1. 1.
    +2 -24
    99999 ne lan binler! milyonlardan bahsedin konu atatürk olunca !!!
    ···
  2. 2.
    +6 -6
    Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi

    Ey Türk Gençliği!

    Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

    Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. istikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. istiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

    Ey Türk istikbalinin evlâdı! işte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!



    Mustafa Kemal Atatürk
    20 Ekim 1927
    ···
  3. 3.
    +1 -1
    iSTiKLÂL MARŞI

    Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
    Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
    O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
    O benimdir, o benim milletimindir ancak.

    Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
    Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
    Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl...
    Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!

    Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
    Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
    Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım.
    Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

    Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
    Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
    Ulusun korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
    “Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?

    Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
    Siper et gövdeni, dursun bu hâyasızca akın.
    Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın...
    Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

    Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme tanı:
    Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
    Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı;
    Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.

    Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
    Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
    Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Huda,
    Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.

    Ruhumun senden, ilâhî şudur ancak emeli;
    Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli.
    Bu ezanlar – ki şahadetleri dinin temeli-
    Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

    O zaman vecd ile bin secde eder – varsa – taşım,
    Her cerîhamdan, ilâhî, boşanıp kanlı yaşım,
    Fışkırır ruh-ı mücerred gibi yerden na’şım;
    O zaman yükselerek arşa değer belki başım.

    Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl
    Olsun artık, dökülen kanlarımın hepsi helâl.
    Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
    Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
    Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!

    Mehmet Akif ERSOY
    ···
  4. 4.
    0
    Mustafa Kemal ATATÜRK
    Asker, devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ilk Cumhurbaşkanı, Türklerin babası, çağımızın en büyük lideri. Eşi görülmez başarılara imza atmış, ülkesi için hayatı pahasına kahramanca savaşmış, çökmüş bir imparatorluktan yeni, çağdaş ve dinamik bir ülke yaratmış, bugün Türk halkının bir bayrak altında bağımsız şekilde yaşamasını sağlamış ve Türkiye’yi kurtarmıştır. Bayrağımızı ve topraklarımızı ona ve komuta ettiği binlerce Mehmetçiğe borçlu olduğumuz için yediden yetmişe şükran doluyuz. Zira Atatürk, kaderimizi değiştirmiş, boyunduruk altında olmadan yaşamamız için bize bu ülkeyi bırakmıştır. Ülkemizin en büyük tarihi sınavı olan Kurtuluş Savaşı’nda Türk askerini komuta etmiş, ekonomik ve askeri açıdan yokluk sınırında olan ülkemizi azmi, sabrı, çalışkanlığı ve dehası sayesinde tek vücut haline getirip, bağımsızlığına kavuşturmuştur. Ülkemizin geleceğini her şeyin üstünde tutmuş, inkılâpları ve ilkeleriyle bugün Türkiye’nin çağdaş milletler içinde hak ettiği yerde olmasını sağlamıştır. Arkasında çok daha iyi bir Türkiye ve dünya bırakarak hayata gözlerini yummuş olan Atatürk, hiç kuşkusuz Türklerin en büyük şansıdır. Hayatı boyunca sevilen, tevazusu, hoşgörüsü, barışçı ve uzlaşmacı kişiliği, entelektüelliği, hümanizmi, görgüsü, karizması ve eşsiz özellikleriyle dünyanın da hayran olduğu Atatürk, savaş yerine barışa, ayrılık yerine birlik ve beraberliğe sahip çıkmış, Türk bayrağı altındaki herkese ve tüm dünyaya şu önemli mesajı vermiştir: “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh”
    Atatürk, Türk' ün tarihinde ve gönlünde ebediyen yaşayacaktır, ölümsüzdür.
    ···
  5. 5.
    0
    Atatürk’ün Kökenleri
    Cumhuriyetimizin kurucusu, kahraman asker ve büyük devlet adamı Atatürk’ün kökenleri Karaman Beyliği’ne uzanmaktadır. Babasının ailesi, Anadolu'nun Türkleşmesinde önemli rol oynamış olan "Kızıl-Oğuz" ya da "Kocacık Yörükleri” denilen Türkmenlerden geliyordu. Fatih Sultan Mehmed’in padişahlığı döneminde parçalanan Karaman Beyliği’nin Yörük aşiretlerindendiler ve Karaman’ın Taşkale Köyü’nden Rumeli’ye göç ettirilmişlerdi. Atatürk'ün büyük dedesi olan Kırmızı Hafız Efendi, anne tarafından “Gulalar” baba tarafındansa “Pınarlar” olarak anılan ailelerin mensubuydu. 1850 yılında, Hafız Ahmet Efendi kardeşi Hafız Mehmet Emin'le birlikte ticaret amacıyla Manastır şehrine gelmiş, daha sonra da Selanik’e yerleşmişti.

    Atatürk’ün anne tarafının kökenleriyse, Orta Anadolu’dan getirilerek Batı Makedonya'nın Sarıgöl Bucağı'na yerleştirilen, daha sonra Selanik'in Lankaza(Lagaza) bölgesine göç eden ve “Evlad-ı Fatihan” olarak anılan yörüklere uzanıyordu. Atatürk'ün büyükannesinin adı Ayşe, dedesi ise Sofi-Zade Feyzullah efendiydi, Hasan ve Hüseyin isimlerinde iki çocukları vardı. Zübeyde Hanım’a döneminde kadınların okula gitmesi yaygın olmadığı için, okuryazar oluşu nedeniyle Zübeyde Molla deniliyordu.

    Atatürk'ün babası Ali Rıza Bey, Manastır vilayetinin Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık nahiyesinde doğdu. Ali Rıza Bey, bir süre Selanik Evkaf kâtipliğinde bulunmuş, 1876 yılında Selanik Asakir-i Milliye Taburu’nda birinci mülazım olarak görev almış, 1877’deki Osmanlı-Rus Harbi’nde de savaşmış ve sonraları ticaret hayatına atılmıştı. Gümrük Muhafaza Teşkilatı'nda memurluk yaparken Zübeyde Hanım’la 1871 yılında evlenmelerine müteakip ilk çocukları Fatma dünyaya geldi. Ardından Ahmet (1874), Ömer (1875), Mustafa (Kemal Atatürk) (1881), Makbule (Boysan, Atadan) (1885) ve Naciye (1889) isimlerinde beş çocukları daha oldu. Ancak Fatma dört, Ahmet dokuz, Ömer ise henüz sekiz yaşlarındayken, o dönemde Rumeli'yi kasıp kavuran kuşpalazı (difteri) salgınından hayatlarını kaybettiler.

    (Yüzbaşı Bakir Tosun'un Tarihte Bozkır ve Çevresi Yelbeği adlı çalışmasında, Atatürk'ün soy ağacı hakkında detaylı bilgilere yer verilmiştir.)
    ···
  6. 6.
    0
    Atatürk’ün Doğumu

    Mustafa Kemal ATATÜRK, 1881 yılında, Selanik'in Koca Kasım Paşa Mahallesi, Islahhane Caddesi üzerinde bulunan evde dünyaya geldi. Ali Rıza Bey, çocukken kazayla beşikten düşürüp ölümüne yol açtığı ve hiç unutmadığı kardeşinin ismini yeni doğan oğluna verdi: Mustafa.

    Sarı saçlı, mavi gözlü bir bebek olan Mustafa, Rumi takvime göre 1296 yılında dünyaya geldiyse de, doğduğu ay ve gün hakkında kesin bir bilgi yoktu. Ancak kayıtlarda yer alan bilgilere göre Zübeyde Hanım oğlunu “Erbain Soğukları” sırasında doğurduğunu ve aklında kalan tarihin 23 Aralık olduğunu belirtmişti. Bu tarih takvim farkı dolayısıyla 4 Ocak 1881’i göstermektedir.

    Selanik arşiv belgelerinden edinilen bilgilere göre, Atatürk’ün doğduğu ve şu anda müze olan ev, 1870 yılından önce Rodoslu hoca Hacı Mehmed tarafından yaptırılmış, önce ibrahim Zühdü, daha sonra da Abdullah Ağa ve eşi Ümmü Gülsüm'e satılmıştı.

    Ali Rıza Bey, babasının Subaşı Mahallesi’ndeki evinde eşi Zübeyde Hanım ve çocuklarıyla birlikte 1878 yılına kadar ikamet etmiş, daha sonra Atatürk’ün doğacağı evi kiralayıp yerleşmişti. 1880 yılında belalısı bir Rum eşkıya tarafından kaçırılan Ali Rıza Bey'in hayatından ümit kesildi. Sonradan yüksek bir haraç ödeyerek kurtuldu.

    Atatürk’ün doğduğu ev, etrafı yüksek duvarlarla çevrili, harem ve selamlığı olan üç katlı, klagib bir evdi. Dönemin belgelerine göre, bir bab fekani oda, bir divanhane, bir tahtessema, iki bab tahtani oda, bir çeşme ve avludan oluşuyordu. Dış yüzeyi pembe boyalı olup, alt pencerelerine emir, üst pencerelerine de ahşap kafesler yapılmıştı. Atatürk evin ikinci katındaki sol tarafa düşen ocaklı odada dünyaya gelmişti.

    29 Ekim 1933’te, Cumhuriyet'in Onuncu Yıl Dönümü dolayısıyla, Selanik Belediyesi, Türk-Yunan dostluğu ve Balkan Konferansı’nın bir hatırası olarak, Atatürk'ün doğduğu evin çift kanatlı kapısının sağ köşesine mermer bir plaka yerleştirdi. Plakanın üzerinde Türkçe, Elence ve Fransızca olarak şu ifade yer aldı: “Türk milletinin büyük müceddidi ve Balkan ittihadının müzahiri GAZi MUSTAFA-KEMAL burada dünyaya gelmiştir. iş bu levha Türkiye Cumhuriyetinin onuncu yıldönümü münasebetiyle konulmuştur.” Atatürk’ün doğduğu ev bugün Selanik'in Aya Dimitriya Mahallesi’ndeki Apostolu Pavlu Caddesi üzerinde 75 numaradadır, bitişiğinde Türk Konsolosluğu vardır.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 7.
    0
    Atatürk’ün Çocukluğu ve Eğitimi

    Atatürk mütevazı bir aileden geliyordu. Onun bu özelliğinin ileride halkın nabzını tutmasını bilmesinde, halkın eğilimlerini sezmesinde büyük faydası olacaktı. Yakınları onun bir halk çocuğu olmakla övündüğünü ifade etmişlerdi. Atatürk 4 yaşındayken kız kardeşi Makbule Boysan Atadan dünyaya geldi. Diğer kardeşlerini çocuk yaştaki ölümleri nedeniyle hiç tanıyamayan Atatürk’ün çocukluk yıllarına dair kayıtlarda yer alan bilgiler sınırlıdır. Atatürk, okul çağına geldiğinde, eğitimi konusunda annesiyle babası arasında görüş ayrılığı belirdi. Geleneklere bağlı olan ve Hacı Sofi gibi dinine bağlı bir aileden gelen Zübeyde Hanım, eğitim sisteminin karışık olduğu bu dönemde, Atatürk’ün dini eksende eğitim veren Mahalle Mektebi'ne gitmesinde ısrarcı davranıyordu. Aydın görüşlü olan Ali Rıza Bey'in tercihi ise yeni açılan ve döneme göre oldukça modern bir anlayışla kurulan Şemsi Efendi ilkokulu’ndan yanaydı. Zira okulun kurucusu olan ve okula kendi ismini veren Şemsi Efendi, okulunda ezbercilik yerine katif metodu uygulatıyordu, ayrıca okulun kız bölümünü de açmış olan aydın bir eğitimciydi. 1873 yılında Selanik’te valilik görevine başlayan Mithat Paşa, başarılarından dolayı Şemsi Efendi’ye padişah nişanı vermişti.

