/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
  1. 51.
    0
    iki gündür depodaydık. Açıkçası burada hayat güzeldi. Kahvaltı ve akşam yemeği için hep beraber yemekhaneye dönüştürdükleri bir yere iniyorduk. Zemin ve bütün duvarlar gri metalden yapılmıştı, son derece güvende hissettiriyordu. Dışarıya yemek bulmak için giden gruptaki 3 kişi hala geri dönmemişlerdi. Onların gitmesi ve bizim gelmemizle sayıları 27'ye çıkmıştı. Depo çok büyüktü. Salgının başlamasından önce burada ne vardı tam olarak
    bilmiyordum ama kalan kişiler için 50'ye yakın yatak, yastık ve yorgan vardı. Küçük çekmeceli dolaplar, eski çalışma masaları da odalara yerleştirilmişti. Çlftikteki lükse alışmış olabilirdim ama artık oraya dönemezdik. Çok tehlikeliydi. Ayrıca, depo da yeri gelince lüks sayılabilirdi. Lüks bir... hapisane mesela. Bize boş odalardan iki tanesini vermişlerdi. Birinde Özgür, Alp ve Elena kalırken diğerine de Kemal'le ben yerleşmiştik. Çok fazla eşyamız kalmamıştı. Birkaç parça giysimiz vardı sadece. insanların çoğu bize iyi davranıyordu. Caner bizi birkaç kişiyle tanıştırmıştı. Hepsi Ozan ve diğer orta yaşlı olan Turgut gibi değillerdi. Belki başkaları da bizi istemiyordu ama en azından onlar gibi yüzümüze söyleyen olmamıştı. 50'lerinin başında olan bir kadın dün öğlen odamıza geldi ve kirli çamaşırımız olup olmadığını sordu. Sonradan öğrendiğime göre adı Çiçek'ti ve çamaşır-bulaşık yıkama işlerine bakıyordu. Depoda belli bir yaşa gelen herkese farklı farklı görevler
    vermişlerdi. Biz şimdilik sadece "Dışarıya Çıkmaya Gönüllü Olan Takım"dık. Ve insanlar bunu çok büyük bir cesaret göstergesi olarak görüyorlardı. Burada yaşayan küçük çocuklar da vardı. Hatta ufak Ada daha 2 yaşındaydı ve salgın başladığından beri aynı Özgür'ün Alp'e yaptığı gibi onu evlat edinen aileyle birlikte kalıyordu. Sema ve Cenk 30
    yaşlarında yeni evli bir çiftti. Salgından birlikte kurtulmayı başarıp bebek arabasında ağlamakta olan Ada'yı da yanlarına almışlardı. Sabah kahvaltıda yanımıza oturan Sema, bütün olayı ayrıntılarıyla-fazladan ayrıntılarıyla anlatmıştı hepimize.
    "... Elime telefonu alıp Cenk'i aramaya çalıştım ama ne cep telefonu ne de iş telefonu cevap veriyordu. Sonra kapı çaldı, açsam mı açmasam mı bilemedim. Eh bilirsiniz, ev hanımıyım. Öyle zırt pırt kapım çalmaz. Aslında mutluyumdur ben evde yalnız olmaya. Şikayetim yoktu yani. Ama güzel de bir kızım olsa fena olmaz diye düşünüyorum. Yalnızlık çekmeyeyim diye. Neyse işte şaşırdım tabi. Hem de televizyonlar da telefonlar da çalışmıyor yani. Eşimin gelmesi için de erken. Nasıl korktum nasıl korktum. Ben de aldım elime tencereyi tavayı, kapının yanına geçtim ve çekip açtım. Giren adamı göremedim önce, paralamışım biraz kocacığımı. Halbuki sağdan soldan o yaratıklardan çıkmaya başlayınca kocacığım atlamış arabasına evine gelmiş karısını kurtarmaya. Sonra ben bir iki parça bir şey aldım yanımıza, arabaya bindik ama ne fayda! Etrafımızı sarmışlar. Yerler et parçaları, insan organlarıyla doluydu. Ben hayatımda böyle çirkin bir sahne görmedim. Biz daha sokaktan çıkamadan inmek zorunda kaldık. Koştuk biraz, sonra bir de ne görsek? Kırmızı bir
    bebek arabası. Merdivenin üstünde kalmış, tabi yaratıklar ulaşamamış oraya. Gittik kurtardık yavrucağı. Durmadan ağlıyordu. Kucağıma alıp sarıldım, inanmazsınız ama sustu o an... " "Hikayenin devdıbını da dinlemek isterdik Sema'cığım ama bizim gitmemiz lazım artık. Bugün dışarı çıkacağımız gün." dedi ve hayatımızı kurtardı Kemal. Yine.
    Sema biraz kırıldı fakat bozuntuya vermedi. Zaten Ada'ya yemek zütürmesi gerektiğini söyledi ve masadan kalktı. Biz de ayağa kalktık. Elena ve Alp bizimle vedalaştıktan sonra odalarına gittiler. Özgür yanıma geldi ve koluma dokundu:
    "Hayatta kalacağız."
    "Söz."
    Elini tuttum ama nerede olduğumuza dikkat etmemiştim. Bu halimizi Kemal'in gördüğünü fark ettim. Birbirine kenetlenmiş ellerimize baktı. Hemen çektim.
    "Hadi, gitmemiz lazım." dedi Kemal. Yemekhaneden çıkarken Mustafa amca bana selam çaktı. O, 67 yaşında emekli bir denizciydi. Ve depodaki en yaşlı kişiydi. Bana dışarının durumunu sormuştu. Anlattığım korkunç şeyler karşısında
    "Yine mi en güvenli yer okyanus?" demişti. "Bıktım bu okyanustan."
