/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
  1. 1.
    +6
    Eskiden evimizin olduğu sokağa girdim. Önceden burada çocuklar koştururdu. Zamanında ben de koşturmuştum. Fakat şimdi, terk edilmiş bir kasaba gibiydi upuzun sokak. Gözlerimi o sisli yerde açtığımdan beri hastalıklı
    yaratıklardan hiç görmemiştim. Kendimi nasıl savunacağımı da bilmiyordum. Karşıma bir ölü çıkmaması için duaetmekten başka şansım yoktu. Aslı bana saldırdığında kafasına salonlarındaki sandalyeyle vurup kendimi sokağa
    atmıştım. Bundan tam olarak iki gün önceydi. Korkmuştum, çünkü hayatımdaki herkesi kaybettiğimi anladığım ilk dakikalardı. Şimdi daha güçlü hissediyorum.
    Benim şimdi yaptığım gibi, her şeyin bittiği ve dünyadaki milyonlarca düşmanın içinde yapayalnız kaldığınız durumlarda, bir süre sonra kabullenme sürecine girersiniz. Kötü olan her neyse olup bitmiştir. Geri gelemez,
    düzeltilemez, acısı dinemez. Geçmişi düşünmenin hayatta kalmanıza yardımı olmaz. Fakat biraz yiyeceğin yardımı olur. Evimin bahçesine kadar sağ salim gelebilmiştim. istediğim şey evdeki yiyeceklerdi. Yaşamıma devam etmem, biraz
    enerjimin yerine gelmesi, en azından hareket edebilmem için herhangi bir şey olurdu. Bir gofret, biraz meyve suyu, konserve yiyecekler... Karnım aklımdan geçen görüntüler yüzünden guruldadı. Girişin önüne gelince durdum. Kapı açıktı ama içerden hiç ses gelmiyordu. Bir aylağın hırıltılarını duymuyordum. Belki
    de eve benden önce başka insanlar girmişti. Kaç kişinin hayatta olduğunu merak ettim. Sokaklar boştu. Hiçbir canlının sesi, bir hayat belirtisi duyulmuyordu. Basamakları çıkıp parmak uçlarıma basarak içeri girdim. Zombiyle karşılaşıp
    gafil avlanma riskini göze alamadığım için olabildiğince sessiz olmaya çalışıyordum. Bir yandan da gözlerimle olası bir durumda kendimi korumak için sert veya kesici bir şey aradım. Sonunda yerimde kaskatı kesilmemi sağlayan bir tıkırtı duydum. Lanet olsun. Bir tane daha. Poşet sesleri... Hışırtılar... Birisi eşyalarımızı karıştırıyordu. Zombi olmadığına sevinsem mi yoksa korksam mı karar veremiyordum.
    "Kimsiniz?"
    Sesimi duyan kimse durdu. Salonun yanındaki kapıdan mutfağa döndüm. Her şey çok ama çok hızlı oldu. Ne olduğunu bile anlayamadan sol ayağıma bir kurşun yedim. Yorgunluğu, açlığı ve acıyı kaldıramayan vücudum kendini
    yavaşça yere bırakırken karşımda bana doğru gelen sıska bir gölge gördüm. Yumuşak sesiyle bir şeyler mırıldandı. Dediklerinin bayılmadan önce yalnızca bir cümlesini algılayabildim:
    "Çok üzgünüm, of, insanmışsın."
    Tümünü Göster
    ···
  2. 2.
    +12 -7
    Onlar etrafını sardığında tek bir seçim yapma hakkın olur. insanlığından vazgeçip kurtulmak mı, yoksa kim olduğunu unutmayıp ölmek mi?

    Hızlı düşün. Çok zamanımız yok

    Gözlerimi açtım. Etrafı saran leş kokusu yüzünden en son ne yediysem kustum. Ne yediğimi zorlasam önümde çirkin bir görüntü oluşturan kusmuğumun içinde görebilecek olsam da hatırlamıyorum. Ne zaman yediğimi hatırlamıyorum.
    Annemin yüzünü hatırlamıyorum. Kimsenin yüzünü hatırlamıyorum ki, kendi yüzümü bile. Ayaklarımın ucu hariç, etrafı görmemi engelleyen yoğun bir sis var. Nerede olduğumu anlamak için etrafa kulak verdim. Esen hafif rüzgar dışarıda
    olduğumu hatırlatıyordu... insan yok. Öten kuşlar, havlayan köpekler yok. Sanki şehir yok olmuş gibi. Olanları hatırlamaya çalıştım. Beynim anıları kapalı duvarlar ardına itmişti. Hatırlamaktan korktuğum bir şey vardı,ama neydi?
    Kıyafetlerime baktım. Tişörtüm ve kalın yırtık kotum kan içindeydi. Ama acı hissetmiyordum. Benim kanım değil. Ne kadar korkunç bir şey yapmış olabileceğimi düşünürken hafızamı kaplayan kalın kapıların kilitleri yavaşça açıldı, görüntüler netleşmeye başladı. Hava bile kan kokuyordu. Ama bir gram bile utanç hissetmiyordum.Her ne olduysa, bunu ben yapmamıştım. Onlar yapmıştı. Salgın.Boş sokaklarda ne olduğunu bilmeden, sayamadığım saatler boyunca dolaştım. Ne yapacağımı düşünmeye vaktim bile olmamıştı. Şehrime olan felaketleri bir bir sindirmeye çalıştım önce. Annemin, anneciğimin gözlerimin önünde zombiye dönüşen kız kardeşim tarafından yenmesi... Kalbim yırtılırken yaşadığım şeyler 'henüz bitmedi' der gibi aklımda dolaşmaya devam ediyordu. Kız arkadaşım Aslı'nın beni ısırmaya çalışması... Harabeye dönmüş evlerden birinin bahçesine sığınıp bayılmam... Son üç gün içinde yaşadığım her iğrenç şey bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden. Hangi zombi filmini izlerseniz izleyin, hangi fantastik romanı okursanız okuyun. inanın bana, asla buna benzeyen bir şey anlatılmamıştır. Cehennemin varlığına inanmayan bir insan olarak, Tanrı sanki beni cezalandırmış gibi bana yeryüzünde cehennemi yaşatıyordu. Nasıl başladığını bilmiyordum. Televizyondaki yayınları hatırlıyordum sadece. Evde kalmamızı, ne yaparsak yapalım dışarı çıkmamamızı söyleyen radyo spikerini... Annemin, kardeşim Masal'a ve bana her şeyin iyi olacağını, bize zarar gelmesine asla izin vermeyeceğini söylemesini hatırladım. O narin, tatlı ama kararlı sesi kulaklarımdaydı:
    "Size dokunamazlar, asla!"
