/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
  1. 58.
    0
    Lan özgürü neden öldürdün olm ya
    ···
  2. 57.
    +2
    Özgür neden öldü giberim böyle aşkın ızdırabını
    ···
  3. 56.
    0
    "Neden burdayız?" diye sordu Özgür."Şşşt, onları korkutacaksınız." dedim ve elimle susmasını isteyen bir işaret yaptım. Çizliğin çok fazla zaman geçirmediğim bir bölümündeydik. Lamalarla aramızda tahtadan yapılmış kocaman bir kapı vardı. Herkesin sessizce peşimden gelmesi hoşuma gitmişti. ilk defa beni lider olarak görüp beni takip etmişlerdi. Bu iş Kemal'e aitti, bunu biliyordum ve bir şikayetim de yoktu elbette. Ama yine de dikkat edilen kişi olmak hoştu işte. Hayatının %50'sini ders çalışarak, %30'unu resim karalayarak, kalan %20'sini de ailemle takılarak ve biraz da olsa arkadaşlarımla ilgilenerek geçirmiştim. Ailem normal yaşantısındaydı. Öyle abartarak anlatacağım maceralı bir hayatım olmamıştı. Ne içkisi elinden düşmeyen annemin eve attığı erkeklerle uğraşmam gerekmişti ne de kız kardeşimin uyuşturucu problemiyle. Kendi halimizde yaşamıştık işte. Bu olayların başlaması, onca kan, vahşi olaylar... Beni belki de kan görmekle bir sorunum olmadığı için, belki de sınırlı sayıya sahip arkadaşlarımın sürekli bahsettiği video
    oyunlarına alışık olduğum için öyle fazla etkilememişti. Fakat aramızda iki bayan, bir de küçük çocuk vardı. Dayanabilecekleri şeylerden çok daha fazlasına dayanmışlardı bile. Bu yüzden akıllıca düşünüp onlara yardım etmek bize düşüyordu. Lise ve üniversite öğretmenlerimin ortak fikrine göre zeki bir çocuktum. Pek ukala bir tip olmasam da
    normal bir insandan akıllı olduğum bir gerçekti. Tıp okulunu kendimi parçalayarak değil de beynimi kullanarak kazanmıştım. Çok konuşmamam ya da sosyal bir hayatımının olmaması, olaylar karşısında eli kolu bağlı kalacağım anldıbına gelmiyordu. Benim de fikirlerim vardı. "Savaş... " dedi Kemal. "Umarım düşündüğüm şeyi düşünmemişsindir."
    "Ne düşündüğüne bağlı." dedim krem rengi lamayı okşarken. Hayvan bana tükürecek diye korkmuyor değildim. Fakat dışarıda çok daha korkunç yaratıklar vardı. Bunlar bizim tek çaremizdi. Özgür bana garip garip bakarken aklımı kaçırmış olduğumu düşünüyor olmalıydı. Lamayı okşamaya devam ederken Alp'in hızla arkamdaki lamanın üstüne atladığını gördüm. "Harika bir şey!" dedi sarışın çocuk. Tüylü hayvana kollarını sımsıkı sarmıştı. Eğer bu ilginç hayvanlar bizi yarıyolda bırakmazlarsa aylakları böyle atlatabilirdik. Aramızda çok şişman biri olsa belki onu taşıyamazlardı fakat kilolu biri
    yoktu aramızda. Özgür'ün lamaya binmesine yardım etmek için bir adım atmıştım ki Caner'in benden önce davranmış olduğunu gördüm. Özgür'ü kalçalarından tutup itiyordu. Gidip müdahale etmek istedim fakat çok yanlış bir zamandı. Özgür de çok zorlanmadan binmişti zaten. Ben de seçtiğim bir lamaya atladım. Kötü kokuyordu, Özgür'ün saçlarını koklamayı tercih etsem de, henüz böyle böyle seçeneğim yoktu. Önce onları kurtarmalıydım. Nihayet ahırdan çıkıp yavaş yürüyen lamalarla çizlik kapısına ilerledik. En önde ben vardım. Hayvanı anlamaya çalışıyordum. Ani hareketler yapmadan ilerliyordum fakat biyoloji dersinde yaptığım araştırmadan hatırladığım kadarıyla bu hayvanların zıplıyor olmaları gerekiyordu. Bu şekilde zombileri atlatamazdık ki. Caner inip koşarak kapıyı açtı. Tekrar lamasına atladı. Kapı açılır açılmaz, aynı filmlerdeki sahneler gibi bir görüntüyle
    karşılaştık. Çirkin yaratıklar karşımıza dizilmiş üstümüze doğru geliyorlardı. Yüzlercesi bize doğru yürüyordu. Hiç bu kadar yanyana görmemiştim. Bazıları henüz çürümemiş, bazıları kanla kaplanmış, kırmızı sıvıyı ellerinden kollarından akıtarak üstümüze yürüyor, bazıları da bacaklarını kaybetmiş sürünüyordu. iğrençti. Elena'nın öğürdüğünü duydum.
    Sağ çaprazımda duran Özgür'ün korkmuş ifadesini görünce ona güven vermek için bir bakış attım. Sanırım görmüştü. Yüzündeki ifade biraz daha rahatlarken tekrar aylaklara döndüm. Yüzlerce zombiye karşı, lamalara binmiş 6 kişiydik. O an fark etmiştim, ne kadar şansımız olabilirdi ki?
    Eğildim ve lamanın kulağına fısıldadım:
    "Beni yarıyolda bırakma. Sana güveniyorum."
    Lamayı okşadım ve sırtına doğru hafifçe vurdum. Daha hızlı ilerlemeye başladı. Aslında yaptığımız şey çılgıncaydı. Lamalara binmiş, bizim etimizi kemirmek isteyen canavarlara doğru koşuyorduk. Arkama baktığımda diğer lamaların da koştuğunu gördüm. Zombilere iyice yaklaştık. içlerinden geçmeye başladığımızda elleriyle bacaklarımı çekiştirdiler.
    Lamanın boynuna iyice yapıştım. Adrenalini mi algılamıştı bilmiyorum ama lama da zıplayıp bağırmaya başlamıştı. Üzerinde durmakta zorlanıyordum ama yere düşsem anında parçalara ayrılıp yeneceğime emindim. Bir kısmını geçmiştik. Zombiler biz yanlarından geçtikçe arkalarını dönüp tekrar bize doğru yürüyorlardı. En azından yavaşlardı.
    Yetişemiyorlardı. Tam çok az kaldı, kurtulabiliriz derken Özgür'ün çığlığını işittim ve afalladım. Boğazı yırtılana kadar bağırmıştı. "Özgüüüür!" diye bağırdım arkama doğru. Cevap gelmedi. "Özgür! Cevap ver bana." Yine ses gelmedi. Durdum. Silahımı cebimden aldığım gibi yere atlayıp ona doğru koşmaya başladığım. Yere düşmüş, üzerine atlayan zombileri itmeye çalışıyordu. Ben de aralarından geçerken saldıranları yumrukluyor, silahımla kafalarına vuruyordum. O korkuyla bunlar saniyeler içinde olmuştu. Ne kadar hızlı koştuğumu sonradan fark ettim. Özgür'e ulaştığımda birkaç saniyeliğine hiç hareket ve ses göremedim. Özgür onu itmeye çalışmıyordu. Bağırmıyordu. Bitmişti. Çok geç kalmıştım.
    Ölmüştü.Özgür ölmüştü.
    Tümünü Göster
    ···
  4. 55.
    +1
    Lamalar yem olcak demi?
    ···
  5. 54.
    0
    "Ne-nereye gideceğiz?" diye sordum. Kemal aşağıdaki aylaklara bakarak derin bir nefes aldı. Planı yoktu. Nereye gideceğimizi o da bilmiyordu. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra Caner bizi umutsuzluğumuzdan kurtarmak için aklına
    gelen ilk fikri söyledi:
    "Depoya gidelim."