    Bora abinin odasına doğru yürüdük. Attığım her adım beni daha çok korkutuyordu. Dışarda olmak eğer bir aracınız varsa çok da zor değildi. Hızlıca ilerleyebilir, zorda kalırsanız aylakları arabanızla ezebilirdiniz. Oysa depodaki tek araç minivandı ve onun kullanıp kullanılmayacağına da Bora abi karar veriyordu. Dönmeme şansımız olduğu zamanlar
    minivanı yanımıza almamıza izin vermediğini söyledi. Haklı olduğu yerler vardı, giden gruptaki Salih, Berkay ve Cemre geri dönmemişler, dönememişlerdi. Bu durumda minivan da onlarla kalabilirdi. Ama yakınlardaki yiyeceklerin hepsi tükendiği için uzun mesafeyi koşmamız gerekiyordu, ki bu da çok zor ve tehlikeliydi. Arabasız her şey daha zor olacaktı.
    Ayrıca, o kadar uzağa hiç gitmemiştik. O tarafta ne olduğunu bilmiyorduk. Belki de bunların binler, on binlercesi vardı. Ve keşfetmek zorunda olan bizdik; ben, Kemal ve Özgür.
    Böyle bir durumda Özgür'ün yakınımda olması avantaj mı yoksa dezavantaj mıydı bilemiyorum. Onun bu kadar tehlikeli bir yerde bulunması yerine depoda güvende olmasını isterdim. Ama yakınımda olması da bana moral veriyordu. Zaten burada kal desem de kalmazdı ki. Toplantı odasına girdik. Ozan ve Bora masaya oturmuş bir şeyler konuşuyorlardı. Caner ve Turgut ortada yoktu. Her zaman peşimizde gereksizce dolaşan Caner bey şimdi nerelerdeydi acaba?
    "Hoşgeldin takım!" dedi Bora kollarını açıp. Ses tonu ve bakışları bile "Burası benim, hepiniz bana aitsiniz ve dediklerimi yapmak zorundasınız. Yoksa ölürsünüz." diyordu. Bunu dile getirmesine gerek yoktu. Gülümsese ve canayakın davransa bile orada kimin patron olduğunu göstermekten çekinmiyordu.
    "Hazır mısınız?"
    "Her zaman." dedi Kemal tüfeğini omzuna takarken.
    "Kendinize dikkat edin ve lütfen geri dönün." diye öğütledi Bora. Aynı askere gidiyormuş gibi hissettim, ki askerliğimi daha yapmamıştım. Üniversite yüzünden ertelemek zorunda kalmıştım çünkü. Ama bu olayda da dönmemek vardı. Ozan bizimle kapıya doğru yürürken ellerimize birkaç kağıt tutuşturdu ve ne olduklarını açıkladı:
    "Bunlar bu mahalleyi bilenler tarafından çıkarılmış ve doğruluk payı yüksek olan haritalar. Çok uzak mesafeleri göstermiyor ve bazı yerler yanlış olabilir ama yine de size yardım edebilecek her şeye ihtiyacınız var çünkü Bora da ben de geri dönme ihtimaliniz olduğunu sanmıyoruz." Cümlesini bitirir bitirmez onu boğazına yapıştığım gibi duvara ittim.
    "Sen neden bahsediyorsun bin herif?"
    "Savaş sakin ol." Kemal'in bana dokunan elini sertçe itip Ozan'ı sarsmaya devam ettim. Ozan geri çekilmeye ya da kendini kurtarmaya çalışmıyordu. Tam tersi, yüzüme iyice yaklaştı ve gözlerime baktı:
    "Salih bile dönememişken, şu cılız bedenin ve küçücük kız arkadaşınla hayatta kalabileceğinizi mi sanıyorsunuz?" dedi. Kafasını duvara vurdum. Dediklerinin bir kısmının doğru olduğunu biliyordum ama onun da bilmediği şeyler vardı. Biz de güçlüydük. Ama bu yeterli miydi? Ellerimi gevşetip Ozan'la göz temasını kesmeden onu serbest bıraktım.
    "Arkadaşlarınızı getireceğim."
    ---
    Her şeyimizi kontrol edip kapıdan çıktık. Konserve yiyecekler ve birkaç sandviç almıştık yanımıza. Bize ait olan kurşunumuz azalmıştı ama Bora ve denizcilerin kralı Mustafa amca bize kendi silahlarından kurşun vermişlerdi. Dış kapıdan çıktık ve kendimizi ıssız sokağın ortasında bulduk. Bir süre kimse konuşmadı. Birbirimize bakıyorduk. Sevdiklerimizi korumak için ortaya atlamıştık fakat şimdi kimse ne yapacağını bilmiyordu. Özellikle Ozan tarafından gerçekler yüzümüze söylendikten sonra moralimiz yerlerdeydi. Özgür'le gözgöze geldiğimizde onun da aynı şeyleri düşündüğünü anladım. Ve bir anda bizi kurtaran bir ses duyuldu.
    Caner minivana atlamış tam da önümüzde durmuştu. Camı açtı. Herkes şok geçirirken Özgür şaşkınlığını gizleyemedi:"Ne yapıyorsun burada?"
    Caner iki elini yana açtı ve cevap verdi:
    "Minivanı Bora abiden çalıyorum." dedi ve bir düğmeye basıp arka kapıyı açtı.
    "Atlayın."
    Tümünü Göster
    ···
  2. 52.
    0
    Ya gibeyim madem bitirmiceksiniz yazmayin hikaye amk
    ···
    1. 1.
      0
      Birader okuyan yok sana özel hikaye mi yazamıyım vakti mi ayırıp ?
      ···
    2. 2.
      0
      Ne biliyon yok
      ···
    3. 3.
      0
      Çalıntı zaten
      ···
    4. 4.
      0
      Nerden kardeş soyle okiyim aq
      ···
    5. 5.
      0
      Wattpad de var adı
      bile aynı değiştirmemiş
      ···
    6. diğerleri 3
  3. 53.