    Ali Rıza Bey'in önerisiyle okul konusundaki ikilem çözümlendi. Buna göre Atatürk, önce ilâhîlerle ve dinî bir törenle mahalle okuluna başlayacak, birkaç gün sonra da Şemsi Efendi okuluna geçecekti. Şemsi Efendi Okulu’nda dönemin mahalle okullarından farklı olarak yeni öğretim metotları uygulanmakta ve kara tahta, tebeşir, silgi, öğretmen masası, okumayı kolaylaştıracak levhalar gibi yeni araçlar kullanılmaktaydı. Atatürk’ün pedagojik esaslara göre eğitim veren bu okulda öğrenim görmesi gelişmesinde oldukça etkili oldu. Zekâsı ve üstün yetenekleri ile kısa zamanda arkadaşlarının ve öğretmenlerinin sevgisini kazanan Atatürk, matematikteki üstün başarısıyla da dikkat çekiyordu.

    Bu arada gümrük memurluğunu bırakan, kereste ve ardından da tuz işine giren Ali Rıza Bey, Rum eşkıyalar ve tuzların erimesi nedeniyle ticaret hayatından çekilmişti. Memuriyete tekrar giremeyen Ali Rıza Bey bir süre sonra hastalandı ve 1888’de hayatını kaybetti. Babası öldüğünde Atatürk 7 yaşında, kız kardeşi Makbule ise henüz 3 yaşındaydı.

    Babasının ölümü üzerine okuldan ayrılmak zorunda kalan Atatürk ve ailesini zor günler bekliyordu. Eşini kaybettiğinde kızı Naciye’ye hamile olan Zübeyde Hanım, 1890’ta doğum yaptı. Maddî durumu yetersiz olan Zübeyde Hanım çocuklarını alarak Langaza’da tarım işiyle uğraşan ağabeyi Hüseyin Ağa’nın çiftliğine yerleşti. 1901 yılında Atatürk’ün kız kardeşi Naciye, verem hastalığına yakalanıp hayatını kaybetti. Babasını ve kısa bir süre sonra kız kardeşini kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşayan Atatürk’ün, dayısının çiftliğinde ailenin erkeği olarak aldığı sorumluluklar artmıştı. Çiftlikte geçen bu dönemde Atatürk doğayla iç içe oldu, dayısına işlerinde yardımcı olduğu için el becerileri arttı. Ancak Zübeyde Hanım oğlunun öğreniminin yarım kalmasından üzüntü duyuyordu. Onun caminin imamından ve özel öğretmenden aldığı eğitim yetersiz kalınca Zübeyde Hanım Atatürk’ü, iyi bir eğitim görmesini sağlamak için halasının yanına, Selanik’e gönderdi.

    Bu arada abisine daha fazla yük olmak istemeyen ve aldığı küçük emekli aylığı ile geçinmekte zorluk çeken Zübeyde Hanım, Selanik Gümrükler Başmüdürü Ragıp Bey ile evlendi. Ragıp Bey'in önceki evliliğinden dört çocuğu vardı. Bu evlilik, babasının hatırasına saygı gösterilmediğini düşünen Atatürk’ü kızdırmıştı. Annesinin ikinci kez evlenmesini içine sindiremeyen Atatürk, uzun süre annesini aramadı. Ancak bu düş kırıklığı onun çalışma azmini arttırdı. Zira küçük yaşta babasını kaybetmesi de onun kendi ayakları üstünde durma gücünü kazanmasını ve hayatta başarılı bir şekilde mücadele etmesini sağladı. Prof. Dr. Şerafettin Turan’ın Mustafa Kemal ATATÜRK biyografisinde konuyla ilgili olarak şu bilgilere yer verilmişti:


    Zübeyde Hanım'ın Ragıp Bey ile ikinci bir evlilik yapması, ana ile oğul arasında dikkatlerden kaçmayan bir sorun da yaratmıştı. Ragıp Bey, Teselya Yenişehir'den Selanik'e göçmüştü. Eşini yitirmiş, dört çocuğuyla dul kalmıştı. Süreyya ve Hakkı adlarında 2 oğlu ile birinin adı Rukiye olan 2 kızı vardı. Zübeyde Hanım'la evlendiğinde Mustafa ve Makbule kardeşler için pgibolojik de olsa bir üvey baba ve üvey kardeşler sorunu baş göstermişti. Makbule bu yeni hayata ayak uydurmakta gecikmemişti ama Mustafa üvey babanın bulunduğu çatı altında oturmak istememişti. Atatürk yaşdıbının sonlarında üvey babasından söz ederken “Bana karşı çok saygılı davranmış, büyük adam muamelesi etmiştir.” diye olumlu bir görüş sergilemişti ama evden ayrılışını Afet inan'a babasını yitiren bir çocuğun isyanı olarak şöyle açıklamıştı: "Anamın böyle bir aile bağı yapmasını takdir ettim. Ancak çocukluk duygum isyandan ibaretti.
    Selanik Askeri Rüştiyesi

    Selanik’teki halasının yanına taşındıktan sonra Mülkiye idadisi'ne kaydolan Atatürk, bu okulda Arapça öğretmenliği yapan Kaymak Hafız’dan sopa ile dayak yiyince, zaten orada okumasını istemeyen büyükannesi onu derhal okuldan aldırdı. O dönemde okul formasını çok beğendiği komşularının oğlu Askeri Rüştiye’ye gidiyordu. Ona özenen Atatürk, asker olmasını istemeyen annesinin karşı çıkmasına rağmen, gizlice, Selanik Askeri Rüştiyesi'nin sınavına girdi. Sınavı kazandığı haberini alan Atatürk 1893’te yine gizlice bu okula kaydını yaptırdı. Selanik Askeri Rüştiyesi'nde, oldukça başarılı olan Atatürk sınıf başkanıydı ve üstün zekâsıyla matematik öğretmeni Yüzbaşı Mustafa Efendi’nin de dikkatini çekiyordu. Genç öğrencisinin yeteneklerinden oldukça etkilenen Yüzbaşı Mustafa Efendi onu benzersiz kılmak için adına “Bilgi ve erdem bakımından olgunluk ve ekgibsizlik” anldıbına gelen Kemal ismini ekledi. Genç Mustafa, o günden sonra Mustafa Kemal olmuştu. Atatürk, Selanik Askeri Rüştiyesi’ndeyken, matematik öğretmeni Yüzbaşı Mustafa Efendi’nin mazereti olduğu zamanlarda, onun yerine birçok kez dersi vermekle görevlendirilmişti. Zira büyük önder, bununla ilgili olarak daha sonra şunları söyleyecekti;


    Rüştiyede en çok matematiğe merak sardım. Az zamanda bize bu dersi veren öğretmen kadar belki de daha fazla bilgi edindim. Derslerin üstündeki sorularla uğraşıyordum, yazılı sorular düzenliyordum. Matematik öğretmeni de yazılı olarak cevap veriyordu.
    Türk Dil Kurumu Başuzmanı A.Dilaçar’ın, Atatürk’ün matematikteki üstün başarısıyla ilgili olarak 10 Kasım 1971 tarihli yazısında belirttiğine göre, Atatürk ölümünden bir buçuk yıl kadar önce, üçüncü Türk Dil Kurultayı'ndan (24–31 Ağustos 1936) hemen sonra 1936–1937 yılı kış aylarında kendi eliyle “Geometri” adlı bir kitap yazdı. Kitap, matematik öğretmenleri ve bu konuda kitap yazacaklara kılavuz olması amacıyla 1937 yılında Kültür Bakanlığı’nca yayınlanmıştı. Atatürk, “Geometri” isimli yapıtında; Boyut, uzay, yüzey, düzey, çap, yarıçap, kesek kesit, yay, çember, teğet, açı, açıortay, içters açı, dışters açı, taban, eğik, kırık, çekül, yatay, düşey, yöndeş, konum, üçgen, dörtgen, beşgen, köşegen, eşkenar, ikizkenar, paralelkenar, yanal, yamuk, artı, eksi, çarp, bölü, eşit, toplam, oran, orantı, türev, alan, varsayım gibi geometri ve matematikle ilgili terimlerin isim babası oldu ve bu terimleri Türk matematik bilimine kazandırdı.

    Daha sonra ünlü bilim tarihçisi Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı, Atatürk’ün “Geometri” kitabı için "Küçük fakat anıtsal bir yapıt" yorumunu yapacaktı. Yapıtında yer alan her tanımı, her kavramı tüm öğeleriyle ekgibsiz ve açık biçimde anlatan Atatürk, bunları örneklerle de açıklamıştı. Atatürk'ün türettiği matematik terimlerinin ve yaptığı geometri tanımlarının hemen hemen tümü bugüne değin değişmeksizin kullanıla gelmiştir. O'nun türettiklerinden sadece birkaç terim sonradan küçük ölçüde değiştirilmiştir.

    Atatürk, 1898’de Selanik Askeri Rüştiyesi'nden üstün başarıyla mezun oldu. Artık askerî idadide (lise) öğrenimine devam etmesi gereken Atatürk, Selanik’ten istanbul Kanatlarımın Altında’a gelmeyi düşünüyordu. Ancak sınav mümeyyizlerinden Hasan Bey’in tavsiyesiyle Manastır şehrindeki Manastır Askerî idadisi’ne yazıldı.
    Tümünü Göster
    ···
  8. 8.
    0
    Manastır Askerî idadisi

    Makedonya’nın en gelişmiş şehri olan Selânik’te, yeni fikirlere açık bir ortamda kendini geliştirme imkanı bulan Atatürk, renkli etnik yapısıyla farklı din ve ırkların bir arada yaşadığı bu şehirde büyük bir vizyon kazandı.

    Manastır Askerî idadisi’ndeki eğitimi sırasında, arkadaşlarından Ömer Naci, Atatürk’ün edebiyata ilgi duymasında rol oynadı. Şiir ve hitabet sanatıyla yakından ilgilenmeye başlayan Atatürk, Namık Kemal’den ve eserlerinden ciddi şekilde etkilendi. Kitabet öğretmeni Mehmet Asım Bey, Atatürk’ün şiir ve edebiyata olan eğilimini fark edip, onunla askerlik mesleğine yönelmesi gerektiğiyle ilgili konuştu. Ancak, Atatürk için hitabet her zaman çok önemli oldu, ayrıca yazma tutkusu da devam etti. Konuyla ilgili olarak daha sonra şunları söyleyecekti:


    Şiir yazmak hakkında idadi hocasının vazettiği memnuiyeti unutmuyordum. Fakat güzel söylemek ve yazmak hevesi bakiydi. Teneffüs zamanlarında hitabet talimleri yapıyorduk. Saati ellerimize alıyor, “Bu kadar dakika sen, bu kadar dakika ben söyleyeceğim” diye müsabaka ve münakaşalar tertip ediyorduk.
    Fransızca öğretmeni Yüzbaşı Naküyiddin Yücekök Bey de Atatürk’le yakından ilgileniyordu. Zira Atatürk başarılı bir öğrencisiydi ve bir kurmay subayının mutlaka bir yabancı dil öğrenmesi gerektiğine inandığı için Fransızca derslerine büyük önem veriyordu. Ancak Fransızcası diğer derslerine göre zayıf olan Atatürk, bunu çözmek için tatil dönemlerinde gittiği Selanik’te College des Frères de la Salle’in özel kurslarına devam ederek lisanını geliştirdi. Yakın arkadaşı Fethi Okyar’ın da desteğiyle Fransız ihtilalinin öncüleri Voltaire, J.J. Rousseau gibi filozofları tanıdı, tarih ve siyaset konusundaki bilgisi arttı. O dönem ayrıca sonradan sürekli işbirliği yapacağı arkadaşları, Nuri Conker, Salih Bozok ve Fuat Bulca’yla da tanıştı. Atatürk’ü en çok etkileyen derslerden biri de tarihti. Zira tarih öğretmeni Kolağası Mehmet Tevfik Bey (5. Dönem Diyarbakır Milletvekili) geniş kapsamlı bir tarih vizyonu ile Atatürk’e yeni ufuklar açtı. idadide başlayan tarih sevgisi hayatı boyunca devam etti.

