1. 401.
    0
    kim bilir imin sürtüklüğünü yaptın orda
    ···
  2. 402.
    0
    reserved
    ···
  3. 403.
    0
    anlat panpa dınlıyorum
    ···
  4. 404.
    -1
    cezaeviyle ilk tanıştığım gün. o gün, hayatımın dönüm noktasıydı. beş günlük gözaltı süresinin sonunda "istanbul ağır ceza mahkemesi", nöbetci hakimliğince tutuklanarak "bayrampaşa ceza evi"ne getirildim.

    bayrampaşa ceza evine adımımı atar atmaz işkenceyle tanıştım...

    üç gardiyan, ikisi uzun boylu, biri kısa boylu ve şişman... uzun boylulardan biri esmer, diğer beyaz tenli idi... esmer olan şiveli konuşuyordu, daha doğrusu şiveli küfür ediyordu... diğerlerinin konuşma şekli ve küfür şekli ona göre daha düzgündü... üç gardiyanın da elinde sopaları vardı.

    Onlarca, ya da devletçe ellerindeki coptu ama bana göre sopaydı…

    işlemlerimin çabuk bitmesi için söyledikleri her şeyi yapıyordum, gerçi yapmasam ne olacaktı ki, onlar zaten yapmak istediklerini bir şekilde yaptırıyorlardı...

    gözaltında geçirdiğim o 5 gün insanlıktan çıkmıştım ve biran önce televizyonlardan izlediğim o sazlı, türkülü koğuşlara gitmek istiyordum...

    üç gardiyan, ortalarına beni alarak bir bilinmeze doğru yürüdük, cezaevindeki işkenceli günlerim o yürüme anına başlamıştı bile, sol yanımda yürüyen esmer gardiyan elindeki sopayla baldırıma vuruyor, küfürler savuruyordu…

    esmer olan memleketimi söyleyerek,

    ankara ha (ankaralı değilim, memleketimi yazmak istemediğimden ankara yazdım), vay puşt... hem de (ilçe)’li… ilçenin adını söylerken, ayak bileğime bir tekme de orada yedim…

    -hıdır, bah hele, bu puşt ankara'lı

    hıdır dediği sağ yanımdaki şişman ve kısa boylu olandı, sarı dişleriyle gülümseyerek görür o şimdi “ankara’yı... ” dedi o da sağ baldırıma sopasını indirdi…

    attığı sopaları, küfürleri umursamıyordum bile…

    uzunca bir koridordu, koridor, bir sığınağa benziyordu, soğuk ve kasvetliydi… koridorun en sonundaki bir odaya girdik… odanın ortasında ahşaptan yapılmış uzunca bir masa vardı, tam olarak masa değildi ama masayı andırıyordu…

    halı saha maçlarına giden varsa bilir, hani soyunma odalarında oyuncuların oturması için oturaklar olur, duvara dayalı olanlardan işte bu duvara dayalı değil de odanın ortasındaydı…

    esmer olan, sol omzuma sopasını indirerek beni odanın ortasında bulunan ahşap oturağa doğru itekledi…

    oturmamı istiyorlar diye düşünüp ahşap oturağa oturdum, oturmaz olaydım...

    esmer olan,

    “babanın yatağı mı lan o, yavşak, kalk oradan” diye hiddetlenerek üzerime doğru yürüdü, saçımdan tuttuğu gibi beni diğer gardiyan arkadaşlarının ayaklarının önüne fırlattı…

    hıdır, yani şişman olan karnımın iç kısmına tekme atarak,

    “kalk lan ayağa” diye bağırdı…

    sol gözümün tamdıbını, sağ gözümün ise yarısıyla görebiliyordum, dudağım patlak, üstelik aklım da başımda değildi…

    gardiyanların yaptığı hiçbir şey umurumda değildi, umursamıyorum ya da farkında değildim… sadece uyumak istiyordum, uyumak ve unutmak…

    ama kolay değildi uyumak, hele hele bayrampaşa’da…

    hiç değildi…

    istemsizce ayağa kalktım,

    esmer olan, yanıma yaklaştı, sopasını göğüs kafesime dokundurarak,

    “soyun” dedi…

    soyunmaya başladım, ince bir hırkam vardı, onu çıkardım, sonra gömleğimi, peşinden ayakkabılarımı ve pantolonumu çıkardım…

