1. 281.
    0
    https://fbcdn-sphotos-g-a...949813271_902698988_n.jpg
    ···
  2. 280.
    0
    adam king lan yeni kitanı çıktı mı amk
    ···
  3. 279.
    0
    hmff hmmf am kokuyor
    hmff hımff züt kokuyor
    mis gibi amlar gibimde patlar
    ···
  4. 278.
    0
    tartışmasız en iyi karkitaürist
    ···
  5. 277.
    0
    ibretlik tespitler yapan karikatürist.
    ···
  6. 276.
    0
    http://umutsarikayakarikaturleri.tumblr.com/
    ···
  7. 275.
    +1
    hikayeleriyle askerlik yaşınılır hale glmişti amk. benimde söyleyeceklerim var 1-2-3
    ···
  8. 274.
    +1
    şehirlerarası otobüste okumayın.
    ···
  9. 273.
    0
    sivasın ilk ve tek adamı
    ···
  10. 272.
    +1
    gec yaptım ama anca okuyorum benim de söyleyeceklerim var kitap serisini amk adam yardırıyor beyler
    ···
  11. 271.
    +1
    şahsi fikrim şu an türkiyenin en iyi karikatüristidir. aynı zamanda yazdığı yazılarda efsanedir.
    ···
  12. 270.
    +1
    tespitin kralını yapıyo
    ···
  13. 269.
    0
    beni metroda güldüren karikatürist. amk bi baktım elimde dergi kahkaha atıyorum, herkes bana bakıyo. gibtir et dedim devam ettim kahkaha atmaya.
    ···
  14. 268.
    0
    fena güldürüyo amk
    ···
  15. 267.
    0
    bi el atın bu ne dıbınakoyim çok az entry.
    ···
  16. 266.
    0
    o değilde çıplak tene giyilen kolsuz süveter var ya...

    saygılar abi (bkz: benim de söyleyeceklerim var)

    (bkz: #106525904)
    ···
  17. 265.
    0
    rezerved
    ···
  18. 264.
    -1
    sandalyeden düşüren karikatüristtir. tarzını çok sevdigim bir karikatüristtir. hele o kazaklara ve çorabın içine sokulmuş eşofmanlara biterim. adamın karikatür tarzı var yaw
    ···
  19. 263.
    +1
    bu ilk başta olmazdı falan mı neyse o nickini yediğim o elemandan özendim. dün daha okudum dıbını gibtiğimin kitabını tekrar.en sevdiğim şu an için en hoş olan hikayesini yazıyorum amk tamam mı.

    "sıfatsız

    silik biriyim ben. sesim zaten pek çıkmaz. hani bazen çok uzun sure sustuktan sonra biri bir şey sorunca cevap verirken, ses tonumuzu ayarlayamayız, sesimiz osuruk gibi çıkar ya işte ben o ses tonunda konuşurum. anlattıklarım çok da matah şeyler değildir ama anlatmak isterim. tam anlatmaya başlayıp 'iyi gidiyorsun oğlum, hadi şu son cümleyi de bağlarsan, aklını alacaksın onun' diye düşünürken, karşımdaki 'abi biraz yüksek sesle konuş, ne diyorsun anlamıyorum' der. huur çocuğu nasıl da büyük bir rahatlıkla söyler bunu. başlarım en baştan 'abi diyorum ki... ' diye anlatmaya. o kadar silik bir insanım ki kurduğum cümlelerde bile doğru düzgün özne yoktur. özne ortaya çıkmaz, özne bile kaçıp saklanır, gizli öznedir. dolaylı tümleçle, zarf tümleciyle kur cümleyi, anlat anlatabilirsen derdini. dun bütün olanlara rağmen bengü 'ye onu çok sevdiğimi söylemeye gittim. kim gitti? ben gittim(g.öben). yannanımı gittim! bugün bir minibüste bile şoför 'birader sen geç, buraya otur da yer açılsın' diyerek para kutusunun yanına, minibüstekilere karşı seni oturttuğu zaman zor duruma düşüyorsun, insanların yüzüne bakamıyorsun, bengü 'nun suratına nasıl bakacaksın.

    yalnız sesim değil, tipim de siliktir. normal adamım. bana benzeyen binlerce insan var sokakta... hiç dikkat çekici bir suratım yok. 'sokaktan adam geçti bir tane' deriz ya, özelliksiz adam, başında herhangi bir sıfatı olmayan adam, işte ben oyum. dümdüz adam! bu özelliksiz suratımın işe yaradığı da oldu tabi. okul hayatımda ve askerlikte çok rahat ettim. hiç hoca ve ya komutan bana kafayı takmadı. nasıl taksınlar ki ismi bile ezberlenmeyen, hiç ismiyle hitap etmedikleri, en fazla 'evladım' ve ya 'oğlum' diye çağırdıkları, hayatlarında hiç iz bırakmadan gelip geçen biriyle kim, niye uğraşsın ki...