    Manastır Askerî idadisi’ndeki eğitimi sırasında Atatürk’ü en çok etkileyen olay 1897 tarihli Türk-Yunan Savaşı olmuştu. Türk Ordusu’nun savaş meydanında parlak bir zafer kazanmasına rağmen barış masasında zararlı çıkmasına içerleyen Atatürk, coşkun bir vatan sevgisiyle dolmuştu. Bir arkadaşı ile gönüllü olarak savaşa katılmak için girişimde bulunsa da bu arzusunu gerçekleştirme imkânı bulamadı. Ancak sonsuz vatan sevgisiyle kabına sığmaz olan Atatürk’ün bu özelliği hayatı boyunca devam edecekti. Manastır Askerî idadisi’nin en parlak öğrencilerinden biri olan Atatürk, idadideyken, bıkıp usanmaksızın çalıştı, kendisini son derece bilinçli olarak geleceğe hazırladı. Sonunda 1898 yılının kasım ayında bütün derslerden tam not alıp, 54 kişilik sınıfın ikincisi olarak, dereceyle okulunu bitirdi.

    Okul sicilindeki bilgilere göre Atatürk, son derece yetenekli, ama kendisiyle kolayca samimi ilişkiler kurulması güç bir karaktere sahipti. idadî öğrenimi boyunca, vatansever, kendini her konuda geliştiren, ilerleme tutkusuyla dolu, çalışkan, azimli, kendine güveni sonsuz, seçkin ve iyi giyinen bir öğrenci oldu. Dünyayı ve günceli sürekli olarak takip eden, çalışkanlığının yanında sosyal hayatta da oldukça başarılı olan Atatürk, dünyanın nimetlerinden faydalanan ama başarıya ulaşmak için de çok çalışan bir yapıdaydı.

    istanbul Harp Okulu ve Akademisi

    Atatürk, istanbul’a gelerek 13 Mart 1899’da Harp Okulu’ndaki eğitimine başladı. Apolet numarası 1283’tü. Okula başladıktan 2 ay sonra arkadaşları arasında sivrilerek sınıf çavuşu oldu. Burada yıllarca dost kalacağı arkadaşları Ali Fuat Cebesoy ve Asım Gündüz’le tanıştı.

    Harp Okulu’ndaki birinci yılı gençlik hayalleri ve çok sevdiği istanbul’un çarpıcı havası içinde geçiveren Atatürk, sınavlarını başarıyla vererek ikinci sınıfa başladı. ilk yıl, ağırlığı sosyal hayata vermesine rağmen oldukça başarılı olan Atatürk, ikinci ve üçüncü sınıflarda dersleriyle çok daha fazla ilgilenmeye başladı. Zira Harp Okulu’nda dereceye girmek oldukça önemliydi. Çünkü kurmay sınıfına ayrılmak okulda üstün başarı göstermekle mümkündü. Atatürk, 3. Sınıfta 459 öğrenci arasından 8. olarak dereceye girdi ve kurmaylığa hak kazandı. Sicil numarası 1317-P.8(1901-P.8)’di.

    Mustafa Kemal 10 Ocak 1902’de teğmen rütbesi ile Harp Akademisi'nde öğrenimine başladı. Sınıfta topçu ve süvari okullarından gelenlerle birlikte 43 öğrenci vardı.

    Mustafa Kemal Harp Akademisi'nde iken onun üstün niteliklerini ilk keşfeden Osman Nizami Paşa olacaktı. Paşa, Ali Fuat’ın babası ismail Fazıl Paşa’nın evinde kendisini mahçubiyetle dinleyen Atatürk’le konuşup şunları söylemişti;


    Mustafa Kemal Efendi oğlum görüyorum ki, ismail Fazıl Paşa seni takdir etmek hususunda yanılmamış. Şimdi ben de onunla hemfikirim. Sen bizler gibi yalnız Erkân-ı Harb zabiti olarak normal hayata atılmayacaksın. Keskin zekân ve yüksek kabiliyetin memleketin geleceği üzere müessir olacaktır. Bu sözlerimi bir kompliman olarak alma, sen de memleketin başına gelen büyük adamların daha gençliklerinde gösterdikleri müstesna kabiliyet ve zekâ emareleri görmekteyim. inşallah yanılmamış olurum.
    Gelecek günler Osman Nizami Paşa’nın görüşlerini haklı çıkaracaktı.

    Harp Akademisi’nin öğretmenleri dil bilen, iyi yetişmiş ve seçkindiler. Akademideki sınıf arkadaşı Asım Gündüz’e göre, Atatürk Fransızcasını ilerletmek için Fransız bir bayandan ders aldı. Bu dönemde Paris’teki Jön Türk gazeteleri ile Fransızca gazetelerini getirtiyor ve arkadaşlarını etkilemeye çalışıyordu. Siyasal düşüncelerinin Harbiye Okulu’nda olgunlaşmaya başladığını söyleyen Atatürk, bir yandan öğreniminde başarılı olmak için sürekli çalışıyor bir yandan da ülkenin kaderine kafa yoruyordu. Zira ülkenin siyasetinde yanlışlar olduğunu fark etmişti. Ülkedeki yanlışlar hakkında herkesin bilgi sahibi olmasını isteyen Atatürk, Harp Okulunda başladıkları el yazısı ile gazete hazırlama işine geri döndü ve gazete çıkarmaya başladı. Gazete az kullanılan bir dershanede hazırlanıyor, elden ele dolaştırılıyordu. Konuyla ilgili olarak şunları dile getirdi;


    Binlerce kişiden ibaret olan Harbiye talebesine bu keşfimizi (Memleketin idaresinde ve siyasetinde fenalıklar olduğu konusundaki keşfi) anlatmak hevesine düştük. Mektepte el yazısıyla bir gazete tesis ettik. Sınıf dâhilinde ufak teşkilatımız vardı. Ben heyet-i idareye dâhildim. Gazetenin yazılarını ekseriyetle ben yazıyordum.
    Ancak bir süre sonra durum Mektepler Nazırı Zülüflü ismail Paşa tarafından öğrenildi. Bu durumla ilgili bilgi alan akademi komutanı bir gün ansızın dershaneye bir baskın yaptı ve öğrencileri suçüstü yakaladı. Komutan konu hakkında takibat yapmayıp sert bir ihtarla yetindi. Fakat Atatürk ve arkadaşları faaliyetlerine ara vermediler. Bir ev tutarak gazeteyi çıkarmaya devam ettiler ancak bir muhbir tarafından ele verilerek tutuklandılar. Meslek hayatlarını söndürmeyen ancak birkaç ay hapiste kalmalarına neden olan olay sonrasında serbest bırakıldılar. Mustafa Kemal 11 Ocak 1905’te üç yıllık notlarının topldıbına göre akademiyi beşinci olarak bitirdi. Atatürk, Harp Akademisi yıllarını yabancı dilini geliştirerek, Namık Kemal’in düşüncelerini izleyip, bunları okul içinde yayarak geçirdi. Askeri eğitimi boyunca yabancı dil, şiir, dans, hitabet gibi o dönemin askeri öğrencisi için pek de alışık olunmayan konularla ilgilendi.
    Tümünü Göster
    ···
  9. 9.
    0
    ilk Askeri Tecrübeler

    Atatürk ilk görevi için Şam’a gönderildi. 1905–1907 yılları arasında Şam'da 30.süvari alayında bölük komutanı olarak görev yapan Atatürk, 29. süvari alayında bölük komutanı olan arkadaşı Lütfi Ümit Bey’le ev tutup birlikte yaşamaya başladı. Kılıç Ali, o dönemle ilgili bir durumu daha sonra şu şekilde anlatacaktı;


    … Aradan bir müddet geçtikten sonra, günün birinde kumanda etmekte oldukları bölüklerinin alaylarıyla birlikte vazife alarak Havran havalisine hareket etmek üzere olduklarını haber alınca her ikisi de hayretler içinde kalmışlar. Kendilerine haber vermeksizin kıtalarının hareket etmiş olmalarına hiçbir mana verememişler. Bu vaziyet karşısında Mustafa Kemal fena halde sinirlenmiş. Kendilerine karşı lakaydi gösteren kıtalarının kumandanına yaptığı şikâyetten bir netice alamayınca doğrudan doğruya ordu kumandanına şikâyete karar vermiş. Fakat bu sefer de ordu kumandanından beklediği hassasiyeti görememiş. Bunun üzerine işi enerjisiyle halletmeye karar vererek harekete geçmiş ve arkadaşı Lütfi Müfit Bey’e de kendisini takip etmesini istemiş. Kumandanların istihfaf ve istememelerine rağmen onlar da bu harekâta iştirak etmişler. Meğer süvari kıtasının aldığı vazife aynı zamanda on senelik verginin tahsiliymiş. Atatürk, bu vergi tahsilâtı esnasında köylülerin çektikleri zahmetleri, uğradıkları mezalimi ve o sırada yapılan suiistimalleri nefretle anlatıyor ve kıtanın aldığı vazifeyi “haydutluk” diye tavsif buyuruyordu. Bir gün alay zabitlerinden biri Lütfi Müfit Bey’e yapılan yolsuzluklara göz yumması için altın para teklif etmiş. Müfit bey bu teklifi reddetmekle beraber Mustafa Kemal Bey’i de haberdar etmiş. Mustafa Kemal, Müfit Bey sormuş: “Müfit, sen bugünün adamı mı olmak istiyorsun, yoksa yarının mı?”Müfit bey derhal bu suale: “Elbette yarının adamı olmak isterim” diye yanıt vermiş. Müfit Bey’in bu cevabı o zaman Atatürk’ün o kadar hoşuna gitmiş ki, bunu daima anlatırlar ve: “Elbette o teklif edilen parayı alamazdı ve almadı. Çünkü o, bugünün adamı değil yarının adamı olmak istiyordu” diye Müfit Bey’e iltifatta bulunurlardı.
    Kılıç Ali’nin anlattığı bu önemli durum, Atatürk’ün rüşvete ne kadar karşı olduğunu, her daim dürüstlüğü ön planda tuttuğunu, haksızlığa gelemediğini ve kafasının ülkesinin geleceğinde olduğunu göstermekteydi. Rüşvet olayını namus meselesi olarak görmesinin ötesinde, bunu tarih ve gelecek bilinci içinde değerlendirmekteydi.

    Atatürk ilk askeri tecrübesini yaptığı Şam’daki görevini 1907'de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) olarak tamamladı. Daha sonra Manastır'da III. Ordu'ya atandı ve 19 Nisan 1909'da istanbul'a giren Hareket Ordusu'nda Kurmay Başkan olarak görev aldı. 1910 yılında Fransa'ya gönderilen Atatürk, Picardie Manevraları'na katıldı.
    Tümünü Göster
    ···
  10. 10.
    0
    komutanlık dönemi (1911 – 1919)

    1911’de, i̇talyanların trablusgarp'a hücumu ile başlayan trablusgarp savaşı'nda, atatürk bir grup arkadaşıyla birlikte tobruk ve derne bölgesinde görev aldı. 22 aralık 1911'de i̇talyanlara karşı tobruk savaşı'nı kazandıktan sonra 6 mart 1912'de derne komutanlığı’na getirildi.

    ekim 1912'de balkan savaşı başlayınca atatürk, gelibolu ve bolayır'daki birliklerle savaşa katıldı, dimetoka ve edirne'nin geri alınışında önemli hizmetler verdi. 1913 yılında sofya ateşe militerliği’ne atandı ve 1914 yılında yarbaylığa yükseldi. hayatının ilk aşkını sofya’da bir bulgar kızı ile yaşadığı söylenmekteydi.