    üzerimde sadece donum kalmıştı… ellerim donumun önünde birleştirmiş, bekliyordum…

    esmer olanın o kurşun döven sesiyle irkildim…

    “gilotunu da çıkar”

    ne kadar da kolay söylüyordu…

    yapacak hiçbir şeyim yoktu, çıkaracaktım ama keşke sadece onu çıkarmakla kalsaydı…

    kalmayacaktı...
    Tümünü Göster
    ···
  5. 405.
    -1
    iki yanımdaki iki polisle, polis arabasına yaklaşırken yanımıza, yanımdaki polislerden daha yaşlı, uzun boylu ve uzun paltolu, bıyıklı bir adam geldi, elindeki telsizden polis olduğu anlaşılıyordu... yüzünde sert çizgiler vardı ve esmerdi...

    yanımdaki polislere adımı söyleyerek,

    "cass mi bu" dedi...

    sağ kolumdaki beyaz tenli polis,

    evet amirim diye cevap verdi...

    uzun paltolu polis, “zütürün” manasında arabayı işaret ederek, elindeki telsizi kulağına zütürdü...

    iki kolumdaki polislerce arabaya doğru zütürülürken uzun paltolu polisin yaptığı telsiz konuşmasını duyuyordum...

    "4540 merkez"

    "merkez dinliyor amirim."

    "malum şahsı evinde yakaladık, geliyoruz."

    "anlaşıldı, amirim"

    beyaz toros’un arka kapısından arabaya bindirildim… iki kolumdaki iki polis beni arabaya bindirdikten sonra arabanın her iki arka kapısının yanında beklemeye koyuldular...

    çok geçmeden yanıma sokakta görsem ayyaş diyeceğim bir adam oturdu, onu da benim gibi yakalanmış biri sanıyordum ama o da polisti... yanıma oturunca belindeki silahının kabzası görünüyordu ve elleri kelepçeli değildi..

    yanıma oturan ayyaş görünümlü polise dönerek,

    “neden zütürüyorsunuz beni, ne yaptım ki ben” dedim…

    yüzüme bile bakmadan” merkezde öğrenirsin” dedi…

    sen umursamıyorsan ben de umursamam dedi kendi kendime, içimden de "nasılsa yanlışlıkla beni zütürüyorlar akşama bırakılırım" diye geçiriyorum...

    arabanın camından dışarıda olan biteni izlemeye koyuldum… bütün mahallelinin gözü arabanın camından gözlerimi dövüyordu… mahalleliyle göz göze gelmemek için, arabanın sağ tarafındaki cama döndüm…

    biraz önce telsizle konuşan adamın yanına, yatak odasındaki koltukta oturan beyaz pardösülü bıyıklı adam geldi… dişlerinin arasında sadece kibriti vardı, sigarası yoktu… uzun paltolu adamla bir şeyler konuştuktan sonra uzun paltolu polisin yanından ayrılarak öndeki torosa bindi… uzun paltolu adam da benim olduğum arabanın ön koltuğuna oturdu…

    dikiz aynasından bana bakıyordu…

    o gözlerimin içine baktıkça ben de inatla onun gözlerinin içine bakıyordum…

    cebinden bir sigara çıkardı, tekel 2000 içiyordu… ceplerini karıştırdı ateş bulamayınca arabanın çakmaklığına bastı…
    gözlerini yine bana dikerek, siyah bıyıklarının ortasını kaşıdı…

    “arif nerede” dedi…

    "bilmem, evdedir" dedim...

    alaycı bir ses tonuyla...

    "he, he evdedir... " dedi...

    o sırada tık diye bir ses geldi, torpidodaki çakmaklık ısınmıştı, çakmağı alarak sigarasını yaktı... sigarasından bir fırt alarak arkasına döndü...

    yanımdaki ayyaşa dönerek,
    -"cafer nerede oğlum ya" dedi...
    "içerde amirim"
    -"çağır da, gidelim... ne bekliyor hâlâ"
    yanımdaki ayyaş, arabadan inmeye hazırlanırken, uzun paltolu...
    "ismet burada kalsın, sonra da morga gitsin" dedi...

    ayyaş bir şey demeden ayrıldı...

    dikiz aynasından uzun paltolu polise bakıyordum, dikiz aynasından ona baktığımı görünce...

    biraz öncekinden daha sert bir ses tonuyla...

    -"arif nerede lan" dedi...

    "bilmem, evde yok mu amirim" dedim...

    arkasını döndü, gözlerimin içine bakarak...

