/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
  1. 1.
    +148 -31
    Merhaba, anlattıklarımın gerçek olup olmadığını hikayeyi anlatırken anlıcaksınız zaten. Hikaye uzun soluklu olucak ve yarım kalmıcaktır. 5-6 kişinin okuması kafi. Şuku atarak kendinizi belli edebilirsiniz.

    Benim hikayem din eğitimi almak için gittiğim bir yüksek öğrenim yurdunda başladı. Henüz orta okulu yeni bitirmiştim ve imam Hatip lisesine gitmek istiyordum.

    Hazırlık yapmak için okuldan tanıdığım bir kaç arkadaşımın gittiği ve bana överek anlattıkları o yurda gitmeye karar verdim. Tabi o zamanlar bunun hayatımın en büyük pişmanlığı olacağından haberim yoktu. Okullar kapandıktan yaklaşık bir hafta sonra kaydımı yaptırdım ve başladım. ilk zamanlar her şey gayet iyiydi. Bir sürü arkadaş edinmiş ve ortama tam anlamıyla uyum sağlamıştım.

    Cumartesi ve pazar günleri dışınde hep yurtta kalıyordum. ilk iki hafta içinde aynı yatakhanede kaldığım altı arkadaşımla can ciğer olmuştuk. Her gece yatmadan önca bir araya toplanıp sohbet ederdik, bu sohbetlerin vazgeçilmez konusu korku hikayeleriydi.

    Öyle ki, bu artık bizim için bir tür oyun haline gelmişti en çok korkutanın kazandığı bir oyun. Bir çarşamba günü yine klagib gece sohbetimizi yaparken dalmışız, saat ikiyi geçmişti tam yatmak için hareketlendiğimiz sırada Onur "Durun, size göstermek istediğim bir şey var." dedi. Çantasından eski kalın bir kitap çıkarırken "Bunu dedemin kitaplığında buldum. eskiden define işleri ile uğraşırken kullanırmış."

    "Senin öylece almana izin verdi mi yani?" dedi. Tahsin şüphe ile Onur'a bakarken.  Kitapı getirip yanımıza oturdu ve yere bıraktı."Aldığımdan haberi yok".

    kitap siyah kaplıydı, üzerinde Gizli ilimleryazıyordu. Bu başlığı görür görmez " Al bunu geri çantana koy, okumayalım" diye çıkıştım Onur'a. Çünkü daha önce bir kaç kez bu kitabın ismini duymuştum ve içindekileri tam bilmesem de bir kaç tahminim vardı. Bu kitap bilgisi yetersiz olanların başa çıkamayacağı tehlikeli şeyler içeriyordu. Herkes benim ani tepkime şaşırmış olacak ki aval aval suratıma bakıyorlardı.

    Yanımda oturan Ömer "Bu ne heyecan oğlum altı üstü bi kitap." deyince herkesten onu onaylayan mırıltılar yükseldi. Ömer devam etti "Beş dakika bi göz atsak ne olur ki?". Her ne kadar itiraz etsem de önümde duran bu eski kitap çok ilgimi çektiğinden ısrarlara dayanamayarak kabul ettim.

    Elime alıp içini karıştırmaya başladım. Herkes başıma toplandı ve benimle birlikte onlar da göz gezdirmeye başladı. içerisinde şifadan hazine bulmaya kadar birçok bölüm vardı hepsini hızlı hızlı geçerken gözüme bir bölüm takıldı. Bölümün başlığını kısık bir ses ile söyledim "Davet". Bu başlığı görünce ben hariç herkesin yüzünde tuhaf sinsi bir gülümseme belirdi.

    Bölümün içeriğini okuduktan sonra hemen kitabı yere bıraktım. Benim kaskatı suratımı görünce hepsi birden beni bu denli korkutan şeyin ne olduğunu anlamak için kitabın başına üşüştü. içinde yazanları okuyunca onlar da benim kadar korktu ancak denemek istediklerini söylediler. Orada yazan şey bir cin davetiydi.

    Daha önce bazı derselerimizde hocalarımız üstünkörü  bir biçimde bizi bu canlılara karşı uyarmıştı. Onların mukayese becerilerinin olmadığını, çok kurnaz olduklarını, insanları kandırmayı sevdiklerini ve nadiren doğru bilgilendirdiklerini söylemişti. Kısacası bunlar sağı solu belli olmayan güvenilmez varlıklardı ve arkadaşlarım onlardan birini yanımıza çağırmak istiyordu.

    Bu fikre katı bir şekilde karşı çıkmıştım "Oğlum siz kafayı mı yediniz, daha geçen günlerde hoca bize bunların şakaya gelmiyeceğini çok tehlikeli olduklarını söylemedi mi !"

    Benim bu tutumuma karşı diğerleri çok kararlıydı. Onur ve Yücel yanıma gelip beni ikna etme çabalarına başlamışlardı bile "Lan o kadar korkucak ne var? Hem okumadın mı gelecek olanın müslüman olduğunu söylüyor kitap!"

    "Kitapta yazanın doğruluğu kesin mi ki bu kadar rahat söylüyorsun bunu!"

    "Ya korkaklık etme işte yalansa da zaten gelen giden olmaz."

    Bir an bunu düşünsem de hemen eski tavrıma geri döndüm "Olmaz!"

    Onur'u desteklemek için hemen Yücel devreye girdi ve egoma oynamaya başladı " Ahmet bu işleri en iyi bilenimiz sensin, bir şey olursa da sen bizi kurtarırsın." Her ne kadar gaza gelmiş de olsam yine "Olmaz!" dedim. Bu sefer hep bir ağızdan benimle dalga geçmeye başladılar.

    "Korkaksın oğlum sen."
    " Korkak, korkak, korkak... "

    En sonunda buna dayanamayarak "Tamam lan yapalım! " dedim ve bu hayatımın en büyük pişmanlığı oldu.

    Ortamı kitapta yazdığı gibi hazırladık ışıkları kapattık hepimiz abdest aldık dört mum yaktık ve duvara dayadığımız aynanın karşısına geçtiğimizde sözleri okumaya başladım. Sözler bittiğinde sağa dönüp "Selamın Aleyküm." dedik. kitapta yazdığına göre sağ taraftan selamımıza karşılık veren müslüman cinin sesini duymalıydık ancak hiç bir şey olmamıştı.

    Boş verip yataklara  uykuya daldığım sırada karşımda yatan Tahsin'in yatağımın altında hareket eden bir beyazlık gördüğünü söylemesi ile kan beynime sıçramıştı.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 2.
    +36 -1
    Tahsin'in bunu söylemesi ile yüzüm kaskatı kesildi, ne olduğunu tahmin edebiliyordum ancak bunun gerçek olmaması için dua ediyordum. "Poşet falandır ne olacak?" diyerek hem kendimi hemde onu kandırmak istiyordum"Lan bu hareket ediyor!" bunu söylemesi ile eş zamanlı olarak domuz homurtusuyla köpek hırlaması arası bir ses duydum.

    Hemen ardından bütün oda zangır zangır sallanmaya başladı. O kadar şiddetli bir sarsıntıydı ki iki katlı ranzalar bile devrilecekmişcesine sallanıyordu.

    Herkes yataklarından dışarı fırladı odanın ortasında toplandık ve hep bir ağızdan bağıra bağıra nas ve felak okumaya başladık. Biz okudukça sarsıntı daha da artıyordu.

    Devamında ışıklar hızlı hızlı açılıp kapanmaya, camlar kapalı olmasına rağmen sanki odanın içinde fırtına kopuyormuşcasına perdeler havalanmaya defterler ve kağıtlar uçuşmaya başladı.

    Biz artık ağlamaya başlamıştık hep birlikte dua ediyor, "Allahım yardım et, Allahım yardımet."diye bağırıyorduk.

    Barış yanımızdan ayrılarak kapıya koştu ancak ne kadar uğraşsa da kapı bir türlü açılmıyordu. Can havli ile bir yandan "Kurtarın bizi!" diye bağırırken bir yandan da kapıyı bütün gücü ile yumrukluyordu.

    Barış bunu yapmaya devam ederken kapı öyle bir şiddetle açıldı ki onu yere düşürdü. Ardından yine büyük bir şiddetle kapandı. Bu durum üç dört kere tekrarlandı.

    Bütün bunlar yaşanmaya devam ederken gözlerim Onur'u arıyordu. Bütün bunlar onun başının altından çıkmıştı. Yanımdaki arkadaşlarıma baktım ve o aramızda değildi. Gözlerim odayı tararken onun yatağına takıldı. Onur yatağın üstünde başını dizlerinin arasına almış bir ileri bir geri sallanırken bir şeyler söylüyordu ancak bu gürültüde ne olduğunu anlayamıyordum.

    Büyük bir öfke ile yanına koştum o herifi gebertecektim. Bu durumda benden çıkmasını beklemediğim kadar gür bir ses ile bağırdım ona doğru giderken. " Allah belanı versin Onur! Bunlar hep senin yüzünden başımıza geliyor."Yanına vardığımda bütün gücümle onu sarsmaya başladım. Kafası duvara çarpıyordu ancak hiç tepki vermiyordu. Hâla aynı pozisyonda sayıklamaya devam ediyordu.

    "Ben dedim sana okumayalım, çağırmayalım diye ama illa başımıza bir musibet saracaktın değilmi! Mutlumusun şimdi? Konuşsana lan konuş!" duvara vurulmaktan kafası kanamaya başlamıştı ama hala tepki yoktu. En sonunda suratına sağlam bir yumruk indirdim. Ellerini kafasından çekip bana bakmaya başladı.

    "Lâilaheillallah." Bunu o kadar yüksek bağırarak söylemiştim ki herkes ortamdaki karmaşadan ziyade bana odaklanmıştı. Onur'un bana bakan gözleri bembeyaz olmuştu ve artık mırıldanmayı kesmişti sadece bana bakıyordu. Birden odadaki herşey durdu, sesler kesildi, lamba patladı. Oda zifiri karanlıktı ancak o nefretle bakan bembeyaz gözler çok net görünüyordu.

    Ben korkarak bir iki adım geriledim ve birine çarptım ancak çarptığım kişi de bu anın şokunu yaşıyor olacak ki çıt bile çıkarmadı. Hepimiz donmuş gibi sadece o beyaz gözlere odaklanmıştık. Onları göremiyordum ancak arkamda olduklarını biliyordum. yaklaşık beş dakika bu pozisyonda durduk.

    Başımıza neler geleceğini düşündükçe kalbim göğüs kafesimi yarıp çıkacakmış gibi hissediyordum. Onur yavaşça ayağa kaltkı, fısıltı tonundaki sesi bize yaklaştıkça bağırmaya dönüşüyordu. Bilmediğim bir dilde bir şeyler söyleyerek üstüme geliyordu.

    Deli gibi bağıra bağıra dua ediyordum her cümlemde bana biraz daha sinirleniyormuş gibiydi. O bana yaklaştıkça dilim dolaşıyor elim ayağım titriyordu. Neredeyse dua okuyamaz hale gelmiştim ki aklıma Ayet-el Kürsi ve Cin suresi geldi. Ayet-el Kürsi'yi okumaya başladığımda birden durdu ancak gözlerindeki o öfke hala katlanarak artıyordu.

    Beni öldürmek istediğini anlamak çok da zor değildi ama ben sureyi okumaya başlayınca birşey onu tutuyormuş gibi davranıyordu. ilerlemeye çalışıyordu ancak yapamıyordu. Ayet-el Kürsiyi bitirip hemen ardından Cin suresini okumaya başladım.