    1914’te birinci dünya savaşı başlamıştı ve osmanlı i̇mparatorluğu da savaşa girmek zorunda kalmıştı. atatürk, 19. tümen'i kurmak üzere tekirdağ'da görevlendirildi. 18 mart 1915'te çanakkale boğazı'nı geçmeye kalkan i̇ngiliz ve fransız donanması ağır kayıplar verince gelibolu yarımadası'na asker çıkarmaya karar verdiler. 25 nisan 1915'te arıburnu'na çıkan liman von sanders yönetimindeki düşman kuvvetlerini, atatürk’ün komuta ettiği 19. tümen, conkbayırı'nda durdurdu. çanakkale’de kahramanca savaşan atatürk, "çanakkale geçilmez!" sözünün de doğduğu bu büyük askeri başarısıyla albaylığa yükseldi.

    i̇ngilizler 6–7 ağustos 1915'te arıburnu'nda tekrar taarruza geçmişlerdi. anafartalar grubu komutanı atatürk, 9–10 ağustos'ta komuta ettiği ordusuyla anafartalar zaferi'ni kazandı. bu zaferi 17 ağustos'taki kireçtepe ve 21 ağustos'taki ii. anafartalar zaferi takip etti.

    atatürk, çanakkale savaşları’ndan sonra 1916'da edirne ve diyarbakır'da görev aldı. 1 nisan 1916'da tümgeneralliğe yükseldi ve ruslarla savaşarak mus ve bitlis'in geri alınmasını sağladı. şam ve halep'teki kısa süreli görevlerinden sonra 1917'de i̇stanbul'a giden atatürk, veliaht vahdettin efendi'yle almanya'ya giderek cephede incelemelerde bulundu. bu seyahatten sonra hastalanıp, viyana'ya ve karisbad'a giderek tedavi oldu. atatürk, 15 ağustos 1918'de halep'e 7. ordu komutanı olarak geri döndü. bu cephede i̇ngiliz kuvvetlerine karşı kahramanca savaştı. mondros mütarekesi'nin imzalanmasından bir gün sonra, 31 ekim 1918'de yıldırım orduları grubu komutanlığı'na getirildi ve daha sonra bu ordunun kaldırılması üzerine 13 kasım 1918'de i̇stanbul'a gelip harbiye nezareti’nde (bakanlığında) göreve ba
    Tümünü Göster
    ···
  11. 11.
    0
    kurtuluş savaşı yılları (1919 – 1923)

    mondros mütarekesi'nden sonra i̇tilaf devletleri'nin anadolu'yu işgal etmeye başlamaları üzerine, atatürk, 9. ordu müfettişi olarak 19 mayıs 1919'da samsun'a çıktı. 22 haziran 1919'da amasya'da yayımladığı genelgeyle "milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını" ilan edip, erzurum kongresi ve sivas kongresi’ne başkanlık etti. 23 temmuz - 7 ağustos 1919 tarihleri arasında toplanan erzurum kongresi öncesinde, osmanlı ordusunu bırakıp, kuvayi milliye lideri oldu. kuvayi milliye arapça kökenli bir sözcüktü ve ulusal kurtuluş ordusu anldıbına geliyordu. atatürk’ün kuvayi milliye tanımı şu şekildeydi:


    hükümet merkezi düşmanların şiddetli çemberi içindeydi. siyasal ve askeri bir çember vardı. i̇şte böyle bir çember içinde yurdu savunacak, ulusun ve devletin bağımsızlığını koruyacak kuvvetlere emrediyorlardı. bu biçimde yapılan emirlerle, devlet ve ulusun araçları temel görevlerini yapamıyorlardı. yapamazlardı da. bu araçları savunmanın birincisi olan ordu da ordu adını korumakla birlikte, elbette temel görevini yerine getirmekten yoksundu. i̇şte bunun içindir ki yurdu savunmaktan ve korumaktan ibaret olan temel görevi yerine getirmek, doğrudan, doğruya ulusun kendisine kalıyordu… i̇şte buna kuvayi milliye diyoruz.
    kuvayi milliye sırasında atatürk kendisine ilk nüfus kaydını ve nüfus cüzdanını verecek olan erzurum'un manevi hemşerisi seçildi. 4 – 11 eylül 1919 tarihleri arasında da sivas kongresi'ni toplayarak vatanın kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesi için çalıştı. 27 aralık 1919'da ankara'da heyecanla karşılanan atatürk, 23 nisan 1920'de “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyerek türkiye büyük millet meclisi'ni açtı. tbmm, ulusal kuvvetlerin tek merkezde toplanması ve türkiye cumhuriyeti'nin kurulması yolunda çok önemli bir adımdı. erzurum milletvekili olan atatürk, meclis ve hükümet başkanlığına seçildi ve türkiye büyük millet meclisi, kurtuluş savaşı'nın başarıyla sonuçlanması için gerekli yasaları kabul edip uygulamaya başladı. 15 mayıs 1919'da yunanlılar i̇zmir'i işgali etmişti. türk kurtuluş mücadelesi bu işgal sırasında hasan tahsin tarafından düşmana ilk kurşunun atılmasıyla başladı. 10 ağustos 1920 tarihinde sevr antlaşması'nı imzalayarak osmanlı i̇mparatorluğu'nu aralarında paylaşan birinci dünya savaşı'nın galip devletlerine karşı önce kuvâ-yi milliye adı verilen ulus güçleriyle savaşıldı. ancak işgalci emperyalist devletlere karşı başarılı bir mücadele için düzenli bir ordu gerekiyordu. türkiye büyük millet meclisi düzenli orduyu kurarak kuvâ-yi milliye ve ordu bütünleşmesini sağladı. savaş zaferle sonuçlandı.

    mustafa kemal yönetimindeki türk ulusal kurtuluş savaşı'nın önemli aşamaları ise şöyleydi:

    •sarıkamış (20 eylül 1920), kars (30 ekim 1920) ve gümrü'nün (7 kasım 1920) kurtarılışı
    •çukurova, gaziantep, kahramanmaraş ve şanlıurfa savunmaları (1919- 1921)
    •i. i̇nönü zaferi (6 - 10 ocak 1921)
    •ii. i̇nönü zaferi (23 mart - 1 nisan 1921)
    •kütahya-eskişehir muharebeleri (10 - 24 temmuz 1921)
    •sakarya zaferi (23 ağustos - 13 eylül 1921)
    •büyük taarruz, başkomutanlık meydan muharebesi ve takip harekatı (26 ağustos - 9 eylül 1922)

    sakarya zaferi'nden sonra 19 eylül 1921'de türkiye büyük millet meclisi, atatürk'e mareşal rütbesini ve gazi unvanını verdi. kurtuluş savaşı, 24 temmuz 1923'te i̇sviçre'nin lozan kentinde imzalanan lozan antlaşması'yla sona erdi. bu anlaşma ile sevr antlaşması yürürlükten kalktı ve türkiye cumhuriyet'i lozan antlaşması temelleri üzerine kuruldu. new york times kurtuluş savaşı’nı kazanmamız, bağımsızlığımıza kavuşmamız ve lozan antlaşması’nın başarısı üzerine şunları yazacaktı:


    lozan'ı atatürk kazandı; son iki yüz yılda ihtiyar asya'nın avrupa'ya karşı kazandığı ilk zafer.
    23 nisan 1920'de ankara'da tbmm'nin açılmasıyla türkiye cumhuriyeti’nin kurulması yönünde en büyük adım atılmıştı ve yeni türkiye cumhuriyeti’nin kuruluşu müjdelenmişti. meclisin, kurtuluş savaşı'nı başarıyla yönetmesi, yeni türk devletinin kuruluşunu hızlandırdı ve 1 kasım 1922'de hilafet ve saltanat birbirinden ayrıldı. ardından da önce saltanat ve daha sonra da hilafet (3 mart 1924) kaldırıldı. gazi atatürk, eylül 1923'te başlattığı kurtuluş mücadelesini siyasi harekete dönüştürdü ve türkiye’nin ilk partisi olan daha sonradan adı cumhuriyet halk partisi olacak halk fırkası’nı kurdu. 29 ekim 1923'te cumhuriyet (halk egemenliği) idaresi resmen kabul edildi ve atatürk oybirliğiyle ilk başkan seçildi. 30 ekim 1923 tarihinde i̇smet i̇nönü tarafından türkiye cumhuriyeti'nin ilk hüküme
    Tümünü Göster
    ···
  12. 12.
    0
    cumhurbaşkanlık dönemi (1923–1938)

    türkiye’nin ilk başkan olan atatürk, anayasa gereğince dört yılda bir yeniden yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 1927, 1931, 1935 yıllarında olmak üzere üst üste toplam 3 kez tbmm tarafından başkan seçildi. atatürk, 15–20 ekim 1927 tarihleri arasında kurtuluş savaşı'nı ve cumhuriyet'in kuruluşunu anlatan büyük yapıtı nutuk'u (söylev), 29 ekim 1933 tarihinde de onuncu yıl nutku'nu okudu. nutuk, ulusal mücadelenin kimlere karşı, niçin ve nasıl verildiğini anlatıyordu ve mücadelenin cumhuriyet kurulduktan sonraki aşamasında yapılması gerekenler konusunda da önemli bilgiler veriyordu. türkiye için oldukça değerli olan bir konuşmaydı.

    2587 sayılı kanunla 24 kasım 1934 tarihinde ülke için yaptıkları, kazandığı zaferler ve türklerin babası olması dolayısıyla mustafa kemal'e atatürk soyadı verildi. atatürk 1930'lu yıllarda eski yunan başbakanı venizelos tarafından nobel barış ödülü’ne aday gösterildi.

    sinsi hastalık siroz

    milli çıkarlar ve devlet işlerinde son derece titiz olan, hiç bir mazeret kabul etmeyen atatürk, çok çalıştığı için kendi sağlığına gerektiği kadar özen gösteremiyordu. yaşayış tarzının sağlığına verebileceği zararlara karşı kayıtsızdı. ülkesinin çıkarlarını her şeyin üstünde görüyordu. geceleri çok geç yatmakta, önemli bir durum olduğunda günlerce uykusuz kalarak aralıksız çalışmaktaydı. büyük nutku dikte ettirirken çalışanlardan bayılanlar olduğu halde, o ara vermeden dikte ettirmeye devam etmişti. okumaya meraklı olan atatürk ilgi duyduğu bir kitabı ne kadar hacimli olursa olsun saatlerce okur, bitirmeden bırakmazdı. ancak 1937 yılında sağlığıyla ilgili olarak olumsuzluklar ortaya çıkmaya başladı.

    atatürk genç yaştayken, manastır askerî i̇dadisinde öğrenim görürken ciddi bir sıtma hastalığı geçirmişti. trablusgarp’a giderken attan düştüğü için i̇skenderiye’de tedavi gördüğü salih bozok’un anılarında dile getirilmişti. derne savaşlarında ise gözünden yaralanmış ve viyana’da tedavi görmüştü. büyük harp sırasında başlayan böbrek rahatsızlığı ise uzun süreler devam etmiş, 1918’de avusturya’da karlsbad kaplıcalarında tedavi görmüştü. atatürk’ün millî mücadele yıllarında da böbrek sancılarının devam ettiği, sakarya savaşı öncesinde üç kaburga kemiğinin kırıldığı bilinmekteydi. 1924 ve 1927 yıllarında, cumhurbaşkanlığı döneminde, kalp rahatsızlıkları geçirdiyse de gerekli tedaviler sonucunda sağlığına kavuşmuştu. 1936 yılında soğuk algınlığı sonucu ateşli bir akciğer rahatsızlığı geçirmesine rağmen, oldukça sağlıklı görünmeyi başaran atatürk, savaşın, mücadelenin ve zor koşulların olumsuz etkilerine rağmen yıllara meydan okuyordu. ancak bu zorlu süreçler onu çok yıpratmıştı. dolayısıyla 1937 yılının başlarından itibaren atatürk’ün sağlık durumu bozulmaya, rahatsızlıklar kendini göstermeye başlamıştı. ancak atatürk, bu belirtilere yeterince önem vermemiş, ülke çıkarlarını kendi sağlığından üstün tuttuğu için geçici tedbirlerle yetinmişti.

    atatürk’ün rahatsızlığına ilk teşhisi koyan yalova termal kaplıcaları müdürü dr. nihat reşat belger’di. 22 ocak 1938’de dr. belger kendisini muayene ettiğinde karaciğer büyümesi ve sertleşmesi teşhisini koydu. atatürk içkiyi sevdiği için karaciğeri büyük zarar görmüştü. kesin tanı için özel doktoru prof. dr. neşet ömer i̇rdelp çağrıldı ancak i̇rdelp’in teşhisi de farklı olmadı. atatürk siroz olmuştu ve tedavi için ciddi bir perhiz ve istirahat gerekliydi.

    atatürk bir kaç gün dinlendikten sonra 1 şubat’ta gemlik suni i̇pek fabrikası’nı, 2 şubat’ta merinos fabrikasını açmak için bursa’ya gitti. fabrika açılışlarını yapıp, düzenlenen baloya katılan atatürk, ertesi gün dolmabahce-sarayi’na döndüğünde bitkindi. zatürreye yakalandı ancak on günlük bir tedaviden sonra sağlığına kavuştu.