    tamam, biraz abarttım. itiraf ediyorum, bir ara, üniversitedeyken gerçekten ortamın merkezi olmuştum. merkezdeki kişi bendim. hem de iki güzel kızla bardaydık. kulaklarımla duydum, benden bahsediyorlardı, orijin bendim. 'şu çocuk seni kesiyor' diye arkadaşına gösterdi biri, kestiğim kız ise 'hangisi' diye sordu. 'şu gözlüklünün arkasındaki' dedi. kestiğim gülümsedi. üniversitedeyken gözlük takardım, artık lens takıyorum, temiz tutarsan valla büyük kolaylık... elveda eski kestiğim.

    silik, utangaç ve iki kelimeyi yan yana getiremeyen biri olduğunda insan, dahi filan olmayı bekliyor ama bende o da yok. çok susup, sabit gözlerle bir nesneye bakınca biri görse 'kim bilir içinde ne fırtınalar kopuyordur, ne savaşlar veriyordur, zihinde ne kaleler yıkıp, ne devletler kuruyordur' diye düşünür ama bende vallahi o da yok. neye bakıyorsam onu düşünüyorum. mesela ekmeğe mi bakıyorum 'ekmek' yazıyor düşünce balonumda. silik olmam dahi ve ya duygusal olmam anldıbına gelmez. bana benzeyen birinden hoşlanacağım anldıbına ise hiç gelmez. aksine nefret ederim benim gibi silik insanlardan, fellik fellik kaçarım. onlarla gezmek, tanışmak, içki içmek, dertleşmek istemem. hatta kendi halime tipime bakmadan aşağılarım onları, 'mih mih mih' diye gülerken o, 'acaba ben de mi böyle gülüyorum' diye düşünerek, tiksinirim gülüşünden. kendim gibi bir insan daha niye isteyeyim ki.
    aşık olduğum zaman çok güzel kızlara aşık olurum. 'niye aşık oldun?', 'çünkü çok güzel' işte bu kadar basit.

    yakışıklı ne acayip di mi? ben de yürüyorum, o da yürüyor. ağzı var yemek yiyor, eli filan da var, aynı benim gibi. düşününce totalde aynıyız. ama o yakışıklı. birşey yapmasına gerek yok, dursa yeter. ağzını açtığı zaman herkes onu dinler, saçmalama kredisi sonsuzdur. senin bir tip yakışan saçın vardır, onun hepsidir. kazıt o saçını senin çıksın topatan kavunu gibi kafan ortaya, o ise yine yakışıklı. bir de bu durumun farkında değil gibi huur çocuğu, ben ise hayatım boyunca bir jöleden çok şey bekledim. turistin mavi gözlü sarışın çocuğunu sevdiğimiz gibi, 32 yaşında olmamıza bakmadan 4 yaşındaki çocuğun etrafına toplanmamız, onu güldürmeye çalışmamız gibi severiz, utanmasak elimizi çocuğun omzuna atıp, 'ben ulrihleyim siz hepinizsiniz var mısınız lan maça' dememiz gibi ucundan eklenmeye çalışırız yakışıklıya.

    okurlar biz sıramızın gelmesini çok bekledik. ve ne olduysa oldu devran dondu, rüzgar bizden tarafa esmeye başladı. haber geldi, 'samimiyet' bayrakları açılmış toplumda. samimi olmak prim ediyor dediler... sorduk; 'nasıl yani? sadece samimi olmak yetiyor mu?' 'evet abi. ne olursa olsun samimi olsun deniyor ortamlarda. cahil de olsan, aptal da olsan... yahu konuşturmayın adamı işte! samimice itiraf etmek yetiyor işte, anında prim yapıyor.' dendi. çıktık yuvalarımızdan. zaman artık bizim zamanımızdı, beklediğimiz gün gelmişti. en önden ben koştum. anlattım başımdan geçenleri, aptallıklarımı. bence etkileyici bir üslupla sunulmuş, içi de komik şapşallıklar barındıran hikâyelerdi. bir iki etkilenme olunca, bir tane daha anlattım. 'sevimli şapşal şey' damarımı iyice eşeledim, anlattıkça anlattım. en mahremlerine kadar, altıma sıçmalı anılara kadar bir bir anlattım. baktım hafiften bir tiksiniliyor rotayı ebeveynlere 31de yakalanmalı anılarıma cevirdim. büsbütün iğrenildi. yakışıklı arkadaşım efe ise birkaç 'sosyal beceriksizlik' anısını anlatıp, 'inanmıyorum efe. çok sevimliymişsin' nidaları eşliğinde bu samimiyet rüzgârından çok güzel ekmek yedi. efe sayesinde tanıştığım kızlarla bağlantım ise ileriye yönelik beklentiler içerisinde sürdü.