    -"niye öldürdün lan" dedi...

    uzun paltolunun yüzünde de, sesinde de, bakışında da benim katilliğimin resmi vardı...

    oysa kimseyi öldürmedim ben...

    donup kalmıştım, ne cevap vereceğimi de şaşırmıştım...

    "kimi" dedim sadece...

    "kimi"

    kimseyi öldürmemiştim ve öldüremezdim de ama keşke öldürseymişim...
    Tümünü Göster
    ···
  6. 406.
    -1
    geldim,

    @89 voltanın yönü yoktur, volta arkadaşının yönü vardır...

    voltada kural bellidir, "bütün olmak"...

    bütünlüğü bozmak, bütünlüğünü bozmaktır... yani adamlığı/nı bozmaktır...

    voltanın raconuna da terstir...

    her neyse...
    ···
  7. 407.
    -1
    6 sene gazete okumadın geldin incide yazar mı oldun *
    ···
  8. 408.
    -1
    okuyan gerçek olmadığını bilsin öyle okusun kaptırmayın kendinizi
    ···
  9. 409.
    +1 -2
    şimdi düşünüyorum da eğer o zaman kodeste yaşayacaklarımı bilseydim kaçar mıydım oradan, en azından denerdim... denemek isterdim daha doğrusu...

    yirmidört yaşında kimsesi olmayan bir adamdım… her gece meyhaneci rıfkı’nın meyhanesinde demlenir o yaşıma kadar yaşadıklarımı unutmaya çalışıyordum ama yine de unutamıyordum…

    kolay da değildi unutmak, zira ailemi bir hiç uğruna, hem de benim yaptığım bir hata sonucu kaybetmiştim…

    dedem, soyundan kalan son torununu da kaybetmemek için, o çok sevdiği toprağından koparak istanbul’a gelmişti... hem de bana sahip olmak için...

    babamın evini, kendi evini ve arazilerini satarak istanbul’da iki arsa almış… iki arsanın üzerine de iki gecekondu yaptırmıştı… gecekonduların inşaatında kendi de çalışmıştı… birisini kiraya vermiş, birisinde de biz oturuyorduk…

    dedemin yüzüne bakamıyordum, bakmak da istemiyordum zira benim yüzümden oğlunu, gelinini ve iki torununu kaybetmişti… ve evet, ben de ailemi kaybetmiştim ama ben kendim düşmüştüm, düşerken de dedemin elinden tutup bataklığın içine sürüklemiştim… işte en çok da bu kahrediyordu beni…

    dedemle yaşadığım beş yıl boyunca konuşmasını bekledim, “neden” diye sormasını bekledim ama konuşmadı, hiç konuşmadı ta ki iki yıl öncesine kadar…

    18 eylül 2003…

    akşam saat 7 gibi… işten çıkmış eve dönüyordum, kucağımda bir ekmek, bir de onun çok sevdiği karpuz… kapıyı çaldım, açan yok… oysa bu saatlerde dedem bahçendeki çekyatta uzanmış beni bekliyor olurdu… o akşam yoktu, bahçede görmeyince haberleri izliyordur diye düşündüm…

    kapıyı çaldım, açan yok… seslendim “dedeee” diye, ses yok… tepki de yok…
    sesimin sessiz kalması beni fazlasıyla ürkütmüştü… karpuzu yere bırakarak cebimden anahtarı çıkararak kapıyı açtım, içeri koştum…

    konuşacak diyordum bir gün, yüzüme vuracak… aşağılayacak da beni diyordum ki, hakkı da...

    oğlunun, iki torununun ve gelinin ölümüne sebep olan bu aşağılık adamı yerden yere vursa da hakkıdır diyordum ama bu kadarını da beklemiyordum…
    ···
  10. 410.
    -1
    rezerved
    ···
  11. 411.
    -2
    ellerim kelepçeli, yüzüm yerde ne yaptığımı düşünüyorum ama hiçbir şey aklıma gelmiyordu, bir şey de yapmamıştım ama odamdaki polislerin ve tabancalarının esmerliği, kötü şeylerin habercisi gibiydi…