    "Olmaz." dedim. Özgür'ü kaçıran ve yiyeceklerimizi elimizden alan insanların yanına sığınmayacaktık. Daha iyi bir şey bulabilirdik. "Bekle Savaş. iyi bir fikir olabilir." dedi Kemal. Özgür de gözlerini kısmış bu fikrin ne kadar mantıklı olduğunu tartıyordu.
    "Anlamadım, o canilerin yanına gitmektense ölsek daha iyi."
    "Bak, Alp'i zaten yeterince tehlikeye attık. Burada bu kadar oyalandığımız yeter. Şu an gidebileceğimiz tek yer Caner'lerin deposu, itiraz etmen bir şeyi değiştirmeyecek, bu insanları uzaklaştırmam lazım."
    "Hiç kimsenin size zarar vermeyeceğinin garantisini veriyorum." dedi Caner. Evet evet, gerçekten de çok rahatlamıştım ! Eşyalarımızı 15 dakika içinde toplamıştık. Caner ve Kemal önden giderek içeri girmeyi başarıp kapının yanına toplanmış aylaklar sürüsüne ateş ediyorlar ve yolumuzu açmaya çalışıyorlardı. Ben de en arkadan yürüyüp güvende
    olduğumuza emin oluyordum. Özgür, korkudan ölmek üzere olan Alp'i kucağına almış başını okşuyor, sakinleştirmeye çalışıyordu. Alp'in vücudunun her titreyişinde sanki içimden bir şeyler kopuyordu. Küçük bir çocuğun görmesi gerekenden çok daha fazla şey görmüştü. Hızlı adımlarla ahırı geçip kapıya ulaştık. Geçmemiz kesinlikle imkansızdı.
    Kapıyı açtığımız an dışardaki ölüler anında üzerimize doğru geleceklerdi.
    "Hasgibtir." dedi Kemal. Yumruğuyla kapıya vurdu. Çıkış yolumuz kalmamıştı. Buraya kadardı.
    "Hayır hayır... Şimdi değil, şimdi olamaz." diye mırıldandığını duydum Özgür'ün. Alp'i yavaşça yere bıraktı ve kapının yanında yere çöktü. Gözlerini sırf gözyaşları düşmesin diye kocaman açık tutuyordu. Fakat bir işe yaramadı. iki gözünün kenarından da yaşlar süzüldü. Caner ve Kemal'in tamamen umutlarını kaybedip şok olmalarını izledikten sonra birkaç
    adım atıp Özgür'ün yanına oturdum. Derin derin nefes alıyordu. Öleceğimizi anlamıştı. Genç hayatının tam da burda sona erdiğini anlamıştı. Uzanıp başparmaklarımın ucuyla göz yaşlarını sildim. Ve onu rahatlatacağını düşündüğüm tek şeyi söyledim:
    "Özür dilerim."
    "Neden özür diliyorsun ki?"
    "Çünkü ağlıyorsun."
    "Ağlamıyorum."
    "O zaman parmaklarım neden ıslak ve güzel gözlerin neden kıpkırmızı?"
    "Biraz duygulandım sadece. Hem, sebebi sen değilsin. Asla gereksiz yere özür dileme."
    "Keşke seni gülümsetebilseydim." Bu dediğimi duyunca sessizleşti. Kafası karışmış bir şekilde yüzüme baktı. Seni anlayamadan öleceğim." dedi.
    "Ölmeyeceksin... diyemediğim... için... özür... dilerim... " Ağzımdan bu kelimeler zar zor çıktı. Ona sarılmak, saçlarını koklamak, avutmak istiyordum fakat durumu kabullenmiştim. Beni duymamış gibi cevap verdi:
    "Ama zaten seni asla anlayamayacaktım, değil mi?"
    Elimi dizinin üstünde birleştirdiği ellerine koydum. Yüzü gerildi. Bana hala bakmıyordu. Dümdüz ileriyi seyrediyordu. Ama elini çekmedi. Diğer elimle de çenesinden tuttum, gözlerime bakmasını istiyordum. Kendime çevirdim. Gözyaşları gittikçe daha çok birikiyordu. Bir şeyler söylemesi gerektiğini biliyordu.
    "Savaş, ben-"
    "Şşşt... Lütfen ağlama. Çünkü sen her ağladığında kuşlar şarkı söylemeyi kesiyor."
    "Ama biz-"
    "Özgür, senden son bir şey isteyebilir miyim?"
    iyice ağlıyordu artık. Ağlarken bile güzeldi. Her ne kadar onu izlemek istesem de ağlamasını istemiyordum. Evet anlamında kafasını salladı. Ona yaklaştım. Ve fısıldadım:
    "Bana sarılabilir misin?"
    Durdu. Birkaç saniye hiçbir şey söylemeden, gözlerini bile kırpmadan bana baktı. Acaba beyninden neler geçiyordu?
    O an aklını okuyabilmeyi o kadar çok istedim ki.
    Dizlerinin şeklini bozup bana doğru biraz daha kaydı. Kollarını açtı ve beni kucakladı. Dünyadaki en güzel hissi yaşatmıştı bana yine. Yumuşak, sanki annem gibi. Kırılgan, Masal gibi. Sanki... Sanki benim gibiydi. Kafamı saçlarına gömdüm ve o tarifsiz kokusunu içime çektim. Bu an asla bitmesin istedim. Bir saniye.
    Aklıma bir şey gelmişti. Özgür'ün kollarından apar topar kurtulup ayağa fırladım. Ah, neden daha önce düşünememiştim ki? Koşup Kemal ve Caner'in durduğu yere gittim. Özgür arkamdan ne olduğunu soruyordu. Kemal'in omzunu sarstım.
    "Bitmedi. Bitmiyor. Bir fikrim var."
    "Ne?" diye sordu Caner. Elena ve Alp de yanımıza gelmişti. Ölmeyi kabullenmiş insanlara ölmeyecek olma ihtimallerini söylediğinizde, gerçekten de suratınıza çok farklı bakıyorlar.
    "Beni takip edin." dedim ve çiftlikten içeri doğru büyük adımlar atmaya başladım.
    Tümünü Göster
    ···
  6. 53.
    0
    Caner ve ben üst kata çıkıp camları ardına kadar açtık. Arkamızdan Kemal ve Özgür geldi, silahlarımızı alıp camdan zombileri vurmaya başladık. Aslında gelişigüzel ateş ediyordum. Ama birçok kurşun isabet etmişti. Duvarların üstünden atlamış bize doğru yaklaşmakta olanları tek tek öldürüyorduk. Bir yandan da Caner bize emirler yağdırıyordu.
    "Kafalarına isabet ettirin, yoksa ölmüyorlar!"
    "Kapa çeneni, bunu biliyoruz."
    "Önce içeridekileri öldürün! Dikkatli nişan alın!"
    Bu çocuk elimde kalacak. Onu da mı vursam acaba?
    Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalışıyordum. Özgür'le olan garip konuşmam yarıda kalmıştı zaten. Bir de bu çocuktan kurtulamamam beni yeterince sinirlendiriyordu. Elime geçen ilk fırsatta onu kovmam, uzaklaştırmam gerekiyordu. Özgür'e doğru yaklaşmaya çalışıyordu. Ona bağırdığını duydum:
    "Senin ateş etmene gerek yok, ben hallederim."
    "Ne saçmalıyorsun?"
    "Zarar görmeni istemiyorum."
    "Susar mısın lütfen? Dikkatimi dağıtıyorsun."
    "Arkama geç!" diye bağırdı tekrar. Özgür'ü itip arkasına geçirmeye çalışıyordu. Kemal bakmıyordu, bakamıyordu. Tüm gücüyle ateş ediyordu, bir saniye bile gözlerini kırpmıyordu. Özgür, Caner'in onu iteklemesinden kurtulmaya çalıştı. Ama küçücüktü, karşı koyamıyordu. "Çekil önümden Caner!"