    Bana dokunamadılar. Fakat Masal'ı ve anneciğimi o korkunç salgına kaybettim.
    Onları koruması gereken bendim. Ben! Evin yıllardır tek erkeği. Annesinin doktor oğlu, Masal'cığın kahraman ağabeyi. Yapamadım... Annem ölürken-ya da dönüşken, hangisi olduğunu anlayamadan kaçıp kız arkadaşımı kurtarmaya gitmek zorunda kalmıştım çünkü- ona bir söz vermemi istedi. Hayatta kalacaktım. Benim adım bile Savaş. Ve ben bu korkunç salgında, gözlerim çukurlarından çıkarılana, kalbim lime lime edilip o hastalıklı, yürüyen ölüler tarafından yenene kadar savaşacağım.

    Annem için. Masal için.

    devam etmemi istiyorsanız yerleşelim lütfen
    Tümünü Göster
    ···
  3. 3.
    +4
    Şimdilik burada bırakıyorum pek okuyanda yok zaten * okuyan arkadaşlara teşekkürler . yarın devam ederim umarım.
    ···
  4. 4.
    +4
    3 GÜN ÖNCE...
    Başımı parçalayan ağrıyla uyandım. Dün gece arkadaşlarla biraz içki içmiştik. Ögleden sonra Aslı'nın yanına uğramıştım, iş yerindeki şu Kerim denen adam yüzünden tartışmıştık. Aslı, çok değerli patronu Kerim Bey'inin ona nasıl baktığını görmüyordu. Öyle erkek sineği bile kıskanan bir tip değildim ama bir insan kötü niyetli olduğunda anlardım.
    "Abartıyorsun." demişti. Bu da kanıma dokunmuş olmalıydı ki ben de asla söylememem gereken bir şeyi söylemiştim:
    "Çalışmana gerek bile yok. Zaten birkaç yıla evleneceğiz." Bunu söylediğim anda bana önce şaşkınlık, sonra hayalkırıklığı içinde bakıp, "Gitmeni istiyorum." demişti. Hatalı olduğumu da biliyordum, Kerim denen herifin Aslı'ya nasıl yaklaştığını da. Akşama doğru bütün bu düşünceler beynimi patlatmak üzereydi ve çocukluk arkadaşım Erdem'in "Kanka Kafaları Dağıtırız" teklifine hayır diyemedim. O yüzden akşamdan kalmayım.
    izmir, Bornova'da bulunan Ege Üniversitesi'nde Tıp okuyordum. Bir yıl hazırlık okumuştum, 2. sınıfa başlayacaktım yeni. Bu yüzden yalnızca yazları gelebiliyordum istanbul'a, ailemin yanına. Küçük kardeşim Masal 13 yaşındaydı. Bu yıl ortaokulu bitirecek ve liseye başlayacaktı. Hayatta en çok değer verdiğim insandı o. O yazın tamdıbını onlarla geçirmek
    istemiştim. Yatağımda otururken sesini duydum:
    "Abiiiiiii! Uyan artııık." Onu sahile arkadaşlarının yanına bırakacağıma söz vermiştim. Bütün yaz gezmiş, eğlenmişti. Ama yetmiyordu cadıya. Sınavdan önceki son tatilini değerlendirmek istediğini söyleyip duruyordu. Şimdi geç kalıyorolmalıydı. Kalkıp salona geçtim. Güzeller güzeli kardeşim hazırdı bile. Önündeki kahvaltıyı büyük ısırıklarla yiyordu, meyve suyunu da iki dikişte bitirdi. Masaya oturdum. Annem mutfaktan hızlıca salona gelip televizyonu açtı.
    "Çocuklar bugün dışarı çıkmasanız daha iyi olur."
    Her kanalda acil durum haberleri vardı. Ben uyurken ne olmuştu böyle? Annem kanalların birinde durdu. Yüzünden korku okunan spiker, canı pahasına bağırıyor ve hızlı hızlı konuşuyordu. Masal da ben de ekrana yaklaştık.
    "... Cumhurbaşkanının açıklamaları bekleniyor. Mecliste acil bir görüşme ayarlandı. Stüdyomuz güvenli bir yerde bulunduğundan dolayı size bilgi vermeye devam edeceğiz. Bilim insanlarının açıklamalarına göre bu salgın büyük bir hızla yayılmakta, insanları önce 10 dakika ile 2 saat arası bir zaman dilimi içinde öldürüp hemen ardından da diriltiyor.
    Tam anlamıyla filmlerdeki gibi bir zombi salgınıyla karşı karşıyayız. Şimdi muhabirimiz Ayça, çok yüksek güvenlik sistemleri ile korunan bir laboratuvarda, araştırmacıların ve profesörlerin tartıştığı bir toplantıdan canlı yayında size salgına yakalananların gösterdikleri belirtileri anlatacak."
    Görüntü değişti ve ekrana beyaz bir odada bulunan kadın çıktı.
    "Teşekkürler Ahmet. Yakınınızdaki kişi kendini çok yorgun hissettiğini söyler ve ten rengi olduğundan solgun, beyaz görünürse sakın yanına gitmeyin. Dönüşüm çoktan başlamış demektir. Zombiye dönüşmeye başladığının bir diğer belirtisi de anormal soğuk vücuttur. Organlar çalışmayı bırakınca virüs inanılmaz hızlı bir şekilde bedeni soğutur. Ondan
    mümkün olduğunca uzağa gidin. Bir kere zombiye dönüşenler hiçbir yolla eski haline dönemezler. Bu yüzden onlara kesinlikle yaklaşmayın. Dönüşümü gerçekleşmiş yani zombi olmuş kişiler davranışların doğru veya yanlış olduğunun farkına varamazlar. Tek hissettikleri şey insan organlarına olan açlıktır. Canlı vücudun kokusunu alırlar ve çalışan
    organlarınıza saldırırlar. Açlıkları yatıştırılamaz, azalamaz ya da durdurulamaz. Her gördükleri canlıya saldırıp organları yemek isterler. Zombi tarafından ısırılan fakat organları tam olarak yenmemiş, bir kısmı kalmış olanlar zombiye dönüşürken; organlanlarının %80'i ve fazlası yenmiş olan insanlar tekrar dirilemez, ölürler. Yani, bu korkunç hastalık
    hem ısırıkla hem de hava yoluyla bulaşmaktadır. Bağışıklık sistemi güçlü olan insanlar salgından hava yoluyla etkilenmezler. Fakat zombi ısırığından kaçış yoktur. Yani yapabileceğiniz en mantıklı şey evden çıkmayıp saklanmak. Kapılarınızı ASLA kimseye açmayın. Doktorlar bir çözüm bulmak için araştırmalar yapıyorlar. Kanada'ya acil uçuş için
    ayarlanan uçakta 78 doktor bulunmakta. Kanada havalimanindan izin alınır alınmaz kalkışa geçilecek. Bu sırada gelişmeleri öğrendikçe yayın yapmaya devam edeceğiz. Şimdi içeride gerçekleşen ve yeni biten toplantıda konuşulanları aktaracağız. Yanımızda bilimsel araştırmaların öncüsü ünlü biliminsanı Tuncay Sadıkoğlu var. Tuncay
    Bey, salgın ne kadar kötü?"