    Ben devam ettikçe o acı çekiyordu ancak ben düzeliyordum. Dilim açılmıştı, el ve ayaklarımdaki titremeler ise bitme noktasına gelmişti. O sureyi de bitirmemin hemen ardından bağırmaya başladı. Bu bağırma insan sesinden çok manda sesine benziyordu. Zar zor "Bitmedi!" diye bağırdı ve ardından yere yığıldı. Sesi boğuluyormuş gibiydi. Gitmeden önce söylediği bu kelime bile bana neredeyse kalp krizi geçirtecekti. Daha önceden duyduğum ve okuduğum şeylerin yarısı bile doğruysa bir insanın başına açabileceği en büyük bela cin belasıydı.
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      +1
      Hay ananızı cinlerle birlikte gibeyim bi bana musallat olmadı bu amk cinleri
      ···
      1. 1.
        0
        cin gibmek nasıl birşeydir lan anal yapıcaksın filan ahahaha
        ···
    2. 2.
      0
      sizin hoca bunlar olurken 31 çekiyodu sanırım bina sallanıyor ampuller patlıyor falan hoca ortada yok. serin hikaye biraderim.
      ···
  3. 3.
    +81 -4
    Arkadaşlar biliyorsunuz ki rez e değil şuku ya göre yazıyorum. Boş duvara anlatmak istemediğim den dolayı şuku atarak gösterin kendinizi.

    Odadaki hareketlilik artık durmuştu. Savrulurken kornişlerinden kopan perdeler sayesinde camdan giren ay ışığı biraz olsun odayı aydınlattığında arkadaşlarımı görebilmiştim.

    Hepsi aynı dehşet dolu ifade ile yerde yatan Onur' a bakıyorlardı. Ben camın önünde duruyordum ve sırtı bana dönüktü bu yüzden suratını göremiyordum. Zaten görmekte istemiyordum. Ona bakınca bana nefretle bakan o beyaz gözler önümde beliriyordu sanki.

    Tahsin bana onu işaret ediyor ve bir şeyler söylemeye çalışıyordu ancak konuşamıyordu. Korkudan dili tutulmuştu. Neler olup bittiğini anlamaya çalışırken bir yandan da yavaş ve ürkek adımlarla arkadaşlarımın yanına gidiyordum. Yanlarına vardığımda Tahsin'in titreyen elleri ile gösterdiği Onur'a dikkatlice baktım.

    Onun bu halini görüdüğümde yaşadığım korkuyu anlatabilecek bir kelime yoktu. Kalbim korkudan göğüs kafesimi parçalayacakmışcasına atarken bütün gücümle bağırdım " Allahım sen yardım et!" Onurun gözlerinden ve ağzından akan kanlar yere damlıyordu, ağzı yukarı doğru kaymış, elleri ters dönmüştü.

    Tahsin sara krizi geçirir gibi durmadan titriyordu, ne kadar çabalasa da konuşamıyordu. Diğerleri ise bütün suratlarını kaplamış olan dehşete düşmüş ifadeleri ile tepkisizce onu izliyordu. Doğru düzgün hareket edebilen tek kişi bendim bu yüzden birşeyler yapmam gerekiyordu. Aklıma mesut hoca geldi; ilmi sağlam, iyi bir hocaydı. Odası bulunduğumuz koridorun hemen sonundaydı, eğer ona gidebilirsem belki bir şeyler yapabilirdi.

    Odanın çıkışına doğru hızlıca ilerledim ve zifiri karanlık koridorda göz gezdirdim. Gecenin geç saatleri olduğu için her yerin ışığı kapalıydı. Cebimden telefonumu çıkardım ve fenerini açtım, bütün cesaretimi toplayıp yalnız başıma karanlık koridora daldım. Bu koridorlar daha önce hiç bu kadar ıssız ve uzun görünmemişti. Sırtımı duvara yaslayıp dua etmeyi kesmeden elimden geldiğince hızlı yürümeye çalışıyordum. Etraftan gelen tıkırtılar ve izleniyormuş hissi yüzünden kalp krizi geçirmenin eşiğine gelmiştim ama duramazdım hemen Mesut hocaya ulaşmalıydım bu durumdan kurtulmamız lazım dı.

    Koridorun karanlığı her saniye içime daha fazla işlerken gözüm karşı tarafta bulunan banyo ve tuvalet kapılarına takıldı. Kapının üstündeki camdan dalgalanan turuncu bir ışık yayılıyordu ve bir takım gölgeler camın önünden hızlıca geçiyordu. Bir an kuvvetli bir iç güdü ile oraya gitmek istedim. Işık resmen beni çağırıyordu. Zayıf bir ışık olmasına rağmen duş kabinlerinin bulunduğu kısmı tamamen aydınlatıyordu.

    Elimi yavaşça duvardan çekip o ışığa ilerlemeye başladım. içimden bir ses bana oranın güvenli olduğunu söylüyordu oraya varabilirsem bütün bu sıkıntıdan kurtulacakmışım gibi hissediyordum. Ağır adımlarla ışığa yaklaşmaya devam ediyordum tam o koridora girecekken ışık birden bire kayboldu ve ayak bileğimde bir el hissettim. Bu el kuvvetlice beni çekmeye başladı ve yere kapaklandım. Soğuk banyo zeminine sertçe kafamı çarptım, ıslak zeminde sürüklenirken alnımdan gözüme doğru akan sıcak kanı hissettiğimde bir transtan çıkmış gibi birden kendime geldim.

    Bütün gücümle çırpınıp bağırıyordum "Allahım yardım et. Allahım yardım et." Dua etmeye çalışıyordum ancak Besmele bile çekemeden gırtlağımda bir ağırlık hissettim ses çıkaramıyordum ve nefes alamıyordum. Görüşüm bulanıklaşmaya başlamıştı artık gözlerimi bile açık tutmaya gücüm yoktu, tamamen hareketsiz bir şekilde kafam duvarlara çarparken banyonun içinde oradan oraya sürükleniyordum.

    Artık vakti geldi diyordum kendi kendime, ölüyordum. insanlar ölmeden önce hayatlarının film şeridi gibi gözlerinin önünden akıp gittiğini söylerler ancak ben hiç bir şey göremiyordum sadece zifiri karanlık ve korku.
    Tümünü Göster
    ···
  4. 4.
    +29 -1
    Kafamı çok fazla çarptığım için düşünemiyordum bilincim kapanmak üzereydi, gözlerimi açamama rağmen etrafımda dolaşan varlıkları hissedebiliyordum üstümde bir baskı vardı. O an öleceğime inandırmıştım kendimi ancak bu umutsuz durumda bile bir çıkış yolu arıyordum.

    Her ne kadar ölümü kabullenmiş olsamda iç güdüsel olarak sonuna kadar savaşmayı istiyordum içimde kalan gücü son zerresine kadar kullanarak zar zor besmele çekebilmiştim üzerimdeki baskı saniyeler ile ölçülebilecek kıssa bir aralıkta biraz hafiflemişti ama ardından katlanarak geri döndü. Sesler duyuyordum ne söylendiğini anlayamıyordum ancak bu seslerde bulunan öfkeyi iliklerime kadar hissetmiştim.

    Birşeyin beni boğduğunu hissediyordum boğazıma sarılan ellerin soğukluğunu hiç bir zaman unutamadım. Artık çabalamayı da bırakmıştım ölüm bana kolay bir yol gibi geliyordu sadece biraz dişimi sıkmam gerekiyordu ve bitecekti tüm sıkıntılarım son bulacaltı.

    Bu düşünceler ile kendimi rahatlatırken bir ses duydum "LAiLAHEiLALLAH" Boğazımdaki eller ve üzerimdeki baskı yok olmuştu ancak aldığım darbelerin acısı hâla benimleydi. Dua sesleri duyuyordum gözlerimi açmaya çalışıyordum ancak zayıf bedenim buna izin vermiyordu. Yerden kaldırıldığımı hissediyordum ama bu beni korkutmuyordu aksine güvende hissediyordum dua sesleri hala kesilmemişti beni taşıyan kişi her kim ise yüksek sesle dua ediyordu.

    Bir süre sonra yere bırakıldım ve yavaş yavaş kendime geliyordum, nihayet gözlerimi açtığmda yatakhanenin kapısının önündeydim ve bütün arkadaşlarım benim yanımdaydı yalnızca Onur burada değildi. Nihayet konuşacak gücü kendimde bulduğumda yanımda duran Barış'a ne olduğunu sordum. Mesut hocanın beni buraya getirdiğini ve onları odadan çıkarıp kendisinin girerek kapıyı kilitlediğini söyledi. Odadan bağırışma sesleri ve tiz çığlıklar yükseliyordu bütün arkadaşlarım iki göz iki çeşme ağlarken bende mimik bile oynamıyordu çünkü az önce başıma gelenleri düşünüyordum.

    Nasıl bir şeyin içine düştüm ben az önce neredeyse öldürülüyordum Mesut hoca tam zamanında yetişmese belki de şimdi burada değildim.
    insan hayatın bu denli kırılgan olduğunu anlayınca ona daha sıkı tutunuyordu. iki gün önce geyik muhabbeti yaptığım arkadaşlarım şimdi ölümü bekleyen kurbanlar gibiydi. Eminim hepsinin aklından ölümün onları nerede ve nasıl yakalayacağı geçiyordu, onlar da benim gibi yaptığımız bu saçmalığın sonunun nereye varacağını az çok tahmin edebiliyor olmalıydılar.

    Aklımı yitirmemek adına düşüncelerime açtığım savaştan beni çekip çıkaran odamızın kapısının açıldığını belirten kilit sesi olmuştu. içeriden çıkan Mesut hocanın gözlerindeki korku neredeyse somutlaşmıştı.

    Her ne kadar ifadesini sabit tutmaya çalışsa da  gözler yalan söyleyemiyordu. Bize acıdığını anlayabiliyordum. "Oğlum siz ne yaptınız!"içimizden hiç kimse konuşmuyordu herkes hâla o korkunun her zerresini üzerlerinde taşıyordu.

    "Davet" duygudan yoksun düz bir sesle sadece bunu söyleye bilmiştim. Hoca elinde tuttuğu o kitabı göstererek "Bu kitabın içindekilerden birini mi uyguladınız?" cevabı gayet iyi biliyordu ancak yine de bir umut belki değildir diye düşünmüş olmalı.

    Konuşmak istememiştim sadece gücüm yettiğince ağrıyan başımı yukarı aşağı sallayarak zaten bildiği cevabı teyid ettim. Hocanın gözlerindeki bariz acıma sanki olabilirmişcesine daha da artmıştı. Bu kasvetli sessizliği bozan kitabı gösterip bir şey anlatmaya çalışan Tahsin'in homurtuları oldu.

    Anlaşılan dili hala çözülmemişti, hoca eline bir şeyler okuyup üfledilten sonra onun yüzüne sürdü bu işlemi iki defa tekrarladı ve Tahsin'in dili açıldı. O daha bu olaya sevinemeden tekrar teleşlı telaşlı bir şeyler söylemeye başladı "Gördüm, gördüm."diyip duruyordu. Hoca ondan sakinleşip ne gördüğünü söylemesini istedi. ancak o hala aynı şeyleri tekrarlıyordu dili tekrar dolanır gibi oldu.