    Silahımı indirip yanına koştum. Caner onu koruduğunu sanıyordu ama Özgür'ü tanıdığım sayılı haftalardan öğrendiğime göre o asla korunmak istemezdi. Kendi kendini korurdu. Ve başarısız da olmazdı... Kaçırılma olayı hariç. "Ne oluyor?" dedim. Özgür'ün gözleri gözlerimle buluştu. Bir şey demeden Caner'den kurtuldu ama Caner çoktan
    onun silahını ele geçirmişti bile. Bir şey demek için ağzımı açmamla birlikte Caner'in geriye sendeleyip demirlere çarpması bir oldu. "Bir daha ASLA, silahıma dokunma!" dedi Özgür elini ovalarken. Caner'e yumruk atmıştı!!! Özgür'ün hayallerimin kızı olduğunu farketmemi sağlayan bu davranıştan sonra bütün şaşkınlığımla ne yapacağıma karar vermeye çalışıyorken kendimi Caner'in doğrulması için yardım ederken buldum. Daha birkaç dakika önce ona saldırmayı bizzat kendim düşünüyordum. O da şaşırmıştı. Sol gözünün altı hafiften kızarmıştı bile. Aşağıdan buz istemek için zamanımız yoktu, Caner'in suratının morarması da pek umrumda sayılmazdı açıkçası.
    Özgür silahını alıp ateş etmeye devam etti. içeride hiç zombi kalmamıştı ama demirlerden atlamaya devam
    ediyorlardı. Bir anlığına durup etrafımdaki insanları inceledim.
    Ölmüştü.
    içimizde kalan insanlık ölmüştü.
    Kimse gözünü bile kırpmıyordu, herkes varıyla yoğuyla ateş edip attığı mermilerin zombileri etkisiz hale getirişini
    izliyordu. Hatta bir anlığına Caner bundan zevk bile alıyor olabilirmiş gibi geldi.
    Kemal durdu. Önce yorulduğunu sandım. Sonra aklıma geldi, Kemal yorulmazdı. O, hepimizin babası gibi olmuştu
    son günlerde. Alp'le oyun oynuyor, benimle dertleşiyor, Elena'yla sohbet edip Özgür'e gözkulak oluyordu. Ne olursa
    olsun bizi koruyacağını hissettim. Kimseye güvenemeyeceğimi düşündüğüm, hayattan ve insanlardan tüm umudumu
    kaybettiğimi sandığım anda o ve Özgür-ve elbette küçük Alp-bana umudu kaybetmek için erken olduğunu, hala bir aile
    olabileceğimizi gösterdi.
    Kemal konuşunca herkes durup onu dinledi:
    "Korkarım böyle daha fazla devam edemeyeceğiz. Zaman geçtikçe kurşunumuz azalıyor. Kapana kısıldık." Özgür'ün
    gözlerinin dolduğunu gördüm. Kemal de fark etmişti.
    "Hayır hayır, her şey bitti demedim. Kapana kısıldık dedim. Kapandan çıkacağız."
    "Aklında ne var Kemal?" diye sordum. Aylaklara döndü. Onları gözleriyle iyice bir süzdü.
    "Gideceğiz. Çiftliği bırakıyoruz."
    Tümünü Göster
    ···
  7. 52.
    0
    Birinin kapıya vurduğunu duydum. En azından aptal değildi, zili çalıp yakınlardaki zombileri buraya toplamamıştı. Odamdan çıkmamaya karar verdim. Fabrikadayken Özgür'ün bana verdiği iPod'u buldum, ona aitti. Kulaklıkları taktım. Kemal'in kuzeninin erkek arkadaşıyla tanışma merasimini dinlemek istemiyordum. Şarkıları karıştırdım. Dinlediğim
    müzikler genelde sakin şeylerdi. Resim yaparken konsantre olmamı kolaylaştırıyordu. Elbette Özgür'ün çalma listelerinde sakin şeyler yoktu. iskoç punk gruplarını dinliyordu. Exploited ve Valves şarkıları yanında benim bile bildiğim birkaç rock'n roll efsanesi vardı. Çocukluğumda dinlediklerimden birini açtım. Dördüncü şarkıya geçtiğimde aşağıda olanları daha fazla göz ardı edemeyeceğimi anlayıp kulaklıkları yatağıma fırlatıp koşarak aşağı indim. Beklediğim manzara, herkesin beyaz pahalı koltuk takımlarına oturmuş; Kemal, Özgür ve Caner'in hararetli bir konuşmaya tutuşmuş olup geldiğimi bile fark etmemeleriydi. Ama karşılaştığım şey bundan biraz farklıydı. Kemal, Caner'le ara sıra konuşuyordu fakat Özgür uzak bir koltukta bacaklarını üst üste atmış dışarıyı izliyordu. Beni
    görünce herkes bir süre bana baktı. Kemal'in zaten bir şeylerden şüphelendiğinin farkındaydım. Ama Özgür'ün bu adamı evimize çağırması-elbette artık evimiz, iki haftadan uzun süredir burada yaşıyoruz-onun şüphelerini hafifletmiş olmalıydı.
    Özgür'ün sorgulayan bakışları beni takip ederken Caner'in yanına oturdum. Onu kıskanmamı istiyordu. Ondan hoşlandığımı duymak istiyordu. istediği şeyi ona vermeyecektim. Bir kere bile olsun ondan daha inatçı olup Caner'le anlaşmaya çalışacaktım.
    "Hoşgeldin."
    "Ben Caner Başbuş. Sen de Savaş'tın, değil mi?" Kafamı salladım. Başbuş nasıl bir soyisimdi öyle...
    "Tanışmamız harika olmamıştı ama... Umarım dost olabiliriz." Elini uzattı. Sertçe sıkıp kendimi gülümsemeye zorladım.
    "Elbette."
    Elena, Alp'i yatağına yatırmak için kaldırdı. Gece olunca Kemal de kalktı ve odasına geçti. Üçümüz kalınca bir film açtık. Şanslıydık ki elektrikler hala kesilmemişti. Uykum vardı. Sürekli esniyordum ama onları yalnız bırakmak istemiyordum. Özgür o gece ilk defa benimle konuşmak için yanıma geldi.
    "Şey... Immm... Savaş, uykun gelmiş gibi."
    "Yoo."
    "Gidip yatsana."
    "Hayır, ben iyiyim. Filmin sonunu çok merak ediyorum."
    Yalan.
    "Peki." Ofladı. Caner'e gülümsedi. O da karşılık verdi. Caner biraz sonra saatine bakıp gece 2'yi geçtiğini görünce ayaklandı. Depodakilerin merak edeceklerini ve artık gitmesi gerektiğini söyledi. Karşımda Özgür'e sarıldı ve tekrar elimi sıktı. Kapının önde durdu:
    "Seni tekrar görecek miyim?" diye sordu. Özgür gülümsedi.
    "Büyük ihtimalle." Kapıyı kıkırdayarak kapattı.
    Caner nihayet gitmişti. Özgür salona geri geldi ve ellerini beline koyup karşımda dikildi.
    "Ne yapmaya çalıştığını biliyorum." dedi. Onları yalnız bırakmamamı kastetmişti. Haklıydı, ama kendisi de o kadar masum sayılmazdı.
    "Ben de senin ne yapmaya çalıştığını biliyorum." dedim bacak bacak üstüne atarak. Kollarımı dünyanın en rahat adamıymış gibi geriye attım. Kıskandırma numaraları başarısızlığa uğramıştı... Yoksa bu aslında başarı mı?
    Kafasını iki yana salladı:
    "Bununla uğraşacak zamanım yok." Salonun kapısından çıkıp odasına doğru yürüdü. Hemen koşarak kolunu yakaladım. Artık konuşmak istiyordum ve konuşacaktım.
    "N'apıyorsun?" dedi telaşla. Onu kendime döndürmeye çalıştım.
    "Canımı yakıyorsun!" dediğinde elimi biraz gevşettim. Artık yüz yüzeydik. Sinirlenince her zaman olduğu gibi burun delikleri büyümüştü.
    "Bu adamdan hoşlanıyor olamazsın." dedim.
    "Rahatsız mı oldun?"
    Onu boğup zombilerin ortasına atmak istiyordum. Beni delirtiyordu!
    "Onu seviyor olmanın mantıklı bir nedenini söyle. Sadece bir tane, sonra, sana karışmayı bırakacağım." dedim kolunu bırakıp. Şaşırdı ama gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmadı. Çenesi titrer gibi oldu.
