1. 1.
    +2
    1 sene kalacağım ingiltere'de yaşadıklarımı düzenli olarak bu başlığa yazacağım.
    ···
  2. 2.
    0
    önce kendimden bahsedeyim. yaş 22. bursa'da ailemle yaşıyordum. uludağ üniversitesi'nde uluslararası ilişkiler bitirdim. yurtdışında yüksek lisans yapma hayalim vardı hep. ispanya istiyordum. kısmet ingiltere'ye imiş.
    ···
  3. 3.
    0
    türkiye'de işlemlerimi tamamladıktan sonra aceleyle londra luton havaalanı'na uçtum. vizeyi çok bekledim amk. pazartesi vize çıktı, aynı gün kalacak yer ayarladım ve uçak biletimi aldım. çarşamba, yani dün buraya geldim. bursa'dan sabaha karşı 4'te çıktık babamla. uçak 9:20'deydi. trafik yüzünden 8:40 gibi falan vardık. ben heyecanlanan bir tip değilimdir. daha önceden de yurtdışı deneyimim var. 2011'de work & travel'a gitmiştim. onun dışında 5 tane de avrupa ülkesi gezdim. ama yola çıkmadan önce son günlerde ailemi, arkadaşlarımı, ingiltere'ye gidiyorum diye benden ayrılan kız arkadaşımı geride bırakmak koymaya başlamıştı.
    gibeyim ya gözlerim doldu.
    ···
  4. 4.
    0
    neyse ne diyordum. hah uçağa bindim koridor tarafı vermiş oçlar. en azından yanımdaki koltuk boştu. cam kenarında da arap bir kadın oturuyordu. uçak sarsıldıkça korktu amk. bi ara ağladı korkudan. az bişey muhabbet ettik. kadın pasaportunu gösterdi. damga basacak yer kalmamış. "e ne korkuyon dıbına koduğum" dedim. "korkuyorum işte" dedi.
    ···
  5. 5.
    +1
    ha bu arada uçak bagaj yüklemedeki gecikmeden dolayı 1 saat geç kalktı. luton havaalanı'na indikten sonra peterborough adlı, 1 senemi geçireceğim gibik şehire ulaşmam gerekiyordu. anglia ruskin isimli bir maymun üniversitesinde okuyacaktım(ne demek istediğimi birazdan anlayacaksınız).
    yolda biraz uyumaya çalıştım ama toplasan yarım saat uyumuşumdur. havaalanına inince pasaport kontrolden geçtim. oradaki görevli kadın birkaç soru sordu. formu tamamen doldurmuşum "good job" falan dedi. "sen seyidi ne sandın yarraaam" dicektim. polis olduğu için "thank you" dedim geçtim.
    ···
  6. 6.
    0
    havaalanının çıkışına geldim. bi baktım national express isimli otobüs şirketinin gişesi var. dedim selamun aleyküm, peterborough'a nasıl giderim? adam baktı "en erken otobüs 16:30'da" dedi. tamam dedim dıbına koyim ver yapacak bişey yok. 35 pound geçirdi huur çocuğu. üstelik direkt gitmiyor otobüs. luton'dan leicester'a, orada 1 saat bekleme, oradan da başka bir otobüsle peterborough'a. neyse yapacak bişey yok dedim başladım beklemeye. bu arada susayınca havaalanındaki marketlerden birine girdim. 1 litrelik suya da 1.20 pound bayıldım. sonra ev sahibimi aradım ankesörlü telefondan. neyse ki iyi bir adam. 20:40'ta queensgate bus station'a varacağımı söyledim. tamam dedi ben seni oradan alıp eve yerleştiririm. hay çok yaşa sen dedim. kapadım telefonu. 2 pound atmıştım. tam 1 poundluk konuşmuşum. para üstü verecekti. please wait yazdı. bozuk para sesi geldi. para üstü yerine düşmedi. işte o anda bu ülkede yaşamanın çok da kolay olmayacağını anladım.
    ···
  7. 7.
    0
    devam edicem beyler babamla mesajlaşıyorum şu an
    ···
  8. 8.
    0
    geldim devam ediyorum
    ···
  9. 9.