    0
    Uzattığı elini tuttum. Kafamı kaldırıp uzun bedenini izledim. Dar, siyah bir tişört ve kot pantolon giyiyordu. 3 numara siyah saçları dikkatimi çekti. Yaşadığımız duruma rağmen saçlarını yakın zamanda kestirmişti.
    "Ben de Savaş." dedim ve beni yerden kaldırmasına izin verdim. Adama baktım, arkasından biri kız diğeri erkek iki kişi daha geliyordu. Bu üçlünün depoda sürekli bahsedilen takım olduğunu anladım; Berkay, Cemre ve Salih. Arkasındakileri gösterdi. "Bunlar da-"
    Sözünü kestim. "Biliyorum, Cemre ve Berkay." dedim. Gözlerini kıstı ve çenesini öne doğru uzattı. "Depodan mı geliyorsunuz?" Kafamı salladım. Gözleri büyümüştü.
    "Bizi aramaya ekip göndermeleri şaşırtıcı." dedi silahını cebine sokarken. Cemre, Berkay, Kemal ve Özgür de yanımıza yaklaştı.
    "Aslında tam olarak sizi aramak için değil. Bu uzun bir hikaye. isterseniz minivana giderken konuşalım." dedi Kemal. Eliyle yolu gösterdi. Yaşı Salih'ten biraz daha küçük olan ve onun kadar yapılı olmayan Berkay atladı:
    "Bize vermedikleri minivanı size mi verdiler? Pislik herif... Hem de Bora iti için o kadar şey yapmıştık... " Salih eliyle onu susturdu. "Yeni dostlarımızın yanında ağzını toplasan iyi olur Berkay. Zaten Bora iyi bir adam, ne yapacağını bilir. Eminim mantıklı bir açıklaması vardır." dedi. Caner de yaklaştı, kafasıyla depodan tanıdığı dostlarına selam verdi ve konuşmaya
    katıldı:
    "Evet, var. Minivanı biraz çalmış sayılırız. Yani ben çaldım." Saçlarını karıştırdı ve zoraki bir şekilde gülümsedi.
    "Her şey gittikçe daha da ilginçleşiyor." dedi Salih. Sakallarını kaşıdı. Yerlerdeki poşetlerimizi ve çantalarımızı topladık. Minivana doğru yürümeye başladık. Yarım saat yürüdük. Bu süre içinde kimse konuşmamıştı. Sessizliği bozan Kemal oldu. Salih'le yan yana yürüyorlardı ve ikisinin de belli ki merak ettikleri şeyler vardı. "Neden depoya dönmediniz?" diye sordu Kemal. Salih, cevap vermeden önce derin bir nefes aldı.
    "Dönemedik. Karşımıza hep aylaklar çıktı ve yönümüzü kaybettik. Verdikleri haritalar da bir işe yaramadı açıkçası. Bildiğin kaybolduk."
    "Peki neden gönüllü oldunuz?"
    "Bu takımdakilerin hepsi silah ve dövüş eğitimli, mesela Cemre polistir. Berkay taksör. Ben de başkomserdim, belki kod adımı duymuşsundur; Ölüm Makinesi. Salgın başladığında Cemre'yle çok önemli bir operasyon yürütüyorduk. Kaçakçı, serserinin tekinin peşindeydik. Uzun zamandır uğraşıyorduk ve sonunda yakalamıştık. Ama karşımıza bu salgın hastalık çıktı. Biz de ne yazık ki tutuklayamadık. Bu arada, bil bakalım kaçakçı kim?" dedi. Kemal bilemedi. "Berkay." dedi Salih ve güldü. Caner de gülümsüyordu. Bu hikayeyi depoda duymuş olmalıydı. Peşinden koşup yakalamaya çalıştıkları suçluyla salgında mahsur kalmaları gerçekten eşsiz bir hikayeydi. Salih devam etti:
    "Neyse işte, önceden biz onu kovalar o da kaçarken, sonra hepimiz kaçmaya başladık ve depoyu bulduk. Sonrası malum, insanlar aç ve dışarı çıkacak kadar cesur kimse yok. Zaten gönüllüler olsaydı da hayatta kalamazlardı, kimse yeterli değil. Caner, sen neden burdasın?"
    Caner bütün hikayeyi minivanı çalışına kadar anlatırken en arkada sessizce yürüyen Özgür'ün yanına gittim ve Kemal'in bizi duymayacağına emin olunca konuştum:
    "iyisin, değil mi?"
    "Çok iyiyim." dedi. Gülümsedi. Öyle çekiciydi ki insan bir anlığına zombi salgının ortasına düştüğünü unutuyordu. Bir insanın hep gülümseyebilecek olamaması ne kötüydü.
    Bir anda onun tarafındaki elim yavaşça açıldı. Parmaklarımı ayırdı ve ufacık elini benimkinin içine yerleştirdi.
    "Ne-ne yapıyorsun?"
    "Elini tutuyorum." Tekrar gülümsedi. Sırıtışı tüm suratına yayıldı. Ona kızamıyordum bile.
    "Yapmamalısın. Kemal abin görecek." dedim. Yüzü asıldı. Ama elini çekmedi.
    "Umrumda değil. Er ya da geç anlayacaktır." derken elimi daha da sıktı.
    "Benim umrumda." Kemal'in bizi böyle görmesini istemiyordum. Hele daha yeni ölümden dönmüşken, o kadar kişinin içinde bizi görmesi hoş olmazdı. Ben tam elimi çekecekken o beni bıraktı. Birkaç adım öne geçti. "Özgür!" Onu kolundan yakaladım. Umarım bu hareketimi önde Salih'le beraber yürüyen Kemal fark etmemişti.
    "Yavaşlar mısın? Konuşmaya devam edecektim." dedim.