    "Beni... itmiyor." Bu iki kelime ağzından zorla çıktı. Bana kırılmıştı. Kırgındı, beni istemiyor değil.
    "Şimdi beni bırakacak mısın?" diye sordu. Bir adım geri gidince ben de bir adım ileri giderek aramızda yarattığı boşluğu kapattım. Neredeyse burun burunaydık. Nefes alışını duyuyor, verdiği nefesi bütün yüzümde hissediyordum. Üflediği hava beni sarhoş ediyordu. Ona daha da yaklaşmak, dokunmak istiyordum.
    "Hayır." diye fısıldadım. Yüzü yumuşar gibi oldu. Hatta bir saniyeliğine dudakların hafif yukarı kıvrıldığını görmüş bile olabilirim. Ciddiymiş gibi durmak için kendini zorluyordu.
    "Neden?" diye sordu.
    "Çünkü... " dedim, devdıbını toparlamaya çalışıyordum. Masmavi gözleriyle karşımda duruyordu. Onu öpmek istiyordum. Dudaklarının tadını öğrenmek isteyen dudaklarım arzuyla yanıyordu. Burunlarımız birbirine değdi...
    TAK TAK TAK!
    "Kapıyı açın!!!"
    TAK TAK TAK TAK!
    "Açın! Çabuk!"
    Birisi kapıyı yumrukluyordu. Tam da zamanıydı gerçekten. Gelen seslerin sıklaşmasıyla kendi dünyama döndüm ve koşarak kapıyı açmaya gittim. Arkamdan içerideki odaların kapılarının açılma seslerini duydum. Herkes uyanmıştı. Kapıyı açınca Caner hemen içeri daldı. Soluk soluğa kalmıştı.
    "Her yerdeler. Aylaklar... Etrafımızda... " dedi koşmaktan ağrıyan karnını tutarak. Silahını cebine koyup soluklandı.
    Hepimiz şaşkınca ona bakıyorduk. Konuşmaya devam etti.
    "Arabaya kadar bile gidemedim. Her yeri sarmışlar. Bakın!"
    Koşup perdeleri açtım. Yüzlerce zombi çiflik duvarlarının etrafını sarmıştı. Birkaç tanesi tırmanmayı deniyordu. içerigirmeleri an meselesiydi. Bunu başarırlarsa... Kapana kısılmışız demektir.
    Tümünü Göster
    ···
  8. 51.
    0
    Birkaç gün aynı bugün gibi geçti. Uyandım, kahvaltıya katıldım, Özgür'le birbirimize bakmadık, satrançta Alp'e yenildim, akşam yemeği, Özgür'le birbirimize yine bakmadık, dışarı çıkıp hayvanları besledim, içeri girince Özgür'le birbirimize yine bakmadık, odama gidip kitapları karıştırdım, bir şeyler çizmeye çalıştım, geç olunca da uyudum. Arada
    Kemal'le dışarı çıkıp yiyecek bulmayı tartıştık. Özgür'ün kaçırılması ve eve dönerken oldukça uzun bir yolu silahsız, savunmasız geçirmemizden sonra dışarı çıkmak ikimize de mantıklı gelmiyordu. Depodakiler gibi bize de bir araç lazımdı. Ama onu bulmak için de dışarı çıkmamız gerekiyordu. Bir hafta daha dayanabilecek yiyeceğimiz vardı, birkaç
    gün daha düşünmeye karar verdik. Yine bir akşam yemeğinde, ortamın sessizliğini bozan Özgür oldu.
    "Dışarı çıkacağım."
    "Tabi, lamaları da beslersin, değil mi?" diye sordu Kemal.
    "Hayır hayır, yanlış anladın. Evden dışarı değil, çiftlikten dışarı."
    Yediğim bezelyeler boğazıma takıldı. Ben öksürerek onlardan kurtulmaya çalışırken Kemal cevap verdi:
    "Böyle bir şey olmayacağını biliyorsun. Ne istiyorsan söyle, biz sana getiririz."
    "Arkadaşım beni burdan alacak. Caner, hani depodaki. Minivanıyla."
    Masadaki herkes şaşkınlıkla gözlerini açmış ona bakıyordu. Bu Caner meselesinin yakında tekrar açılacağını biliyordum. Ama Özgür'ün kendisini kaçıran bir adamla randevuya gitmek isteyeceğini düşünmemiştim açıkçası. Hem de biz... Birlikte uyuduktan sonra. Yani, çok da önemli bir şey sayılmazdı. Yalnızca uyumuştuk. Ama çok güzeldi.
    Kimse konuşamayınca Özgür açıklamaya devam etti:
    "Beni birkaç kere aradı. Yemekten sonra gelecek ve beni alacak." Bu kadar rahat konuşabilmesi beni deli ediyordu. Kendimi daha fazla tutamadım:
    "Sonra ne yapacaksınız? Seni tekrar bir odaya mı kilitleyecek? Yoksa güzel bir restorana yemek yemeye mi zütürecek? Zombilerle birlikte mi yiyeceksiniz? Ah, doğru, restoranlarda yemek olduğunu sanmıyorum. Bizde de yok, çünkü bizden çaldılar!" Elimi farkında olmadan masaya vurmuştum. Özgür'ün burun delikleri kızgınlıkla büyüdü. Sonra gözlerini kıstı ve benden ayırmadan kafasını iki yana salladı. Bu onun 'Sen bana karışamazsın' bakışıydı. Sen benden kaçıyorsun, sen bana karışamazsın demek oluyordu.
    Konuşmasının devamında bana değil, Kemal'e baktı. ikna edici ses tonunu takınmıştı.
    "Depoya gideceğiz. Haftada bir film gecesi yapıyorlarmış. Basit bir salon yapmışlar, projektör kurup bulabildikleri filmleri getirmişler. Hayatta kalan başka yaşıtlarım da var. Onlarla zaman geçirmek istiyorum." Alayla gülmekten kendimi alamadım. Yaşıtlarıymış... Caner dediği adam benden sadece bir yaş küçüktü. Konuşmak
    için ağzımı açtım fakat sinirle söyleyebileceğim şeyler Kemal'i de korkuttuğu için beni durdurdu.
    "Reşit bile olmadığın için hareketlerinden akraban olarak, en önemlisi de abin sayılarak, ben sorumluyum. Ve depoda bulunmanı istemiyorum."
    Bazen ona şaşırıyordum. inanılmaz durumlar karşısında sakinliğini asla bozmuyordu. Ben neredeyse kafayı yemek üzereydim.
    "Sonsuza kadar burada yalnız kalamam. Sizi sevmediğimden değil fakat canım sıkılıyor." dedi Özgür. Hala nasıl fikrini savunabiliyordu???
    "Yalnız kalmanı ben de istemem. Arayıp arkadaşını buraya çağırabilirsin."
    NE?
    CANER. BURADA. MI. OLACAK.
    "Ona güvenebilmemiz için öncelikle tanımamız lazım. Anlarsın ki, üzerimizde bıraktığı ilk izlenim pek iyi değildi."
    Kemal'in ağzından çıkan kelimelere hala inanamıyordum. Böyle bir şeye nasıl izin verebilirdi? Özgür zor da olsa başını sallayıp kabul etti. Yemekten sonra Caner'i aramak için odasına gitti. Acaba beni kıskandırmak için mi yapıyordu yoksa Caner'le gerçekten iyi mi anlaşmışlardı. iki durumda da delirmiştim. Hem de herkesin gözü önünde peşinden gidip odasına girebilecek, hatta kapıyı arkamdan kapatacak kadar.
    "Burda ne yapıyorsun? Kemal abim görebilir." dedi alaycı ses tonuyla.
    "Şunu kes! Dalga geçmeyi, kafana göre davranmayı kes." dedim. Kollarını birleştirdi.
    "Ne istiyorsun?"
    "Yaptıklarının farkında olmanı istiyorum."
    Kaşlarını kaldırdı.
    "Farkındayım. Senin yaptıklarının da. Caner yolda ve bir saat içinde burada olur. Giyinmem gerek."
    "Özgür... " Yaklaşıp koluna dokundum. Hızla çekti.