    0
    neyse otobüsü beklemeye başladım. kitap falan okudum beklerken. karşımda bi obez oturuyordu. ayağı da sakat. hala da yiyordu dıbına kodumun ayısı. adamda parkinson da vardı galiba. elleri titreyerek bulmaca çözmeye çalışıyordu. acıdım haline. dr. pepper içiyordu bir yandan. kapağı tam sıkamamış herhalde şişeyi yan olarak valizinin üstüne koymuş şişe damlatıyordu. nedense söyleyesim gelmedi. borussia dortmund formalı bir çocuk koşturuyordu ortalıkta. bir galatasaraylı olarak çocuğu tekmeleyesim geldi tabii ama bir tak yapmadım haliyle. karşımdaki marks & spencer'ın yiyecek mağazasını seyrederek oturdum.
    ···
  10. 10.
    0
    sonra otobüse binmek için dışarı çıktım. tam kapının önünde bay'ler var. 4-5-6 national express'e ait. gittim 4 numarada beklemeye başladım. otobüs herhangi birisinde duracaktı. şansa 4 numarada durdu. muavin falan yok orada. şoför yanaşınca iniyor arabadan, biletleri kontrol edip valizleri yüklüyor. sonra içeride beğendiğin bir koltuğa oturuyorsun. koltuk numarası falan da yok. koltuklar çok konforluydu ama. e yani 35 pound verdik bi de konforlu olmasa kafayı yerdim herhalde. otobüsün yarısından fazlası boştu. ben de tek başıma oturdum, yanımdaki koltuğa sırt çantamla laptop çantamı koydum. yola koyulduk.
    ···
  11. 11.
    +1
    yolda kısa süre etrafa bakındım. trafiğin tersten akıyor olması insanın garibine gidiyor. 45 dakika kadar kestirdim koltukta. sonra leicester'a vardık. 1 saat 45 dakika sürdü yol. indim. otobüs terminali ufacık yerdi. national express'in özel bir bekleme salonu vardı züt kadar. oraya girdim beklemeye başladım. içeride obez bir asyalı kadın vardı. telefonun kulaklığını takmış, bir şeyler izliyor, mal mal gülüyordu. otobüsler yanaştı, içerideki insanlar değişti. bu birkaç kez tekrarlandı. içeride kızıl saçlı bir kız vardı. müptezel olduğunu düşünüyorum. baldırından kaçmış çorabı vardı. çok zayıftı. kafasında bere vardı. altındaki eteğe aldırmadan pencere önündeki tezgaha tünedi amk.
    neyse kalktım valizlerle bir tuvalete gittim. ha bu arada buradaki pisuvarların arasında mermer falan yok. bayağı yan yana işiyorsunuz.
    sonra dışarı çıktım beklemeye başladım. baktım karşıdan 1 kız 2 erkek geliyor. erkeklerden biri mal mal sakız çiğniyordu. ayağında bazı yerleri parlak kundura vardı. ayrıca öyle bir yaylanarak yürüyordu ki, görünce "bu türk değilse bu soğukta çıplak şehir turu yaparım" dedim. az ileride durdular. konuşmalarına kulak kabarttım. yanılmamıştım. sonra yürümeye devam ettiler. bu sefer de önümde durdular. sakız çiğneyen adam bana dikkatli dikkatli baktı. o da benim türk olduğumu anlamıştı.
    neyse sonra otobüs geldi. baktım bir ben bir de o sakız çiğneyen eleman biniyoruz otobüse. en öne oturdu. ben de gittim selam birader dedim oturdum yanına. o da şaşırdı ingiltere'nin züt içi kadar şehrinde türkle karşılaşmayı beklemiyordu. tanıştık. muhabbet ettik yol boyunca. amcasının yanında peterborough'ta çalışıyormuş. vay amk dedim peterborough'ta da türk varmış. ama iyi denk geldi. buradan bir hat aldığım zaman arayacağım onu. burada türk restoranı varmış ona falan zütürecek beni. londra'ya da gideriz dedi. orada da yaşamış 1,5 sene kadar. kalacak yer de varmış. valla canıma minnet. londra'da kalacak yerim oldu hiç değilse.
    ···
  12. 12.