    "Sadece yürü, tamam mı?" Kafamı salladım ve dediği gibi yaparak onun arkasında sessizce minivana kadar yürüdüm. Yanıma oturmadı. Yol boyunca da Berkay ve Cemre'nin soruları hariç hiçbir şey söylemedim. Depoya gelmiştik. Kapıyı çaldık, Caner küçük delikten bakan kapıdaki çocuğa kapıyı açmasını söyledi. Hepimiz sıra olmuş içeri girmeyi, kaçırdığımız minivanla ilgili olarak Bora'yla yüzleşmeyi bekliyorduk. Onlara Berkay, Salih ve
    Cemre'yi geri getirmiştik, aynı Ozan'a önceden söylediğim gibi. Ama yine de neyle karşılaşacağımızı bilmiyorduk. Kapı gıcırdayarak açıldığında Ozan'la yüzleşmek istediğimden en önde duruyordum. Fakat yüzleştiğim kişi Ozan olmamıştı. Kapıyı açan Bora'ydı ve alnıma silahını dayamıştı. Sesinin daha önce duymadığım bir soğukluğuyla konuştu:
    "içeri girin."
    Tümünü Göster
    ···
  4. 54.
    0
    Yaz yaz twd den daha çok izlenir olm bu hepsini yazda birleştirip birilerine veririm guzel para eder . Rezzzzz
    ···
  5. 55.
    0
    Kardeş hizlan ya 2 saat de 1 part
    ···
  6. 56.
    0
    Kardeş isi civittin AMK 10 saat de 1 part ne
    ···
  7. 57.
    0
    "Hazır mısın?"
    "Eğer onun bir teline bile zarar gelirse... Seni öldürürüm. Buradaki herkes duysun ki seni öldürürüm." Bora elinde bıçakla Özgür'e doğru yürüyordu. Dediklerimi duyunca güldü.
    "Sakin ol, pgibopat değilim. Sadece unuttuğunuz asayişi hatırlatacağım." dedi. Elimi kolumu bağlayan ipleri umursamadan onlara sürünmeye çalıştım. Gözlerim Kemal'e değince onun da aynı şeyi yapmaya çalıştığını gördüm. Ozan kollarını bağlamış, metal sandalyelerden birinde oturuyordu. Kaşları çatılmıştı ve bize bakmamak için gözlerini bütün duvarlarda yavaş yavaş gezdirmişti. Caner ise hala baygındı. Yüzü morluklarla doluydu. Gri tişörtünün kan damlamış yerleri siyahlaşmıştı. Ona acıdım. Kendi dostlarına bunu yapanlar kim bilir bize neler yapabilirdi?
    "Yanlış yaptınız." dedi Bora
    "Minivanı çalan Caner'di." diye bağırdım. Özgür'den birkaç adım uzaklaşıp bana doğru geldi.
    "Siz de kullandınız. Ben yasaklamama rağmen, minivanı da alıp gittiniz."
    "Hayatta kalamazdık!"
    "Umrumdaymış gibi görünüyor mu? Buradaki herkesi eşit mi sanıyorsunuz? Kimse eşit değil. Bana yakın olanlar şanslı. Caner de bunu biliyordu, benimle dost olmuştu, ama bir aptallık yaparak vicdanını dinledi ve size yardım etti. Şimdi acı çekiyor. işler böyle. Dünya eskisi gibi değilse biz de değiliz. Gerçek bu. Kendinden başkasını düşünen acı
    çekmeyi hak etmiş demektir. Minivanı zütürdüğünüzde ya burada bir şey olsaydı?"
    "Lütfen... Özgür'e dokunma." dedim. Sesimin titrediğine emindim. Kemal'in bu halimi görmesine izin veriyordum.
    "Dünyayı taktan bir salgın ele geçirmişken, neden küçük bir kızı umursuyorsun?" diye sordu Bora gözlerini kısıp.
    Dudağının çok ama çok hafifçe yukarı kıvrıldığını gördüm.
    "Ona dokunma. Buradaki herkes üzerine yemin ederim ki kendi ellerimle öldürürüm seni."
    "Neden ama?" diye sordu daha da fazla gülümserken. Geriye doğru birkaç adım atıp Özgür'ün yanına gitti. Elindeki kasap bıçağını metal masaya bıraktı ve masadaki çantayı açıp parlak bir nesne çıkardı. Makas. Böyle bir durumda sanırım çok daha fazla kötü olabilecek bir şey görmediğim için mutlu olmam gerekiyordu.
    "Bora, bırak da medeni insanlar gibi konuşalım. insanlığımız da ölmedi ya." Tahmin ettiğiniz gibi bu sesin sahibi Kemal'di. Her durumda olduğu gibi soğukkanlılığını yine koruyordu. Ama, lütfen şaka olduğunu söyleyin, medenilikten insanlıktan falan bahsediyordu. Ah Kemal abi, keşke işler böyle kolay olsa. "Yanlış," dedi Bora, biraz duraksayıp devam etti: "insanlığımız da öldü." Ve elindeki makası kaldırıp Özgür'ün güzel,
    dalgalı, karamel rengi saçlarını kesti. Özgür gözlerinden akmak için onunla savaşan yaşlara teslim oldu. Derin derin nefesler alıyordu. Bir kız için bunun ne kadar korkunç bir şey olduğunu bilemezdim. Masal küçükken annem zorla saçlarını kestirdikten sonra saatlerce ağlardı. Neden bu kadar üzüldüğünü sorup alt tarafı saç olduğunu söylediğimde bana bağıran sinirli yüzünü hala hatırlarım.
    "Bunun benden KAÇ YIL ÇALDIĞI HAKKINDA BiR FiKRiN VAR MI SENiN???"
    "Uzar ki birkaç aya."
    "Sen... Lanet olsun kes sesini!"
    işte bu yüzden, üzerinde bırakabileceği etkiyi anlamıştım.
    "Kuaförlüğümü beğendiniz mi?"