    Kameraman kel ve 50'lerinde olan bir adamı çekmeye başladı.
    Tümünü Göster
    ···
  5. 5.
    +4
    Ayağa kalkmak için koltuğun kenarına tutundum. Nasıl yaptığını bilmiyordum ama beni, 1.90 boyunda olan 21 yaşında bir adamı salondaki koltuğa taşımıştı. Atletik gibi görünmüyordu. Boyuna rağmen sıskaydı. Yaşından büyük göstermesini sağlayan boyu, cılızlığını az da olsun saklıyordu. Elindeki silah bile ona büyük geliyordu. Ona sıkıca
    tutunmuştu. Bana hala güvenmiyordu fakat beni sağ bıraktığına, yaramı sarmaya çalıştığına göre biraz da olsun rahatlamıştı. Sonuçta yanında bile getiremediği küçük bir çocukla yalnız kalmış, etraftaki zombileri umursamadan bilmediği evlere girip yiyecek arıyordu. "Burası benim evimdi." dedim. O sırada evimi inceledim. Aynı bıraktığım gibiydi. Salonun ortasında annemin kanı uzanıyordu, parkeleri kızıla boyamıştı. Göğüs kafesim kalbime battı ve geçmeyecek bir acı daha ekledi bedenime, onlardan başka iz yoktu.
    "Bilmiyordum. Alp... O daha 6 yaşında ve iki gündür hiçbir şey yemedi... "
    "Holdeki dolapta... dolapta bir şeyler vardı."
    Kalkmaya çalıştığımı görünce beni nazik bir hareketle geriye doğru itti.
    "Kendini yorma. Ben alırım."
    Silahını da alıp içeri geçti. Dolabın açılma sesini duydum. Hata mı yapmıştım? Yiyeceklerimi paylaşmamalı mıydım? Küçük bir çocuğa baktığı doğru muydu? Yoksa erzağımı çalıp kaçacak mıydı?
    "Kalkabilir misin?" diye sordu kısa bir süre sonra. Tüm gücümü koluma verdim ve onun da yardımıyla doğrulmayı başardım. içinde yiyecekler olan poşeti hızlı bir hareketle sırtına attı ve koluma girdi. Beni kapıya kadar zütürdü.
    "Biraz daha dayanabilirsen seni daha güvenli bir yere zütürebilirim." dedi. Benim için çaba harcıyordu. Şuan buna gerçekten de ihtiyacım vardı. Ama bunu neden yapıyordu? Ona güvenmemeliydim aslında. Fakat bu haldeyken başka bir seçeneğim yoktu.
    "Özgür, bana neden yardım ediyorsun?"
    Durdu. Gözlerini kaçırdı önce. Acısı bütün yüzünden okunuyordu. Derince bir nefes aldı. Bana döndü ve gözlerimin içine baktı:
    "Çünkü başka kimsem yok."
    ···
  6. 6.
    +3
    ''Burası da neresi? Beni nasıl bir çukura getirdin?"
    "Şşt... Sızlanmayı kes. Ben olmasaydım kendi evinde kan kaybından ölmüştün. Tabii zombiler seni yakalamadan önce kendi kendine ölme şansın varsa."
    "Sen! Beni sen vurdun!!!" Kıkırdadı. Böyle bir zamanda bile ufak da olsa bir kahkaha duymak hoşuma gitmişti. Gülüşü biraz kardeşim Masal'ınkine benziyordu.
    O da gülerdi böyle tatlı tatlı. Sesi kuşların şarkılarına benzerdi. Kalbinizi ısıtan cinsten. Güzel güldüğünü söyleyince de utanır yere bakardı. Daha büyümeliydi o. Liseye başlamalıydı. ilk aşkını yaşamalıydı. Serserinin tekini öpmeliydi ilk defa. Arkasından ağlamalı, bağırmalıydı. Mutlu olmalıydı. Mutlu olmayı sonuna kadar hak etmişti Masal'ım. Ama o kadar yaşayamadı. Kendi masalı daha başlamadan bitti. "Alp!" diye bağırdı Özgür. Beni kapıda bırakıp koşarak içeri girdi. Bir şeyler ters gidiyordu.
    "Alp! Nerdesin?"
    Koşarak boş fabrikayı gezdi. Her yer yıkık döküktü. Tahta parçalarını etrafa fırlatarak Alp'i arıyordu.
    "Aaallpp!!!"
    Gözleri doldu. Yere düşüp bayılmak üzereydi. Etrafta deli gibi koşuşturuyor, boğazını parçalarcasına Alp'e sesleniyordu. Yıllar gibi geçen dakikalar sonunda bir ses duyuldu, tahta kutular birer birer havaya kalktı. Altından küçük, sarışın, şirin mi şirin bir çocuk çıktı. Özgür'e suçlu suçlu baktı.
    "Aptal çocuk!" dedi Özgür ve koşup ona sarıldı. Sıkıca tutup saçlarını kokladı. Kollarını gevşetince Alp konuşmaya başlayabildi:
    "Özür dilerim, Özgür abla. Erkek sesi duyunca korktum."
    Sarışın çocuk meraklı gözlerle bana baktı. Önce düşman gibi, sonra yaralı bacağımı görünce yaralı bir kuşa bakarmış gibi.
    "Senin için bir sorun yoksa, Savaş biraz bizimle kalacak." dedi Özgür. Alp, Özgür'ün kucağından inince elini sıkıca tuttu.
    "Kalsın. Yaralanmış."