    +1
    otobüsten indiğimde meraklı gözlerle etrafa bakan adama yanaştım. "are you illuminatiocaklari2?" dedi. he dedim he sen de richard'sın. selamlaştık falan. otobüste tanıştığım arkadaş adama bir adres sordu. sonra vedalaştık onunla. richard bana hazır şehir merkezindeyken sağı solu tarif etti. bak dedi şu yol senin okula gidiyor eve şu otobüsle geleceksin falan filan. sonra arabasına bindik (vw tiguan). arkada karısı oturuyordu. onunla da tanıştım. adını hatırlamıyorum. sevimli bir çift. 55 yaşında falan vardırlar. arabayla bana bilmem gereken yerleri gösterdi sonra eve sürdü. yalnız ev dediğin de şehir merkezine 10 dakika var nereden baksan otobüsle.
    bu noktada bir şeyden bahsetmek istiyorum. burada mahalleler bizim bildiğimiz gibi değil. anayol var bir tane. o anayolun etrafında kümeler halinde mahalleler var(şehir merkezi öyle değil tabii ki). mahalle içindeki evlerin tamamı birbirinin aynısı. hepsi müstakil, maksimum iki katlı binalar. şehir merkezinde de binalar maksimum 2-3 katlı. tam ortadaki alışveriş merkezi hariç.
    ···
  13. 13.
    0
    eve gelince yastığın yorganın var mı dedi. yok dedim bi de onları mı taşıcam amk. ben de öyle düşünmüştüm dedi. bana 2 yastık bir de yorgan getirmişler. bu herif çok düşünceli lan. yolda da her yeri en ince ayrıntısına kadar tarif etti zaten. neyse valizleri indirdim. ev de az önce bahsettiğim mahallelerden birinde. buradaki evler bitişik nizam. hepsinin arkasında kendine ait küçük bir bahçesi var.
    kapıdan girdik, valizleri kapının tam karşısındaki merdivenden yukarı çıkarıp, merdivenin tam karşısındaki bana ait olan odaya bıraktık. oda fena değildi. yatak, dolap, bir de o çekmeceli şeyden şifonyer mi ne deniyor buna. bir petek, bir de pencere var. petek ayarlı. istediğim kadar yakıyorum. adam bu arada bana oda kapısını nasıl kilitleyeceğimi falan anlatıyor sanki ormandan geldik dıbına koyim.
    ···
  14. 14.
    +1
    önce üst katı anlattı. merdivenin karşısındaki kapı benim odam. solumda köşede bir oda var. zenci bir kız kalıyor o da benimle aynı üniversitede aynı bölümde öğrenci. onun solunda kiler gibi bişey var. onun solunda da moses isimli elemanın odası. kendisini daha görmedim. onun yanında da (benim odanın karşısı oluyor yine) banyo var. ortalık temiz. ev sahibi bana elektrikli şofbeni falan anlatıyor. kırmamak için dinledim. sonra aşağı indik. merdivenlerden inip u dönüşü yapınca oturma odası var. 1 tv,2 koltuk, 1 arka bahçe kapısı, bir de tibby'nin odasına açılan kapı. gerçek ismi uzun olduğu için ona tibby diyorlarmış. onun da daha yüzünü görmedim. sonra yine merdivenin olduğu yere döndük, merdivenden sola dönünce karşıdaki kapı mutfağa açılıyor. mutfak bayağı büyük. her tak var. ocak, fırın, tost makinesi, kettle vs. ayrıca çamaşır makinesi ve kurutma makinesi de burada. elektrikli ocağın önce sigortasını açıyormuşuz onu falan gösterdi. sonra da çöpleri geri dönüştürülebilir olanlar ve diğerleri diye ayırdıklarını söyledi. iki kutuyu da gösterdi. sonra masaya oturduk. kira sözleşmesini çoktan hazırlamış. 300 pound aylık kira + 200 pound depozito. 6 ay yazmış bir de amk. 6 ay ne tak yiyeceksem bu evde. onun da sebebini yazacağım birazdan.
    neyse imzaladık, karşılıklı olarak haklar ve yükümlülüklerden bahsetti. sonra da gittiler. ben de odama çıktım, eşyaları dolaba yerleştirdim. yastıklara evden getirdiğim kılıfları geçirdim, yatağa evden getirdiğim çarşafı serdim. yorganı da yaydım ama yorgan kılıfı getirmediğim için mecburen öylece örttüm. çok yorgundum. üstümü değiştirdim. telefonla wifi'a bağlandım. aileme, arkadaşlarıma whatsapp'tan bilgi verdim. biraz kitap okudum. sonra ışık açıkken uyuyakalmışım. 10 dakika sonra kalktım, ışığı kapadım, yattım.
    ···
  15. 15.