    Yerimde duramadım ve iplerle sıkılmış bacaklarımı ona doğru rastgele savurdum. isabet bile etmemişti ama bu beni durduracak değildi. Kendi kendime debelenmeme kıs kıs gülmüştü.
    Caner'in gözleri açıldı. Birkaç saniye nerede olduğunu, neler olduğunu anlamaya çalıştı. Herkese tek tek baktı. Gözleri Özgür'ü bulunca kısılıp bir çizgi haline dönüştü. Yerdeki saçlara baktı. Sonra da tiksinerek Bora'ya.
    "Günaydın, günışığı." dedi Bora sırıtarak. Bizi cezalandırmak zorunlu olarak yaptığı bir şeydi ama bundan hastalıklı bir halde zevk de alıyor gibiydi. Caner doğruldu.
    "Eskiden hayatımda tanıdığım en aşağılık adam olduğunu sanardım, Bora, ama şimdi hayatımda tanıdığım en aşağılık adam olduğuna eminim."
    Bora hemen yanında bitti ve karnına bir tekme geçirdi. Ozan'ın yüzünü buruşturduğunu gördüm. Ne olursa olsun, arkadaşına böyle davranılması sinirine dokunuyor olmalıydı. Öyleyse Caner'i dövüp bu hale getiren kimdi? Turgut olabilirdi.
    "Ağzımızı toplasak iyi olur. Bu odada bulunma amacımızı umutmayalım."
    "Asıl şaşırdığım şey, Savaş ve Kemal'e bir şey yapmaman ama küçücük bir kızın saçını kesmen. Tek yapabildiğin bu mu? Eli kolu bağlı bir kızın saçını kesmek?"
    Caner cesaret göstergesinin sınırlarını zorlayan bu konuşmasından sonra karnına ve bacaklarına tekmeler yemeye devam etti. Bora tüm gücüyle vuruyordu ama Caner susmuyordu.
    "Ne oldu, korkaklığını kimse yüzüne vurmamış mıydı?"
    "Kapa çeneni!"
    "Herkesin sana taptığını sanıyorsun değil mi? Seni bir büyük olarak görüp saygı duyduklarını? Ben sana acıyorum Bora. Çok acıyorum." Tekmelerle inlemeye devam etti. Bora onu her tarafı kan olmuş tişörtünden tutup kaldırdı ve duvara vurdu.
    "Sus diyorum."
    "Ozan da bırakır yakında seni. Peşinde dolaşıp köpek gibi salyasını akıtıyor."
    Bora bu lafan sonra kaşlarını iyice indirip Ozan'a baktı. Ozan 'beni karıştırmayın' der gibi bakıyordu. Bora yine Caner'i yakasından kaldırdı ve yüzüne bakmaya zorladı.
    Caner artık ölmek üzereydi. Mahvolmuştu. Tükeniyordu. Bu halde kalsa kan kaybından en fazla birkaç saat dayanabilirdi. Ona bir şey olursa depodaki insanların hayatında çok da fazla şeyin değişmeyeceğini biliyordum. Kimse Bora'nın korkusundan üzülemez, kimse itiraz edip baş kaldıramazdı. Ama yine Caner'in bile sevenleri vardı. Mesela
    Özgür, o üzülürdü. Salih de onu seviyor gibiydi. Ozan da kimseye belli etmese bile içten içe üzülecekti. Hatta belki ben bile. Biraz. Ama şuan elim kolum tam anlamıyla bağlıydı. Yapabilecek olsam, gerçekten yardım ederdim ama yapamıyordum. Beyaz zemin iyice Caner'in kanına bulanıyorken kimse ağzını bile açmadı. Bunu neden yaptığını da
    bilmiyordum ki. Belki de bizi korumak için yapıyordu. Belki Özgür'ü görünce Bora'nın ona zarar vereceğini düşünmüştü. Belki de ona aşıktı.
    "Neden uğraşıyorum ki?" dedi Bora ve bir anda durdu. Caner'i bıraktı. Ve pantolonun arkasına sıkıştırdığı silahı çıkardı. Özgür'ün ağlamaları, Kemal'in ortamı yatıştırma çabalarıyla karıştı. Eskiden kurbanlık hayvanları kesmek için kullanılan odada her şey yavaş çekimde gerçekleşiyor gibi olmuştu. Ozan, Bora'yı tutmak için bir adım attı ama herkes
    onu durdurmak için fazla uzakta olduğunu biliyordu. Bora, "Seni öldüreceğim!" diye bağırırken kafayı yemiş, akıl hastanesinden kaçmış hastaları andırıyordu. Silahını
    yerde kanlar içinde yatan Caner'e doğrulttuğunda Caner'in yüz ifadesi biraz olsun bile değişmemişti. Çünkü ölümü zaten hepimiz gibi o da bekliyordu. Beklemeye alışmıştık. Her an olabilirdi. Bir yerden bir aylak çıkıp hepimizi ısırabilirdi. Ölmeye şu kadarcık yakındık
    ama cinayetimizin kendi türümüzden biri tarafından olmasını beklemiyorduk. incecik bir ip gibiydi hayat. Caner'inki kopuyordu. Yavaş yavaş hepimizin ipi kopacaktı.Bir silah sesi hepimizi yerinden sıçrattı.
    Tümünü Göster
    ···
  8. 58.