    Hoca ona pek te yumuşak sayılamayacak bir tokat attıktan sonra kendine geldi "Cin. Onur bayıldığında onun yanımda duruyordu bitmedi, bitmedi diyip duruyordu. Acı çeker bir hali vardı bizi işaret edip kısas  dedi ve yok oldu. O gözlerdeki ateşi gördüm." Tahsin'in anlattıklarıyla içimdeki umut parçaları tamamen yok oldu artık aklımdaki tek soru ölüm meleğinin hangimiz için daha önce geleceğiydi!
    Tümünü Göster
    ···
  5. 5.
    +34 -2
    "Siz nasıl bir belaya bulaştığınızı biliyormusunuz kısas istemişler." Yaşadığımız olayların üstünden yaklaşık bir saat geçmişti, artık üzerimizdeki şokun küçük bir kısmından da olsa kurtulmuştuk ve daha mantıklı düşünebiliyorduk. Mesut hoca ile yatakhanemizde oturup bu olaylar hakkında konuşuyorduk. Bütün arkadaşlarım kısasın ne olduğunu bilmediklerinden hocanın yüzüne boş boş bakıyordu. Hocadan cevap gelmeyince ben dahil oldum "Onlara her ne yaptıysak bundan zarar görmüş olmalılar, aynı şekilde onlar da bize zarar vermek istiyorlar."

    Durumun vehametini anlayamayan arkadaşlarım hâla gözlerindeki umut ışıklarını kaybetmemişlerdi. Ben ise çoktan mezar yerimi düşünmeye başlamıştım bile. "Şimdi bana neler yaptığınızı hiç bir detay atlamadan anlatın, belki bir yolunu bulup büyümeden meseleyi çözeriz." Hoca kendi umutsuzluğunu gözlerinin arkasında saklamaya çalışırken bize umut vermek için uğraşıyordu.

    Tahsin ve Barış yaptığımız daveti detayları ile hocaya anlatırken benim gözlerim yatağında hala hareketsiz yatmakta olan Onur'a odaklanmıştı herşeyin sorumlusu olan oydu belki de kısas için onu önermeliydik. Fikrimi dillendirmek üzereyken bunun ne kadar acımasızca olduğunu fark ettiğimden vaz geçtim. Her ne kadar cehennemin köpeklerini üzerimize salmış olsa da onu öylece kurban etmek doğru olmazdı herhalde. "Oğlum siz farkında olmadan büyük iş açmışssınız başınıza. Davet yaparken gerekli koşulları yerine getirmemişsiniz. Müslümam değil kafir cin çağırmışsınız üstüne birde onlara beden olan ateşi söndürünce içlerinden birinin canını almışsınız. Bu şerliler intikamdan vazgeçmez, benim de ne ilmim ne gücüm bunlarla uğraşmaya yetmez."

    Hoca'nın anlattığına göre onlarla konuşmuş ve bunları öğrenmiş gitmelerini istemiş ama cana can diye diretmişler ve hocaya zarar vermeye çalışmışlar. Dua ederek onları kendinden uzaklaştırmayı başarmış ama bunlar tehlikeli biz kabileden olduğu için dua sadece anlık bir çözüm getirmiş. Bu cinnilerden kurtulmak için bir hüddamın yardımına ihtiyacımız vardı, eğer hocanın söylediği kabile doğruysa bizi anca esaslı bir hüdam bunların ellerinden alabilirdi.

    • **
    Olayın üzerinden iki gün geçmişti bu süre içerisinde geceleri remen işkence görüyorduk fiziksel bir hasar bulunmuyordu ancak piskolojik olarak bitmiştik. Mesut hoca o gün bir kaç ayet yazıp odanın kapısına ve pencerelerin üzerine olmak üzere onları astı. Bunların doğal bitkilerden yapılan özel bir mürekkeple yazıldığını ve o şerlilerin odaya girmesini engelleyeceğini söylemişti. Bunda haklıydı da fakat yatsı ezanı okunduktan sonra biz de dışarı çıkamıyorduk.

    Ne yaparsanız yapın adımımızı dışarı atmayın diye sıkı sıkı tembihlemişti bizi. Tuvalet için bile dışarı çakamıyorduk, gözümüze bir damla uyku dâhi girmediği yetmezmiş gibi birde sürekli kapımız çalınıyor, çığlık sesleri duyuyorduk. Hatta bazen bizi çağıran yakınlarımızın seslerini bile duyuyorduk.

    ilk başlarda gayet nazik ve inandırıcı olan sesler biz çıkmayınca adeta birer yılan tıslamasına dönüşüyor ve küfürler yağdırıyordu. Yaşantımız gündüz den ibaretti sabah ezanı okunduktan sonra insanlar bir şey anlamasın diye rutin işlerimizi elimizden geldiğince yapmaya çalışıyor ve beynimizin bize kalan son kısımlarını da derslere harcıyorduk. Yorgunluk bizi esir aldıkça tavırlarımız farklılaşıyor ve insanlar şüpheleniyordu eskisine kıyasla her birimiz aşırı agresif davranıyorduk hatta bu gün neredeyse bir çocuğu sadece bana baktığı için dövecektim.

    Bu durum bir hafta kadar devam etti durumumuz düzelmiyor aksine daha kötüye gidiyordu, artık kendimiz diğer insanlardan soyutlamıştık sadece derslerde ve yemeklerde diğerleri ile aynı ortama giriyorduk. Tek destekçimiz olaylardan haberdar olan Mesut hocaydı onun derslerinden çıkmamıza ve uyumamıza izin veriyordu kendi dertlerini bırakmış bize yoğunlaşmıştı derslerinden arta kalan zamanlarda tanıdıkları ile konuşup ilmi kuvvetli bir hüddam bulmak için uğraşıyordu ama bulduğu herkes o kabilenin ismini duyunca yardım etmeyi reddediyordu herkes bizi kaderin kollarına atıyordu hiç bir çıkar yol bulamıyor ve günden güne eriyorduk.

    YN: Uğraşmam gereken bir kaç problem olduğundan biraz sönük bir bölüm oldu ancak yakın bir zamanda bomba bir bölümle karşınızda olucağımın garantisini veririm. Şuku ve yorumlarınızla desteklerinizi belli ederseniz sevinirim *
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      0
      Bu gün neredeyse çocuğu bana baktığı için dövecektim

      Bu cümleden hikayenin bir yerden alıntı olduğunu anlayabiliriz, muhtemelen wattpad uygulamasında yazılmış bir kitap olabilir
      ···
  6. 6.
    +39
    Bir ormandaydım sanırım gecenin geç saatleri etraf zifiri karanlıktı. Orman olmasına rağmen tek bir hayvan sesi bile yoktu, belki insanları delirtebilecek kadar koyu bir sessizlik. Bakışlarımı gökyüzüne çevirdiğimde renginin tuhaf bir kırmızı olduğunu gördüm sonük ve ürkütücüydü ay bile yoktu. Burası bizim dünyamız değildi sanki.

    Etrafta mide bulandıran pis metalik bir koku hakimdi bu sanki çürümüş et ve kanın kokusuydu. Aklımda beliren bu ihtimal ile mantığıma veda ettim ve deli gibi çığlıklar atarak sağa sola koşturmaya başladım neden kaçtığımı ve nereye gittiğimi bilmiyordum ancak beni izleyen bir şeyler olduğunu tüm benliğim ile hissediyordum. O şeyin bana olan yoğun öfkesini iliklerime kadar hissediyordum tek istediğim koşmaktı ayaklarım artık beni taşıyamaz hale gelene kadar kaçmalıydım.
    • **

    Ne zamandır koştuğumu bilmiyordum ancak fena halde yorulmuş ve susamıştım devam etmek istiyordum ama vücudum çoktan sınırına ulaşmıştı. Boğazım öylesine kurumuştu ki nefes almak bile canımı yakıyordu bağırmaktan helak olan ses tellerim artık işlevlerini yitirmişti ve bacaklarım artık üzerlerindeki yükü taşıyamaz olmuştu.

    Yerde sürünerek devam etmeye çalışıyordum ellerime ve karnıma batan taşlar canımı çok yakıyordu ve derimi parçalıyordu. Devam etmemi sağlayan tek şey eğer durursam başıma geleceklerin daha kötü olacağını söyleyen o sesti.

    Arkamdan gelen ayak sesleri duyuyordum birden fazla gibiydi can korkusu bütün ruhumu ele geçirirken var gücümle tekrar kalkmaya çalışıyordum ama olmuyordu vücudum beni yarı yolda bırakmıştı olduğum yere yığıldım. Ayak bileğimde hissettiğim bir el ile irkildim, bu hissi biliyordum tenime temas eden elin soğukluğu ve çaresizliğin acısı çok tanıdıktı. Ben bir avdım ve avcım tam arkamdaydı.

    Ayak bileğimdeki el giderek sıkılaşırken ben cesaret edip arkama bile bakamıyordum resmen buz kesmiştim ruhumun her zerresi özgürlük için savaşmamı haykırırken bedenim iş birliğine yanaşmıyordu parmak uçlarımı zar zor oynatabiliyordum. Beni tutan soğuk eller tarafından sürüklenmeye başlamıştım içimde bulunan zayıf yaşam isteğinin son damlasına kadar kullanıyor ve tırnaklarımla toprağa tutunmaya çalışıyordum.

    Direndikçe daha hızlı çekmeye başlamıştı parmak uçlarım paramparça olmuştu çabalarımın boşa olduğunu bilsem de vazgeçmiyordum vazgeçemiyordum.

    Çığlık bile atamayacak hale geldiğimde durdum beni sürükleyen şey tarafından sırt üstü çevirildim, üstüm başım kan içinde kalmıştı, kendi kanım.

    Sadece gözlerimi oynatabiliyordum, bulunduğum açıdan görebildiğim kadarıyla büyükçe bir ateşin yanına getirilmiştim. Düzinelerce bedensiz gölge ateşin etrafında dönüyordu, bedenlerinin görebildiğim tek kısmı kan arzusu ile yanıp tutuşan kırmızı gözleriydi, eğleniyormuş gibilerdi. Ateşin tam yanına yatırılmıştım ve yanımda beni buraya getiren cinni olduğunu tahmin ettiğim şey duruyordu ama bu diğerlerinden farklıydı bedenini görebiliyordum simsiyah derisi alev alev gözleri vardı, burnunun olması gereken yerde sadece iki tane delik vardı kolları cılızdı fakat elleri vücuduna oranla çok büyüktü, uzun sarımsı tırnakları vardı ve boyu tahmini altmış-yetmiş santim civarıydı.

    Direkt olarak gözlerimin içine bakıyor ve bir şeyler söylüyordu ama ne dediğini anlayamıyordum bana göre sadece tuhaf homurtulardı. Elini kaldırdı ve işaret parnağının tırnağını alnıma bastırdı tırnak çok derine gitmemişti ancak bana hissettirdiği acı tarif edilemez boyuttaydı.

    Çarpık ve çürümüş dişlerini gösterecek şekilde gülümsedi ve tırnağındaki kanı ağzına zütürüp siyah çatal dili ile yaladı yüzündeki vahşi ifadeden ve çıkardığı homurtulardan bu durumdan hoşlandığı belli olıyordu.

    Elini bir kez daha kaldırdı ve bu sefer dör tırnağını da kullanarak karnımda boydan boya bir yarık açtı gülmeye başlamıştı tekrar ve tekrar vurdu.

    Acıyı hissediyordum hemde iliklerime kadar ancak tepki veremiyordum sadece gözlerim hareket edebiliyordu onlarda bu durum karşısında yuvalarından fırlayacak kadar açılmışlardı. Yaratık bana vurmayı bıraktığında gözle farkedilemeyecek bir hızla ayak bileklerimden tekrar yakaladı ve ateşe yürümeye başladı beni ateşe atacaktı!

    Elimden geldiğince çırpınıyor ve kurtulmaya çalışıyordum ama o benim bu halimden daha çok keyif alıyordu ve iğrenç sırıtışı yüzünü kaplıyordu. Ateşin içine girmek üzereyken cin konuştu " Kaçış yok!"