    efenin eski takıldığı kızlardan biri bengü 'yle bir gün beşiktaş’ta karşılaştık. nasıl olduysa beni tanıdı. ne istiyordu bu bengü benden, sadece güzel olması bile ona aşık olmama sebepken bir de benim farkımda olması... yoluna mı atayım kendimi, yoksa şaki olup dağa mı çıkayım, bunu mu istiyor benden? 'sen efenin arkadaşısın di mi?' dedi. başımı sallayarak onayladım. 'efe anlatmıştır biz ayrıldık onla' dedi. 'vay be ben evde oturup kalemle mandalina liflerini tırnaklarımdan sökerken insanlar neler yaşamış.' diye içimden geçirdim ve acı acı gülümsedim. efeyi hala çok sevdiğini filan söyledi. 'ulan efeyi dedem de sever, yakışıklı, zengin çocuk, beni sevsene.' demek istedim, diyemedim. gözleri dolmuştu, benimkiler de doldu. sonra toparlanmaya çalışarak her şeye rağmen gülümsedi. 'neyse saçmalıyorum işte. boş ver beni. sen ne yapıyorsun? yürüyelim mi işin yoksa?' dedi. yürüdük. 'sen hep susuyorsun. anlatsana kendini' dedi. boş ver manasında başımı salladım. gerçekten de anlatacak bir şey aklıma gelmiyordu. 'ama gerçekten merak ediyorum. her insanın bir hikayesi vardır' dedi. karşılaşmadan önce 'ağzıma bakalım şu çubuk krakeri enlemesine sokabilecek miyim' diye bir deney yapıyordum ve karşılaştığımdan beri ağzımda enlemesine duruyordu o kraker. önce onu yedim. sonra bütün gücümü toplayıp, bütün samimiyetimle 'göğüslerin çok güzelmiş' dedim."

    özet: hayat güzeldir amk..
    (dabanca ?, 07.07.2010 04:39)
    Tümünü Göster
    ···
  20. 262.
    0
    yazıları da bir başka insan

    (bkz: sakızım düştü)

    --spoiler--
    Basarsan alırsın’lı ‘koşu yoluma at’lı klagib bir maçtı. Terden saçlarım birbirine yapışmış, boynumdaki kir çizgileri, güneşin altında başım zonklaya zonklaya oynuyordum. Takım olarak ise gerçekten rezil bir durumdaydık. O kadar kötü bi durumdaydık ki kalecimiz kendini bilmez bi şekilde sanki sol açık gibi topu alıp karşı takımın kalesine doğru artistik çalımlar eşliğinde ilerlediği bi anda topu kaptırmıştı ve onların ceza alanına doluşmuş tam kadro olarak bittiğimizi resmileştiren golü izlemiştik. Karşı takımın oyuncusu bizim bomboş ceza alanımızı geçip boş kalemizin önünde topu ayağıyla sabitledi ve yere eğildi. Sonra kafası ile topu yavaşça sürdü kalemize doğru. Böyle bir gol, siz sevgili okurlarımın da bildiği gibi normal bir mahalle takımını dağıtmasına, golü yiyen takımın kaptanının topu tutup havaya rasgele degaj çekip uzaylamasına sebebiyet vermesine, ardından dikilen topun sahibinin aşağıdaki bayırda topun peşinden küfür ederek koşmasına ve maçın bitmesini sağlamasına rağmen biz maçı bitirmedik.