    0
    Onlara olanları anlattık. Öpüştüğümüzü değil tabii ki. Bunu kendimize saklasak daha iyi. Oraya kadar olan kısmı. Özgür'ün nasıl kurtulduğunu ben de tam anlamamıştım. Hızlı hızlı ve nefes nefese anlattı:
    "... Sonra lamadan atladım ve onu ayaklarımla zombilerin üstüne ittim. Hayvancağız üstlerine düşünce kalkmakta zorlandı, o sırada onu ısırmaya başlamışlardı bile. Pis yaratıklar, öyle hızlılar ki... " Herkes olayı bizim ağzımızdan pür dikkat dinlerken Caner de hızlıca önceden yalnızca bir kere gittiğimiz depoya sürüyordu. Onu her ne kadar sevmesem de yanımızda olması işimize yaramıştı. Hem arabasını kullanabilmiştik hem de
    saklanabilecek bir yerimiz vardı. Özgür'ün öptüğü kişi de bendim ayrıca, Caner'den nefret etme sebebimin büyük bir kısmını Özgür'le olan yakınlığı oluşturuyordu. Depoya gelmiştik. Arabadan inip bahçe kapısından içeri girdik. Etrafta yaratıklardan yoktu. Caner büyük kapıya sertçe vurdu. Biri delikten baktı, Caner'i görünce kapı açıldı.
    "Bunlar kim?" dedi daha önce görmediğim bir adam.
    "Bizle yemeklerini paylaşan aile. Bu Özgür. Bu Kemal abi, Alp, bu da Elena, pek Türkçe konuşamıyormuş. Ve Savaş." Adam uzanıp elimi sıktı.
    "Ben Aslan." dedi. Benden en fazla 10 yaş büyük olabilirdi. Geniş koridorda yürüdük. Kapısı açık olan bir odada 40'lı yaşlarında bir kadın ve küçük bir kız gördüm. Kadın kızın saçlarını örüyordu. Biz yürüdükçe hafızam yerine geldi ve buradan daha önce geçmiş olduğumu anladım. Aslan ve Caner yanyana yürüyorlardı "Sizi Salihler sandım." dedi Aslan.
    "Onlar hala gelmediler mi?"
    "Dört gündür yoklar." dedi adam ve sesinin tonu bir an bile değişmeden devam etti:
    "Bence öldüler." Caner "bilmem" der gibi kafasını salladı. Büyük odaya gelmiştik. Aslan metal kapıyı çaldı. "Hoşgeldiniz eski dostlarım." dedi biz içeri girer girmez tanıdık bir yüz.
    "Merhaba Bora bey." Kemal elini uzattı ve el sıkıştılar. Özgür'ü kaçırıp yiyeceğimizi elimizden alan bu adamdan her ne kadar tiksinsem de şuan ona ihtiyacımız vardı.
    "Onlardayken saldırıya uğradık." dedi Caner bir sandalyeye otururken. Köşedeki koltukta oturan çocuk konuşmaya katıldı:
    "Buraya getirmek zorunda mıydın onları?" Çocuğa baktım, bu daha önce Özgür'ü kaçırmasında Caner'e yardım eden Ozan'dı. Halbuki Özgür giderken ona sarılmıştı. iyi anlaştıklarını sanmıştım. içeri bir anda bir kız koşarak girdi. "Özgür!" dedi ve onun boynuna atladı. Özgür de coşkusuna karşılık verdi.
    "Elif! Seni çok özledim!" Kız Özgür'ün yaşlarındaydı ve biraz tombuldu. Özgür kaçırılıp buraya kapatıldığında onunla ilgilenen kız olmalıydı bu. Özgür'ün burada neden iyi vakit geçirdiğini ve tekrar gelmek istediğini anlamış oldum. Elif'ciğim, buraya girmemen gerektiğini biliyorsun." dedi Bora. Elif özür dileyerek ve hepimize gülümseyerek dışarı
    çıktı. Kapıyı arkasından kapattı. "20 yaşının altındakileri ve kadınları buraya sokmuyoruz da. Burası Başkan'ın odası gibi bir şey. Grubumuzu hayatta tutmak için toplantılar yaparız." dedi Bora. Başkan havalarını sevmiş ve alışmış olmalıydı. Burada yaşayan 25 kişi
    olduğunu söylemişti önceden. Biz 5 kişi zor hayatta kalıyorken 25 kişiye bakmak zorunda olmak kötüydü. O da kendi yöntemleriyle halletmeye çalışmıştı. Bunların içinde yiyeceğimizi çalmak olsa da bunu depodaki insanları hayatta tutmak için yapıyordu. Ve anlayabilirdim
    "Şimdi fazladan 5 kişiye daha mı bakmak zorundayız?" diye sordu Ozan'ın yanında duran adam. O, Ozan ve Caner'den biraz daha büyüktü. Neredeyse Bora abi kadar olgundu.
    "Zorunda kaldım, Turgut abi. Ne yapsaydım, onları ölüme mi terk etseydim?" Bunu söylediği an beşimizde de bir titreme oldu. Özgür'ün neredeyse öldüğü aklıma gelince gözlerim dolmuştu sanırım.
    "Terk etseydin. Bizim yaşama şansımız çoğalırdı." dedi adının Turgut olduğunu öğrendiğim adam. Caner onu umursamadan Bora'ya döndü:
    "Yerimiz var, battaniyemiz de yatağımız da var. Salihler yemek bulduğu zaman da bolca yemeğimiz olacak. Kalabilirler, değil mi?"
    Bora derin bir nefes aldı. Yere baktı. Odadaki herkes onun kararını bekliyordu. Sessiz geçen bir dakika bana bir saat gibi gelmişti. Onlarla yaşamayı hiçbirimiz istemiyorduk ama başka şansımız yoktu.
    "Salihler sanırım gelmeyecek." dedi. Deminden beri bahsedilen bu Salih'in kim olduğunu merak ettim. Yemek aramaya giden bir grup mu oluşturmuşlardı?
    "Berkay ve Cemre de mi?" diye sorarken sesi titredi Caner'in. Bora kafasını sallayınca Caner yüzünü buruşturup havaya baktı. Üzülmüştü. Derin bir nefes aldı.