    Bu sefer onu anlamıştım ama hiç anlamamayı diledim. Bana sonumum ateşler içinde olacağını kurtulmanın mümkün olmadığı söylemek istiyordu. Beni sert bir hareketle ateşin içine savurduğunda hayatım hiç hissetmediğim kadar keskin bir acı hissettim yanıyordum. Ateş sadece beni değil ruhumu da yakıyordu çünkü direnme isteğimi kaybetmiştim. Acı dolu çığlıklarıma son verip gözlerimi kapattım ve ateşin bütün varlığımı silmesini istedim. Tek çıkış yolum buydu ölümüm kollarını açmış beni bekliyordu.

    • **
    "Ahmet, Ahmet kendine gel oğlum AHMET !" Mesut hocanım beni sarsması ile gözlerimi yavşca aralayıp gün ışığının ve oksijenin içime dolmasına izin verdim nefessiz kalmış gibiydim aldığım nefesler yetmiyordu, sanki ciğerlerimde hiç hava kalmamıştı. Gözlerimi açtığımda Mesut hoca başımı doğrulttu ve sırtımdan destek vererek doğrulama yardımcı oldu sırtımı duvara yaslayıp biraz rahatladığım anda karnımda hissettiğim keskin acı ile tekrar iki büklüm oldum ve kollarımı karnıma bastırdım.

    "Ne oldu bana böyle." "Rüya görüyodun oğlum seni zaptedene kadar canımız çıktı tekmelemediğin adam kalmadı" içerideki arkadaşlarıma göz gezdirince hepsinin bana ters ters baktığını görmüştüm sanırım bu Hocanın söylediklerinin kanıtıydı.

    " Ne rüyası gördün de böyle korktun?" "Ben rüya gördüğümü hatırlamoyorum hocam!" Rüya falan hatırlamıyordum ama bahsettikleri bu durum korkmama yol açmıştı ayağa kalkmaya çalışırken karnımdaki ağrı ben burdayım dercesine tekrar geldi. Üzerimdeki lacivert uzun kollu geceliği biraz yukarı kaldırınca gördüğüm manzaranın şokuyla rüya gözlerimin önünde canlandı Karnımda boydan boya morluklar vardı benim dehşet içindeki ifademi fark eden hoca karnıma bakınca bir adım geriledi ve besmele çekti. Ben kafayı yemek üzereydim gördüklerim sıradan bir kâbus değildi bana gerçekten de zarar vermişlerdi eğer ben uyurken bana böylesine zarar verebilmişlerse öldürebilirlerdi de. Bu ihtimalin düşüncesi bile beynimde birazcık kalmış olan sağ duyuyu bıçakla kazır gibi çekip almıştı. Sinir krizi geçiriyordum bangır bangır titremeye ve bağırmaya başladım " Onlar yaptı, kaçış yok hepimiz öleceğiz."
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      0
      rezzervasyonnn
      ···
    2. 2.
      0
      rezzervasyonnn
      ···
    3. 3.
      0
      Seri at reis
      ···
    4. diğerleri 1
  7. 7.
    +31
    Bir panik atak geçiriyordum sanırım çünkü vücudumun kontrolü bende değil di deli gibi tepiniyor ve bağırıyordum. Eminim sesim sekiz katlı yurt binasınım tümüne yayılıyordur.

    Durmak ve sakinleşmek istiyordum ama başaramıyordum karnımdaki o izler aklıma geldilçe daha çok çırpınıyordum. Uykumda öldürüldüğüm bir çok senaryo kafamın içinde dolaşırken sakinleşmem mümkün değildi.

    O yaratığın çarpık dişleri uzun nemli tırnakları ve alev alev yanan gözleri mantığımı son zerresine kadar sömürmüştü. Arkadaşlarım yanıma yaklaşmaya korkuyorlardı beni tutmaya çalışan tek kişi Mesut hocaydı ancak çabaları boşunaydı hoca hem dua okuyor hemde duasını bitirdiği zamanlarda dingin bir ses ile sakinleşmem için telkinlerde bulunuyordu. Bir süre sonra az da olsa sakinleşmeyi başarıp tepinmeyi kestiğinde Mesut hoca durduğumdan emin olmak için beni bir süre daha tuttu.

    Sakinleştiğime karar verince geçip yanıma oturdu "Korkma oğlum Allaha sığın. Ona sığınana ne yerde ne gökte zarar vermeye hiç bir şeyin gücü yetmez." Bu konuşmanın üzerine Yücel araya girdi "Hocam öyle diyorsunda astığın dualar niye işe yaramadı niye bizi korumaya yetme... " Hocanın keskin bakışları üzerine Yücel sözünü yarıda kesti. "Ağzından çıkan kelimeyi tartda konuş Yücel! Önüne çıkan her sıkıntıda seni yaratanı inkar mı edeceksin!"

    Hoca öyle bir sinirle söylemişti ki Yücel olduğu yere sindi. Bu sırada Barış elinde kapının üstünden aldığı yarısı yanmış olan vefki getirdi gözlerindeki korku tarifi imkansızdı göz bebekleri öylesine büyümüştü ki açık kahve rengi gözleri neredeyse simsiyah olmuştu. Hoca bir süre şakınlık içerisinde Barışın elinde duran kağıda baktıktan sonra yerinden kalkıp kağıdı eline aldı. "Bu iş böyle olmayacak anlaşılan ( Gözlerini üzerimizde gezdirdikten sonra. ) Derse falan girmeyin burada beni bekleyin birazdan dönerim." Beyaz tahta kapıyı sertçe çarparak acele ile odadan çıktı.

    • **
    Ne kadar zaman geçtiğinden emin değilim ancak dakikalar bile bana günler gibi geliyordu. Ruhumun gördüğü işkence fiziksel acılarımın çok daha ötesindeydi. Düşündüğüm tek şey kurtuluş umudunun gerçekten var olup olmadığıydı özgürlüğün tadını tekrar almam için ne kadar zaman geçmesi gerekiyordu!

    Bu işin ironik olan kısmı ise gereken zamana ömrümün yeteceğinin garantisinin olmamasıydı. Bulunduğum odanın kapısı hışımla açıldığında derin düşüncelerim bir bıçakla kesilmişcesine son bulmuştu.

    Gelen Mesut hocaydı ve yüzünde anlam vermekte zorlandığım bir gülümseme vardı. "Hazırlanın gidiyoruz. Ailelerinizi arayıp iki haftalık bir geziye çıkacağımızı söyleyin. Şüphelenen olursa da bana yönlendirin. Allahın izni ile sizi bu beladan kurtaracağız." Her ne kadar beynim sorgulamak için fazla yorgun olsa da merakım ağır bastı.

    " Nasıl yani, nereye gidiyoruz?"."Adıyamanda esaslı bir hüddam buldum, size hiçbir ücret istemeden yardım etmeyi kabul etti."

    Duyduklarım gerçek olamayacak kadar iyi geliyordu. işinin ehli bir hüddamsa belki de gerçekten kurtulabilirdik.

    Hüddamlar kendilerini a
    Allah yoluna adamış manevi kuvveti yüksek insanlardı o kadar ki bazı yerlerde bizim boyutumuz ile Berzah alemi (Azrail yokuşu) yani cinlerin alemi arasında dolaşabildiklerini okumuştum. Ayrıca kalp gözleri açık olduğu için cinleri görüp onlarla konuşabiliyorlarmış.

    Gerçek hüddamlar kendilerinden öncekilerden el alıp bu ilmin her zerresini öğreniyorlar ve kendilerine cin bağlayabiliyorlar.

    " Hadi artık ayran budalası gibi bakmayın da hazırlanın yolumuz uzun."

    • **
    Herkes eşyalarını toplayıp valizlere doldurmuştu ve aileleri ile telefonlaşıp hocanın dediği gibi bir geziye çıkacağımızı anlatmışlardı. Recep hariç her birimizin ailesi Mesut hocayı arayıp durumu teyit etmişlerdi. Hoca da onlara sadece altı kişinin katıldığı özel bir gezi olduğunu ve bizi seçtiğini söyleyip geçiştirmişti.

    Receb'in ailesi yoktu ona bakan bir halası vardı ve zaten onunlada iyi anlaşamadıklarından arama gereği bile duymamıştı. Şimdi ise hepimiz hazır bir halde yurdun kapısında Mesut hocayı bekliyorduk. Arkadaşlarımın heyecanı gözümden kaçmıyordu hepsi sevinçle doluydu.Bir süre sonra hocanın beyaz doblosu kapıya yanaştı sabırsızlıkla bavullarımızı yüklendik ve arabaya doluştuk.Ben ve Tahsin bagaja atılmıştık çünkü bazı arkadaşlarımız nedense bavullarını yanlarından ayırmamakta diretiyordu ve böyle mutlu bir anı mahvetmemek adına tartışmadan arkaya geçmeyi tercih ettik.

    " Haydi bismillah. Kurtuluş yakındır çocuklar az daha sıkın dişinizi." Hocamızın bu sözleri ile yolculuğumuz başlamıştı. Yeni umutlarla yarına doğru...
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      0
      amk doblo dedi, bastım kahkahayı
      ···
  8. 8.
    +38
    Duyduğuma göre sözlüğün hostingini değişmişler hayırlı olsun.

    Dolunay tüm kudreti ile üzerimizde parlarken arkadaşlarım uykuya dalmıştı bile. Bu onların durumunda tamamen normaldi aslında.

    Ne de olsa haftalardır uyku bize yabancıydı, hocanın da yanımızda olmasının verdiği güvenle rahat hissediyorlardı, bende uyumak istiyordum ama yapamıyordum Onur dışında fiziksel hasar gören tek kişi bendim bu yüzden onlara kıyasla biraz daha tedirginim.

    Adıyamana olan yolumuzu yarılamıştık bile hocanın söylediğine göre sabah dört-beş civarı orada olurmuşuz. Konyanın çıkışına yakın bir yerlerdeydik, biraz mola vermek için bir benzin istasyonuna girdik "Ben lavaboya gidip geleceğim, atıştırmalık bir şeyler de alırım. istersen sende çık bir hava al ayakların açılsın." Konuşmadan sadece bir baş hareketi ile onu onayladıktan sonra arabanın bagaj kapağını açıp benzinliğin marketine doğru ilerledi.

    Üzerime yığılmış olan Tahsini mümküm olduğunca yavaş bir şekilde kenara itmeye çalıştım ancak elimin ayarı olmadığından kafasını koltuğa çarptı. Mavi gözleri korku ile açıldığında bağırmak üzereydi ki ağzını elimle kapatıp "Benim." diye onun duyabileceği şekilde fısıldadım.

    Sakinleştiğinde elimi ağzından çektim "Lan uyuyan adam böylemi uyandırılır, aklım çıktı."
    " Aslında uyandırmamaya çalışıyordum ama elimin ayarını tutturamadım."
    " Hay senin elinin ayarını. Neyse geldik mi bari?"

    " Hayır, daha Konyadan çıkmadık, ama hocanın söylediğine göre az kalmış sabah dört-beş civarı orada olurmuşuz. "Hoca nerde peki?"
    "Atıştırmalık bir şeyler almaya gitti." Bir şeyler daha söylemek üzereydi ki onu durdurdum. "Yeter la iki dakikada ahiret sorgusuna çektin. Ben biraz dolaşıcam sende gel istersen. "

    Her ne kadar lafını kestiğime kızsada gelmeyi kabul etti. Aslında bu benim için de iyi olmuştu çünkü yalnız başıma gezme fikri çok hoş gelmiyordu.

    Doblonun bagaj kapağını kaldırıp dışarı çıktık. Aşağıya indiğim anda bir soğuk dalgası bedenimi ele geçirdi yaz mevsiminin son zamanlarında olmamıza rağmen bu kadar soğuk olması gerçekten ilginçti. Ben bir izmirli olarak ılıman iklimin insanıydım ve bu ani ısı değişimi tir tir titrememe neden oldu. Tahsine baktığımda onun durumu da benden farklı değildi.