    "Küçük bir kaza yaşadık." dedim. Özgür gözlerini devirdi. Ortam biraz gerginleşince Alp getirdiğimiz poşete atladı.
    "Yemek miiii???"
    Poşeti açtı ve gofretlerden birini yakaladı. Ambalajini açıp bir ısırık aldı. Keyif dolu sesler çıkarıyordu. iyi bir şey yaptığıma emindim şimdi. Özgür'e baktım. Daha önce kimsenin küçük bir çocuğu böyle mutlulukla izlediğini görmemiştim. Kalbim ısındı, insan olduğumu hatırladım.
    ···
  7. 7.
    +2
    "Umduğumuzdan daha hızlı ilerliyor. Tüm kıtalara yayılmış durumda. Nasıl başladığına dair bir fikrimiz yok, çalışmalar devam ediyor. Fakat şunu söyleyebilirim ki Türkiye nüfusunun %50'den fazlası dönüştü, %20 gibi bir oran da hayatını kaybetti.
    " Elim benden habersiz bir şekilde koltuğu yakalayıp düşmemi engelledi. Bir yerlere oturmaya çalıştım.
    "Ekran başında bizi evlerinden izleyen seyircilerimize ne tavsiye edersiniz?"
    "Bodrum katı gibi korunaklı yerleri yoksa apartmanların en üst katlarına çıksınlar. Dükkanı olanlar camlarını kapatsın. Yanlarına en az bir haftalık yiyecek alsınlar. Belirti gösteren yakınlarını lütfen ufak bir umutla hastaneye getirmesinler. Daha çok insanın ölmesine sebep oluyor. Çünkü ufak bir umut bile yok. Belirti gösteren insanları yapabiliyorlarsa vurmalı, boğmalı ya da yakmalılar. En azından evden dışarı-" Yayın burada kesildi. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Masal ağlamaya başladı. Annem yaklaştı, bize sarıldı.
    ···
  8. 8.
    +2
    "Savaş, uyan!"
    Sarsılarak uyandım. Üzerine havlu koyduğum tahtalardan yapılmış yatağımdan kalktım. Bacağım hala çok acıyordu fakat yürümeme engel değildi. Hızlı iyileşmiş bile sayılabilirdi. Bir haftaya ağrısı bile geçerdi. Alp, önceki gün kapının önüne doğru ittiği sandalyeleri ve büyük demir parçalarını çekiştirerek itmeye çalışıyordu. Küçücük bedeninin getirdiği
    sorumluluğun yüz katı yüklüydü omuzlarında. Özgür aceleyle sırt çantasına bir şeyler dolduruyordu. Yanına gittim.
    "Ne oluyor?"
    "Alt kattan içeri girmişler. Alp camları kontrol etmek için bodrum kata indiğinde görmüş." Saçlarımı karıştırdım.
    "Ne yapacağız?"
    "Bilmiyorum. Eşyalarını al. Burada kalamayız." Erkek olan ben olmama rağmen, o öyle kararlı ve mantıklı davranıyordu ki emrettiği her şeyi yapmaya hazırdım. Hayatıma yeni giren bu kız, bir anda bana rol model olmuştu. Yanıma alacak pek eşyam yoktu. Gidip Alp'in demir parçalarını kaldırmasına yardım ettim. işimi bitirip arkamı döndüğümde Özgür daha önce görmediğim bir dolabı açıyordu. içinden silahlar çıktı. Bunları şuana kadar benden
    saklamıştı. Güvenmemiş olmasına kırılsam bile akıllıca davrandığı için onu suçlayamazdım. Birini alıp elime verdi.
    "Sakın elinden bırakma." Ve silahları çantasına koymaya devam etti.
    Ağırdı. Silahlardan pek anlamazdım ama zaten bitkin ve yaralı olan vücuduma göre çok fazla olduğu belliydi. Tamam, hiç anlamazdım. Yaşıtlarım bilgisayar oyunları oynarken ben ders çalışıp kitap okumuştum. Küçüklüğümden beri cerrah olmak istiyordum. Bu yüzden başka şeylere pek zaman ayırmamıştım işte. Özgür'ün nasıl böyle korkusuz, bilgili,
    özgüvenli ve cesaretli olduğunu merak ettim. Kız-erkek ayrımı yapmazdım ama ondaki bazı şeyler çok erkeksiydi. Bazı anlarda çekici gelen bu huyu bazı anlarda karşımda askerlik arkadaşım varmış gibi hissettiriyordu. El şakası yapasım geldiği bile olmuştu. Ama onun o narin bedeni ve güzel gözlerine bakınca, küçük bir kız olduğunu hatırlıyordunuz.
    Neden böyle olduğunu ögrenmek isterdim. Fakat şimdi muhabbet etmenin sırası değildi.
    Tam kapıları arkamızdan kapatıyorken iki tane zombinin bize doğru geldiğini gördük. Çok çirkinlerdi. Birinin vücudu daha sağlamdı. Diğeri neredeyse tamamen yenmiş durumdaydı. Bazı yerleri mor, bazı yerleri beyazdı. Giysileri paramparçaydı. Kadavra görmeye bu yılki dersle başlayacaktık, bu yüzden pek alışık olduğum bir görüntü sayılmazdı.
    Ama başka bir insan olsa çoktan kusmuştu. Tam silahımı doğrulttuğumda Özgür koluma dokunup beni durdurdu:
    "Mecbur olmadıkça ateş etme. Gereksiz kurşun harcamanı ve etrafttaki zombileri burayı çekmeni istemiyorum."
    Çok akıllı bir kızdı. Onu tanımaya çok zamanım olmamıştı henüz ama bundan emindim.
    Hızlıca kapıları çekip çıktık. Aylaklardan kaçmak zor olmamıştı fakat içimden bir ses bunun hayatımız boyunca yapacağımız en kolay kaçış olduğunu söylüyordu. Sokakta sırtlarımızda çantalarla ve yaralı bir bacakla aksak aksak koşarken yalnız olmadığımızı fark ettik.
    Tümünü Göster
    ···
  9. 9.
    +2
    "Hey!"
    Duyduğum bu güzel sesle uyandım. Olanları hatırlayınca irkildim. Karşımda 16-17 yaşlarında güzeller güzeli bir kız duruyordu. Silahına sarılmış ve kaşlarını kaldırmış beni izliyordu.