    "Savaş. Uzak dur."
    Hayatımda bu kadar inatçı, asi, huysuz ve dikbaşlı birini daha görmemiştim. Bakışları bir saniyeliğine bile yumuşamıyordu. Arkamı döndüm. Kapıyı çarpıp dışarı çıktım. Kimin duyduğu umrumda değildi.
    Tümünü Göster
    ···
  9. 50.
    0
    kalkti amk
    ···
  10. 49.
    0
    Beyandım
    ···
  11. 48.
    0
    Gözlerimi Özgür'ün karamel tonundaki kahverengi saçlarına karışmış bir halde açtım. Birlikte uyumuştuk. Güzel kokusu bütün giysilerime sinmişti. Saçlarından kurtuldum. Sonra dayanamayıp tekrar onlara gömülüp kokladım. Dün, şu Caner denen çocuğu merak ettiğim için gelmiştim ama konuşmaya fırsatım olmamıştı. Kıkırtısını duyunca gözlerinin
    tirediğini gördüm. "Sen uyanık mıydın ya?" dedim gülerek. Gülüşüme kahkahalarıyla eşlik etti.
    "Yaklaşık bir saattir."
    "Bana neden haber vermedin." Doğruldum. O da beni izliyordu. Sanırım bir anda değişen yüz ifademin sebebini merak ediyordu.
    "Biraz daha uyumak istedim. Ne oldu, hoşuna gitmedi mi?"
    "Kemal abin bizi bu halde görebilirdi." dedim. Elbette ki haklıydım. Kemal onun kuzeniydi ve ben de aramızda anlaşmazlık olmasını istemiyordum. Özgür'le şimdilik sadece arkadaşız-yani sanırım, bunun bozulması da kötü olur Kemal'in bunu bilmesi de. Yorganı suratına çekerek alaycı bir kahkaha attı.
    "Şaka yapıyorsun, değil mi?"
    "Hayır."
    Yataktan çıkıp parmak uçlarıma basarak kapıya doğru gittim. O bir şey demeyince konuşmaya devam ettim:
    "Bak, bunun ne olduğunu ben bile bilmiyorken Kemal'in bilmesine hiç gerek yok."
    Başını sallayıp gözlerini devirdi.
    "Anlaşıldı."
    Özgür'den onayı alınca kapıyı açtım. Herkes uyanmıştı bile. Odadan yakalanmadan çıkıp nasıl kendi odama gidecektim ki? Hem, hala konuşmamız gereken bir konu vardı. Şu Caner meselesi. Artık başka bir zamana.
    "Uyanmışlar bile. Odama nasıl geçeceğim?"
    "Çık ve elini kolunu sallayarak yürü. Bir şey lazımdı dersin, şarj aletini aldım dersin."
    Aslında cevap vermesini beklemiyordum ama çok mantıklı bir fikir vermişti. Ona veda etmek için arkamı döndüm. Hala yataktaydı.
    "Seninle uyumak güzeldi."
    "Biliyorum." Neden bu kadar huysuz olmak zorundaydı ki?
    Kapıya dönüp çıktım. Arkamdan bağırdığını duydum. Neden bağırıyordu? Birileri duyabilirdi.
    "Arkadaşız!"
    "Şşt! Neden bağırıyorsun kızım? Laftan anlamaz mısın?"
    "Arkadaşız dedim. Ne olduğumuzu bilmediğini söylemiştin. Ben biliyorum, arkadaşız."
    Neden bilmiyorum ama bu söyledikleri kalbimi kırmıştı. Nasıl bu kadar soğuk davranabiliyordu? Sanki kalbi bazı anlarda işlevini yitiriyordu. Bu yetmezmiş gibi konuşmaya devam etti:
    "Bu... Bu olan şey... " dedi yatağı göstererek ve "Bir daha olmayacak." diye ekledi. Bir milyon küçük parçaya ayrılmıştı kalbim. Neden böyle davranıyordu ki? Kemal'den korktuğum için mi? Yoksa birlikte uyumaktan hoşlanmamış mıydı?
    Çünkü ben gerçekten çok sevmiştim. Ağzımı açtım. Bir şeyler söylemek istiyordum. Ama kelimeleri bir araya getiremiyordum. Ağzımdan tek bir tanesi
    dışarı çıkabildi.
    "Haklısın."
    Salona geçtim. Kahvaltıya yeni başlamışlardı. Yerime oturdum. Kemal'le günaydınlaştık. Alp'in altın sarısı saçlarını karıştırdım. Aramız düzelir gibiydi. Elena her zamanki gibi yemekler yapmamıştı. Çünkü erzağımızın çoğunu depodakilere kaptırmıştık ve tutumlu olmak zorundaydık. Benden birkaç dakika sonra Özgür geldi ve çaprazımdaki
    yerine oturdu. Kemal hemen kuzeninin hatrını sordu.
    "Nasılsın tatlım?"
    "iyi gibiyim."
    "iyi uyuyamadın mı yoksa?" Özgür'ün gözleri benimkilerle buluştu.
    "Pek sayılmaz."
    Kalbim tuzla buz olmuştu. Onunki gibi taş olsaydı keşke diye düşündüm. Yemeğin kalanında sessizdim.
    Tümünü Göster
    ···
  12. 47.
    0
    Çiftliğe döneli birkaç saat olmuştu. Kemal nerede olduğumuzu anlayınca yürüyerek 45 dakikada geri gelebilmiştik.Alp, Özgür'ün geri döndüğünü görünce çok sevinmiş ve hemen boynuna atlamıştı. Bana hiçbir şey dememişti ama küçük çocukla aramızdaki gerginliğin henüz geçmediyse bile birkaç güne geçeceğinden emindim. Fakat geçmesinin zor
    olduğunu düşündüğüm başka bir gerginlik vardı. Özgür beni affeedebilecek miydi? Caner'le arkadaş mı olmuşlardı? Kendisini kaçıran adamla dost olmak da neyin nesiydi? Sizi bir odaya kilitleyen biriyle dost olamazdınız. Geldiğimizde kendimi odama kapatmıştım ve hala çıkmamıştım. Saate baktığımda gece yarısını çoktan geçmiş, neredeyse sabah olduğunu gördüm. Odamdan çıkıp yavaş adımlarla salona gittim. Kimse yoktu, ışıklar kapalıydı. Alp çoktan uyumuş olmalıydı. Kemal'in odasından geçerken de ışığının kapalı olduğunu gördüm. Özgür'ün kapısını tıklattım. Ses yok.Bir daha, bu sefer daha hızlı vurdum kapıya. Yine cevap alamadım. Acaba kilitlemiş miydi? Kemal herkese acil bir
    durum olabileceğinden kapıların asla kilitlenmeyeceğini tembihlemişti. Özgür pek söz dinleyen bir kız değildi. Bir genç kızın odasına izin almadan girmem normal değildi. Ama artık ne normaldi ki? Kapı umduğum gibi kilitli değildi. Özgür örtüsünü üzerinden atmış, mışıl mışıl uyuyordu. Yanındaki koltuğa oturup onu izledim. Bacaklarını karnına çekmiş, kolunu yatağın yanından aşağı sarkıtmıştı. Örtüsü yerdeydi. Bir insan uyurken
    bile mi masum görünmez, diye sordum kendi kendime. insanlar genelde uyurken saflaşır, bebek gibi uslu görünürlerdi. Ama Özgür'ün o hali bile melek gibi değildi. Evet evet, Özgür'ü tanımlamak için en son kullanabileceğim kelimeydi melek. Cadı diyebilirdik. inatçı, asi, söz dinlemez... Güzel. Elimi uzatıp yüzünün önüne düşmüş bir tutam karamel rengi saçı kulağının arkasına attım. Uyanık olsaydı bu yaptığım harekete çok kızabilirdi. Kim bilir rüyasında nereyi talan ediyor, kimi sinirlendiriyordu.
    "N'apıyorsun?"
    Kahretsin, onu uyandırmıştım.
    "Ben... Şey... iyi olduğuna bakmak için-"
    "Uyandırılana kadar iyiydim, şimdi gidebilirsin."