    "Bu yüzden yiyecek sıkıntısı çekiyoruz." dedi Bora. Özgür'e döndüm, suratı ifadesizdi. Elena ve Alp de yaşadıklarının şokunu yüzlerinden atamamışlardı. Kemal'e baktığımda ise soğuk kanlılığını yine koruyor, pür dikkat olanları izliyordu. "Ama üç kişi eksildiğine göre onları yanımıza alabiliriz, değil mi?" diye sordu Caner. Bora üzüntüyle bize baktı. Alp'in
    üzerinde gözlerini uzun uzun gezdirdi. "Üzgünüm." diye cevap verdi en sonunda. Bir şeyler yapmalıydım. Artık pasif olmayı bırakmalı ve yardım etmek için çaba göstermeliydim. Ve yine böyle zor bir anda, aklıma bir fikir geldi. "Ben yiyecek aramaya giderim. Ve arkadaşlarınızı da bulurum." dedim. Odadaki bütün gözler benim üzerime döndü.
    Turgut dalga geçer gibi gülmeye başladı. "Sen? Hahahah... Tek başına mı?"
    "Ben de onunla giderim." dedi Kemal. Fikrimi beğenmişti, bana gurur duyar gibi baktı.
    "Ben de." dedi Özgür de elbette. Cesaretini göstermekten çekinmezdi. Ona birkaç saniye baktım. Belki de o birkaç saniye diğer insanlar için azdı, fakat ben o birkaç saniye içinde Özgür'e ne kadar teşekkür ettiğimi, olanlara hala inanamadığımı ama ne olursa olsun ona sahip olduğum için çok şanslı olduğumu ve onu çok sevdiğimi anlatmıştım. Ve
    işin güzel kısmıysa, gözlerinin içi gülerek bana baktığında anlatmak istediklerimin hepsini anlamıştı.
    "Eğer gerçekten yiyecek bulabilirseniz, bizimle istediğiniz kadar kalmakta özgürsünüz." dedi Bora. Kararlı ses tonundan onun da fikrimi beğendiği anlaşılıyordu.
    "Yalnızca gidecek başka bir yer bulana kadar kalacağız." dedi Kemal. Birkaç adım attı. Bora ona gülümsedi. Ve sıkması
    için elini uzattı.
    Tümünü Göster
    ···
  9. 59.
    0
    Bora, hiç beklemediğim bir şekilde dizlerinin üstüne düşerken içeri daha önce depoda yalnızca birkaç kez gördüğüm ama bana hep tanıdık gelmiş olan 30'lu yaşlarında biri girdi. Siyah saçlı, uzun boyluydu. Ama depoda görüşmemiz haricinde onu hiç görmediğime de emindim. Elinde silahıyla içeri dalmıştı ve Caner'i öldürmek üzere olan Bora'yı
    vurmuştu. "huur çocuğu... " Bora'nın sesi yavaşça yok oldu ve yere yığıldı. içeri giren adam hemen Caner'in üstüne atladı ve iplerini çözmeye başladı.
    "Burada ne işin var?" diye sordu adama Caner. Zar zor konuşuyordu.
    "Seni ölüme terk edemedim. Herkes zaten yeterince korkuyordu." Kolları çözülmüştü. Ayaklarını da çözdü. insanların bizim Karanlık Oda'ya kapatıldığımızı görünce ya da duyunca ne hissettiklerini merak ettim. Alp, Elena ve burada
    tanıştığımız diğer kişiler... Ne hissetmişlerdi? Salih onları durdurmaya çalışmış mıydı? Ya kurtardığımız diğerleri, Cemre ve Berkay?
    "Beni kurtarmana ihtiyacım yoktu." dedi Caner sinirle. Kegib kegib nefesler alıyordu.
    "Belli."
    "Hayatımı mahveden kişi de sensin zaten. Bıraksaydın da ölseydim."
    Aralarında ne yaşandığını merak etmiştim. Adam Özgür'ü de çözdü. Özgür koşarak önce Kemal'in ellerini sonra da benimkileri çözdü. Ben kurtardığım ellerimle bacağımdaki ipleri çözmeye çalışırken Ozan'ın yerde yatan Bora'ya eğildiğini ve nabzını kontrol ettiğini gördüm.
    "Ölmüş." dedi. Karşıya, boşluğa baktı. Neden böyle yaptığını bilmiyordum. Ne düşünüyordu ki? Üzülmüş mü yoksa sevinmiş mi olduğunu anlayamıyordum. Bize yardım etmeden, hatta ağzını bile açmadan kalktı ve Karanlık Oda'dançıktı. Bora ölmüştü. Başımızdaki adam.
    Şimdi ne olacaktı?
    Açıkçası filmlerdeki gibi bir isyan bekliyordum. Otorite bozulunca birileri ayaklanır, birileri öldürülür. Bunun bizden biri olmamasını umdum. Birbirimize sarıldıktan sonra Caner'i diğer adamla kucakladık. Odadan çıktık.
    ---
    Caner'i o halde görenler kapıdan çıkar çıkmaz ya çığlık atmışlar ya da koşarak yanımıza gelmişlerdi. Onu yatağınayatırdık. Alp yanımızda bitmişti. Özgür'ün kucağına atladı ve Kemal'e sarıldı. Özgür'ün saçlarını sorduğunda Özgür susmuştu.
    "Size yardım ederek büyük bir aptallık etti." diye söylendiğini duydum adamın. Kendi kendine konuşuyor gibi yaparak aslında bana söylüyordu.
    "Bizi kurtardı. Ayrıca, sen kimsin?" dedim. Birinin bu soruyu sorması gerekiyordu. Bora'yı öldürmüş olsa da böyle
    konuşamazdı. Bizi tanımadan atıp tutması canımı sıkmıştı.
    "Adım Batuhan. Caner'in pek bahsetmekten hoşlanmadığı abisiyim."
    işte. Ben de bunu bekliyordum.
    "Hoşlanmamasına çok şaşırdım gerçekten." dedim ve kendimi kendi iğnelememe gülmemek için tuttum.
    "Bence gidin ve Caner'i bir süre yalnız bırakın. Sizin yüzünüzden bu halde."