    "iyi misin?" diye sordu. Vurulduğum aklıma gelince bacağıma baktım. Kanlı bir bezle acemice sarılmıştı. Kurşun sıyırmış olmalıydı. Tıp okumakta olan biri olarak sıyırma ile vurulma arasındaki farkı rahatça anlayabiliyordum. Fakat yine de yanıyor ve sızlıyordu. Canımın acıdığını belli etmedim. Doğruldum.
    "Beni vurmana gerek yoktu."
    "Özür dilerim. Seni şey sandım-"
    "Zombi mi? Kimsiniz dediğimi duymadın mı?"
    "Hayır. Afedersin. Kanamanı yapabildiğim kadar durdurmaya çalıştım. Çok kötü görünmüyor aslında ama acil müdahale dersini daha iyi dinlemeliymişim. "
    Kızı inceledim. Yanında savunmasızca durabilecek kadar güvenebilir miydim ona?
    "Adını sorsam, tekrar ateş eder misin?"
    Hafifçe gülümser gibi oldu.
    "Özgür."
    "Memnun oldum Özgür. Benimki de Savaş. Kaç yaşındasın?"
    "16." Bir yaş daha büyük gösteriyordu. Boyu uzundu. Hareketleri de ciddi ve olguncaydı.
    "Öyleyse 5 yaş büyüğüm senden. Yalnız mısın? Hayatta kalan başkası var mı yanında?"
    "Komşum var. Adı Alp. Daha çok küçük. Onu buraya getirmedim. Tehlikeye atamazdım. Sen yalnız mısın?"
    "Evet." dedim. Tamamen yalnızdım.
    Kimsem kalmamıştı. Zombi saldırısından beri gördüğüm tek insan bu kızdı, Özgür. Güzeldi, belki uzun zamandır kimseyi görmediğim için böyle gekiyordu fakat çok çekiciydi. Karamel rengi saçları vardı. Gözlerine baktım, önce
    korkuyu gördüm orda. Sonra da mavinin her tonunu. O da bana baktı. Biraz rahatlamıştı beni gördüğü için. Başta ölülerden biri sanmıştı beni. Düşünemeden bacağımdan vurmuştu. Onu suçlamıyordum.
    "Korkuyor musun Özgür?"
    "Hayır."
    Korkuyordu.
    "Emin misin?"
    "Eminim. Ben güçlüyüm."
    Yalan söylüyordu. Korkuyordu. Elbette korkuyordu. Ama güçlüydü. Korktuğunu itiraf edemeyecek kadar güçlü...
    ···
  10. 10.
    +2
    Sonraki iki gün çok garip geçti. Ne zaman odada Özgür'le başbaşa kalsam kendimi sohbetten kaçarken buluyordum. Bana baktığında gözlerimi kaçırıyordum. Bana meyve suyu getirdiğinde sırf eline yanlışlıkla dokunmamak için masanın üzerine bırakmasını söylemiştim. Ne olacaktı sanki ellerimiz birbirine dokunsa? Dünyanın sonu muydu?
    Ondan hoşlanmaktan korkuyordum. 16 yaşındaki bir kızdan. Benden 5 yaş küçük bir kızdan. Aslı'dan sonra başkasına aşık olmaktan korkuyordum. Aslı'yı özlüyordum. Masal'ı özlüyordum. Ve Masal'a benzeyen bu kıza yakın olmak istiyordum. Annemi özlüyordum.
    Zaten dünyanın sonu gelmemiş miydi? Son aylarımızı, son günlerimizi, belki de son saatlerimizi yaşıyorduk. Herkes kabullenmişti. Herkes içten içe ölümü bekliyordu aslında. Mutsuz olmaya gerek var mıydı? Bunları düşünmeye gerek var mıydı? Yine de yaptığım şey etik olamazdı. 5 yaş çok da büyük bir fark değildi aslında ama büyük kuzeni etrazayken
    yine de Özgür'e yaklaşamazdım. Elena ve Özgür mutfakta yemek yapıp, kalan yiyeceklerimizi hesaplıyordu. Birkaç ay daha idare edecek yemeğimiz vardı. Kemal ve Alp yine satranç oynuyorlardı. Dışarıyı üst kattaki camdan gözetledikten ve görünen zombi olmadığına karar verdikten sonra demir kapıları açıp dışarı çıktım. Sağ taraza lamalar vardı. Risk alıp biraz daha ilerlemeye başladım. Güzel bir bahçeye çıktım. ilk gelişimde inceleme imkanım olmamıştı. Gölet vardı. içinde ördekler ve kurbağalar vardı. Çalıların arasında beyaz bir tavşan gördüm. Masal anaokulu gösterisinde tavşan kılığına girmişti. Haline bakarak saatlerce güldüğüm günü hatırladım. Ama arkadaşlarının içinde kostümü üzerine en çok yakışan oydu. Bir anda Masal'ın sesisini duyduğumu sandım. "Burda ne yapıyorsun?" Gelen Özgür'dü. Ben yalnız kalıp düşünmek için dışarı çıkıyordum, o beni takip ediyordu.
    "Ördekleri izliyorum."
    "Aynı sana benziyorlar." dedi. Gülmemek için kendimi tuttum.
    "Bence burdan gitmelisin Özgür."
    "Ama neden?"
    "Yanımda... durmanı... istemiyorum... " Kelimeler ağzımdan güçlükle çıkıyordu.
    "Sebep?" Ona bakmadan cevapladım.
    "Hani arkadaşa ihtiyacın olduğunu söylemiştin ya... " Kafasını salladı. "... işte, benim çocuklarla arkadaş olacak zamanım yok."
    Kalıp, o inatçı tavırlarıyla, 'Ben çocuk değilim!' demesini bekliyordum. Ama o sessizce ayağa kalkıp geldiği yolun zıt tarafına doğru yürümeye başladı. Zombisiz alandan gittikçe uzaklaşıyordu. Gözümle takip ettim. Şimdi bu şekilde tersledikten sonra arkasından gitmek mantıklı olmazdı. Yürüdü, yürüdü... Ufacık bir nokta gibi görünmeye başlayana
    kadar yerimden kıpırdamadım. Artık geri gelmesini söylemek için tam ayağa kalkmıştım ki aylardır görmediğim bir şeyi görünce şaşkınlıktan donup kaldım. Bir ARABA!