    "Bu kadar huysuz olmak zorunda mısın?" diye sordum sinirimi tutamadan. Gözlerime baktı ve yatağında doğruldu. Bir süre bakışlarını benden kaçırarak kapısını izledi. Sonra mavi gözleri yine benimkilerle buluştu.
    "Huysuz değilim. Dediğin şeyi yapıyorum, arkadaşın olmuyorum." dedi. Haklıydı, büyük bir salaklık yapıp onu kendimden uzaklaştırmak istemiştim. Gitmesini söylemiştim ve benim yüzümden kaçırılmıştı. Hem de neden? Benden küçük olduğu için. Aslı'yı unutmak istemediğim için. Geçmişime bağlı kalıp yas tutmayı seçtiğim için.
    "Özür dilerim. En içten duygularımla sana benim arkadaşım olmanı teklif ediyorum."
    Teklif mi? Bravo, Savaş. Harikasın. Yine saçmalıyorsun.
    "Beni kaçırmalarında seni suçlamıyorum. Kimseyi suçlamıyorum çünkü iyi zaman geçirdim. Ama bana gitmemi söyledin."
    "Hataydı. Hatalıydım. Ben... Aslı'yı özlüyorum. Aslı'yı ve Masal'ı. Ah, Masal... Bir görsen, aynı sana benziyor. Sadece birkaç yaş küçük. O da aynı senin gibi, inatçının teki. Ama kalbinde o kadar çok sevgi vardı ki. Ve korktum. Anlıyor musun, Özgür? Korktum. insanlara değer vermek için doğru bir zaman değil. Ya ölürsen? Seni korumak için elimden geleni yaparım elbette ama ya bir anda olursa? Zaten yeteri kadar insanı kaybettim. Daha fazla dayanabileceğimi sanmıyorum. Peki ya ben ölürsem? Bunu sana yapamam. Ve sen bir kızsın, kollarına bak sanki ip gibi, kırılacak gibisin, camdan yapılmış gibi ve ben korkuyorum." Bunların tamdıbını bir nefeste söylediğim için yorulmuştum. Derin derin
    nefes alıp vermeye başladım. Anlattıklarımın hepsi, henüz kendime bile itiraf edemediğim şeylerden ve biriyle asla paylaşamayacağım şeylerden oluşuyordu. Bunları neden anlattığımı düşünürken Özgür'e baktım. Gözleri şaşkınlıktan açılmıştı. Perdenin arasından giren ufacık bir güneş ışığıyla yüzü ve mavi gözleri parıldıyordu. Anlattıklarım karşısında
    şok geçirmişti. Ne Masal'ı ne de Aslı'yı tanıyordu. Şimdi ona her şeyi anlatmam gerekecekti. O zaman da ailesinin ölümüne mani olamamış bir beceriksizmiş gibi düşünecekti beni. Bana acıyacaktı. "Bunları anlatmam hataydı... " dedim. Yatakta biraz kaydı. Gülümser gibi oldu. "Seninle tanıştığım birkaç hftadan beri yaptığın tek doğru şey buydu." Ve gülümsedi. Evet, gerçek bir gülümsemeydi bu. Birazcık daha kayarak bana yer açtı. Elini yatağın üstüne hafifçe vurarak yanına uzanmamı söyledi. Örtüyü de alarak yanına gittim.
    "Şimdi, her şeyi bilmek isteyeceksin, değil mi?" diye sordum. Örtüyü üstüme iyice örttükten sonra cevap verdi:
    "Hayır. Susmanı istiyorum."
    Yanyana yatıyorduk. Bedenlerimiz birbirine değerken bana baktı. Yavaşça gözlerini kırptı. Ne diyeceğimi bilemiyordum, kalbim hızla atıyordu. Yoksa bu Özgür'ün kalbi miydi?
    Ben bir türlü söylemek istediklerimi beynimde toparlayıp sözlere dökemeyince yine o konuştu:
    "Çok uykum var. Haydi uyuyalım."
    Kafamı sallamamla birlikte kafasını göğsüme bastırıp belimi sıska kollarıyla sarması bir oldu. Bana gerçekten de sarılıyordu. Günlerdir içten içe bunu beklediğimi fark ettim. Sarılışına karşılık verip kolumu omzuna koydum. Cenemi de saçlarının arasına. Uzun zamandır hissetmediğim bir şeyi hissediyordum; Huzur.tam gözlerimi kapattığım an o ince sesiyle irkildim:
    "Bu arada, teklifini kabul ediyorum."
    Tümünü Göster
    ···
  13. 46.
    0
    Neler oluyordu bu depoda böyle?Özgür yanımıza oturdu ve Bora'ya gülümsedi.
    Anlaşılan Özgür burada tam anlamıyla tutsak değildi. Hatta iyi zaman geçirmiş bile olabilirdi. Kemal, Özgür'e sarıldı. Birbirlerini merak edip özlediklerini ve tekrar gördükleri için mutlu olduklarını söyleyen küçük bir konuşma yaptılar. Özgür gülümsemesini benimle gözgöze gelene kadar bozmamıştı. Yanına gittim.
    "iyi olmana çok sevindim. Gitmene izin vermemeliydim."
    "Gitmeme izin vermedin, beni kovdun. Farklı şeyler."
    "Çok özür dilerim."
    "Sorun değil, burada arkadaş edindim." dedi ve arkada duran Caner'e baktı. Caner gülümser gibi oldu.
    "Seni özleyeceğim." dedi çocuk. Kafayı yiyor gibiydim. Nasıl yani? Onu kaçıran adamlardan biri, Caner, onu özleyecek miydi? Nasıl olurdu? Aralarında... Bir şey olmuş olabilir miydi?
    Ve Kemal... O buna nasıl göz yumabiliyordu? Özgür'ü sağlam görmüş olmanın sevincini mi yaşıyordu yoksa?
    "Biraz daha kalmak istemediğine emin misin?" diye sordu Bora. Sonra bize de döndü:
    "Siz de kalabilirsiniz."
    "Biz gitsek daha iyi. Haydi Özgür." dedi Kemal ayaklanıp. Bir şeyler demesine çok sevinmiştim. Burayı terk edip Özgür'le konuşmak istiyordum. Konuşmak ve gönlünü almak.
    "Ben gitmek istemiyorum."
    Kafamı kaldırıp gözlerimi Özgür'ün gözlerine diktim. Şaka mı yapıyordu?
    "Çok komiksin Özgür. Haydi, gidiyoruz." dedim. Bana bakmadı bile. Kemal'e dönerek cevap verdi:
    "Burası eğlenceli bir yer ve sıcacık insanlar var. Biraz daha zaman geçirmek istiyorum."
    Caner konuşmaya katıldı. "Evine bırakırım. Merak etmenize gerek yok."
    Yumruğumu sıktım. Karşımdaki çocuğu yumruklamamak için zor duruyordum. Kemal'in halletmesine izin vermek istiyordum ama daha önce çok sık hissetmediğim bir duygu hissediyordum. Ne deniyordu buna? Kıskanmak... Kıskançlık...
    Bora ve diğer sarışın çocuk, Ozan, bizi izliyordu. Bora önündeki sahneden memnun gibiydi. Özgür ne yaşamışsa yaşamıştı, bu adamın iyi olduğuna hayatta inanmazdım.
    "Özgür. Hemen."
    "Kimseyi tanımıyorsunuz. Onlar iyi insanlar!"
    "Özgür, çocuk gibi davranmayı kes. Seni kaçıranlarla birlikte bırakmayacağız herhalde." dedim. Sonunda bana baktı.
    "Seni ilgilendirmez!"
    Tam ona doğru bir adım atmıştım ki Kemal eliyle beni durdurdu.
    "Buna hiç gerek yok. Özgür, ben senin abinim. Ne diyorsam o olacak. Eve dönüyoruz."
    Özgür oflayarak ayağa kalktı. Kemal'e içimden sonsuz teşekkürler ediyordum. Kapıya doğru yürüdük. Kemal, Bora'nın sıkmak için uzattığı eli reddederken Özgür'ün Caner'e doğru yürüyüp veda etmesini, Ozan'a sarılıp gülüşmesini izledim. Sonra çıktık. Eve bırakmak ya da gözlerimizi bağlamak istememişlerdi. Ve içimden bir ses o depoyu da o insanları da son görüşüm olmadığını söylüyordu.
    Tümünü Göster
    ···
  14. 45.
    0
    Erzağımızın neredeyse %80'ini kolilemiş ve kapının önüne koymuştuk. Alp heyecanlıydı. Özgür'ü tekrar göreceği için mutluydu. Saat 9.30'a geldiğinde minivan girişte göründü. Ozan ve Caner kolileri bagaja koyup yine gözlerimi bağladılar. Depoya geldik. Bora, bizi daha önce beklediği yerde bekliyordu. "Hoşgeldiniz. Anlaşmamızın tıkır tıkır işlediğini görmek güzel. Nasılsınız?" dedi güler yüzle. Onun için hiçbir kayıp
    yoktu tabi. "Özgür'ü de alıp gidebilir miyiz? Lütfen, onu bir odaya tıkmışsınız. Ona göre değil." Söylediğim şey doğruydu. Adı üstünde, o Özgür'dü. Bir odaya kilitlenmesi tam bir ironiydi.
    Bora kafasını hafifçe sallayıp adamlarına Özgür'ü getirmelerini işaret etti. Caner ve Ozan, gidip Özgür'ü getirdiler. Onu kollarından tutup itekliyorlardı. Ama Özgür buna itiraz etmiyor gibiydi. Yanımıza getirdiler. Bora ona kocaman gülümsedi.
    "Nasılsın hayatım?"
    HAYATIM MI?
    "iyiyim, teşekkürler Bora abi. Sen?"
    BORA ABi Mi?
    ···
  15. 44.
    0
    Anlaşmamızı sonunda yapmıştık. Özgür'ü kurtarabilecektik. Onu... Sanki... Özlemiştim?
    Özlemek mi? haayır. Hayır hayır, bu çok yanlış. Ama doğru. Özgür'ü alıp gidebilir miyiz artık?" diye sordum Bora'ya. Geldiğimizden beri ilk defa ben konuşmuştum. Kemal'e sonsuz derecede güvenip saygı duyduğum için bütün işi halletmesine izin vermiştim. Anlaşma süresinde bütün konuşmayı o yapmıştı. Bora insafsız bir adam degildi. içinde çocukların da olduğu, düşünecek yirmi dört kişisi daha vardı. Etrafımız o çirkin
    yaratıklardan kaynıyorken yiyecek bulmak çok zor olmalıydı. Ben bunu bilemezdim, Kemal'in evinde bize aylarca yetecek yemek vardı ve onlarla birlikte yaşamaya başladığımdan beri hiç açlık hissetmemiştim. Şimdi ise yiyeceklerimiz
    bir iki aya kalmaz biterdi çünkü onlara yardım edecek, yemeğimizi paylaşacaktık. Çok büyük bir kısmını hem de.
    "Özgür'ü takas işlemi ile geri alacaksınız. Yarın sabah yemeklerimizi getirdiğiniz zaman."
    "O kadar bekleyemeyiz!" diye çıkıştım. Kemal eliyle susturdu beni. Sakin davranmaya çalışıyordu. Sayılarının fazla olmasından korkmuş muydu yoksa? Neden korkuyordu? Korkmak onun kişiliğine tersti. içinde bulunduğumuz durumdan o bile korkuyorsa eğer ben de gerçekten endişe etmeliydim. Yine de sözünü dinleyip sustum, ona ne olursa
    olsun güveniyordum çünkü. Bir yolunu bulurdu.
    "Bakın, biz de onu böyle alıkoymaya meraklı değiliz. Ama yapmak zorundayız."
    "Haklısınız. Sizi anlıyorum." dedi Kemal. Şimdi ne olmuştu gerçekten? Korkuyor muydu hala? Onu geri almak için elinden geleni yapacak adam, Kuzen Kemal'e ne olmuştu böyle?
    Olanları sessizce izleyemedim. Bora'ya yaklaştım.
    "En azından iyi olduğunu görmeme izin ver."
    Durdu. Çenesini kaşıdı. Nefesini sert bir şekilde verdi ve geri çekilmeme sebep oldu. Kafasını geriye atıp arkasına yaslandı ve kollarını birleştirdi. Bir dizi değişik hareketten sonra arkasında duran adamlara seslendi:
    "Ozan!"
    Sarışın, genç olan çocuk bir adım öne çıktı.
    "Efendim abi?"
    "Savaş'a yolu göster."
    Kemal de ben de ayaklandık. Bora, elini uzatarak Kemal'i durdurdu.
    "Sen burada kalacaksın."
    Kemal hayalkırıklığıyla oturdu. Başkasından emir almak onun için yeterince zor değilmiş gibi bir de tutsak kuzenini göremiyordu. Ozan denen çocuk önde ben arkada yürüyorduk. Küçük bir odanın önünde durduk. Cebinden anahtar çıkardı. Onu kilitliyorlardı... Onu bir hayvan, bir mahkum, bir pgibopat, bir akıl hastası, bir ciks kölesi gibi kilitliyorlardı.
    Kapı açıldı. Yumruğumu Ozan denen çocuğa vurmamak için zorla bozdum. içeri girdiğimde Özgür, 5 yaşında bir kız çocuğu gibi bir masaya oturmuş, ayaklarını uzatmış sallıyordu. Beni görünce mutluluktan gözleri büyüdü. Sonra orda tutsak olmasının sebebinin ben olduğumu hatırlayınca güzel gülüşü soldu. "iyisin!" dedim yanına koşarak. Ona sarıldım. Bana karşılık vermedi. Vermesini de beklemiyordum.
    "Umrundaymış gibi."
    "Özür dilerim. Çok özür dilerim. Her şeyi düzelteceğim." Gözlerime derin derin baktı. Bir an dudakları yukarı kıvrılır gibi oldu. Benimle konuşmasını istiyordum. Bu kırgın bakışa son verip bana iyi bir şeyler söylemesini istiyordum. Birkaç saniye bekledim, sonunda konuştu.
    "Seni affetmiyorum."
    Tümünü Göster
    ···
  16. 43.
    0
    Caner ve Ozan olduklarını düşündüğüm bu iki adam arabaya biner binmez gözlerimizi bağladı. Depolarının güneyde olduğunu söylemişlerdi ama yolu görüp yaşadıkları yeri bulmamızı istemiyorlardı. Bize henüz güvenmiyorlardı. Bir süre düz yollarda gittik. Kimse ses çıkarmadı. Sonra çakıllı yollara girdik. Durup bir kapının açılmasını bekledik. Sanırım
    onların deposu da bir şeylerle çevrelenmişti. Seslerin kesilmesinden anladığıma göre sonunda gelmiştik. Gözlerimizi açmadan arabadan itekleyerek çıkardılar bizi. Ucunda Özgür'ün hayatı olmasa bize böyle davranmalarına izin vermezdim. Burnundan aldığı nefeslerin sesine bakılırsa Kemal de aynı şeyi düşünüyordu.
    "Şimdi gözlerinizi açacağız, Bora abi içerde. Sizinle konuşacak."
    Gözlerim açılır açılmaz sarışın çocuğu gördüm. Yanında da diğer adam vardı, Kemal'in gözlerini açtı. Ortasında duran masa ve etrafındaki sekiz sandalye hariç bomboş olan kocaman bir depodaydık. Cam sayısı çok azdı ve hepsi normal bir insanın boyunu aşacak yükseklikteydi. içeri uzun boylu, geniş omuzlu, atletik vücutlu, 40 yaşlarının ortalarında bir adam girdi. Bize mektubu yazan bumuydu.. Bora abi?
    "Hoşgeldiniz. Ben Bora. Oturun lütfen."
    Dediği gibi oturduk. O da karşımıza oturdu. Caner ve Ozan ayakta, onun arkasında dikildiler. Depoda Bora'nın ayakişlerini yapıyor olmalıydılar. Bizim güvendiğimiz ve saygı duyduğumuz kişi nasıl Kemal'se, onlarınki de Bora olmalıydı.
    "Sizi buraya yalnızca konuşmak için çağırdım. Kimseye zarar verme niyetinde değilim. Hiçbirimiz değiliz." diye girdi konuşmaya. Arkasındaki korumalarına ve onların donuk yüzlerine baktım. Devam etti:
    "Özgür iyi bir kızmış, ona bir şey yapmadık."
    Dediklerine inanmayı çok istedim. Ona zarar gelmesini-benim yüzümden zarar gelmesini istemiyordum. Pişmandım. Çok pişmandım. Yaptığım şeyleri önceden düşünmeliydim. Tam olarak benim suçumdu. Tek hissettiğim şey buydu, pişmanlık. Ve bu pişmanlık ayak tırnaklarımın ucundan başlıyor, saç tellerime kadar yükseliyordu. Düşünmeden
    davranmamalıydım. Bazı şeylerin telafisi çok zor oluyor... Ona bir şey olması riskini alamam. Bunu taşıyamam.
    "Ne istiyorsunuz?" diye sordu Kemal. Korktuğunu belli etmiyordu.
    "Daha birbirimizi tanımıyoruz bile. Adlarınızı sormuş muydum? Arkadaşınız bizimle paylaşmak istemedi de."
    "Ben Kemal, bu da Savaş. Şimdi neden burada olduğumuzu söyle." Bu adamın cesaretine ve soğukkanlılığına her zaman hayran kalıyordum. Dışarıdan titriyor gibi görünüyor olmalıydım.
    "Küçük bir grup olduğumuzu söylediğimde yalan söylüyordum. Yirmi beş kişiyiz."
    YiRMi BEŞ Mi?
    "Öyle dersem korkup gelmeyeceğinizi düşündüm. Özgür'ü kaçırmamızın sebebi de sizi buraya çekmekti. Kapınıza gelemezdik, zaten her yer zombi kaynıyordu. Benimkine ya da adamlarımın beynine kurşun yeme riskini alamadık. Mektubu bıraktırınca da o yüzden ateş ettirdim, kağıdı bulun ve biraz gözünüz korksun diye. Bakın, size zarar vermek
    isteseydik verirdik. Az kişisiniz. Fakat biz yardım etmek istiyoruz, karşılıklı... " Hiç kimse kıpırdamıyordu. Bora yine devam etti:
    "Sizin de anladığınız gibi burada neredeyse bir köy kurduk. Ama bazı sıkıntılarımız var. Yiyeceklerimiz yetmiyor.
    Aramızda küçük çocuklar da var yaşlı bir dede de. Sizden yiyeceklerinizi istiyoruz. Erzağınız olduğunu biliyoruz."
    "Yiyeceklerimiz yalnızca bize yeter."
    "Birbirimizi kandırmayalım. Ben yiyeceğiniz olduğunu biliyorum, sen de onları bize vermezseniz Özgür'ü bırakmayacağımı."
    Tümünü Göster
    ···
  17. 42.
    0
    Yaklaşık 45 dakikadır çiftliğin kapısında bekliyorduk. Alp ciddiyetini yüzüne takınmış, beni korkutmak için donuk donuk bakıyordu camdan. Söz konusu Özgür olunca çok hassastı. Özgür de Alp'in kaybolduğunu sanınca çok korkmuştu. Birbirlerini koruyorlardı. Belki de Özgür de geçmişte kardeşini kaybetmişti, ne yazık ki ailesi hakkında annesinin ailesinin onları reddetmesi ve babasının polis olması haricinde bir şey bilmiyordum ki.
    Aynı dedikleri gibi yapmıştık. Silahlarımızı bırakmış, saat 12'ye çeyrek kala beklemeye başlamıştık Kemal'le. Hiç konuşmuyordu. Onu tanıdığım kısa bir süre içinde ilginç bir insan olduğunu anlamıştım. Düşünceliyken saatlerce konuşmaz, keyfi yerindeyken de susmazdı. Ne istediklerini merak ediyordu. Benim tek düşünebildiğimse Özgür'ün nasılolduğu.
    Sesini bile özlemiştim. Sanki oraya beni düşüncelerimden ayırmak için gelmiş gibi, bir minivan göründü uzaktan.
    "Buydu." dedim.
    Minivan yanımızda durdu. Kapılarını açtı. Önde oturan, arabayı kullanan adam kafasını bile çevirmedi. Arkadan sarışın çocuk ve başka bir adam çıktı. Hızlıca yanımıza gelip aynı polislerin suçlulara yaptıkları şekilde bizi yüzükoyun arabaya yasladılar. Kafam soğuk cama çarptı. Ağlayacak gibi oldum. Üzerimizi aradılar. Sarışın çocuk "Silahsız." dedi. Kemal'i kontrol eden diğer adam da ona katıldı.
    "Bu da öyle. Akıllı davranmışlar."
    "içeri geçin." dedi sarışın olan. Diğer adamdan yaşça çok daha küçük olsa da ondan daha sert ve kaba davranıyordu.Öyle ciddiydi ki konuşurken yüzü şekil bile değiştirmiyordu. Dediği gibi yapıp arabaya bindik. Öndeki adam gazı kökledi...
    ···
  18. 41.
    0
    Kardesim okuyoruz devam et
    ···
  19. 40.
    0
    Duyulan silah sesi ile herkesin evin kapısının önüne fırlaması bir olmuştu. Zaten duyduğumuz endişeden gergin olan bedenlerimiz iyice titriyordu. Birkaç dakika öylece kalakaldık. Kemal, yine en cesaretlimiz olduğunu göstererek (Özgür
    hariç, fakat şuan Özgür yoktu, kaçırılmıştı) kapıyı açtı. Dışarı çıkıp sessizce kapıyı ardından kapattı. Elena ve Alp'e
    "Burada kalın." dedikten sonra Kemal'i takip ettim. Kapının dışında yere eğilmişti. Etrafta başka bir insan ya da zombi olmadığına emin olduktan sonra yanına gittim. Yerden sanki bir kağıt parçası almıştı. Üzerini okudu. Elindeki neydi, kim yazmıştı, bilmiyordum ama okuduğu her kelime ile kaşları biraz da kalkıyor, vücudu biraz daha kamburlaşıyordu.
    Bitirince kağıdı elime verdi. Bir mektuptu. Büyük bir heyecanla okudum:
    Arkadaşınız Özgür elimizde. Ona zarar vermedik ve vermek gibi bir niyetimiz de yok. Hayatta kalan küçük bir grubumuz var. Aynı sizin gibi. Evet, sizi bir süre izledik. Güneye doğru büyük bir depoda yaşıyoruz. Tek isteğimiz aranızdaki iki kişiyle erkek erkeğe konuşmak. Kimseye zarar gelsin istemiyoruz, bu yüzden bizim dediğimiz şekilde oynayacağız. Yarın öğlen iki arkadaşım Caner ve Ozan sizi turuncu bir minivanla alacak. Bana getirecekler. Yanınızda silah getirmeniz sizin için iyi olmaz. Görüşmek üzere demeyeceğim, orada olacağınızdan eminim. Kızı istiyorsanız buna mecbursunuz.
    içeri girdiğimde Alp kağıdı elimden çekerek alıp okudu. Kemal Elena'ya durumu izah ediyordu. Oturacak bir yer buldum. Benim suçum muydu diye düşünmeye devam edersem ya suçluluktan intihar edecek ya da delirecek, aklımı yitirecektim. Daha ne hissettiğimi bile bilmeden itmiştim onu. Özgür'ü. Ve şimdi benim yüzümden onların elindeydi. Alp
    yanıma geldi. Diyeceklerini kimsenin duymaması için kulağıma eğildi. Bacak kadar bir çocuktan çok daha fazlası gibi göründü o an gözüme. Büyümüş de küçülmüştü sanki.
    "Onu geri getirmezsen çok kötü olur."
    Kaskatı kesildim. Kafamı sallamama fırsat bile vermeden uzaklaştı.
    ···
  20. 39.
    +1
    okuyan var mı arkadaşlar pek takip eden yok galiba, devam edelim mi ?
    ···