    +1
    hayvan gibi yorgun olmama rağmen sabaha karşı evde gezinen birilerinin sesini bir ara duyduğumu hatırlıyorum. ama uykuya devam etmişim. sonra yine birilerinin sesine uyandım. ses kesilince tuvaletimin geldiğini fark ettim. saate baktım 07:43. kendime ait yastık yorgan da olmadığı için kaskatı uyumuşum zaten. başımın sol arkadan enseye bağlanan kısmı ağrıyordu (nedense başımın hep o kısmı ağrır). gittim tuvalete. sonra geldim yine yattım. yine uyumuşum. 2 saat sonra "this is gonna be the best day of my laaaayyyfff" sesine uyandım. yandaki gerizekalı müzik açmış dinliyor. telefonda falan konuştu. şarkıyı tam 3 kere üst üste dinledi. sonra gibtir oldu gitti. ama benim de uyku gitti bu arada. gece 11de uyu, sabah 9:30da kalk. önceki gece sadece 3 saat uyumuştum. hay amk.
    ···
  16. 16.
    +1
    kalktım yüzümü yıkadım, üstüme kalın bişeyler giydim (hava gündüz 10 derece, neyse ki yağmur yağmadı), sırt çantamı da aldım, düştüm yollara. bu arada fark ettiyseniz en son uçakta yemek yedim. 24 saatten fazla oldu. o sırada yan odadaki kız geldi bir arkadaşıyla. baktım amk şişman zenci bişey. hay dedim bahtımı gibeyim. ayaküstü tanıştık. sonra odamı kilitleyip gibtir oldum.
    otobüs durağını bulmak çok zor olmadı ama dönüşün bu kadar kolay olmayacağını biliyordum. sonuçta bütün evler birbirinin aynısı. otobüs gelene kadar bir kadın, güzel bir kız ve muhtemelen ispanyol olan pislik görünümlü bir herifle bekledim. otobüs gelince şoföre burada ilk defa otobüse bindiğimi söyledim. adam bana günlük bilet verdi. 4 pound'a bir gün boyunca istediğin kadar biniyorsun otobüse. arkalarda bir yere oturdum. şehir merkezine kadar etrafı seyrettim.
    ···
  17. 17.
    0
    şehir merkezine gelince, üniversiteye doğru yürümeye başladım. 5 dakika kadar yürüdüm, sonra birisine sordum. yanlış yere gidiyormuşum dıbına koyim. söve söve adamın tarif ettiği yöne gitmeye başladım. böyle 2-3 kere kaybola kaybola buldum üniversiteyi. şehir merkezinden otobüsle gitmek daha mantıklı amk ama ben daha yakın zannediyordum. neyse girdim içeri, danışmaya sordum. kayıt odasına yönlendirdiler beni. içeri girdim. bildiğin bilgisayar odası amk. 2-3 zenci vardı içeride. bir de kayıt görevlisi beyaz adam. gittim görevliye "sa birader ben kayıt için geldim dedim". hoşgeldin faslından sonra evrakları teslim ettim adama. pasaport. vegibalık fotoğraf. cas letter dedikleri üniversiteye kabul mektubu. adam beni bir bilgisayarın başına oturttu. 2 saat sisteme giriş yapmayı bekledik amk. sonra beni okulun portalına soktu oradan. kayıt bölümünü açtı. al dedi doldur bunu. adres madres yazdım bişeyler. sonra takım elbiseli bi zenci geldi bi kağıt getirdi. sonra da onu dolduracakmışım. doldurduktan sonra evrakları beyaz adama teslim ettim, zenci beni ve 2 diğer öğrenciyi (biri zenci bir kızdı diğeri uzakdoğu apaçisi tipini gibtiğim bişey) okulu tanıtma turuna çıkardı. zaten züt içi kadar okul. sınıfları, ilan panosunu, kantini falan gösterdi. sonra yine bilgisayar odasına döndük. zenci beni karşısına aldı bir iki bişeyden bahsetti. herifin köfte gibi dudakları vardı amk pembe bi de. gülmemek için kendimi zor tuttum. ben de ona şehir merkezinden okula hangi otobüsün geldiğini sordum. 4 numara. sonra beyaz adam bana 2 öğrenci belgesi, akademik takvim ve portala giriş şifresi falan verdi. çıktım okuldan.

    kayıt salonu full zenciydi beyler böyle bişey yok amk maymunların arasında ders görücem. ırkçı falan değilim ama bi tane mi beyaz olmaz lan? derste beyazların da olmasını ümit ediyorum.
    ···
  18. 18.
    0
    okulun önündeki otobüs durağına gittim bekliyorum. taşşşş gibi bir ingiliz hatunla beraber. muhabbet açayım diye " şehir merkezine giden otobüsler buradan mı geçiyor?" dedim. evet dedi. tam o sırada otobüs geldi. hay amk dedim. kıza iyi günler dileyerek otobüse bindim. baktım o da bindi. görevliye günlük bileti göstererek en arkaya oturdum. o sırada açlığımı fark ettim. kafamın sol arkası da zonkluyordu.
    şehir merkezine gelince direkt alışveriş merkezine daldım. 3-5 yere baktıktan sonra bir yerde karar kıldım. bir sandviç seçtim (tavuk mayonez bacon marul domates)2.50 pound, yanına da bir sprite aldım 1.25 pound plastik şişe. 3.75 pound normalde ama kampanya varmış 3 pound tuttu. oturdum sandviçi gömdüm. doymadım amk. gittim marketlerin birinden küçük paket patates cipsiyle snickers aldım. onları da gömdüm. sprite'ı da bitirdim bu arada. açlık felaket bişey.
    başımın ağrısı azalınca primark isimli mağazaya girdim yastık yorgan almak için. ev sahibinin ödünç verdikleri de buradan alınmıştı. rahattı aslında ama yorgandan saç temizlemek zorunda kalınca rahat edememiştim. iki yastığa 4 pound, yorgana 8 pound, yorgan kılıfına da 11 pound ödedim. 23 pound toplam. yorgan ağırdı. hay amk kafamı gibeyim keşke en son alsaydım bunları. zira daha gıda alışverişi yapmadım bunun ceremesini sonra çekeceğim.
    ···
  19. 19.
    0
    daha önce bahsetmiştim, marks & spencer'ın burada normal marketi de var diye. girdim oraya. kampanyalılar başta olmak üzere alışveriş arabamı doldurmaya başladım. kahvaltılık tavuk jambon, krem peynir, ekmek, yumurta, süt; akşam yemeği için de kampanyalı makarna, tavuk, patates falan aldım. suyuydu ketçabıydı mayoneziydi atıştırmalığıydı derken 23 pound küsür tuttu bu da. ha bu arada 2 litre suya 45 pence ödedim. ucuz bayağı.
    dıbına koyim öküz gibi doldurmuşum zor taşıyorum poşetleri. bi de yastık yorgan var ya o da sıkıntı. zar zor gittim otobüs durağına. otobüsten de bir durak önce inmişim. ebem gibildi ebem. ellerim hala acıyor. evi bulmak da zor oldu amk. sokak sokak gezdim sonunda buldum. girdim içeri. önce dolaba konacakları yerleştirdim. baktım yayılmışlar iyice. raflardan birinin yarısını sıkıştırarak yer açtım, bir torbanın içinde koydum bana ait olanlar ayırt edilsin diye. sonra buzluğu açtım. ağzına kadar doluydu. zar zor yer açıp dondurulmuş patatesle tavuğu da oraya koydum. çıktım odaya. ev sahibinin verdiği yastığı yorganı attım yatağın üzerinden. kendi temiz yorganımı kılıfa geçirdim. yastıkları da aynı şekilde. çiçek gibi oldu valla. sonra gittim aşağıdan elektrik süpürgesini aldım bir de süpürdüm odayı. mis gibi oldu. camı da açtım havalansın diye. hala kapamadım içerisinin sıcağını anca dengeliyor.
    ···
  20. 20.
    0
    priz dönüştürücü de almıştım alışveriş merkezinden, üstümdeki sweat'i çıkardım. tshirt giydim. laptopu açıp yatağa kuruldum. sonra da buraya yazmaya başladım işte. babamla mesajlaştım whatsapptan. sonra annemle. sonra kardeşim geldi (sokakta oynuyormuş oradan gelince yazdı henüz 12 yaşında).
    şimdi de internetten haberleri okuyup aşağıya inip yemek yapacağım kendime. muhtemelen makarna ve tavuk. yanında ketçap mayonez. yanında da üstünde "limonata" yazan, tadı bildiğin sprite olan marks & spencer gazozu. 95 pence verdim 2 litresine.
    şimdilik bu kadar, yatmadan önce tekrar girip ingiltereyle ilgili ilk izlenimlerimi yazacağım.
    ···