    Adımlarımı hızlandırıp yaklaştıkça onun turuncu bir minivan olduğunu anladım. Özgür'ün önünde durdu. Kapısı hızlıca açıldı ve o mesafeden sadece sarışın olduğunu anlayabildiğim genç bir adam Özgür'ü içeri doğru çekti. Özgür karşı koymaya çalıştı ama siyah deri ceketli başka bir adam bacaklarını yakaladı. Kapıyı kapattı. Çok uzaktım, koşmaya
    başladım. Araba hızlanarak gitmeye devam etti. Arkasından koştum fakat yetişemeyeceğim çok belliydi. Özgür'ün kapılara vurup çığlıklar attığını duyduğumda çoktan uzaklaşmaya başlamışlardı bile.
    "Başka hiçbir şey göremediğine emin misin?" diye sordu Kemal beni sarsarak.
    Anlattıklarımdan sonra doğal olarak evdeki herkes paniğe kapılmıştı. Elena bile ellerini birbirine vurarak kendi dilinde bir şeyler söylüyordu.
    "Görmedim. Arkada iki adam vardı, Özgür'ü zorla arabalarına bindirdiler."
    Alp ağlamaktan gözleri şişmiş bir şekilde yanıma geldi. Benim suçummuş gibi gözlerimin tam da içine doğru baktı:
    "Neden gitmesine izin verdin?"
    "Alp ben-"
    "Senin arkadaşın olmayı çok istemişti."
    "Düşündüğün gibi basit değil, Alp."
    "Anlat o zaman. Neden onu gönderdin?"
    Kemal araya girmeseydi küçük çocuk beni ağlatacaktı.
    "Hadi Alp, Elena seni yatağına yatırsın."
    Alp istemeden odasına gitti. Kemal'le yalnız kalmıştık. Üzüntüsü kızgınlığını bastırmıyor olsaydı o da bana kızacaktı.
    "Yetişemedim... " dedim. Dudaklarımdan başka bir kelime çıkmıyordu. Yetişememiştim. O tarafa doğru gitmiş olması benim suçumdu. Belki ters davranmasaydım...
    Bir kurşun sesiyle ikimiz de yerimizden sıçradık. Ses dışarıdan gelmişti.
    Tümünü Göster
    ···
  11. 11.
    +2
    Özgür neden öldü giberim böyle aşkın ızdırabını
    ···
  12. 12.
    +1
    verse nefessiz gibersin ama
    ···
  13. 13.
    +1
    rez çok güzel gidiyo

    bu şekilde hikayeleri sevenler (bkz: ankara gün ışığı) başlığınada bakabilirler
    ···
  14. 14.
    +1
    Lamalar yem olcak demi?
    ···
  15. 15.
    +1
    "Kuzenin kaç yaşında?" diye sordum merakla.
    "27-28 olmalı." dedi Özgür. Bahçeyi hızlıca geçip kalın duvarlarla korunan kulübe kısmına ulaşmamız gerektiğini söylemişti. Kocaman bir çiftliğe gelmiştik. Burada yaşayan kişi hayvanları gerçekten seviyor olmalıydı. Böyle bir acil durumda bile onlarla ilgileniyor gibi görünüyordu. Ahırın tahta kapıları örtülmüş ve acemice kilitlenmişti. ilerledikçe değişik
    sesler duymaya başladım. Bu sesler atlardan geliyor olamazdı. Merakımı bir türlü gizleyemedim.
    "Bu kapıların ardında ne var?"
    "Lamalar."
    Lamalar mı? Bir lama çifliği mi? Bu doğru muydu yoksa Özgür benden sıkıldığı için kaçamak cevaplar mı veriyordu yoksa? Çok büyük ihtimalle ikincisi.
    Duvarları görünce sırtında elindeki kocaman çanta ve silahları umursamadan koşmaya başladı. Demir kapıyı sertçe yumrukladı. Küçük bir kız olmasına rağmen bazı davranışla aynı bir yetişkininki gibiydi. Ona yetiştiğimizde birinin kapının ardından bağırdığını duydum:
    "Kimsin?"
    "Benim, Özgür."
    Kapı anında açıldı. Karşıma benden daha kısa, 1.80 boylarında bir adam çıktı. Özgür'ü görünce onu kollarına aldı.
    "Yaşıyorsun!"
    "Yaşıyorum, abi. Bunlar da arkadaşlarım: Savaş ve küçük Alp." Alp, ona küçük denmesine bozulmuş gibiydi. Özgür ise kuzeninin yaşadığına çok sevinmişti. Bana döndü:
    "Bu da kuzenim, Kemal abi."
    Kuzen Kemal iyi bir adamdı. Özgür'e değer verdiği için bizi de hoş karşılamıştı. Ara sıra Alp'e espriler yapıyor, benim salgın başlamadan önceki hayatımla ilgili sorular soruyordu. Beni tanımaya çalışması hoşuma gitmişti. Çiftlik kocamandı, bu yüzden herkese birer oda verebilmişti. Kemal de benim gibi sevdiklerini kaybetmişti salgında. Daha evliliklerinin birinci yılını bile doldurmadıkları eşini, ailesini ve atlarla ilgilenen 2 addıbını... Koskoca arsada yalnızca o ve evin yabancı uyruklu hizmetçisi Elena yaşıyordu. Elena 40'lı yaşlarının sonunda, hala güzelliğini kaybetmemiş bir Rus'tu. Yarım yamalak Türkçesini Kemal'in ailesi içim hizmet ettiği o koskoca 20 yılda geliştirmeyi başaramamıştı. Bize güzel yemekler yapıp yatağımızı falan topluyordu. Cep telefonumu çıkardım. Sinyal yoktu elbette. Fotoğraflara baktım. Annem, Masal ve ben. Ne kadar da mutluyduk... Sayfaları geçtim, Aslı'nın yüzüyle karşılaştım. Ondan özür bile dilemeye fırsatım olmamıştı. Evine gittiğimde beni girişte
    karşılamış ve ısırmaya çalışmıştı. Fotoğraftaki gibi güzel değildi. Çirkin ve korkunçtu.
    Özgür'ün yanımda durduğunu görünce gözlerimin altında birikmiş bir damla yaşı sildim.
    "Ağlıyor musun yoksa?" Kafamı hayır anlamında iki yana salladım. Küçük bir kahkaha attı.
    "Ağlıyorsun. Merak etme, sana silah kullanmayı ögreteceğim." dedi, omzuma dokundu.
    "Silah kullanmayı nerden biliyorsun?"
    "Babam polisti. O ögretti."
    "Ailen zengin miydi?" diye sordum. Çiftliklere sahip olduğuna göre öyle olmalıydı.