    Daha fazla diretmedim. Çocuğun iyileşmesini istiyordum. Burada kalıp Batuhan denen herifle tartışacak halim de yoktu. Yorulmuştum. Özgür'ü belinden tutup dışarı çıkardım. O da endişelenmişti ve ben Caner'le bu kadar ilgilenmesine bir şey diyemiyordum. Ondan o şekilde hoşlanmadığını, sevdiği kişinin ben olduğumu bilsem de bir yanım bu kadar yakın olmalarını istemiyordu. Odama gittim. Kemal, Ozan'ı bulmaya ve depodaki insanların 'geleceğini konuşmaya' gitmişti. Bora öldüğüne göre, bunu insanlara açıklayıp yeni bir başkan seçilmesi gerekecekmiş ve ben bunun için kimlerin aday olacağını biliyordum;
    Turgut, Ozan ve Kemal. Depoda kimse Kemal'i tanımadığı için onu seçmek istemeyeceklerdi elbette ama bu kadar çok insanı idare edebilecek bir tek o vardı ve Kemal belki de Ozan'la Turgut'u ikna edebilirdi. ikna etse iyi olurdu. Yatağıma uzandım. Uykumu uzun zamandır alamıyordum. iple bağladıkları yer kaşınıyordu, kıpkırmızı olmuştu.
    Çekmeceleri karıştırıp merhem bulmaya çalıştım.
    "Merhaba." irkildim. Arkamı döndüğümde kapıda Cemre dikiliyordu.
    "Merhaba." Onunla daha önce pek konuşmamıştık. Sadece Salih, Berkay ve onu kurtardığımızda minivanda biraz sohbet etmiştik. Diğerlerinin aksine, onları kurtardığımız için teşekkür ettiğini hatırlıyordum.
    "iyi olup olmadığına bakmaya gelmiştim." dedi. Bileklerimi gösterdim.
    "Sürecek bir şey arıyordum."
    Elini cebine atıp bir krem çıkardı. Açıkçası o, cebinde krem, nemlendirici falan bulunduran kadınlara pek benzemiyordu. Dar, siyah, askılı ve göğüslerini belli eden bir şey giyiyordu, altında da asker desenli bol bir pantolon vardı. Cebinde çakı falan taşıdığına emindim. Ama krem, ayna gibi şeyler... Sanmıyorum. Sonuçta Salih'in anlattığına göre başarılı bir polisti. Odama girdi ve kapımı kapattı.
    "Pek sevilmiyorsunuz. Burada olduğum bilinmese daha iyi." Kremi parmak ucumla bileğime yaydım.
    "Bora'ya tapıyor musunuz?"
    Gülümsedi ve yatağıma oturdu.
    "Ben değil. Ama bir çok kişi saygı duyup severdi. Kabullenmeleri kolay olmayacak. Ama daha önce de birileri ölmüştü, atlatırlar." dediği şey beni rahatlatmıştı. Gülümsedim ve teşekkür ettiğimi anlamasını umdum çünkü ağzımı açacak halim yoktu. Ve umarım bir an önce giderdi.
    "Odan güzelmiş. Alıştın mı?" diye sordu. Kafamla 'şöyle böyle' işareti yaptığımda gülümsedi.
    "Benimki de bu koridorda. Yalnız kalıyorum."
    Bu... Ne demekti? Ne anlamalıydım?
    Gözlerimin şaşkınlıkla kocaman açıldığına ve ağzımın bir 'o' şeklini aldığına emindim.
    "Sıkılırsan... " Krem rengi nevresimin üstünde kayarak yanıma yaklaştı ve devam etti:
    "Ziyarete gelebilirsin." Gittikçe yaklaşıyordu. Belki şaşkınlığımdan belki de neden böyle bir şey yaptığını merak ettiğimden yerimden kımıldayamıyordum. Burnu burnuma dokununca verdiği nefesi duydum. Bir saniye duraksadı, tepki vermediğimi görünce dolgun dudaklarını benimkilerin üstüne bastırdı. Ateşli bir öpücük değildi, dilinin sıcaklığını
    hissetmedim. Sadece davetkardı. Fazlasıyla. Ve böyle bir kadının bu öpüşten daha fazlasını yapabileceğine eminim.
    Özgür. Özgür'e ihanet mi ediyordum?
    Cemre, yumuşak dudaklarını birkaç saniye sonra çekti. Dudakları hariç hiçbir şekilde temas etmemiştik. Ne beni istediğini gösterir bir şekilde çeneme dokunmuştu ne de parmaklarını saçlarımın arasına daldırmıştı. Sadece... öpmüştü. Bir öpücük. Bir gösteri.
    Uzaklaştı. Yüzüme kısacık baktı ve ayağa kalktı. Yavaşça kapıma doğru yürüdü ama asla arkasına bakmadı, kapıyı açıp çıktı ve beni kendi pişmanlığımla, kendi sorularımla delirmeye bıraktı. Artık bir sorunum daha vardı ve bu sorunun adı çok güzeldi: Cemre.
    Tümünü Göster
    ···
  10. 60.
    0
    Rez sen yaz hacı tutar bu
    ···
  11. 61.
    0
    kalkti amk
    ···
  12. 62.
    0
    Beyandım
    ···
  13. 63.
    0
    Devam et zumqi yarıda bırakma
    ···
  14. 64.
    0
    Şukunu verdim bincik
    ···
  15. 65.
    0
    Devam rez sardı
    ···
  16. 66.
    0
    Sözlükte efsane olması gereken bir hikaye beyler bu devam panpa
    ···
  17. 67.
    0
    Esasakoskskaöal
    ···
  18. 68.
    0
    R3z3rv4su0n hikaye bitince ustteki entryi bitti diye editle o zaman okucam amk sonra yarıda birakip kaçıyorsunuz
    ···
  19. 69.
    0
    Derin rez
    ···
  20. 70.
    0
    sukunu verdım
    ···