/i/Saçmalamaca

Bu altincide saçmalamak serbest !
  1. 401.
    +2
    Lan ben burayı unutmuştum.

    S.A uzun zamandır yoktum. Yaklaşık 8 aydır ülke dışındaydım, bir kaç ay önce döndüm, artık son işlemleri yapıp yurtdışında yeni bir hayata başlamama ramak kaldı. Evet, italya. Valla güzel ülke, yaşayacağım şehir hakkında kaygılarım vardı ama artık yok, gayet güzel bir şehir. insanları ilk başlarda garip geldi, gündelik konuşmalar olsun, bazı davranışlar olsun elbette kültürel farklar var. Ama sorun yok, az insan çok huzur düsturum devam ediyor. iş ve ev kısmı zor olmadı, hatta beklediğimden kolay hallettim diyebilirim. Ayrıca orada çok fazla yabancı var. istanbul'da Sivaslı sayısı gibi italya'da Ukraynalı ve Türk çok. Çok fazla arkadaşa ihtiyacım olmadığı için zorluk çekeceğimi düşünmüyorum. En büyük sorun olarak ülkeden ayrılmayı düşünmüştüm ama son seçimlerden sonra zerre sikimde olmadığını fark ettim. Aileden ve bazı arkadaşlardan ayrılmak elbette biraz koyuyor ama, çok sıkıntı değil ya. Ne zaman istersem dönerim.

    Birkaç ay önce döndüm, deprem olduğunda Adana'da idim. O dehşeti yaşadıktan sonra yaşantımı gözden geçirdim ve en doğrusunun bu olduğuna karar verdim. Sadece bir hayatımız var, neden elimden gelenin en iyisini yapıp en iyi şekilde yaşamıyorum ki? Kuyucaklı Yusuf okuyan var mı aranızda bilmiyorum, gerçi bu yazdıklarımı okuyan olacak mı onu da bilmiyorum ama umurumda değil, zaten hiç olmadı xd. Yıldan yıla yazdığım günlüğüm burası. Her neyse, o kitap sevdiğim bir cümle var; "Az şeyler çekmemişsin sen, küçük! " dedi, "fakat her şey geçer. Her şey unutulur. Kendini bir felaketin içinde kaybetmenin manası yoktur. insan birazcık da kalender olmalıdır!" aynen öyle, kendimi bir felaketin içinde kaybetmek istemiyorum. O yüzden sevdiğim ülkemden ayrılıyorum. Yeniden doğmuyorum belki, tüm dertlerimi, üzüntülerimi yanımda zütürüyorum belki ama yeni bir hayata başlayacağım. O yüzden içimdeki yaşlı dedeyi atıp, gençlik ateşini yaktım.

    italya'da iken, Ancona şehrindeydim. Böyle ilçe gibi, belde gibi bişi. Brezilyalı ama yaklaşık 6 senedir italya'da yaşayan bir hanımefendi ile tanıştım. Şimdi etkilendiğim her kadına şöyle güzel böyle güzel diyorum çünkü ben bir erkeğim. Ama bu kadın gerçekten çok güzel. Çok affedersiniz, ilk gördüğümde güzelliği karşısında götüm düştü, italyanlar gibi "mamma mia" dedim. Dedim bu ne güzellik yarabbi. Ne gün doğumunda ne de gün batımında o güzel saçların rengi yok, gözler desen abov yani ne o rengi, ne o bakışlardaki güzelliği açıklayacak bir kelime yok. Vücut desen Michelangelo en ince ayrıntısına kadar çalışıp yapmış, botticelli o yüzü çizmek için tüm yeteneğini kullanmış gibi... Sapık gibi dadandım ama rahatsız etmedim tabi, sırf tanışabilmek için 2 hafta boyunca her gün aynı kafeye gidip ristretto içtim. italyada bazı kafeler o kadar yoğun olur ki tanımadığın insanların masasına oturmak zorunda kalırsın, çoğu zaten bar düzeni, uzun tezgah tabure herkes yan yana. Bazı sahil kenarındaki kafelerde masalar da bu ortak kullanıma giriyor. Her zaman aynı saatte gelmiyordu, ben de yanıma kitap almaya başlamıştım. Cinayetin Parıltısı, John le carre. Kitaba kendimi kaptırdım, okurken hoş bir ses "oturabilir miyim" dedi. Kafayı kaldırdım O! ulan yutkunamadım. kahve damağımı yaktı, sadece kafamla onay verip kahveyi yutmaya çalışırken kitabı okuyor gibi yaptım. Gözlerimle kelimeleri takip ediyordum ama kitabı okumuyordum. Kaçamak bakışlarla onu kontrol ediyorum falan bildiğin ergenliğe döndüm dıbına koyayım. Kafamın içinde kendimi tokatlayıp "kendine gel liseli!" dedim. Ağzımda soğuttuğum kahveyi yuttum, kitabı kapatıp başımı kaldırıp ona baktım. "English?" diye sordum, çünkü italyancam mükemmel değildi ve ben derdimi ekgibsiz anlatmak istiyordum. telefonundan başını kaldırıp "yes" dedi. Derin bir nefese aldım, sanki havada özgüven varmış ben de derin nefes alarak o özgüveni kendime çekmeye çalışıyorum gibi. "sırf sizinle tanışabilmek için 2 haftadır bu kafeye geliyorum." dedim. Telefonu masaya bıraktı, arkasına yaslanıp özgüveni ile ruhumu tokatlayarak hafif gülümseme ve kalkık kaşları ile "öyle mi? demek bu yüzden sizi her gün burada görüyordum" dedi. içimdeki sherlock çığlık attı, demek ki bana dikkat etmişti. Dedim "evet, sizinle tanışmak, mümkünse yanaşmak ve sizi tanıyıp vakit geçirmek istiyorum." bunları söylerken sesimin titrememesi için öyle uğraştım ki boğazım ağrıdı, kızardım mı bilmiyorum ama inci gibi dişleri ile gülümsedi. "neden günlerce beklediniz" dedi. "çünkü ne diyeceğimi bilemedim. Güzelliğiniz beni allak bullak etti" demeyi düşündüm ama ingilizce allak bullak diyemedim. "cesaret edemedim" dedim. Yine güldü. Ya iyi şekilde ilerliyordum, ya da beni moron olarak görüyordu. "O halde tanışalım" deyip ismini bahşetti. Bu şekilde tanıştık, yaklaşık 15 dakika sohbet ettik, sonra o gitti. Konuşma detayı yok, iki insan ilk tanıştığında ne konuşursa onu konuştuk.

    Ertesi gün, Bocelli dinleyerek hazırladım, kafeye gittim, oturdum bekledim ve o gelmedi. içimdeki ergen baş kaldırdı, wicked game dinleyerek biraz sahilde yürüyüp işlerimi hallettim. Ertesi gün kafeye gitmedim.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster