1. 26.
    0
    gerek yok boyle seylere sezercim
    ···
  2. 27.
    0
    hava hafiften karardı, rüzgar daha sert esmeye başladı.
    kabul etmem gereken bir şey vardı, terk edilmiştim.

    bunun yoksunluğuyla iki çocuk babası, memur emeklisi bir adam gibi
    hasan amcadan kahvemi çektirip, kapının anahtarını çevirdim.

    yalnızlığı bozan tek şey, o esnada kapının çıkarttığı tıkırtıydı.

    kapı açıldı, fakat eve girmedim.

    giremedim o eve.
    ···
  3. 28.
    0
    nasıl girebilirdim ki?
    ekgib bir şey vardı.

    sağ elimde poşet vardı.
    ama sol elim boştu.

    sol elim boş yıllardır girmedim ben bu eve.
    ev beni kabul etmezdi.

    "elin boş nasıl gelirsin?" diye dırdır ederdi akşama kadar evde züt büyüten anlayışsız bir hatun gibi. def ederdi beni evden.

    şöyle bir baktım içeri.
    dört duvardan ibaret bir ev değildi bu.

    şehrin tüm griliğini, içerisinde özüten bir karadelik gibiydi.
    rengarenkti, bir zamanlar...
    ···
  4. 29.
    +1
    sağ ayağımı attım içeri.
    zor da olsa sol da peşinden girdi.

    kapıyı kapatmadım bir süre.
    içeri girmesini bekledim.

    ayakkabılarını kapının önünde çıkartırdı
    ve hep benden sonra girerdi bu eve.

    bekledim, bekledim, bekledim...

    eve giren olmadı, apartman soğuğundan başka.
    "hadi artık özge, gir içeri" diyemedim.

    diksiyon üzerine kitaplar yazabilecek ben,
    o cümleyi kuramadım...

    gel, gitme, kal, sana kahve yapacağım diyemedim.
    ···
  5. 30.
    +2
    şizofreni neydi?

    sensizliği hiç yaşamadığımdan mı bu haldeydim, bilmiyorum.
    her şey konuşuyordu sanki.

    ikili koltuk takımının sol minderi küsecekti neredeyse.
    kokusu her şeye sinmişti.

    daha dün ellerimi tutup "senin yıldızın benim. haydi bi dilek tut" diyen o değil miydi?

    oydu, belli ki farklı dilekler dilemişiz.

    ben onu, o başkasını.

    yıldız kaydı mı, bilmiyorum ama.
    ben kaymıştım, başımı taşıyamıyordum.

    uzandım kanepeye, duvarlara baktım...
    ···
  6. 31.
    0
    içim acıdı lan
    ···
  7. 32.
    +1
    ev dediğin dört duvar değildi hakikaten.

    ev dediğin bir araç değildi, vardı onun da bir dili elbet.
    vardı söyleyecek birkaç cümlesi.

    "beceremedin değil mi?" dedi birden ev.
    başımı sağa sola çevirdim.

    "beceremedim. gitti." diye cevapladım.

    alayedercesine tebessüm etti ev.

    "şimdi ne yapacaksın? dur ben söyleyeyim. sen de bizi bırakacaksın."

    biliyordu beni ev.
    kalamazdım burada.

    her zaman bir sözümüz vardı.
    canımız sıkıldığında, kurduğumuz cümlelerden.

    "elbet ışık girecek, yeter ki açık olsun perdeler."

    perdeleri açtım.
    camı dibine kadar araladım.

    bekledim...
    ···
  8. 33.
    0
    uykuya dalıvermişim hayal kurarken.

    gözlerimi açtığımda ev yaprak doluydu.
    açık cam bana onu getirmemişti, sonbaharda terk edilen yaprakları getirmişti.

    ortam bi anda kaybedenler kulübüne döndü o an için.
    ağaç tarafından reddedilen yapraklar, ve yalnız bir adam.

    oturup beni dinleyeceklerdi.
    ağzımdan çıkacak tek kelimeyi beklediler.

    konuşmadım.

    ben konuşmadıkça yanıma biraz daha yaklaştılar.

    anlatmayacaktım. dayanamadım.

    "neden?" diye soruverdim.

    "böyle olmalıydı." dedi yaprak.

    içten içe ona da sinirlendim.
    bırakın uyuyayım diyerek, faraşı üzerlerine sürdüm.
    camdan dışarı gönderdim.

    camı kapattım.
    ···
  9. 34.
    0
    tam kafamı koyacaktım ki, kapı çaldı.
    yüzümün rengi attı. koştum, açmak için kapıyı.

    açtım. özgeydi gelen, evet...
    başı öne eğikti, yüzüme bakmadan yanımdan sıyrılıp içeri girdi.

    hızlıca bavulunu dolduruyordu.

    "özge dur, anlat bana. biz hep tartıştık.
    gidemezsin böyle, inanmıyorum gidebildiğine." diye bağırıyordum.

    duymuyordu beni.

    önüne geçtikçe, itiyordu beni.
    hiçbir şey demeden yapacağını yapmaya çalışıyordu.

    toplamıştı her şeyi...
    geçtim kapının önüne: "bu kadar basit gidemezsin. yapamazsın!" dedim.

    "unut artık beni, yokum ben." dedi.
    gözleri kızardı. kıpkırmızı oldu.

    kapıyı çekti ve gitti...
    ···
  10. 35.
    0
    en guzeli turuncu
    ···
  11. 36.
    0
    gittiği gibi kapıyı çekip, çöküverdim önüne.
    cebimden 2001 sigaramı zor da olsa çıkardım.

    kibrit, yanmamakta ısrar etse de; o duman o an dolmalıydı içime.

    anlamadığım, anlamsız gelen şeyler vardı.

    bu güne kadar her tartışmada, ya o ya ben hemen alttan alır düzeltirdik.
    tartıştığımız konu "ağacın neden yaprağı var" kadar da anlamsızdı bu sefer hem. vardı bir iş

    ve ben bu işi çözmeliydim, çözecektim.
    ···
  12. 37.
    0
    O GÜN YALNIZ UYUDUM.

    aylar sonra battaniye kullandım.
    ısıtacak kolları yoktu.
    yanımda değildi işte.

    belli ki alışmak zaman alacaktı.
    ama ben alışmak istemiyordum.

    onu istiyordum.
    benim evlilik planlarım da, hayallerim de
    kısacası hayatım, her şeyim onun üzerine kurguluydu.

    umut yoktu, pencerelerin açık kalması da anlamsızdı o an için.

    büyük bir hışımla camı kapattım
    ve düşünceler arasında yatağa girdim tekrar...
    ···
  13. 38.
    0
    gün oldu.

    uyanır uyanmaz üstümde bir ağırlık olduğunu fark ettim.
    hayatın ilk cilvesiydi bu heralde.

    onsuz uyuduğum ilk gün, kaskatı kesilmişti vücudum.
    battaniye ısıtamamıştı bedenimi.

    sendeleyerek kalktım yataktan.
    direk ceketimi giydim.

    her zaman bir sözü vardı "ilişkiye sakın arkadaşlarımızı karıştırma, her zaman kendi aramızda çözelim. bizim beceremediğimiz bir şey yok, kimseden talebin olmasın. benimle ilgili problemin olduğunda gel bunu bana söyle. başkalarına değil."

    gitmişti ve başka çarem yoktu.
    yakın arkadaşı büşra'yı aradım telefonu elime alır almaz.

    telefon çaldı, çaldı, çaldı...
    açan olmadı.

    tekrar aradım.
    bu sefer meşgule düştü hat.

    açmalıydı o telefonu. muhtemelen özge, telefonu açmaması için onu da tembihlemişti.
    "aç telefonu büşra, öğrenmem gereken şeyler var." diye mesaj attım.

    birkaç kere daha aradım, ama o telefonu hiç açmadı.
    ···
  14. 39.
    0
    rezerved
    ···
  15. 40.
    0
    öğlene doğru açlıktan geberdiğimi fark ettim.

    girdim pastaneye, evsizler gibi bir simit aldım
    ve dişleye dişleye ilerledim.
    yutkunmak gelmiyordu içimden.
    ama o simidi dişliyordum, kemiriyordum.

    beynimi kemirmeden, bir çağrı tacizine daha başladım büşra'yı.
    2.. 3.. 4.. 5.. meşgule attı.

    ısrarla bir daha aradım.

    "mesaj atma artık sapan. unut özge'yi. böyle istedi... "

    "dalga mı geçiyorsun benimle büşra? nasıl unutayım" diye gözüm dolu dolu mesaj attım.

    "bunu yapmak zorundasın. onun için. kendin için... " diye bir cevap geldi.

    kafam iyice allak bullak olmuştu.

    "öğlen 4'de görüşmek zorundayız. sizin evin oraya geleceğim." dedim.

    işim var diye safsata yapsa da, ikna ettim.
    ···
  16. 41.
    0
    elimde simit, saat daha 12.30
    çaresiz şekilde mabedimizin olduğu yere gittim yine.
    oturdum banka, simide baktım.

    gözümden bir damla yaş düştü üzerine...
    "bu simidi özgeyle paylaşamadım." dedim içimden.
    tek de yiyemezdim. parçalara ayırarak kuşlara attım...

    telefonun kulaklığını çıkarttım ve rastgele radyo açtım.

    hayat bazen komple karşı gelir, seninle dalga geçer ya.
    o anlardan birisiydi sanırım...

    eski anları geri getirircesine bir şarkı çalıyordu...

    http://www.youtube.com/watch?v=y2jFuJenEBA
    ···
  17. 42.
    0
    içimi çeke çeke şarkıyı dinlemeye koyuldum.

    "kara gözlerinden bir damla yaş düşünce güzel yüzün, yanakların ıslanır.
    kara gözlerinden bir damla yaş düşünce, hüzün keder yüreğime yaslanır.

    sen ağlama... "

    badem sen ağlama dedikçe, çocuk gibi gözyaşı dökmeye başladım.
    yanımda ağladığına bir kez şahit oldum.

    babasının çocukken onları bırakıp gittiğini anlatıyordu.
    çok acı çekmişti, çok üzülüyordu.

    bu şarkı da ilk defa o zaman çalmıştı, başını göğsüme koymuştu.
    o gün birbirimizi hiç bırakmayacağımıza dair birbirimize söz vermiştik...
    ···
  18. 43.
    0
    yanıma geldiği o ilk günü hatırlıyorum da, boynunda gri bi fular.
    üstünde koyu mavi bir bluz, abartısız mavi bir sürme; gözlerinin altına.

    o siyah boncuk gözlerini öyle güzel ortaya çıkartmıştı ki:
    uzaktan gördüğüm anda "işte benim kadınım bu... " demiştim içimden.

    sarılmıştı bana doya doya, elimi tutmuştu.
    her şey çok güzeldi.

    çocuktuk daha ve her şey öylesine güzeldi ki...
    ···
  19. 44.
    0
    Şarkılar ve fotoğraflar...

    Kimi etkilemiyor, ağlatmıyor ki sevdiğinin fotoğrafına saatlerce aralıksız bakıp, slow bir şarkı dinlemek?

    Kimin içinde ince bir sızı bırakmıyor, sevdiğinin masanın üzerine koyduğu elini sadece bir fotoğrafta görüp, ona dokunmayı delicesine isterken ona sahip bile olamamak?

    badem "sen ağlama" derken... Gözlerini kısarak baktığı bir fotoğraf gözlerinizin önündeyken... Ya da dokunmaya bile kıyamam dediğiniz ellerini çenesine yaslamışken... bu söylerken basit gelen birkaç görüntü, neler koparıp zütürmez ki insanın içinden?

    Yanaklardan süzülen birkaç damla gözyaşından ibaret değildir "iç burkan detaylar... "
    ···
  20. 45.
    0
    anlatma istemiyorum
    ···