    Kaleye doğru gidip ”ver lan eldivenleri ben geçicem kaleye. Sen bas! Kıran kırana oynuycaz” diyerek ittim denyo kalecimizi. Tecrübeli bir file bekçisi gibi direğe yaslanarak taktikler veriyordum takımıma. Ama kimse beni dinlemiyordu. Umursamadım bağırmaya devam ettim. Yavaş gelen bir aşırtmayı çift yumrukla bertaraf etmek isterken yanlışlıkla içeri aldım. Eski kalecimizle göz göze geldik. Çabuk hareket edip topu alıp sanki daha deminki sa.lak ben değilmişim gibi millete ileri gitmesi için bağırarak degaj çektim ama ileri doğru gitmesi gereken top, ayağımın dışına gelerek sağ yanıma düştü. Zalim top, rakip takımın santraforunun önce göğsünde yumuşamış sonra da ayağının içinde yerini bulmuştu. Üzerime doğru şut çekmek için geliyordu. Her şey taka sarmıştı, belli ki bir mermi kıvamında gelecekti şut. Tırstım… Top resmen tsubasanın yamuk topu gibi geliyordu üzerime zıplayarak kaçılmaya çalışırken zütümün yanı ile baldırım arasına çarparak zıbarttı beni. Sanki topu tutmuş gibi oldum. Ama ceza sahamızdaki tehlike bitmemişti. Biraz zıbardıgımdan reflesksel olarak hareket ettiğim için, biraz da benden başka kimse olmadığı için topu ayağıma alarak şık hareketlerle ilerledim. Orta sahayı geçince ”oluyo lan” diye düşünüp iyiden iyiye gaza geldim. Diziyordum resmen lavukları. Ama birden iki kişi girince dengemi kaybettim yan taraftaki tellere tutunup çalıma öyle devam ettim. Mücadele uzayınca yere düştüm yerde oturarak çalıma giriştim. Yine siz sevgili okurlarımın bildiği üzere yere oturarak yapılan mücadele, mücadelelerin en rezilidir, futbol tarihinin yüz karasıdır.

    Tam o sırada çocukluk arkadaşım, can yoldaşım, hemşerim, biricik dostum Namık’ı gördüm. Ben ağzım açık oturduğum yerden Namık’a bakarken top ayağımdan alındı ve yine golü yedik. Gol tanıdık, rezillik tanıdık ama Namık farklıydı. Adam çıkarıp hemen oyuna dahil olması ve takıma dahil olması ve takımı kurtarması gerekirdi normal şartlarda ama öyle yapmadı. Elleri cebinde öylece bizi büyük bi ciddiyetle izledi. Oyun en sonunda havaya dikilen degajla bitti, top bayıra gitti. Top sahibi bayıra ben Namık’ın yanına koştum. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Ne güzel kir pas içinde, itişe kakışa oynuyorduk, neydi bu temizlik, neydi bu mesafe tam anlayamamıştım. Garip bir şeyler oluyordu. Bana cebindeki kutudan bi sakız verdi. Karşılıklı konuşmadan çiğnedik bi müddet. ”Biz bugün köye gidiyoruz. Üç ay yokuz” dedi. Sevgili dostlarım şimdi tam anlatabilir miyim bilmiyorum ama o gün ilk defa bireylerin değişmesinin beni ne kadar korkuttuğunu anladım. Sanki hep öyle devam edecek sanarken, insanların bir takım kararlar alması, birden ciddi bir mesafe takınması çok koydu bana. En yakın arkadaşım çok yabancı geliyordu lan! “iyiydik lan. Nereden çıktı bu köy” demek istedim. Sonra anne baba ve kardeşi geldi. Bavulun bir ucundan tutup bayırdan aşağıya doğru yürüdü gitti tertemiz yeni yıkanmış Namık. Arkasından bakakaldım. Boğazıma bir şeyler düğümlendi. Ağzımdaki sakızı biraz önüme tükürüp sakıza bir şut çektim sonra geriye doğru koşarak top sahibinin elindeki topa vurup düşürüp elime aldım, uzayladım. Top bayıra doğru gitsin istedim ama Namıkların terk edilmiş balkonuna düştü. Bayıra son bi kez baktım, arkasına bakmadan gidiyordu. s.keyim böyle hayatı dedim.

    Çok sonraları, dört yıl önce, yine böyle bi yaz, mühendisliği anlamsız bir şekilde, ortada hiçbir neden yokken bırakıp zağar gibi sokaklarda gezdiğim sıralarda aynı duyguyu yeniden hissettim. Kız arkadaşımla Beşiktaş’taki çay bahçesinde oturuyorduk. Namık ciddiyeti vardı suratında. Ben ”bi çay daha içer misin” diyecekken söz girdi ve ”Ben geleceğimi düşünmek zorundayım umut. Kusura bakma” dedi. iyiydik lan demek istedim diyemedim. Gidişini izledim. ”Artık kaşar oldum, bi daha hissetmem” derken bu sefer asker ocağına sigarayı bırakmaya çalıştığım sıralarda yakaladı beni duygu. Telefondaki ses çok ciddiydi bu sefer. iyiydik lan diyebildim bu sefer. Telefonu kapattım. Ağladım, çok ağladım. Ağlarken sakızım ağzımdan düştü. Ben hiç çok ciddi kararlar alamadım, karar alanlara arkadan baktım.

    Umut Sarıkaya – Sakızım Düştü , BENiM DE SÖYLEYECEKLERiM VAR!(iKi) s9
    --spoiler--
    Tümünü Göster
    ···