    25 şubat 1938’de ankara’da gerçekleşen balkan antantı toplantısına katıldı, balkan devlet adamları ile uzun görüşmeler yaptı. ancak tüm bu çabalar ve yoğunluk onu yormaya devam ediyordu. hastalığının artması üzerine, 6 mart 1938’de, türk doktorları tarafından bir konsültasyon yapıldı ve fransa’dan da tanınmış uzman prof. dr. fiessinger davet edildi. 28 mart 1938’de siroz teşhisini doğrulayan fiessinger’in atatürk’e :“büyük kumandan büyük harpler yaptınız. muzaffer oldunuz. ama bu işin kumandanı da benim. siz bana tâbi olacaksınız, bana yardım edeceksiniz” dediği söylenmekteydi. fiessinger’in ifadesini beğenen atatürk, onun tavsiyelerine uymaya çalıştı.

    hükümet ilk defa 30 mart 1938’de, başkan atatürk’ün hastalığı ile ilgili resmî bir bildiri yayınladı. bildiride, fiessinger’in muayenesi sonucunda atatürk’ün sağlığında endişe edilecek bir durum olmadığı ifadesi yer alıyordu.

    ancak atatürk, cumhurbaşkanlığı görevini aksatmadan yürütmek ve özellikle hatay sorununu sonuçlandırmak kararındaydı. çünkü fransa’nın hatay meselesi konusundaki aldırmaz tutumundan rahatsız oluyordu. türkiye’nin bu konudaki kesin kararlılığını göstermek için 20 mayıs’ta mersin’de askerî birliklerin geçit töreninde bulunup, 24 mayıs’ta adana’daki askerî birlikleri denetledi ancak ankara’ya döndüğünde bitkindi. ankara’da sadece bir gün kaldıktan sonra 26 mayıs’ta i̇stanbul’a hareket etti. bu yolculuktan sonra ulu önder ankara’yı bir daha göremeyecekti. deniz havasının kendisine iyi geleceği ümit edilmekteydi ve hem devlet başkanlarını orda ağırlaması hem de dinlenmesi amacıyla savarona yatı alındı. dünya liderlerini ağırladığı ertuğrul isimli yat eskiyince cumhurbaşkanlık için yeni bir yat araştırması yaptırmıştı. değerlendirme sonrasında, brooklyn köprüsü’nü inşa eden mühendis john roebling’in kızı emily roebling cadwallader tarafından hizmete sokulan savarona isimli yat satın alındı. yat bazı döşemeleri yenilendikten sonra atatürk’ün ölümcül hasta olduğu dönemde i̇stanbul’a geldi. atatürk, savarona’da geçirdiği altı hafta boyunca kabine toplantıları düzenledi, romanya kralı carol da dâhil olmak üzere önemli konukları ve devlet başkanlarını ağırladı.

    29 mayıs’ta yapılan muayene sonucu karnında su toplanmaya başladığı görülen atatürk, 1 haziran’da savarona yatına yerleşmiş 25 temmuz 1938’e kadar orada kalmıştı. ancak geminin içi yaz sıcağında kavrulmakta olduğu için, atatürk rahatsızlandı ve 8 temmuz’da prof. fiessinger 2. defa i̇stanbul’a geldi. gerekli uyarılarda bulunan fiessinger’ın mutlak istirahat önerisine rağmen, atatürk, 9 temmuz’da savarona’da bakanlar kuruluna saatlerce başkanlık etti. fiessinger 16 temmuz’da 3. defa i̇stanbul’a gelerek, atatürk’ün durumunun hassaslaşmakta olduğunu gördü ve atatürk, 24/25 temmuz gecesi dolmabahçe sarayına nakledildi.

    hastalığına rağmen, atatürk, dolmabahce-sarayi’nda başbakanını, bakanlarını, elçileri ve komutanları kabul ediyor ve ülke meselelerini sürekli olarak izliyordu. 3 eylül 1938’de hatay devleti’nin kuruluşunu “türkiye cumhuriyet’inin bir başarısı olarak” coşkuyla kutladı. sağlığı gittikçe bozulan atatürk, 5 eylül’de vasiyetini yazdı. 6 eylül’de prof. fiessinger dördüncü defa i̇stanbul’a gelerek, atatürk’ün karnında toplanan suyu alarak onu rahatlattı. 11 eylül’de düzenlenen raporda kesin istirahat öngörüldü. buna göre ziyaretler sınırlı tutulacak ve yatakta dinlenilecekti.

    sonraki günlerde karında asit toplanması ilerledi, genel durumda yorgunluk ve takatsizlik vardı. ancak sinsi hastalık ilerlemekteydi. 16 ekim akşamı gelen ilk ağır koma 19 ekim’e kadar sürdü. cumhurbaşkanlığı genel sekreterliği, 23 ekim gününe kadar sabah ve akşam günde iki defa sağlık durumunu belirten bildiriler yayınladı. 20 ekim’de koma durumundan kurtulan atatürk, eseri olan cumhuriyetin 15. yıldönümü törenlerine katılmak ve halkıyla bütünleşmek için ankara’ya gitmek istiyordu. ancak bu gerçekleşmedi. 29 ekim’de bağrından çıktığı orduya bir mesajla seslenen atatürk şunları söyledi:


    zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman türk ordusu… türk vatanının ve türklük camiasının şan ve şerefini dâhilî ve haricî her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret vazifeni her an yapmaya hazır olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam iman ve itimadımız vardır.
    1 kasım 1938’de tbmm toplantısının açılış konuşmasını atatürk’ün yerine celal bayar okudu ve atatürk yakınlarıyla en son 6 kasım tarihinde görüştü. 7 kasım’da karnına 3. defa ponksiyon yapılarak su alındıktan sonra 8 kasım’da atatürk tekrar ağır bir komaya girdi. saat 19 dolaylarında başlayan koma gittikçe ağırlaştı. cumhurbaşkanlığı genel sekreterliği 9 kasım 1938’de saat 24’de yayınladığı bildiride “umumî durumunun tehlikeli bir hal aldığı” nı vurguladı.
    Tümünü Göster
    ···
  13. 13.
    0
    10 kasım perşembe günü tüm türkiye cumhuriyeti ve dünya tarifsiz bir yasa boğuldu. sevgili atatürk, kendisini tedavi etmeye çabalayan hekimlerinin gözyaşları arasında, saat 9.05’te hayata veda etti.

    hükümet acı haberi türk halkına bir bildiri ile duyurdu:


    …türk milleti ulu şefini, insanlık büyük evlâdını kaybetti. milletimize içimiz yanarak bu tarife sığmayan ziyandan dolayı ve derin taziyelerimizi sunarız… ölmez olan onun büyük eseri cumhuriyet türkiyesidir… bugün ayrılığına ağladığımız büyük şefimiz atatürk, her vakit türk milletine güvendi… ebedî türk milleti, onun eserlerini ebediyete kadar yaşatacaktır. türk gençliği onun kıymetli emaneti olan türkiye cumhuriyetini daima koruyacak ve onun izinde yürüyecektir. kemal atatürk, türkün tarihinde ve gönlünde daima yaşayacaktır...
    haber yurt içinde çok büyük üzüntü yarattı ve dünyada geniş yankılara yol açtı. türkiye’nin millî kahramanının tabutu, 16 kasım’da dolmabahçe sarayı'nda hazırlanan katafalka konularak halkın ziyaretine açıldı. sonsuz acılar içinde kıvranan halk, kurtarıcısı olan atasına saygısını, bir insan seli oluşturarak hıçkırıklar ve gözyaşlarıyla dile getirdi.

    19 kasım’da kılınan cenaze namazından sonra ulu önder atatürk’ün tabutu 12 general tarafından top arabasına alınarak önce zafer torpidosuna sonra yavuz zırhlısına aktarıldı. atatürk’ün naaşını 101 tane top atışı ile selâmlayan yavuz, şerefli emanetini i̇zmit’te özel trene aktardı. yol boyunca halkın gözyaşlarıyla uğurladığı tren, 20 kasım günü ankara garında yeni başkan i̇smet i̇nönü ve hükümet erkânı tarafından karşılandı. ankara, kaderini değiştiren ebedî şefini, 101 tane top atışıyla selâmladı. ardından atatürk’ün tabutu tbmm’de hazırlanan katafalka konuldu. silâh arkadaşları, general, subay ve askerlerin tazim nöbeti tuttukları katafalkın önünden başta başkan olmak üzere, ankaralılar saygıyla geçtiler. atatürk’ün naaşı 21 kasım’da düzenlenen görkemli bir törenle, etnografya müzesi’nde hazırlanan, geçici kabirine yerleştirildi. törende görülen manzara çarpıcıydı. çünkü atatürk tüm düşmanlarına karşı milli bağımsızlık bayrağını dalgalandırmış, sömürgecilere karşı savaşmış, esir milletlerin ümidi haline gelmişti. şimdi ise, millî bağımsızlığın ve çağdaşlaşmanın sembolü olan ulu önderin arkasında dünyanın dört bir tarafından gelen temsilciler yer almışlardı. tüm dünya ona büyük saygı duyuyordu. bunlar arasında faşistler, demokratlar, naziler, radikal i̇slamcılar da vardı ve herkes yan yana saygı yürüyüşüne katılmıştı. türk halkı ise sonu gelmez acılar içinde kıvranarak atasını uğurluyordu. türk halkının bu derin acısını, ebedi şefine olan minnet ve bağlılığını, 11 kasım’da oy birliği ile başkan seçilen i̇smet i̇nönü, 21 kasım 1938 tarihli bir bildiri ile dile getirmişti:


    …devletimizin bânisi ve milletimizin fedakâr, sadık hadimi (hizmet edeni); i̇nsanlık idealinin mümtaz siması; eşsiz kahraman atatürk; vatan sana minnettardır. bütün ömrünü hizmetine verdiğim türk milleti ile beraber senin huzurunda tazim ile eğiliyoruz...
    atatürk' ün naaşı anıtkabir yapılıncaya dek on beş sene bu geçici kabirde kaldı ve 10 kasım 1953' te büyük bir merasimle, ebedi istirahat yeri olan anıtkabir' e nakledildi. o, türk' ün tarihinde ve gönlünde ebediyen yaşayacaktır, ölümsüzdür. o bir kumandan olarak birçok savaş kazanmış, bir lider olarak kitleleri etkilemiş, bir devlet adamı olarak başarılı bir yönetim sergilemiş ve nihayet bir devrimci olarak bir toplumun sosyal, kültürel, ekonomik, politik ve hukuki yapısını kökten değiştirmeyi başarmış; dünya tarihindeki en üstün şahsiyetlerden birisi olmuştur. tarih onu türk ulusunun en şerefli evlatları ve insanlığın en büyük liderleri arası
    Tümünü Göster
    ···
  14. 14.
    0
    atatürk’ün kişiliği

    ulu önderimiz ve hayatı hakkında bugüne kadar sayısız eser ve biyografi kaleme alındı. türkiye cumhuriyeti’nin kurucusu, kahraman asker ve büyük devlet adamı atatürk, cephedeki ve ülke yönetimindeki üstün başarıları dışında, insani vasıflarıyla da birçok eserde yer aldı. gerek türkiye gerekse tüm dünya milletleri için çok büyük bir kahraman, eşsiz bir siyasi deha olan atatürk, hayatı boyunca sevilen, üstün özellikleriyle takdir gören bir insan oldu.