    "Annem eskiden öyleydi. Babama aşık olunca dedem onu reddetti. Kemal'in babası Muhsin dayım, annemin abisi olur. Onlar hariç kimseyle görüşmezdik."
    "Üzüldüm."
    "Üzülme. Bak ne diyeceğim, sana bir teklifim var." dedi. Gözlerimi kocaman açtım. Güzel bir şeylere ihtiyacım vardı.
    "Duş almaya ne dersin?" dediğinde kahkahamı tutamadım. Bu küçük kız neler düşünüyordu böyle?
    "Neden gülüyorsun?" dedi. Gerçekten de gülme sebebimi anlamamış olamazdı. Yüzüme şaşkın şaşkın bakıyordu.
    "16 yaşındaki bir kızla duş almayacağım." dedim gülüşümü bastırmaya çalışırken. Ayağa kalktı.
    "Seninle duş almak istediğimi kim söyledi?" dedi gözlerini kocaman açarak ve dolaptan çıkardığı temiz havluyu suratıma fırlattı. Utançtan kıpkırmızı olmuştum. Duşumu yalnız almamı önermişti. Kendimi toparladığım sırada odadan çıktığını gördüm. Gözden kaybolmadan önce son bir şey söyledi:
    "Banyo koridorun sonunda."
    Tümünü Göster
    ···
  16. 16.
    +1
    okuyan var mı arkadaşlar pek takip eden yok galiba, devam edelim mi ?
    ···
  17. 17.
    +1
    Kemal, beyni dağılmış zombiyi dışarı taşırken Elena da yerleri silip boğuşma esnasında parçalanan sandalyeleri topluyordu. Alp, yerde duran Özgür'e sarılmayı bitirdiğinde yaralı mı diye bakmak için yanına gittim.
    "iyi misin?"
    "Gibi." dedi derin derin soruklanarak.
    "Üzerinden zombi geçmiş gibi bir halin var." dediğimde gülmedi. Koluna baktım, kanayan boydan boya bir çizik vardı.
    "Buraya ne oldu?"
    "Sandalye yüzünden."
    "Gel seni odana zütürelim."
    Cılız kızı belinden ve bacaklarından tutup kucağıma aldım. Hafifti.
    Boynuma sarıldı. Belli etmese de canı yanmıştı ve manyak gibi korkmuştu. Hiç belli etmezdi zaten. Ama ben anlıyordum. Odasına zütürene kadar hiç ses çıkarmadı. Yatağına yatırıp yanına oturdum. Çizikle ilgilenmek için Alp'ten acil durum çantasının ya da pansuman malzemelerinin yerini öğrenmesini istedim.
    "Yapmana gerek yoktu." dedi Özgür. ilk defa bir silahı ateşlemenin benim için garip olduğunu anlamıştı. Ama hala teşekkür bile etmemiş olmasına inanamıyordum.
    "Basit bir teşekkür de yeterdi."
    "Teşekkür ederim." dedi. ilk defa teşekkür ediyordu. ilk defa takdir etmeye yakın bir cümle söylemişti. ilk defa pişkin pişkin laf sokmuyordu, derken devam etti:
    "Iskalamamış olmana şaşırdım doğrusu."
    Sinirlerim çok gergin ve bozulmuş olduğu için gülmeye başladım. Güzel, mavi gözleriyle bakmaya devam etti. Biraz sonra o da güldü. Küçük kıkırdamaları bana sürekli Masal'ı hatırlatıyordu. Belki de bu yüzden Özgür'ü korumalıydım. Onun yanında olmalıydım. Kardeşimi kurtaramamıştım. Özgür'ü kurtarmalıydım.
    "Ölmemene sevindim."
    "Silah kullanmayı öğretmem gerekmediğine sevindim."
    Kolundaki yaraya tekrar bakarken nefesini kulaklarımda hissettim. Yanağımda da dudaklarını. Kondurduğu küçük öpücükten sonra gülümsedi. Küçük kız beni utandırmayı iyi biliyordu.
    ···
  18. 18.
    +1
    Duş almak gerçekten iyi gelmişti. Kemal bana temiz giyisiler verdi. Büyük salona geçtim. Elena yemek hazırlamıştı. Alp'in tabağını büyük bir iştahla silip süpürmesi beni doyurmaya yetmişti. Bir kaç gün böyle geçti. Ara sıra radyoyu dinlemek için toplanıyor, sinyal alamayınca hayalkırıklığı ile odalarımıza çekiliyorduk. Çiflik evi güzeldi. Hava kararıp zombilerin yaklaşmayacağını düşündüğüm zaman kalın duvarların ötesine
    geçip lamaları bile sevmiştim. Gerçekten ilginç hayvanlardı... Hayvanların yemlerini verdikten sonra içeri geçip bir şeyler karalamaya çalıştım. Çok uzun süredir hiçbir şey çizmemiştim. Elena'nın çığlıklarını duyana kadar kendimi kaptırmış bir halde küçük bir tekne çizmeye dalmıştım. Koridora doğru koşarak gittim.
    "Ne oluyor?" Kemal hızlıca yanımdan geçti. Elinde tüfek vardı. Aynı anda hızlıca bana cevap verdi.
    "Bir tanesi nasıl yaptıysa mutfak camından içeri girmiş." Özgür Kemal'i duyar duymaz odasından dışarı fırladı.
    "Ne? Ama nasıl? Duvarları geçmesi imkansız."
    Kemal tüfeğini düzleştirip cevapladı:
    "Girmiş işte! Geride durun."
    Dediğini yaptık. Kemal mutfağa girdi. Birkaç saniye sonra arkasında Elena'yla çıktı. Kurşun sesi gelmemişti ve ikisi de sapasağlamdı. Şaşkın bakışlarımızı sonlandırmak için yavaş ve sessizce konuştu.
    "Mutfaktan kaçmış. içerde bir yerde."
    Alp yutkundu ve Özgür'ün elini tuttu. Özgür'le göz göze geldik.
    "Ne olacak Özgür abla?"
    "Bilmiyorum, Alp."
    "Sence gitmiş midir?"
    "Bilmiyorum dedim ya!"
