi dört saat açık olduğundan, bazı geceleri yatağımıza geldikleri de oluyordu. Akşam üstü saat altıdan sonra minyatür kale futbol oynamaktaydık. Top oynamaya başlamadan önce banyo suyunu ısıtımla ısıtmaya çalışıyorduk. Saat 18:30-21:00 arası mecburiyetten koğuşa kilitleniyorduk. Yemekten sonra isteyen el işine devam edip, isteyen televizyon seyretmekteydi. Uyuyamayanlar yemekhanede toplanıp, çeşitli konular üzerinde yorum yapıp, kırıcı olmadan fikir alışverişi yapıyorduk. Bazen hararetli anlarımız da oluyordu. Çeşitli bilmece ve fıkralarla gecenin ikisi, üçü olduğunda, uykumuz geldiğinde yatıyorduk. Her günümüz bu şekilde geçmekte. Kapalı ve dar bir alanda başka bir şey yoktu.
    Tümünü Göster
    ···