    dün geceyi düşündüm, rıfkı’nın meyhanesindeydik... hilmi, cevat, arif ve ben beraber ziftlenmiştik… acaba meyhanede kavga falan mı çıktı diye düşünüyordum ama yoktu öyle bir şey… her zamanki gibi hesabı alman usulü ödemiş, sonrasında rıfkı abi’den bir bira alarak eve gelmiştim… bu kadardı, bundan sonrası yok hafızamda ki, zaten olması da gerekmiyordu… her zaman yaptığım gibi eve gelip, zıbarmıştım…

    ben bunları düşünürken sağ kolumdaki bıyıksız pardösülü adam beni itekleyerek salona zütürdü… salonda gördüklerim biraz önce yaşadıklarımdan farksızdı… odadaki her şey salonun ortasında yağmalanmış öksüz gibi bana bakıyordu… her taraf dağılmıştı, onlarca polis dağıtmaya da devam ediyordu…

    üniformalı polislerin yanında birkaç adam daha vardı ama üzerlerinde polis üniforması yoktu, sonradan sivil polis olduklarını öğreneceğim o adamlar bir şeyler aramak yerinde dağıtmaya, yakıp yıkmaya gelmiş gibilerdi…

    salonun halini görünce yatak odasının kapısından koltukta oturan bıyıklı polise baktım, sağ elindeki sigaranın dumanı gözlerini yakmış olacak ki, sağ gözünü kapatmış; sol eliyle de ağzındaki kürdanı dişlerinin arasında gezdiriyordu… diğer beyaz pardösülü bıyıklı adam da koltukta yayıla yayıla oturan adamın kulağına eğilmiş bir şeyler fısıldıyordu… ona baktığımı görünce sağ elindeki sigarasını ağzına zütürdü, kapalı olan gözünü açarak, kulağına fısıldayan beyaz pardösülü adama, beni işaret ederek bir şeyler söyledi… o işaretten sonra ben hiçbir şey olmamış gibi ve görmemiş gibi önüme baktım…

    sağ kolumdaki bıyıksız adam, kolumdan çıkarak sivil polislerden birisini yanına çağırdı. ne konuştuklarını bilmiyorum ama sivil polis, o konuşmadan sonra belinden bir bıçak çıkardı, öyle küçük bir bıçak da değil, siyah kabzalı ve uzun bir bıçak, diğer arkadaşını da yanına çağırarak odadaki koltuğu ve çekyatları işaret etti, diğer arkadaşı da belinden bir bıçak çıkardı… bir an beni bıçaklayacaklarını düşündüm ama o işaretlerin ucunda koltukların oluşu korkumu biraz olsun hafifletmişti…

    biri çekyatın, diğeri de koltuğun döşemelerini yarıyordu… “ne yapıyorsunuz” diyerek adamlara müdahale etmeye çalışsam da yetişemeden durduruldum… hem de enseme şaplağı yiyerek…

    beyaz pardösülü bıyıksız adam tarafından yediğim şaplağın intikdıbını alırcasına, kolunu omzumla ittim, üniformalı bu hareketime karşılık beni itekleyerek üniformalı polislerin durduğu tarafa ittirdi… iki polise de dönerek “alın zütürün bunu” dedi..

    üniformalı polislerden beyaz tenli, kısa boylu olanı “emredersiniz amirim” diyerek koluma girdi… diğer arkadaşı da diğer koluma girerek beni dışarıya çıkardılar fakat dışarısı içerden de beterdi…

    asıl kıyamet sokaktaydı,

    bütün mahalleli sabahın köründe uyanmış, bir suçlu bekler gibi benim evden çıkarılışımı bekliyordu… dünyanın en kabahatli suçunu işleyen bir suçlu gibi bakıyorlardı bana, o bakışlar karşısında ne yapacağımı şaşırmıştım, başımı eğsem mi diye düşünürken gözlerim belki bir tanıdık görür diye, etrafa bakındım ama yok, tanıdık hiçbir yüz yoktu… suçlu gören gözlerden başka hiçbir şey yoktu…

    mahalleli, film izler gibi beni ve polislerin hareketlerini izliyordu…

    iki yanımda iki polis, ellerim de kelepçeli zütürülüyordum…

    zütürülüyordum da nereye…

    ölüme, aslında ölümden de öteye...
    Tümünü Göster
    ···
  12. 412.
    -2
    hadi beyler http://mucip.sozlukspot.com/ girin üye olun 1.nesil yazar olun beyler.(üyelik açık)hadi beyler http://mucip.sozlukspot.com/ girin üye olun 1.nesil yazar olun beyler.(üyelik açık)
    ···