    Herkesin ciddi durumlarda değiştiğini fark ettim. Özgür sinirlenince ters cevaplar veren aksi birine dönüşüyordu. Alp, korkunca normalde adıyla hitap ettiği Özgür'e abla demeye başlıyordu. Gülmeyi yüzünden ekgib etmeyen kuzen Kemal ciddileşiyor, derin derin boşluğa bakıyordu. Elena endişelendiği için dişlerini birbirine vuruyordu. Acaba ben uzaktan
    nasıl görünüyordum? Birbirimize sırt sırta vermiştik. Silahlanıp etrafı kolaçan ediyorduk. Alp'in elinde bile sopa vardı. Bir çete gibi görünüyorduk. Garip yaşlardan üyeleri olan bir çete... Sağımda Alp, solumda Elena, Alp'in yanında Özgür ve karşımda Kemal vardı. Ciddi yüzünü inceledim. Evin sahibi olduğu için omuzlarında çok ciddi bir yük vardı. Bundan zevk alıyor gibiydi. Kahve rengi saçlarının tonu kuzeni Özgür'ünkine yakındı. Güzel bir aile olmalılardı. Şekilli bir yüzü ve kaslı bir yapısı vardı. ilk gördüğümde boyu 1.82'den uzun gibi gelmemişti ama karşısında durunca bana daha yakın olduğunu anladım. 1.86'dan kısa olamazdı. Onun emirlerine uymak zorundaydık. Evde iki çocuk ve bir de Türkçesi bile tam
    olmayan bir hizmetçi varken en mantıklı kararları o verecekti. Ama bu kararların içinde benim de olmam lazımdı. Hiç de fena olmayan genel kültürüm ve bir yıllık okulumdan kaynaklanan az da olsa tıbbi bilgim vardı. Lise yıllarında vücut geliştirmiştim. Sigara kullanmazdım. Hızlı koşabilirdim. En önemlisi de büyük ihtimalle buradaki insanlardan daha zekiydim. Kararların birlikte verilmesi gerekiyordu. Tam grupça salona doğru yürüyorduk ki yanındaki odadan fırlayan çirkin yaratık sağıma doğru atladı. Elime
    tutuştukları silahın tetiğine dokundum. Zombi Alp'e saldırmak üzereydi ki Özgür onu itip kendini zombinin önüne attı.Özgür, yaratıkla boğuşuyordu. Onu itip çekiyordu. Hareket etmeyi bırakırsa ısırılacaktı. Fakat hareket ettiği için de nişan alamıyordum. Zaten zor bir işti. Belki de Özgür'ü nişan alsam zombiyi vurabilirdim. iyice odaklandım. Ben yapmazsam Kemal yapacak gibi duruyordu ama o da ateş etmekte kararsızdı. Hızlıca Alp'e bir
    bakış attım, şaşkındı. Kıvırcık saçlarının kapladığı yüzü ağlamaktan şişmişti.
    Tetiği çektim.
    Tümünü Göster
    ···
  19. 19.
    +1
    Özgür, önümüze çıkanlara ateş ediyordu. Sürekli daha fazla zombi geliyordu. Bazılarına silahının arkasıyla vurup uzaklaştırıyordu. Ben de yardım etmek istedim fakat tetiği bir türlü çekemiyordum. Bir şeylerde hata vardı. Bu halde olmaları bu insanların suçu değildi. Onları öldürmek cinayet sayılırdı. Hayatta kalmış olmaya söz vermiş olmasaydım bir köşeye çekilip sessizce ölümü beklerdim. Alp'i tek kolumla yakalayıp kucağıma aldım. Adımlarımı hızlandırdım. Özgür'ün açtığı yolda neredeyse yarım saat koştuk. Karşımıza başka zombi çıkmamaya başladığında ise Alp'i indirdim, yürümeye başladık. Özgür'ü inceledim.
    Üzeri kan ve çamur olmuştu, ona yardım etmediğim için kızgın gibiydi. Konuşmuyordu. Sessizlik sinirimi bozmaya başlamıştı.
    "Yolu biliyor musun?" dedim. Derin ve gıcık bir nefes aldı.
    "Evet."
    "Bana da söylemek ister misin?"
    "Biraz daha kuzeyde kuzenimin çizliği var. Şehirden uzak olduğu için şansımı deneyeceğim."
    "Bana danışmak istemez miydin?"
    "Hmm... Hayır?"
    "Silah kullanmayı bilmiyorum."
    Durup şaşkınlığını gizlemeye ihtiyaç bile duymadan yüzüme baktı. Sonra gülmeye başladı. Alp de ona katıldı.
    "En kısa zamanda ögrenmen gerek. Lazım olabilir." dedi. iğnelemesi hiç de komik değildi ama hala sinirli olup ters cevaplar vermesi yerine gülümsemesini görmeyi tercih ettim. Devam etti:
    "Bak, ne kadar çok kişi, o kadar iyi. Hem, bir arkadaşa ihtiyacım var. Alp, alınma."
    Alp gözlerinin içi parlayarak gülümsedi.
    "Ama yardım etmen gerekiyor. Korumamız gereken bir çocuk var. O yüzden mantıklı fikirlerime itiraz etme."
    Yol boyunca başka bir şey söylemedi. Söylemesine gerek de yoktu zaten. Hiçbir yere gitmiyordum.
    ···
  20. 20.
    +1
    Annem ağlamasını durdurmaya çalıştı. Omzuna dokundum. Artık ne olacağını bilmiyordum. Umrumda da değildi. Burada onlarla birlikte ölmek, ölmezsem duyabileceğim acıyı unutmak istiyordum. Ben bunları düşünürken annemin kucağında teni neredeyse şeffaflaşmış olan Masal aniden gözlerini açtı. Gözleri maviydi. Böyle olmaması gerekiyordu. Sanki gökyüzünü içmişti. Dönüşmüştü. Annemin üstüne atlayıp Masal'ı-korkunç zombiyi ondan uzaklaştırmaya çalıştım. Masal kusarmış gibi sesler çıkararak ayağa zıpladı ve annemi bacağından yakaladı. Annem çığlık atıyordu. Ben de onu çekmeye
    çalışıyordum. Bağırıyor, Masal'a vurmamak için kendimi zor tutuyordum. Dönüştüğü şey hala ona benziyordu. Kendi kendimle çelişiyordum, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bu sırada dikkatim dağıldı ve Masal, annemi bacağından ısırdı.
    "Anne!!!"
    "Savaş! Senden bir söz istiyorum. Bana söz vermelisin."
    "Anne... "
    "Ölme! Hayatta kal. Savaş."
    "Anne lütfen... "
    "Sus. Git lütfen. Git!"
    Annem beni kapıya doğru itti. Ona son bir kez baktım. Masal'a... Kapıyı hızla çekip cehenneme çıktım. Söz veriyorum anneciğim. Söz.
    ···