    Marketin sağ tarafında güzel yapılmış küçük bir saray modeli vardı onun hemen arkasında ise kamelyalar dizilmişti. Mekanın dizaynı gayet iyiydi. Benzin istasyonunun sınırından sonrası ise çiftlik olduğunu tahmin ettiğim bir yerdi. iki katlı dar bir ev ve yan tarafında bulunan ahır olduğunu düşündüğüm tahtadan, uzun ve geniş bir yapı.

    Tahsinle gidip kamelyaların arasında biraz turladık bu ayaklarımıza iyi gelmişti ama hâlâ soğuk hava ya alışamamıştık. Ellerimizi birbirine sürterek biraz olsun ısınmaya çalışıyorduk. " Keşke hırka falan alsaydık bu ne soğuk." Tahsin tam anlamı ile duygularıma tercüman olmuştu. " Burası yazın böyleyse kışı tahmin bile edemiyorum." dedim. Onunla aynı fikirde olduğumu belli etmek için.

    Bir süre oralarda gezindikten sonra Mesut Hocanın sesini duyduk " Nerdesiniz siz ne zamandır sizi arıyorum. Ne diye arabadan ayrıldınız. " Hocanın sesi normalin aksine agresif çıkıyordu hiç sinirli olduğunu görmemiştim. " Hocam siz dediniz ya biraz dolaş ayakların açılsın diye."

    " Bunu söylediğimi ben niye hatırlamıyorum. Hadi, çabuk gelin buraya, gidiyoruz!" Tam anlamı ile burnundan soluyordu kollarımı bağlamış benzin istasyonunun arkasında bizi bekliyordu. Ona doğru hareketlendiğimizde o da boş araziye doğru yavaş adımlarla yürümeye başladı. Bu işte bir terslik vardı.

    Tahsini kolundan tutarak durdurdum. Tahsin bana bakıp " Ne oldu, yürüsene gidelim hadi adam zaten burnundan soluyor daha fazla kızdırmayalım." Ona cevap vermeden hocaya seslendim.

    " Hocam araba tam ters yönde değilmi !" Bunu söylemem üzerine bir hışım ile arkasına dönüp üzerimize gelmeye başladı. Göz açıp kapayıncaya kadar aramızdaki mesafe kapandı ve ayaklarını gördüm. ayakları tersti. Tahsinin kolundan tuttuğu gibi sürüklemeye başladı. Tahsin ayak diretse de bir şey değişmiyordu resmen sürükleyerek zütürüyordu.

    Tahsinin "Bırak" diye bağıran ağlamaklı sesini duyduğumda kendime gelmeyi başardım var gücümle peşlerinden koştum ve nereden geldiğini bilmediğim cesaret ile o şeyin kolundan tuttum. Durdu ve ateş saçan gözleri ile bana baktı, gözlerinde gerçek anlamda ateşi gördüm.

    Sesli bir şekilde yutkundum " Euzu billahi mineş-şeytanirracim" Besmele çekmem ile birlikte o şey tek eliyle beni yere savurdu. Ancak durmadım çünkü durursam arkadaşım zütürülecekti. Nas okumaya başladım ben okudukça yaratık acı içinde haykırıyordu. Onun elinden kurtulan Tahsin de bana katılınca yaratık küfürler savurmaya başladı. Bedeninden dumanlar çıkıyordu.

    içten içe yanıyor gibiydi ikimiz de birlikte ayetel kürsi okumaya başladık, artık yalvarır hale gelmişti çatallı sesi ile " Susun artık susun!" ancak tabi ki durmadık. O da durmayacağımızı anlamış olmalı ki hakaretler yağdırmaya başladı.

    "Ölümünüz bizim ellerimizde olacak her biriniz can çekişen aciz köpekler gibi öleceksiniz! Size kolay ölüm yok! "

    Biz hiç durmadan sürekli tekrar tekrar okumaya devam ettik en sonunda o şey sefil çığlıklar atarak duman olup gitti. Çatallı tiz sesi hâlâ kulaklarımda yankılanırken ikimiz de dizlerimizin üstüne çöküp ağlamaya başlamıştık.

    Tahsin ellerini göğe kaldırıp belki de hepimizin aklından geçenleri dile getiriyordu "BiZ BUNLARI HAK ETMEK iÇiN NE YAPTIK! NEDEN BiZE YARDIM ETMiYORSUN BiZ SENiN KULUN DEĞiLMiYiZ! " Bağırışları sessiz geceyi delip geçerken yere kapandı ve hıçkırarak ağlamaya başladı.

    Hıçkırıkların arasında fısıltılar halinde konuşuyordu. " Yardım et, yardım et Allahım."
    Tümünü Göster
    ···
  9. 9.
    +77 -2
    Gençler hikayelerimi okuyan bilir, reze göre yazmıyorum şuku ya göre yazıyorum. O yüzden şuku atarak yardımcı olabilirsiniz.

    Karanlık gecede çaresizce ağlarken kendi varlığımı sorguluyordum. Yaratılmışların en üstünü olarak bildirilen insan oğlu büründüğü saçma kibirin gölgesinde aslında çok kırılgandı ama yine de kendini dünyanın efendisi sayıyordu. Peki bu doğrumuydu gerçekten düşündüğümüz gibi üstün varlıkmıydık yoksa bu sadece doyumsuz egolarımızı tatmin etmek için kendimize taktığımız asılsız bir ünvanmıydı.

    • **

    Biraz olsun sakinleşmeyi başarmıştık ki arkamızdan gelen adım sesleri ile tekrar gerildik. Bir olayı daha kaldırabilecek pigibolojik iradeye sahip olduğumu sanmıyordum. Her ne kadar görebileceğim şeylere hazır olmasam da yavaşça arkama döndüm.

    Her ihtimale karşı nas okuduğumda korktuğum gibi olmamıştı gelen Mesut hocaydı, gerçekten . vücudumda salgılanan adrenalin etkisini yitirmeye başladığında tekrar olduğum yere yığıldım.

    Telaşlanan hoca adımlarını hızlandırarak yanımıza geldi. " Ne oldu oğlum size, bu ne hâl !" Konuşacak gücü kendimde bulamıyordum sadece boş boş yüzüne bakıyordum. Bu sırada benden daha çabuk toparlanan Tahsin titreyen sesiyle olayı anlattı ve " Ahmet yanımda olmasaydı zütürülmüş olacaktım! Dua bile edemedim! " diye ekledi.

    Aslında yanılıyordu benim hiç bir şey yaptığım yoktu. Bizi kurtaran yaratıcımızın kudretiydi.

    • **

    Hoca ve Tahsin'in yardımları ile tekrar bagajdaki yerimi almıştım. Diğerleri olanlardan habersiz mışıl mışıl uyurken ben biraz olsun dinlenmek için haykıran vücuduma rağmen hâlâ uyuyamıyordum.

    Tahsin de benim için endişeleniyor olacak ki bana karşı duyduğu minnetin de etkisi ile dakika başı "iyimisin, bir şey istermisin, neden uyumuyorsun ?" ve türevi sorularla beni bombardımana tutuyordu. Onu kırmak istemiyordum ancak biraz daha devam ederse başka seçeneğim kalmayacaktı. Tahsin tekrar bir şey söylemek üzereydi ki Mesut hocanın konuşması onu durdurdu.

    " Size bir dua öğreteceğim ne zaman darda kalırsanız okuyun, bunu okuduğunuzda Allahın izni ile hiç bir mahlûkat size dokunamaz."

    ikimiz de büyük bir beklenti ile duymayı bekliyorduk. Biraz olsun rahatlamamı sağlasa yeterdi. Tekrar kaygısızca uyuyabilmek için her şeyimi verebilirdim.

    " Bismillâhillezi lâ yedurru ma’asmihi şey’ün fil erdi ve lâ fissemâi ve hüves-semi’ul alim.

    Anlamı ve hikayesini duymak istermisiniz"
    Sadece bulunduğum ortamda okunması bile bana büyük bir rahatlama bahşederken okumaya başlamıştım bile. Ben içimden okumaya devam ederken Tahsin " Anlatın hocam." dedi ilgi ile dikleşirken. Anlaşılan o da benimle aynı huzuru hissetmişti ki bu kadar meraklı davranıyordu. Mesut hoca yoldan gözünü ayırmadan anlatmaya başladı. "Allah’ın yüce ismine sığınana yerde ve gökte hiç bir şey zarar veremez! O, her şeyi işitir ve her şeyi bilir.

    Rivayete göre imam-ı Rabbani, talebeleri ile uzak bir diyara yolculuk ederken, gece, bir handa kaldılar. “Bu gece bir bela zuhur edecektir. Bismillahillezi duasını üç defa okuyun.” dedi. Gece büyük bir yangın oldu. Her odada eşyalar yandı ancak duayı okuyanlara bir şey olmadı.

    Başka bir rivayette ise Hz. Osman (r.a) "Hiç bir kul yoktur ki, her günün sabahı ve her gecenin akşamında üç kere bu duayı okusunda sonra ona bir şey zarar versin."

    Peygamberimiz (s.a.v) buyurmuştur ki; Her kim her sabah bu duayı okursa, kimsenin ona yolu yoktur. Yani ne zehir, ne sihir ne de zalim ona zarar veremez.” "

    Hoca bunları anlatırken ben çoktan uyku moduna girmiştim. Günler sonra ilk defa üzerimdeki baskı kalkmıştı ve göz kapaklarım kapanmak için benden komut bile beklemiyordu. Tanıdık hissin bedenimi ele geçirmesine izin verdim her ne kadar kâbuslardan korksam da beni sarmalayan uykuya direnemedim.

    • **

    Gözlerimi açtığımda çok huzurluydum hatta şüphe verici derecede. Kâbusda görmemiştim uzun zamandır bu kadar kesintisiz ve rahat uyumamıştım. Etrafıma göz gezdirince bagajda olmadığımı anlamıştım, şu an bir odadaydım. Bunu fark etmem le ayağa fırlamam bir oldu. Nereye gelmiştim ne ara gelmiştim en ufak bir fikrim bile yoktu.

    Yere serilmiş olan ince bir döşeğin üzerinde yatırılmıştım. Beyaz renki sade bir yastık ve aynı şekilde sade bir battaniye vardı. Penceredeki beyaz tülün arasından sızan güneş ışığı içeriyi aydınlatıyordu. Odada benimkine benzer dört yatak ve bir duvarı boydan boya kaplayan kahve rengi eski bir gardırop dışında hiç bir şey yoktu.

    Nerede olduğumu bilmiyor oluşuma rağmen korkmuyordum, sanırım bu zaten azıcık kalmış olan mantığıma veda etmiş olduğum anldıbına geliyordu. Hemen arkamda bulunan tahtadan yapılmış ve buzlu camları olan boyasız kapıyı fark etmem uzun sürmemişti.

    Elimi kapı koluna attığımda ufak çaplı bir tereddüte düştüm bir yanım kapıyı açar açmaz tabana kuvvet gidebildiğim kadar uzağa koşmamı tavsiye ediyordu. O kısma göre daha mantıklı olan tarafım ise bilmediğim bir yerde bulunduğumu bana hatırlatıp bilinçsizce kaçmanın burada bulunmaktan daha kötü olabileceğini söylüyordu.

    Kapıyı biraz araladım ve göz ucu ile dışarıya baktım. Gayet normal bir ev gibiydi görebildiğim kısımda iki adet eski kanepe beyaz boyanmış odanın köşesine yerleştirilmişti. Ortada bulunan üstü açık mavi fayanslar ile döşenmiş cilalı tahtadan bacakları olan bir masa vardı.