    tevazusu, hoşgörüsü, barışçı ve uzlaşmacı kişiliğiyle girdiği tüm sosyal topluluklarda öne çıkan atatürk’ü yakın çevresindekiler, akılcı ve sağduyulu yapısı, milli ahlak anlayışı, dinine karşı olan hassasiyeti, giyim kuşdıbına, temizlik ve bakımına, sanat ve estetiğe, sofra adabına verdiği önemle tanıdılar.

    onu benzersiz kılan özellikleriyle ilgili yapılan yorumlar, yazılan öyküler ve anılar hep birlikte onun “karizmatik” kişiliğinin parçalarını oluşturuyordu.

    gerektiğinde adeta yemeyen, içmeyen ve uyumayan atatürk, bu özelliğinin en tipik örneğini kurtuluş savaşı döneminde ve büyük nutuk’u yazarken gösterdi. geceleri uyumaktan hoşlanmadığı için, sürekli olarak okuyan atatürk için mahmut esat bozkurt “türk milleti’nin gece bekçisi” ifadesini kullanmıştı.

    herkeste kolay bulunmayan bir irade gücüne sahip olan atatürk, çok çalışkan olduğu kadar eğlenmeyi ve içmeyi de iyi biliyordu. ancak görev aşkını ve sorumluluğunu alışkanlıklarının ve keyfinin üstünde tuttuğu için büyük nutuk’u yazdığı dönemde 3 ay boyunca hiç içmemişti. bu konuda kendisine uzun seneler hizmet etmiş olan cemal granda çelebi şunları söylüyordu:


    büyük nutuk’u yazdığı dönemde atatürk’ün tam üç boyunca kendi isteğiyle içki boykotuna benimle birlikte çevresindeki herkes de şaşırıp kalıyordu. atatürk’ün kırk sekiz saat hiç gözünü kırpmadan yazı dikte ettirişini de hatırlarım. öyle ki, yazı yazmaktan yorulan değişiyor, fakat o binlerce belge arasından ayırdığı notlarıyla büyük eserini tamamlamak için uykusunu bile vermekten çekinmiyordu. böyle zamanlarda, yazdıklarını sofrada arkadaşlarına okutur, sonra yine eski köşkün çalışma odasına geçer, kah oturarak kah ayakta, çalışmalarını sürdürürdü. nutuk, çalışma azminin insan iradesinin üstüne nasıl çıktığını gösterdiği için de ayrı bir önem taşımaktadır. çalışmaları sırasında yer ve zaman öğeleriyle ilgili değildi. nerede ve hangi şartlar altında olursa olsun, yurt çıkarlarını kapsayan bir görev belirdi mi, onu yerine getirmeye çalışırdı. gezileri sırasında trende ya da otomobil içinde evrak açtırarak çalıştığı çoktur. en keyifli eğlence anında, sofrada bile, karşısında görevlilerden birini gördü mü sohbeti, konuşmayı hemen yarıda keser, “beni mi istiyorsunuz?” diye kalkıp giderdi. ülke işlerini her şeyin üstünde tutardı. eline aldığı herhangi bir işi de yarım bırakmaz, bitirmeden rahat edemezdi.
    atatürk oldukça ileri görüşlüydü. türkiye ve dünyaya dair yargılarında hiç yanılmadı. birinci dünya savaşı’nı kaybedeceğimiz, i̇kinci dünya savaşı'nın çıkacağı, kral edward’ın madam simpson için tahtından ayrılacağı, mussolini’nin halkı tarafından linç edileceği, majino hattı’nın aslında bir nasreddin hoca türbesi niteliği taşıdığı hep doğru tahmin ettiği olaylardı. özellikle uluslar arası ilişkilerde belirgin hale gelen bu ileri görüşlülük gladys baker’in amerika’yla ilgili atatürk’e sorduğu sorunun cevabında iyice netlik kazanıyordu:


    dünya milletleri bir apartmanda oturan sakinler gibidir. amerika birleşik devletleri, bu apartmanın en lüks dairesinde oturmaktadır. eğer, apartman, oturanların bazıları tarafından ateşe verilirse, diğerlerinin yangının etkisinden kurtulmasına olanak yoktur. savaş için de aynı şey olabilir. amerika birleşik devletleri’nin savaş çıktığı takdirde tarafsızlık siyasetini koruması olanaksızdır. bundan başka, amerika, büyük, kuvvetli ve dünyanın her yerinde ilişiği olan bir devlet olduğundan, kendisinin siyaset ve ekonomi yönünden ikinci basamaktaki bir duruma düşmesine hiçbir zaman izin veremez.
    atatürk insanları iyi tanıyor, kimi nerede ve nasıl görevlendireceğini de çok iyi biliyordu. lozan konferansı’na rauf bey yerine i̇smet paşa’yı göndermesi, ordu komutanları arasında yaptığı tercih ve atamalar, cumhuriyet döneminde seçtiği bakanlar ve diğer yöneticiler bu yeteneğinin sonuçlarıydı. i̇nsanları değerlendirirken olumlu ve olumsuz yönlerini eşit derecede dikkate alıyor, nesnel ve önyargısız davranıyordu.

    liderliğin önemini çok iyi bilen atatürk, kendisini sadece liderliğe hazırlamakla kalmamış, kişisel özellikleri dolayısıyla liderliğe oldukça uygun olduğu için de sürekli olarak lider gibi davranmıştı. tipik davranışları arasında, çevresindekilere armağanlar vermek ve ileri görüşlülüğüyle benzersiz fikirlerini paylaşmak olan atatürk, özellikle dış ilişkilerle ilgili ve diplomatik konularda bir lider olarak oldukça başarılıydı. rıza şah pehlevi türkiye’ye geleceği zaman, ankara halk evi binasının bir bölümünü onun için özel olarak hazırlatmış, eşya seçimini bizzat kendisi yapmış, binanın bulunduğu bahçeye büyük ağaçlar getirtip diktirtmiş ve özel olarak türk-i̇ran dostluğunu simgeleyen bir opera bile yazdırmıştı. yine türkiye’ye ziyarette bulunan bir başka lider olan japon veliahdı için muazzam bir sofra hazırlattı. sohbet esnasında japonya’nın tarihinden bahseden, bir meydan muharebesini anlatan atatürk’ün bilgisi karşısında japon veliaht hayrete düşmüştü. tarihten japon mitolojisine geçen, ardından meşhur japon şiirlerinden mısralar da okuyan atatürk’ün bilgi ve hafızasına japon veliaht hayran kalmıştı. zira atatürk’ün japon kültürü hakkında anlattıklarının bir kısmını bilmiyordu, onları ilk kez atatürk’ten duyuyordu. herkesi kendine hayran bırakan ve tüm diplomatik faaliyetleri müthiş şekilde planlayan atatürk, veliaht gelmeden on gün önce japon kültürüyle ilgili bu bilgileri tercüme ettirmişti ve bu görüşmeye hazırlanmışt
    Tümünü Göster
    ···
  15. 15.
    0
    atatürk aynı özeni bütün yabancı devlet adamlarına göstermişti. zira diplomaside kişisel etkileşimin önemini erken yaşta fark etmiş, kendi kişiliğinin ve davranışlarının ulusunun bir aynası olacağını düşünerek, yabancı siyasetçilerde en iyi izlenimi bırakmaya gayret etmişti. böylece, kendi kurduğu cumhuriyet’i de yüceltmiş oluyordu. atatürk haklı olduğunu hissettiği konuşmalarda, özgün düşüncelerini sonuna kadar savunuyor, bu özelliğini hem savaş alanlarında hem de toplumsal ve siyasal konularda da kullanıyordu.

    bir keresinde kendisine sorulan dahi kime denir sorusuna şu şekilde cevap vermişti:


    dahi odur ki, ileride herkesin takdir ve kabul edeceği şeyleri ilk ortaya koyduğu vakit herkes onlara delilik der.
    atatürk sürekli olarak düşüncelerini ve beklentilerini çevresindekilere not ettiriyordu. bu yolla gelecekle ilgili varsayımlarında ve yorumlarında ne denli haklı olduğu ileride kanıtlanmış ve doğrulanmış oluyordu. özenle not ettirilen kehanetleri bir bir çıkıyordu. mazhar müfit kansu, onun kehanetlerini not alan arkadaşlarından biriydi. bu öngörü ve ileri görüşlülük ülkeyi ilgilendiren her meselede kısa ya da uzun vadelerde oldukça olumlu sonuçlar verecekti.

    atatürk girişkendi, sorumluluktan kaçınmıyordu, kendine güveni tamdı. i̇lkelerinden asla taviz vermeyen yapısı dışında kişisel açıdan oldukça hoşgörülü ve bağışlayıcı olan atatürk, duruma göre esnek davranmasını da iyi biliyordu. harekete geçmek için uygun zamanı kollayan, siyasi ilişkilerinde politik gücünü oldukça iyi kullanan yapısı, öfkeyle kalkıp zararla oturmasını engelliyordu. zira kurtuluş savaşı sırasında padişah’a karşı çıkmaması, çerkez ethem’e son dakikaya kadar tahammül etmesi ve benzeri birçok olaydaki stratejik davranış biçimi bu özelliğinin etkin rol oynadığının kanıtıydı. asla kin tutmuyordu, bir kimseye ne kadar kızarsa kızsın, bir zaman sonra onu affediyor, olanları unutuyordu.

    atatürk, içinde bulunduğu gruba her zaman ve her koşulda egemen olan karizmatik bir kişiliğe sahipti. önder olmanın tüm olumlu vasıflarını taşıdığı için, savaşın en gergin anlarından, sofrada yapılan hoş sohbetlere kadar her yerde etrafındakiler üzerinde benzersiz bir etki bırakıyordu. hitabet sanatı, felsefeden siyasete her konudaki engin bilgisi, görgüsü, kibarlığı, ölçülü ve tutarlı davranışları hayranlık uyandırıyordu. ancak tüm bunların yanında fiziksel olarak oldukça yakışıklıydı, oldukça şık giyiniyordu ve her zaman anlamlı bakan ve güçlü bir etki bırakan gözleri vardı. özellikle cumhurbaşkanlığı yaptığı dönemde birçok insanın bu sebepten gözlerinin içine bakamadığı, etrafındakilerin karizmatik niteliğinden dolayı ona hayran olduğu söylenmekteydi.