    Her şey oldukça eski görünüyordu. kapıyı biraz daha açıp dışarıya doğru bir adım attığımda duyduğum kadın çığlığı ile birlikte hemen içeri girip kapıyı kapattım ve sırtımı kapıya yasladım. Nasıl bir yere düştüm ben yine!
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      0
      Yazsana be panoa
      ···
  10. 10.
    +17
    Beyler yeni uyandım sövmenize gerek yoktu yani aq. Giricem şimdi partları.
    ···
  11. 11.
    +25
    Tahsin

    Hocanın "Geldik." diyen sesi ile uyandığımda daha bir kaç saat öncesinde yaşamış olduğum olaya rağmen gayet huzurlu hissediyordum. Bir arabanın bagajında uyumuş olduğum gerçeğini göz önünde bulundurursak bu kadar iyi gelmesi ilginçti.

    Yerimde hafifçe doğrulup etrafıma baktım, Hemen yanımda mışıl mışıl uyuyan Ahmet dışında herkes uyanmıştı
    Gözlerini ovuşturarak arabanın camından dışarıyı inceliyorlardı. Dağ başında küçük bir köye gelmiştik.

    Hatta belki köy bile sayılmazdı. Şu an önünde durduğumuz iki katlı ahşap evin dışında çevrede dört-beş hane daha vardı. Onların dışında her yer ağaçlıktı.

    Hoca arabadan inip bagajın kapısını açtığında temiz dağ havası ciğerlerime doldu. Ahmeti uyandırmamaya özen göstererek bagajdan indiğimde derin bir nefes daha aldım, hava o kadar temizdi ki sanki ilk defa burada nefes almış gibi hissediyordum.

    Diğerleri de arabadan indiğinde Mesut hoca mümkün olduğunca Ahmeti sarsmadan kucakladı ve o önde biz arkada önümüzde bulunan eve doğru ilerlemeye başladık. Hoca kapının önüne gelince durdu. "Biriniz kapıya vurun bakalım." Recep öne çıkarak üç defa kapıya vurdu ve geri çekildi.

    içerden gelen ayak sesleri duyuldu ve kapı açıldı kara çarşaflı bir kadın kapıyı açtı. Biz ona o bize bakıyordu, bir süre ayakta öylece dikildikten sonra konuşmadan eliyle bizi buyur etti. Hoca girince hepimiz peşinden gittik ancak nedense Onur bunu istemiyordu olduğu yerde durup kadının gözlerine bakıyordu. "Hocam neden bu insanlara güvenip dağ başında ıssız bir bir köye geldik ki! Başımıza bir şey gelse kimsenin ruhu duymayacak!"

    Söyledikleri bir bakıma mantıklıydı. Sonuçta bu kişileri tanımıyoruz. Ayrıca kadının konuşmadan dik dik bize bakıyor oluşundan da korkmuyor değildim.

    " Onur boş konuşmayı bırak da yürü! Bu insanlar hiç bir şey talep etmeden bize yardım etmeyi kabul edip evlerini açtılar!"

    " Bu daha şüphe uyandırıcı değilmi!"

    " Senin başımıza sardığın beladan kurtulmaya çalışıyoruz! Eğer istemiyorsan seni gelmeye zorlayan yok!"

    Bu tartışmanın daha da uzayacağını düşündüğümden ben araya girmiştim. işe yaramıştı da bana verecek cevap bulamayınca ayak sürüterek de olsa içeriye girmişti.

    • **

    Hepimiz üst katta bulunan geniş bir odada hocanın gelmesini bekliyorduk. Duvarları beyaz boyanmış ve eski eşyalarla dolu bir odaydı. Buradaki her şey antika kategorisine dahil olmalıydı, evin kendisi bile.

    Televizyon, lamba ve priz yoktu düşünüyorum da dışarıda elektrik direği de yoktu. Modern dünyaya ait hiç bir şey bulunmuyordu. Resmen soyutlanmış bir bölgeydi. Kapıların üst köşelerinde bulunan gaz lambaları gözüme iliştiğinde aydınlatma sorununu nasıl çözdüklerini anlamıştım.

    Böyle bir mekânda nasıl yaşayabiliyorlardı ki.
    Tümünü Göster
    ···
  12. 12.
    +22
    Yaklaşık on beş dakikadır bekliyorduk ama hâla hüddam dan haber yoktu. Odanın bize en uzak köşesinde ayakta dikilen çarşaflı kadın resmen ödümü koparıyordu. Bunca zamandır hareket etmemiş hatta gözünü bile kırpmamıştı. Onun bir insan olmayabileceği konusunda ciddi şüphelerim vardı.

    Gözlerini takip ettiğimde Onur'a bakıyor olduğunu gördüm. kehribar rengi gözlerinde en ufak bir duygu dâhi göremiyordum ancak her an Onuru öldürebilecekmiş gibi bir hali vardı. Onur da onun gözlerinin içine bakıyordu ancak kadının aksine onun gözlerindeki öfkeyi net bir şekilde görebiliyordum.

    • **

    Bir süre sonra aşağıdan kapı sesi geldi ve tuhaf kadın ilk defa bir tepki vererek gözlerini merdivenlerden yukarı çıkmakta olan orta yaşlardaki kır saçlı uzun sakallı adama çevirdi. Adam bastığı yerleri titrete titrete büyük bir öfke ile geliyordu.

    Sağ elini havaya kaldırdı yüzük parmağında kırmızı taşlı üzerinde arapça yazılar olan büyükçe bir yüzük vardı daha ilk bakışta dikkati üzerine çekiyordu. Havaya kaldırdığı elini yumruk yaptı ve odadaki herkesin küçük dilini yutmasına sabep olacak şekilde bağırdı.

    "Defol ey melun şeytan! Sana burada yer yok !"

    Biz daha ne olduğunu anlayamadan elinin tesi ile Onur'un suratına sağlam bir tokat indirdiğinde hepimiz panikle ayağa fırladık. Onur yere kapaklanmıştı ve tahminen yüzüğün çarptığı yer kanıyordu.

    Mesut hoca bir hışımla ayağa fırladı "Aklın yerindemidir hoca! Sana bu çocukları kurtar diye getirdim kötek at diye değil! " Adam aynı hiddetle karşılık verdi " Otur oturduğun yerde oğul! Bilmediğin işe burnunu sokma! " ihtiyar bir daha vuracaktı ki Mesut hoca kolundan yakaladı. " Senden bize hayır yok! Gidiyoruz! "

    Bu sırada çarşaflı kadın olağan üstü bir hızla hocanın karşısına geçti ve omzuna elini koyar koymaz sanki Mesut hocanın dizlerinin bağı çözüldü. Olduğu yere yığıldı. Kadın hocaya doğru eğildiğinde ihtiyarın ikaz dolu sesi duyuldu " Hafsa! " Kadın bir süre sabit kaldıktan sonra tekrar doğruldu ve bu sefer Onur'un yanına ilerledi. Baş ucuna çöktü ve tuhaf bir dilde aşırı hızlı konuşmaya başladı ancak konuşurken ağzı oynamıyordu.

    Hepimiz korkudan dona kalmıştık olanlara bir anlam veremiyorduk. Her şey çok hızlı gelişiyordu. Kadın konuşmayı bitirdiğinde onur acıyla kıvranmaya başladı, boynunda ve alnında damarlar belirdi. Teni kıpkırmızı oldu ve ağzından köpükler gelmeye başladı bağırmak istiyor ama yapamıyor gibiydi.

    Kadın duygudan yoksun gözlerini Onur' un kan çanağına dömüş gözlerine dikti ve alnına elini koydu. Hemen ardından şiddetli bir kadın çığlığı resmen yeri göğü inletti. O kadar yüksek ve tiz di ki sağır oluyorum sandım.

    Ses kesildiğinde hâlâ kulaklarım çınlıyordu. ihtiyar eğilip yerden Onurun Hareketsiz bedenini kaldırdı ve hemen karşıda bulunan odaya taşıdı. Çarşaflı kadın da tekrar ayağa kalkıp odanın en uzak köşesine gitti ve beklemeye başladı.

    Olanları aklım mantığım almıyordu. Kalbim korkudan deli gibi atıyordu, diğerleri de benden farklı değildi. Hatta biraz olsun kendime gelip başımı arkama çevirebildiğimde Yücelin bayıldığını gördüm.

    • **
    ihtiyar odadan çıktıktan sonra hocanın yanına gelip elini onun yüzüne sürdüğünde Mesut hoca ayağa kalktı. Daha donra aynı işlemi Yücel için tekrarladı. Pişman gibi bir hali vardı sanırım içimizde olanları anlayan tek kişi oydu.

    "Kusura bakmayın hocam, ama öyle ani bir hareket yapınca neye uğradığımı şaşırdım."

    " Önemi yok oğul ben alışkınım bu durumlara. (Ona korku dolu gözler ile bakan bizleri görünce ) Arkadaşınızın bedeninde size musallat olan kabileden bir cinnia vardı. Korkmayın Allah'ın izni ile yaktık onu."

    ihtiyar teker teker hepimize okuyup üfledikten sonra olanları açıkladı. Onur'un vücudunda saklanan cini Hafsa aracılığı ile uyardıktan sonra cin gitmeyi reddettiği için onu yakmış. Hafsa da onlardanmış şüphelerim doğru çıktığı için kendime bir madalya takmak istedim ama burada görebildiğim bir cin olduğu gerçeği ile korkum tavan yaptı. Gece tuvalete bile gidemeyecektim. Barış büyük bir beklenti ile hüddama bakarken "Yani bittimi? Şimdi eskisi gibi olabilecekmiyiz? " dedi. Hepimiz ihtiyarın ağzından çıkacak sözleri bekliyorduk.

    " Keşke o kadar kolay olsa oğul. ( Yüzümüze yansıyan hayal kırıklığını gördüğünde) Ama merak etme Allahın izni ile kurtaracağız sizi bu şeytanlardan!"
    Tümünü Göster
    ···
  13. 13.
    +24
    Ahmet

    Kapının arkasında soluk soluğa beklerken sesim duyulmasın diye ellerimle ağzımı kapatmıştım. Sırtımla kapıyı tutarken bir yandan da oda da göz gezdiriyordum. Saldırmak için kullanabileceğim herhangi bir şey arıyordum ancak oda bomboştu.

    Kafamı biraz yukarı kaldırdığımda kapının üstünde duran eski bir gaz lambası ilişti gözüme. Eğer onu kırarsam cdıbını kullanabileceğimi düşünüyordum.

    Uzun uğraşlar sonucu o gaz lambasını almayı başarmıştım. Gizli bir ajan edası ile yavaşça kapıyı aralayıp dışarıya bakındım. Ortalıkta kimse yoktu odadan çıktıktan sonra kapıyı mümkün olduğunca ses çıkartmadan kapattım, sırtımı duvara yaslayarak ilerlemeye başladım. Anladığım kadarı ile iki katlı ahşap bir evdeydim.

    Şu an alt kattaydım bulunduğum katta sadece benim biraz önce çıkmış olduğum oda vardı. bu yüzden şimdilik güvenliydi. Gözümü yukarı çıkan merdivenlerden ayırmadan ilerlemeye devam ediyordum.

    Çıkış olduğunu tahmin ettiğim kapıya iyice yaklaşmıştım ki arkamda birinin varlığını hissettim. Enseme çarpan soğuk nefes tüylerimi diken diken ediyordu ve korku kalbimin en ücra köşelerine kadar işliyordu.

    Arkamdaki şey her ne ise kesinlikle insan değildi. Elini omzumda hissettiğimde vücudum kilitlendi. Elim havada kalmıştı, gaz lambasını ona doğru savurmaya çalıştım ama bedenim benim komutlarıma uymayı kesinlikle reddediyordu.

    Sadece gözlerim oynuyordu, onlarda şu an yuvalarından çıkacakmışçasına hareket ediyordu. Varlığın elini omzumda hala hissederken bu tarafa gelen ayak sesleri duydum. Kesinlikle birden fazlaydılar.

    Ayak sesleri durduğunda omzumdaki el de gitti. Hareket edebileceğimi anladığım anda benim bile şaşıracağım bir hızla elimdeki lambayı duvara vurup kırdım, arkadan gelebilecek saldırıları engellemek adına sırtımı kapıya yasladım.

    Görebileceğim manzaraya karşın gözlerim kapalıydı, gaz lambasını tuttuğum elimi ileri uzatarak " Bırakın da gideyim! Yoksa benden çekeceğiniz var! ".
    Kahkaha sesleri duyuyordum bu sesler insan sesi gibiydi ama hala gözümü açmıyordum. Bana yaklaşan bir ayak sesi duyduğumda " Uzak dur benden! Defol!"

    " Gaz lambası ile adam öldürmeye çalışan ilk insan olabilirsin."

    Bu ses, bana tanıdık gelmişti " Tahsin ?" bunu soru mahiyetinde söylemiştim. " Hatırlatta bir kavga falan olursa seni ve gaz lambanı çağırayım." Bu sözlerin ardından bunun gerçekten o olduğunu anlamıştım. Başka kimse bu kadar zevzek olamazdı.

    Gözümü Temkinli bir şekilde açtığımda karşımda orta yaşlı bir adam ve onun yanında duran çarşaflı bir kadın vardı. Onların arkasında ise şaşkınlık ile bana bakan Mesut hoca ve tepine tepine gülen Tahsin duruyordu.

    Biraz zaman alsa da durumu çözmüştüm. Burası Mesut hocanın bulduğu hüddamın evi olmalı. Sanırım karşımda duran yaşlı adam da hüddamdı. Yanında ki çarşaflıyı işaret ederek "Sizin cinlerinizden biri mi? " Aklıma gelen ilk soru öylece ağzımdan çıkıvermişti. Az önceki durumdan sonra bu denli sakin oluşuma başta ben olmak üzere odadaki herkes şaşırmıştı.

    "Nerden anladın cin olduğunu?" Soruma soru ile karşılık verdiğinde bir-iki saniye o varlığın üstünde göz gezdirdim ve kafamın içinde bir kadın sesi yankılandı "Hafsa. Adı bu mu ?" Adam önce Hafsa'ya sonra bana baktı " Doğru. Nerden biliyorsun!"
    "Kendisi söyledi. Yani öyle sanıyorum."
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      0
      Hadi devam
      ···
  14. 14.
    +25
    Bu cümleyi söylerken ki rahatlığım kendimden ürkmeme sebep olmuştu. Başka boyuttan şekil değiştirmiş bir canlı zihnime fısıldıyordu ve ben bu denli rahattım. Hafsa ve adam doğrudan bana bakıyordu. ikisinde de hiç hareket yoktu ama hüddamın gözlerindeki şaşkınlığı görebiliyordum.

    Tuhaf ve sessiz bakışmanın ardından hüddam bizi yukarı yönlendirdi. Merdivenlerin başına geldiğimizde elimdeki kırık lambayı fayans masanın üstüne bırakıp özür diledim." Mühim değil oğul, sıkma canını." Bu duruma sevecen bir şekilde yaklaşıyor oluşu ona kanımın ısınmasını sağlamıştı.

    Yukarı kata çıktığımızda bize oturmamızı söyleyip odanın orta duvarında bulunan şöminede ki çayı getirdi. Bize ikram ettiği çayı yudumlarken kıssaca kendinden ve durumumuzdan bahsetti. Adının Mustafa olduğunu ve küçük yaşlardan beri bu işlerle uğraştığını anlattı.

    Bize musallat olanlar büyük bir kabiledenmiş ve bu kabile ifritleri ile nam salmış. işimizin zor olduğu ama allahın izni ile bizi kurtarabileceğini söyledi.

    • **

    Oturduğumuz yerin hemen karşısında bulunan tamamen boş ve aşırı geniş bir odaya geçmiştik. Mustafa hoca safran kekik ve çeşitli dağ bitkilerini ezerek yaptığı tozu bir suya atıp karıştırdı ve bu karışımdan geniş bir çember çizerek bizi ortasına oturttu.

    Bize musallat olan cinleri çağırıp vazgeçirmeye çalışacağını söylemişti. Hepimiz çemberin içinde yerlerimizi aldıktan sonra Mustafa hoca yaklaşık iki metre uzağımızda bağdaş kurmuş, önünde duran içi su dolu bakır leğene birşeyler yazdığı kağıtları atıyordu. Hafsa ise sağ tarafında hiç kımıldamadan ayakta duruyordu, gözleri benim üzerimdeydi ama nedense beni ürkütmüyordu.

    " Birazdan o şerlileri buraya getireceğim. O çemberde kaldığınız sürece size dokunamayacaklarından dışarı çıkmanız için oyunlar oynayacaklardır. Kıyamet kopsa oradan çıkmayın!"

    Hepimiz onu başımızla onayladıktan sonra Mustafa hoca okumaya başladı. Başlar başlamaz odanın siyah perdeler ile kapatılmış camları titredi ve duvarlarda dumansı gölgeler belirdi. Hoca sesini daha da yükselterek okumaya devam etti.

    O okudukça gölgeler cisimleşiyor gibiydi. Hepimiz korkudan titremeye başlamıştık, Odada yanan iki gaz lambasının alevi birden harlayınca gölgelerin hepsi duvardan yere inmişti. Gaz lambaları bir an için o kadar parlak olmuştu ki gözlerimizi kapatmak zorunda kalmıştık.

    Parlaklık azaldığında gözlerimizi açtık ve gördüğümüz manzarayla hepimiz ayağa kalktık. Odanın her yerinde siyah yılanlar dolaşıyordu. Akın akın üzerimize geliyorlardı ve çembere yaklaşınca durup tıslamaya başlıyorlardı. Hepimiz aşırı derecede paniklemiştik.
    Recep kaçmak üzereydi ki Mesut hoca Kolundan tutup aramıza aldı.

    Oda büyük bir deprem oluyormuş gibi sallanırken. Arkamızdan gelen hastalıklı bir kahkaha ile hepimiz o yöne döndük. Gördüğüm şey ile artık düşünmeyi bırakmıştım. Rüyamda gördüğüm, beni ateşe çeken yaratık tam karşımda duruyordu. Çarpık sarı dişlerini göstererek kahkahalar atıyordu.

    Arkadaşlarımdan yükselen çığlıklara bakılırsa onu gören yalnız ben değildim. Yaratık ağır adımlar ile bana doğru yaklaşırken karnıma saplanan ağrı ile iki büklüm oldum. O şey hâlâ gelmeye devam ediyordu.

    Çembere geldiğinde ise bir an duraksadı ve yere çizilmiş olan çembere baktı yüzündeki gülümseme kayboldu. Bağırarak bir şeyler söylemeye başladı. O bağırdıkça Mustafa hoca da bağırmaya başladı ama cin hiç oralı değildi o çembere bakarak bağırmaya devam ediyordu.

    En sonunda Çemberin üzerine bastı ve çember alev aldı, çemberi geçmişti. Onun ardındam bütün yılanlar çembere doluştu ve üzerimize tırmanmaya başladılar hepimiz kendimizi yerlere attık.

    Yılanlar bedenimi öyle bir sıkıyorlardı ki kemiklerim çatırdıyordu. Nefes alamıyordum içimden dua bile okuyamıyordum. Nutkum tutulmuştu, yılanlardan biri boynuma çıkıp beni ısırdığında tarifi imkansız bir acı dalgası bütün bedenime yayıldı. Boğazımdan aşağı iki kızgın demir saplanmış gibiydi.

    Her şey bitmek üzereydi vücudum şiddetle titremeye başlamıştı. Ruhumun bedenimden ayrılmak için çırpındığını hissediyordum. Havasızlıktan ciğerlerim iflas ediyordu. Yavaşlayan kalp atışlarım ölümün senfonisi gibi geliyordu kulağıma!
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      0
      Ölmedin mi aq
      ···
  15. 15.
    +22
    Gözlerim kararıyordu, belki de hayattaki son saniyelerimdi. Böyle mi olacaktı sonum, bu dünyaya veda ederken göreceğim son yüz karşımda ölümümü zevkle izleyen bu yaratığın ki mi olacaktı!
    Cin sözünde duruyordu bana ölümümün kolay olmayacağını söylemişti. Karanlığın çağırısı her saniye daha cazip gelmeye başlıyordu. Sadece gözlerimi kapatmam gerekiyordu ondan sonrasını azrail halledecekti, bu işkenceden kurtulacaktım.
    Teslim olmaya hazırlanırken vücudum titremeyi kesmişti gözlerim kapanmak için sabırsızlanıyordu, kırılan kemiklerim artık o kadar acı vermiyordu. Yaratık yavaşça bana yaklaşıyordu bu durumun her anından zevk aldığı suratındaki iğrenç gülümsemeden anlaşılabiliyordu.
    "Bitmedi! Ceheneme kadar peşindeyim Adem oğlu! "
    Kulak delen kahkahaları zihnimde yankılanırken başka bir ses daha duydum. "Uyan! " Bir kadın sesiydi bu durmadan zihnimde tekrarlanıyordu. Ardından dua okunduğunu duydum.
    Parlak bir ışığın ardından gözlerim açıldı ilk gördüğüm şey o yaratıkla aramda duran Hafsa oldu. Duayı okuyan oydu ve çember hâlâ olduğu yerde duruyordu ama ben sınırdaydım tek bir adım daha atsaydım dışına çıkmış olacaktım.
    Hafsa aşırı hızlı konuşuyordu, onu anlayamıyordum. Mustafa hoca ise ayağa kalkmış tüm gücü ile bağırıyordu "Ya Hannan, Ya Kahhar! " hiç durmadan Allahın isimlerini zikrediyordu. Yaratık Hafsaya saldırmaya çalışıyordu ancak onun ettiği dualar ve hüddamın zikrettiği isimler onları tutuyordu.
    Bilincim tam olarak yerine geldiğinde bir adım geriledim ve beni tutan elleri fark ettim bayağı zorluk çıkarmış olmalıyım ki dört kişi beni tutuyorlardı. Mesut hoca kendime geldiğimi anlayınca beni bıraktı onum ardından Tahsin, Recep ve Barış da beni bırakarak çemberin ortasında yerlerini aldılar.
    Mustafa hoca cebinden küçük siyah bir kese çıkardı ve ağzını açtı. Vefk olduğunu düşündüğüm bir kağıt çıkararak " Ya Allah! " dedi ve yanında duran gaz lambasının ateşini kullanarak yaktı. Odanın içinde öyle bir feryad yükseldi ki kıyamet kopuyor sandım. Pencerede asılı duran uzun siyah perde boylu boyuna havalandı ve cam büyük bir gürültü ile patladı.
    Bütün ev temelinden sarsılıyor gibiydi. Odadaki tüm gölgeler kara bir sel gibi dışarıya akın edip gecenin karanlığına karıştılar. Geriye sadece o cin kalmıştı, bağıra çağıra bir şeyler söylüyordu. Biz onu anlamıyorduk ama görünüşe göre mustafa hoca anlayabiliyordu.
    " Bu çocukları sana vermem! Ey deyyus sana pabuç bırakırmıyım ben! " Cin daha da hiddetlenmişti acı çektiğini anlamak zor değildi. " Tek ve bir olan yüce Allahın adıyla, Hazreti Süleyman (a.s) 'ın ahit namesi hürmetine! Defol lâin şeytan! "
    Hocanın söyledikleri üzerine yaratık lanetler yağdırarak siyah, dumansı bir şekil aldı ve diğerleri gibi camdan çıkıp gitti. Giderken bize bakan nefret dolu gözleri zihnime kazınmıştı. O gözlerdeki ateşi gördüm, o ateş hepimizi yakabilirdi.