    ahmet haşim, atatürk’ün bir lider olarak karizmasından ve dış görünümünden nasıl etkilendiğini şu sözlerle ifade edecekti:


    gördüğüm fotoğraflarına nazaran biraz şişman, biraz yorgun, biraz hututu kalınlaşmış bir vücutla karşılaşacağımı zannederken, kapıdan bir ziya dalgası halinde giren mütekâsif bir kuvvet ve hayat tecellisi ile birden gözlerim kamaştı. hadekaları en garip ve esrarengiz maddelerden masnu bir çift gözün mavi, sarı yeşil ışıklarla aydınlatıldığı asabi bir çehre; yüzde, alında, ellerde bir sıhhat ve bahar rengi… muntazam taranmış, noksansız, sarı, genç saçlar… bütün zemberekleri çelikten önce, yumuşak, toplu, gerilmiş, terütaze bir uzviyet. altı yüz senelik bir devri bir anda ihtiyarlatan adamın çehresi eski ilahlardaki gibi iğrenç yaşın hiçbir izini taşımıyor. alevden coşkun bir nehir halinde, köhne tarihin bütün enkazını süpüren ve yeni bir âlemin tekevvüne yol açan fikirler kaynağı bir baş, bir yanardağ zirvesi gibi, taşıdığı ateşe lakayit, mavi sema altında samit ve mütebessim duruyor. kendi yarattığı şimşekli bulutlardan, fırtınalardan ve etrafa döktüğü feyizli seylabelerden yegâne müteessir olmayan meğer onun genç başı imiş.
    son derece cesur olan ve ölümden korkmayan atatürk, savaş alanlarında birliklerine, ast ve üst olmak üzere tüm komutanlarına cesur davranışlarıyla örnek olmuş cesaret öğesini kişisel niteliği ile birlikte toplumsal ve askeri eylemlerinin bir simgesi yapmıştı. çanakkale savaşında ihtiyat zabit namzedi olarak savaşmış mahmut yesari bu niteliğinden dolayı onu “korku bilmeyen adam olarak tanıdım” demiş, onu savaş döneminde tedavi eden ünlü hekim mim kemal, cesaretine vurgu yaparak, “ölüm ondan korktu” ifadesini kullanmıştı.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 16.
    0
    mahmut yesari’nin ağzından atatürk’ün cesareti:


    onu ilk defa siperde gördüm. çanakkale’de anafartalar grubu komutanıydı. bizim fırka vaziyetini tetkike gelmişti. kendisi miralaydı, maiyetinde, kolordu kumandanı mirlivalar vardı. o, paşalara kumanda eden bir “bey”di. siperleri ziyarete gelen başka kumandanlar da görmüştüm. enver paşa’nın cesareti, ataklığı dillere destandı. ben lapacı padişaha vekâlet eden başkumandan vekilinin gözlerinde daima bir komiteci hilekârlığı gördüm. çanakkale’de çarpışan türk kuvvetlerinin başına hangi sakat endişelerle musallat edildiğine bir türlü akıl erdiremediğim alman kumandanının, ateş hattına geldiği zaman birdenbire yağmaya başlayan şarapnel yağmurlarını görünce, yere diz çökerek kendi dilince şahadet eder gibi saklandığını da gördüm. “o”, sipere bir salona giren bir erkânıharp zabiti gibi girdi ve sıçan yollarında ona yol gösterdiğim oldu. ben ona yol gösterirken, günlerden değil, aylardan beri siper hayatına alışmış olduğum halde titriyordum, fakat “o”, boyunun uzunluğuna rağmen, ayaklarının ucuna basarak doğrulur, siperlerin üzerinden düşman siperlerine bakardı. “düşman siperlerine bakmak!” bu hiç de kolay değildi. düşman, ateşten göz açtırmazdı. “o”, bu “göz açtırmayan” ateşe “gözlerini kırpmadan” bakardı. “o”nu ben ilk defa “korku bilmeyen adam” olarak tanıdım.
    atatürk çok iyi bir komutandı. üstün gözlem yeteneğiyle, cephede olup biteni hemen ve herkesten önce kavrayan atatürk, askerlik bilgisinin yüksek olmasından dolayı savaş alanlarına çok iyi derecede hâkimdi. cephede bulunan komutanların gözleriyle göremediklerini görürdü. kişisel bakımdan son derece dürüst olan atatürk’ün kendi malvarlığını bile ülkesine bağışlamış olması onun dürüstlüğünün önemli bir simgesiydi. zira atatürk orman çiftliği’ni hazineye devretmişti. atatürk okumaktan büyük keyif alıyor, müziğe ve dansa da büyük ilgi duyuyordu. çocukluk arkadaşı asaf i̇lbay’ın belirttiğine göre, atatürk, zamanın moda danslarında oldukça yetenekliydi, çok iyi vals, polka, mazurka ve kadril yapıyordu. oldukça sade bir hayat süren atatürk’ün kitaplığı zengindi. sporla da yakından ilgilenen atatürk, bu yüzden fırsat buldukça yüzüyor ya da ata biniyordu, zeybek oyunlarıyla ve güreş sporuyla da ilgileniyordu. sakarya adlı atına ve köpeği fox'a çok değer veriyordu. rumeli türkülerine büyük ilgisi vardı. en sevdiği türkülerden bazıları; manastır, yemen türküsü, i̇zmir’in kavakları, bülbülüm, vardar ovası, çanakkale i̇çinde, yanık ömer, kırmızı gülün alı var, alişimin kaşları kara ve şahane gözler şahane’ydi.
    yazdığı birçok şiir vardı. vatan sevgisini en güzel şekilde ifade ettiği şiirlerinden biri de türk tarih sahnesinde büyük önemi olan oğuzlara ithaf ettiği “hakikat nerede?” isimli şiiriydi;


    hakikat nerede?
    gafil, hangi üç asır, hangi on asır

    tuna ezelden türk diyarıdır.

    bilinen tarihler söylememiş bunu

    kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,

    dinleyin sesini doğan tarihin,

    aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak

    yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin.

    asya'nın ortasında oğuz oğulları,

    avrupa'nın alplerinde oğuz torunları

    doğudan çıkan biz, batıdan yine biz

    nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz

    türk sadece bir milletin adı değil,

    türk, bütün adamların birliğidir.

    ey birbirine diş bileyen yığınlar,

    ey yığın yığın insan gafletleri!

    yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,

    dünya o zaman görecek hakikat nerede,

    hakikat nerede?

    tavla ve bilardo oynamaktan büyük keyif alırdı. akşam yemeklerine devlet adamlarını, sanatçıları ve bilim adamlarını davet eder, ülkenin sorunlarını tartışırdı. temiz ve düzenli giyinmeye özen gösterirdi. doğayı çok severdi. sık sık atatürk orman çiftliği'ne gider, modern tarıma geçiş yolunda yürütülen çalışmalara bizzat katılırdı. fransızca ve almanca biliyordu.

    atatürk, 1915–1937 yılları arasında birçok kez i̇stanbul’daki pera palas oteli’nde konakladı. birinci dünya savaşı sonunda i̇stanbul'un işgali sırasında atatürk, annesinin beşiktaş akaretlerdeki evi işgal kuvvetlerince gözetim altında olduğu için, pera palas' ın birinci katındaki 101 numaralı odada kalıyordu. bu odada fikir arkadaşlarıyla buluşur ve durum değerlendirmesi yaparlardı. bu açıdan türkiye cumhuriyeti kuruluşunun tohumları bu odada atıldı denilebilir. bu oda 1981 yılında, dönemin kültür bakanı cihat baban' ın büyük yardımlarıyla bir atatürk müzesine dönüştürüldü. odadaki tüm eşyalar otantik
    Tümünü Göster
    ···
  17. 17.
    0
    atatürk’ün özel hayatı

    11 eylül 1922’de, türk ordusunun i̇zmir’e girişinin ikinci gününde atatürk’ün şehre geldiğini duyan latife uşşaki, onunla tanışmak için her gün karargâha gidiyor, ancak atatürk’le görüştürülmüyordu. bir gün, nöbetçinin meşguliyetinden yararlanıp içeri giren latife hanım, atatürk'le konuşma fırsatı bulmuştu.

    o dönemde i̇zmir’de birçok yangın çıktığı için atatürk’e, daha güvenli olacağını düşündüğünden, karargâhını babasının göztepe’deki köşküne taşıması teklifinde bulundu. uşşaki ailesi atatürk’ü 20 gün köşklerinde ağırladı. bu dönemde arkadaş olan atatürk ve latife hanım, daha sonra da haberleşmeye devam ettiler. ancak latife hanım, köşklerinde kaldığı süre içinde atatürk’e âşık olmuştu ve bunu dolaylı olarak dile getiriyordu. zira ortalıkta pek görünmemesine rağmen her gece atatürk’ün yastığının üzerine kırmızı bir gül bırakıyordu.

    1898 doğumlu latife uşşaki, i̇zmir’in tanınmış ailelerinden uşakizade (sonra uşşaklı) muammer bey’in kızıydı. i̇zmir lisesi’ni bitirdikten sonra, paris’teki sorbonne üniversitesi’nde hukuk okumuştu. londra’da dil öğrenimi gördükten sonra kurtuluş savaşı henüz bitmeden i̇zmir’e ailesinin yanına dönmüştü.

    atatürk, latife hanım’ın eğitiminden ve zekâsından çok etkilenmişti. ancak atatürk’ün hayatında ona büyük bir aşkla bağlı olan fikriye hanım vardı. atatürk ve fikriye’nin yolları zübeyde hanım’ın ikinci evliliği nedeniyle kesişmişti. zira fikriye, atatürk'ün üvey babası ragıp bey'in kız kardeşinin kızıydı. yani onun üvey kuzeniydi. atatürk yüzbaşı olduktan sonra arada sırada geldiği ailesinin evinde, fikriye ile tanışmıştı. fikriye ise, bir dönem mısırlı zengin bir adamla evli kalıp boşanmış, ardından i̇stanbul' a dönerek zübeyde hanımların evine yerleşmişti. zübeyde hanım, fikriye' yi çok sevmesine rağmen, atatürk’ün kız kardeşi makbule ondan hoşlanmıyordu.

    atatürk'ten sadece bir ya da iki yaş büyük olduğu tahmin edilen fikriye hanım, kurtuluş savaşı sırasında atatürk’ü yalnız bırakmamış, ona bakmış, çankaya’da birlikte yaşamışlardı. zira kuvayi milliye' yi örgütlemek ve vatanı kurtarmak için çalışan atatürk' ün günlük işlerine yardım etmesi için güvenebileceği kadın bir yardımcıya ihtiyacı vardı. her ne kadar yardımcısı bekir çavuş atatürk’e hizmet etse de, tüm bu işlere bir kadın elinin değmesi şart olmuştu ve akla gelen en uygun isim fikriye hanım’dı. ankara’ya bu amaçla çağrılan fikriye, kısa sürede tüm çankaya tarafından benimsenmişti. milli mücadele döneminde sabaha kadar odasında çalışan atatürk' ü kahvesiz bırakmamak için ona yardımcı olan fikriye hanım, çok geçmeden bu karizmatik lidere aşık oldu. salih bozok daha sonra yazacağı kitapta fikriye hanım’ı, ortadan az uzun, ince, kara kaşlı ve kara gözlü, aydınlık yüzlü, güzelden çok alımlı bir hanım olarak tasvir edecekti ve onun için şunları söyleyecekti:


    şahsi kanaatim, resimlerinden gördüğüm kadarıyla oldukça güzel ve tutkulu bir kadın. sanki içime yay veya boğa burcuymuş gibi bir his doğ
    Tümünü Göster
    ···
  18. 18.
    0
    atatürk, bu dönemde türk ordusunun i̇zmir’e girişinden dolayı yapılan kutlamalar için i̇zmir’e gittiğinde latife hanım’la tanışmıştı. fikriye hanım, gazetelerde atatürk ve latife hanım’ı aynı karede gördüğünde onun için oldukça azap verici bir dönem başlamış oldu. hem milli mücadele yıllarında çankaya’da geceli gündüzlü çalışması hem de latife hanım’la atatürk’ün tanışması onu çok yıpratmıştı, zira bir süre sonra verem olacaktı.

    atatürk fikriye hanım’ın biran önce iyileşmesini istiyordu ve onu tedavi görmesi için münih’teki bir sanatoryuma gönderdi.

    bu arada atatürk’ün annesi zübeyde hanım da sağlık problemleri yaşıyordu. tedavi için i̇zmir’e giden ve latife hanımların köşkünde ağırlanan zübeyde hanım, 14 ocak 1923’te hayata gözlerini yumdu. annesinin ölümü üzerine i̇zmir’e giden atatürk, latife hanım’la 29 ocak 1923’te muammer bey’in evinde, sade bir nikâh töreniyle evlendi. mareşal fevzi çakmak ve kazım karabekir atatürk'ün, mustafa abdülhalik renda ile salih bozok ise latife hanım’ın tanıklarıydı.

    evlilik haberini almanya’da, tedavi gördüğü sanatoryumda alan fikriye hanım, münih’ten çankaya’ya geldi. bu zamansız dönüş oldukça acı biçimde sonuçlanacaktı. atatürk’ü görmek için köşke geldiğinde latife hanım’la atatürk kahvaltı etmekteydi. atatürk’e fikriye hanım’ın köşke geldiği haberi verildi ancak latife hanım öfkeden çılgına dönerek fikriye hanım’ın köşkten kovulmasını emretti. fikriye hanım itiraz etmeden faytona bindi, inanılmaz derecede üzgündü. bu yüzden kendisine hediye edilen tabancayla yolda kendisini vurdu. ancak konuyla ilgili farklı spekülasyonlar vardı.

    fikriye'nin atatürk’e duyduğu büyük aşk gibi, ölümü, son yolculuğuna nasıl uğurlandığı ve mezarının yeri de "sırlarla" dolu oldu. zira ölüm nedeninin intihar olmadığını, cinayete kurban gittiğini ortaya atan görüşler vardı. dönemin tek hastanesi olan memleket'e yetiştirilen fikriye’nin ölümü ile söylenenlerin hiçbiri birbirini tutmuyordu.

    fikriye hanım'ın yeğeni abbas hayri özdinçer daha sonra konuyla ilgili şu açıklamayı yapacaktı:


    anlatıldığına göre, halamı faytonun içinde sırtından vurulmuş olarak buluyorlar. babam enver bey, o gün halamın ölümünden haberdar edilmiyor. ertesi sabah sivil polisler çankaya'dan gelen şifahi bir emirle babamı ankara'ya zütürüyorlar. babamın ısrarlarına rağmen halamın cesedi kendisine gösterilmiyor. mezkûr tabanca dâhil merhumenin bütün şahsi eşyalarına el konuluyor. bunun üzerine babam bir arkadaşıyla beraber halamın o gece kaldığı hastaneyi araştırıyor. cinayet günü halamla aynı hastanede kalan bazı hastaların isim ve adreslerini tespit ediyorlar. bu hastalardan biri polatlı çoban hüseyin'miş. hadise günü üst kat tamamıyla boşaltılırken, onu baygın zannedip başka koğuşa nakletmişler. babamlar bu çobanı daha sonra köyünde bulmuşlar ve o gece ne olduğunu sormuşlar. çoban hüseyin aynen şunu söylemiş: 'o gece bir avrat getirdiler. sabahlara kadar avazı dinmedi “alçaklar, katiller, vurdular beni” diye bağırıyordu. halam ertesi gün ölm
    Tümünü Göster
    ···
  19. 19.
    0
    18 temmuz 2006 tarihli sabah gazetesi’nde fikriye hanım’ın mezarının nerede olduğuna dair bir haber yer aldı. fikriye hanım’ın 82 yıllık “mezar sırrını” salih bozok'un aile dostu olan araştırmacı eriş ülger açıkladı:


    fikriye'nin mezarı köşk'e çıkarken sol tarafta, bugünkü kuğulu park civarında, küçük bir mezarlıkta.
    fikriye hanım’ın ölümü atatürk’ü derinden sarstı. salih bozok' un anlattığına göre, atatürk bir gün eşi latife hanım' a yanlışlıkla "fikriye" diye hitap etmiş, bu yüzden atatürk ile latife hanım’ın arası uzun süre bozulmuştu.

    evlilikleri boyunca birçok yurt gezisinde atatürk’e eşlik eden latife hanım, modern ve medeni türk kadınının simgesi olma görevini üstlendi. atatürk’ün isteği üzerine meclisteki oturumları izlemeye giden latife hanım, tbmm’ye giren ilk türk kadını oldu. her önemli toplantıda bulunmuş ve askeri manevralara katılmış olan, atatürk’le en hayati konuları dahi tartışabilen latife hanım’a atatürk büyük saygı duyuyordu. ancak latife hanım, evlendikten sonra oldukça hırçınlaşmıştı. 2 yıl süren evlilikleri boyunca latife hanım hırçınlığıyla atatürk’ü yıprattı. evlendiklerinde cumhuriyet henüz yeni kurulmuştu, atatürk’ün sorumlulukları büyüktü, ancak latife hanım ona destek olmaktan çok sorun çıkarıyordu. bunda genç yaşta olmasının da etkisi vardı.

    birçok şiddetli gerginlik yaşadıktan sonra atatürk iki defa latife hanım’dan ayrılmak istemiş, ancak latife hanım, salih bozok’tan arabuluculuk yapmasını istemiş ve araları yumuşamış, en sonunda 1925 yazında doğu anadolu gezisindeki tatsız tartışmadan sonra boşanmaya karar vermişlerdi.

    5 ağustos 1925 tarihinde resmen ayrıldıklarında boşanma haberi radyoda yayınlanan bir hükümet bildirisi ile duyuruldu. latife hanım boşanmayı kabullenememiş, atatürk'le barışıp yeniden beraber olmayı ümit etmişti.

    ölümüne kadar atatürk’le olan evliliği hakkında konuşmayı ya da yazmayı kesinlikle kabul etmeyen latife hanım, 12 temmuz 1975’te i̇stanbul’da hayatını kaybetti ve edirnekapı şehitliği’ndeki aile mezarlığına gömüldü.

    atatürk’ün özel hayatıyla ilgili olarak en yakın arkadaşlarından ve aynı zamanda başyaverlerinden olan salih bozok, “atatürk, latife ve fikriye i̇ki aşk arasında” kitabını yazdı. kitap, atatürk’ün hayatındaki iki önemli kadın ekseninde geçen olayları anlatıyordu ve hiçbir yerde yayınlanmamış anılara, atatürk’ün özel hayatından bilinmeyen kesitlere yer veriyordu.

    i̇stiklal mahkemeleri üç aliler divanı'nın üyesi, atatürk'ün silah arkadaşı ve sırdaşı kılıç ali'nin oğlu altemur kılıç kendisiyle 11 ağustos 2006 tarihinde yapılan röportajda, atatürk’ün latife hanım’la olan evliliği hakkında açıklamalarda bulundu. altemur kılıç, amcası muzaffer kılıç’ın atatürk'ün yaveri; annesiyle halalarının çankaya yıllarında latife hanım'ın yakın dostları olması sebebiyle tarihsel bir takım gerçeklere vakıf
    Tümünü Göster
    ···
  20. 20.
    0
    adı latife hanım tarafından konulan altemur kılıç’la yeni şafak gazetesi tarafından yapılan röportaj:

    • latife hanım ile atatürk'ün boşanma nedeniyle ilgili bizden farklı bir şey biliyor musunuz?

    atatürk başlangıçta beğenmiş latife hanım'ı, uyuşmuşlar. gelecekteki aydın türk kadınının modeli olacağını düşünmüş, bunun için evlenmek istemiş. kadınlara laf etmek istemem ama latife hanım daha sonra biraz ne oldum delisi olmuş. hırçınlaşmış. atatürk'le mücadeleye girmiş.

    • bunlar babanızın anılarında var. halalarınızdan ve annenizden ne duydunuz?

    şöyle derlerdi: latife hanım iyiydi, severdik. ama konumunu hazmedemedi. atatürk'e herkesin yanında "kemal" derdi. ayrıldıkları gün çıkan tartışma da şöyle olmuş mesela: atatürk kapıdaki nöbetçiyle sohbete dalmış. latife dehşetli kızmış. bir nöbetçiyle nasıl böyle konuşur, diye. atatürk askerdi fakat hoyrat değildi. paris, sofya görmüş, fransızca bilen ince bir adamdı. latife hanım onu terbiye etmeye, kendine uydurmaya kalkmış.

    • atatürk'ün sofra sohbetlerinin çok uzaması ve latife hanım'ın bunu engellemeye çalışması da ayrılış nedeni olarak gösterilir?

    atatürk arkadaşlarıyla sohbeti severdi. latife hanım onu boğduğu, hoyratlık yaptığı için mutsuz oldu atatürk.

    • atatürk'ün boşanarak arkadaşlarını eşine tercih ettiği de söylenir.

    atatürk hayat tarzının değiştirilmesinden rahatsız oldu. latife hanım'da istediğini bulamadı.

    • latife hanım, atatürk'e söz verdiği için hiç konuşmamış. babanız da anılarında "bildiklerim benimle mezara gidecek" diyor. neden bu kadar ısrarla susuluyor?

    ben bunları tahmin etmiş gibi "i̇leride atatürk ile ilgili dedikodular çıkaracaklar, anlatın da ben bileyim hiç olmazsa" dedim babama. bana gözlerini açarak öyle bir baktı ki neredeyse dövecekti. "ben" dedi "devlet sırlarını da atatürk'ün özel sırlarını da kimseye anlatmaya mezun değilim. sana da anlatmam"

    • hiç mi bir şey anlatmadı?

    babam atatürk'ün özel hayatını bilecek kadar yakınındaydı. ama özelini, devlet sırlarını söylememesi çok normal.

    • devlet sırrı atatürk'ün asker ve devlet adamlığıyla, diğeri atatürk'ün insan yüzüyle ilgili. söylediklerinizden gizlenmesi gereken bir şeylerin gizlendiğini mi anlamalıyız?

    gizlenmesi gereken bir şey değil. herhangi bir şey. ben en yakın arkadaşımın sırrını da açıklamam. değil ki atatürk gibi bir adamınkini açıklayayım. latife hanım'ın kasası açılsın deniyor. biz bunca yıl sonra atatürk'ü latife hanım'ın evrakından tanıyıp, onun kötü adam olduğuna karar vereceksek o başka. niye kötü adam olsun ki! o evrak cumhuriyetin kurucusu olsa bile mutluluğu, üzüntüsü, zaafları, heyecanları, pişmanlıkları ile bir insanı tanıtacak bize. atatürk hiçbir zaman put olmak istemedi. anlattıklarımız kıymetli ise, işte anlatıyorum. ama babamın dediği gibi, farklı bir bilgiyi benden istemeye kimsenin hakkı yok.

    • bu, bir şeyler bilip de gizlediğiniz anldıbına mı geliyor?

    (düşünüyor.) olabilir. duyup bildiğim şeyler var ama prensip olarak anlatmam. ölünceye kadar saklarım. esrarengizlik değil bu.

    • latife hanım'ın kasasının açılmasına niçin karşısınız?

    latife hanım isteseydi bunu kendisi yapardı. onun ölümüne yakın bir vakitte kimi notlarını yaktığı biliniyor. dolayısıyla yakmadıkları görülebileceğini, bildiği, hatta görülmesini istediği şeyler olabilir. atatürk'ü kötülemek isteyenler öküz altında buzağı arayacaklar. başka faydası olmaz.

    • latife hanım ayrılış nedeni olarak bir "yılan"dan bahsediyor. babanız da latife hanım'ın atatürk'ü arkadaşlarından ayırmaya çalıştığını söylüyor. kızgınlığı fark ediliyor. bu "yılan" babanız kılıç ali olabilir mi?

    değildir herhalde. yıllar sonra latife hanım'a gittim sordum; babama, amcama kızgınlığınız var mı, diye. "katiyen" dedi. latife hanım'ın onlara kızgınlığının nedeni şu olabilir: fikriye hanım çankaya'ya gelince latife hanım "kovun bu kadını" diyor. amcam da "hanımefendi, bu kadın zor günlerde bizim çamaşırlarımızı yıkadı, kovamam" diye dikleniyor. bunun için babama da, amcama da kızıyor latife hanım.

    • bir anınızı anlatır mısınız?

    florya'daydık. ülkü'yle denize giriyorduk. atatürk de evin önündeki masada oturuyor. bize seslendi "çok kaldınız üşüdünüz, artık çıkın" dedi. çıktık merdivenden. i̇kimizin de elinden tuttu. havlularımızı verdi arkamıza. dondurma yer misiniz, diye sordu. frambuazlı dondurma vardı. ne vakit frambuazlı dondurma yesem burnumun direği sızlıyor. (ağlıyor) atatürk'ü bir daha görmedim. arkasında ekoseli bir süveteri vardı. saçları önüne düşmüş. biz canı sıkkın zannettik. meğer hastaymış. hâlâ içim acıyor.

    çocukları çok seven atatürk, afet i̇nan, sabiha gökçen, fikriye, ülkü adatepe, nebile, rukiye, zehra ve mustafa isimlerinde 8 çocuğu manevî evlat edindi. abdurrahim ve i̇hsan adlı çocukları ise himayesine aldı. onlara iyi bir gelecek hazırlayan atatürk, mirasından çocuklarına da pay ayırd
    Tümünü Göster
    ···