    Mustafa hoca bu denli zor bir seanstan sonra bitap düşmüştü, koluna girerek içerideki kanepenin üzerine yatırmıştık onu. Hafsa da yorgun olmalıydı ancak hocanın başından ayrılmıyordu. Bizimkiler de ondan mümkün olduğunca uzak durmaya çalışıyordu.
    Her ne kadar bizi kurtardığına şahit olsalarda başka boyuttan bir canlı olması ve onun türüyle sert bir sürtüşme yaşıyor olmamız ondan da korkmalarına sebep oluyordu.
    Ancak onların aksine ben Hafsadan korkmuyordum, aksine onunla aramda bir bağ varmış gibi hissediyordum. Mustafa hoca dışında bizden konuştuğu tek kişi bendim. Oturduğum yerden kalkıp onun yanına ilerledim ve yaklaşık yarım metre uzağında olan koltuğa oturdum.
    Gözlerini bana çevirdiğinde "Kimdi o? " sorduğum soruya bir cevap vermemişti ama bana bakmaya devam ediyordu. Mesut hoca beni uyarmak için boğzını temizledi. Belli ki onunla iletişime geçmeyi denememden hoşlanmamıştı.
    Hocayı dikkate almayarak gözlerimi Hafsanın gözlerine diktim ve öylece bakmaya devam ettim. Bir süre bakıştıktan sonra zihnimde onun sesini duydum " Kâbir, kabilesinin en büyük ifritlerinden. " Tamamen bana doğru dönmüştü.
    "Mustafa hocayla aralarında ne geçti? Kaçarken gözleri öfkeden alev alevdi. "
    "Sizden birini almadan gitmeyeceğini söyledi, ben ara bulmaya çalıştım, kabul etmedi. Efendi ona azap çektirip zorla gönderdi. Şimdi iş daha zor, artık köşeye sıkıştı daha sert saldıracak! Sen büyük tehlikedesin! "
    "Neden? " Özellikle beni hedef alıyor olması saçma geliyordu. Hepimizle meselesi aynıydı bildiğim kadarıyla. Hafsa dan açıklaöa beklerken araya Tahsin girdi " O seninle konuşuyor mu şu an? "
    "Yaşanan onca olaydan sonra buna mı şaşırıyorsun. " "Doğal değilmi? Sonuçta her gün cinlerle konuşan birini görmüyorum. Neyse devam et bakalım ne diyormuş. " "Sağol ya! " Ona olan stemime karşılık eliyle devam etmemi işaret etti. Gerçekten bu çocuğun lakayıtlığının sınırı yoktu sanırım.
    Onu boş verip tekrar Hafsaya döndüm. " Kâbir in özellikle beni hedef almasının bir nedeni var mı? " " Sende farklı bir şey var. Hislerin diğerlerinden daha kuvvetli. Aynı efendi gibi. " "Sadece benimle konuşuyor olmanın bununla bir ilgisi var mı? " Konuşmadan Hafif bir baş hareketi yapmakla yetindi ve tekrar Mustafa hocaya yöneldi.
    " Ne oldu, ne diyor? " Tahsinin merakı gözlerinden taşıyordu ancak ona açıklama yapamayacak kadar düşünceliydim. Hislerden kastı neydi ve neden benim bu durumumu Mustafa hocaya benzetiyordu. Daha bir gizem çözülmeden diğeri baş gösteriyordu. Sonumuzun ne olacağı ile ilgili tahmin bile yürütemiyordum. Mustafa hoca kendine geldiğinde konuşacak çok şeyimiz vardı.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 16.
    +22
    Seansın üstünden geçen iki saatin ardından Mustafa hoca hâlâ uyanamamıştı. Sabah ezanı okunmuş ve güneş ilk ışıklarını üzerimize serpmişti. Beklemek beni mümkünmüş gibi daha da sterese sokuyordu.

    "Ben çıkıp etrafta biraz gezineceğim. içerde çok bunaldım. " Bir iki tur atmak bana iyi gelebilirdi. Ormanlık alnları da severdim hem. Mesut hoca bir süre düşündü "Git, ama yatsı ezanı okunmadan dönmüş ol!" Onu başımla onayladıktan sonra aşağıya uzanan tahta merdivenleri inmeye başladım.

    Evin tarihi bir yapısı vardı, bu olayları yaşıyor olmasaydım böyle bir mekânda bulunmaktan çok zevk alabilirdim. Cilalı ahşap kapıyı iterek açtığım sırada arkamdan gelen ayak sesleri ile duraksadım. "Bekle, biz de geliyoruz. " Recep ve Tahsin hızlıca merdivenlerden inerek yanıma geldiler.

    " Gündüz de olsa yalnız kalmaman daha iyi. Ayrıca Onur da uyandı onunla aynı ortam da kalmak istemedik. "

    " Gidelim o zaman. Ormanın içine girmeyi planlıyorum ne dersiniz? " Güzel bir doğa yürüyüşünün beni açacağına emindim. "Zaten gezmeye değer başka bir yer yok gibi. Önden buyur. " Tahsinin de onayını aldıktan sonra ormana doğru ilerlemeye başladık.

    • **

    Hava kararmıştı ve bizde ormandan eve dönüş yoluna girmiştik. O kadar güzel di ki ne ara akşam olduğunu bile anlamadık. Haftalar sonra ilk defa arkadaşlarımla normal bir gün geçirmiştim. Doğanın tüm güzellikleri ile iç içeydik hatta küçük bir dere bile bulmuştuk.

    Recep ile iş birliği yaparak Tahsini karga tulumba derenin içine atmıştık. Soğuk sudan şikâyet ederken ki haykırışları hâlâ beni güldürmeyi başarıyordu. Hep beraber biraz yüzdükten sonra ağaçlara tırmanmıştık, dallarda otururken bütün korkularımızı ve şu an ki akıbetimizi geride bırakıp eskisi gibi muhabbet etmiştik. Bu günleri ne çok özlediğimi iyice anlamıştım. Hatta Tahsinin yersiz ve soğuk espirilerini bile.

    " Yatsı ezanına az kaldı beyler açın pergelleri. " Recep haklı olmalıydı akşam ezanı okunalı yaklaşık on dakika olmuştu. Biz de epey derinlere daldığımızdan hızlanmazssak yetişemeyebilirdik.

    Her ne kadar ormanı çok sevsem de gece bulunmak istemediğim bir yer di. Tahsin cebinden eski tip fenerli bir telefon çıkardı ve yolumuzu aydınlatnak için öne geçti. Ormanın çıkışına yaklaştığımızda Tahsin aniden durdu Recep yanına gidip "Ne oldu, yürüsene hadi ev karşıda. " hiç bir şey söylemiyordu ve bir noktaya odaklanmıştı.

    Feneri tuttuğu noktaya bakan Recep gerilemeye başlayınca neler olduğunu anlamak adına öne ilerledim. Çalıların yanında parlayan sarı gözler bize bakıyordu, bedenin sahibini seçemiyordum ama kendimi tehlikede hissetmiyordum.

    Dikkatle bakınca ne olduğunu anladım. Yavaşca dizimin üzerine çöktüm ve ellerimi öne uzatıp. Bir ıslık çaldım. Parlayan gözler hareketlenmişti yavaş adımlarla bize yaklaşıyordu.

    Bu durumda donmuş olan Tahsin kendine geldi ve ilk tepkisi kuvvetli bir çığlık atmak oldu. Recep de ona katılınca ikisi hep bir ağızdan çığlık çığlığa koşuşturmaya başladı. O gözlerin sahibi çoktan benim yanıma gelmişti bile, yavru sayılabilecek bir köpek ti bu. En fazla beş-altı aylık olmalıydı.

    Ben köpeği severken bir yandan da onların haline kahkahalarla gülüyordum, ne zaman fark edeceklerini merak ediyordum. Tahsin hâlâ sağa sola koşmaya devam ederken panikle bağırdı " Galiba Ahmetin içine girdi! Tuhaf tuhaf gülüyor. " ardından aynı panikle Recep de ona katıldı. " Öldük biz! "

    " Bu köpek sizi öldürmez ama biraz daha bağırmaya devam ederseniz gelebilecek vahşi hayvanlar için aynı garantiyi veremem. " Kahkahaların arasında soluk soluğa söylediğim şeyin üzerine ikisi de durup her an onları öldürecekmişim gibi bana bakarken aynı anda konuştular " Ne köpeği! "

    Kendimi tutamayarak bir kahkaha daha attım. "Az önce sizi çığlık çığlığa kaçırtan şey (Kucağımda duran sarı-beyaz köpeği biraz kaldırdıktan sonra) bu küçük arkadaştı. "

    O ikisinin suratlarında ki şok ve utancı gördüğümde gülmekten öleceğimi sandım. Tahsin işaret parmağını bana doğrulttu, eminim kendini haklı çıkarmak için saçmalayacaktı. Fakat okunan ezanla birlikte sustu bu sefer ben de huzursuz hissetmiştim.

    Köpeği yere bıraktım ve hızlıca eve yürümeye başladım Recep ve Tahsin de tam arkamdaydı küçük köpeğin hırlama sesini duyduğumda ufak bir çığlığın ardından tahsin birden önümde belirdi. Sanırım hâlâ ondan korkuyordu.

    • **

    Ezan bitmeden kendimizi eve atmayı başarmıştık altta bulunan mutfaktan birer bardak su içtikten sonra yukarı kata çıktık. Yüzümüzde hâlâ az önce yaşananların neşesi dururken üst katta karşılaştığımız gergin atmosfer onu silip atmıştı.

    Mesut hoca aşırı öfkeliydi alnında atan damarı net olarak görebiliyordum. Mustafa hoca ise sandalyede bir çemberin içinde oturan bitap düşmüş Onura acıyan gözlerle bakıyordu. Hafsa bir köşede öylce onları izliyordu.

    Hızlıca Mesut hocanın yanına gittim " Ne oldu hocam, neden bu kadar sinirlendiniz? " Mesut hoca cevap vermeyince Mustafa hocaya sordum " Bir şey mi oldu Mustafa hoca! ". Ortamın bu denli negatif enerjiyle dolu oluşu doğal olarak beni de germişti. "Durum vahim oğul! " Hemen ayağa fırladım ve istemeyerek de olsa sesimi yükselttim. " Hocam uzatmanın mânâsı nedir! Söyleyin ne olduysa! "

    " Bu arkadaşın cinlere seni kısas için seni vermiş, o kâfir bu yüzden özellikle sana saldırmış! "

    Duyduğum şey ile kan beynime sıçramıştı, Onur'un üstüne yürüdüğümde Mustafa hoca kolumdan tutarak beni durdur du. Ayağa fırlayan Tahsinin önüne de Hafsa geçmişti. "Onu öldürsen de bir şey değişmez oğul, bu saatten sonra kimse bu çocuğu onların ellerinden alamaz! Bir kere anlaşmış onlarla geri dönüşü olmaz!"
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      0
      rezerved
      ···
  17. 17.
    +24
    Oda da hakim olan gerilimin başlıca kaynağı bendim. En çok sinirlendiğim mesele böyle bir şey yapmasına rağmen hâlâ başı dik gözlerimin içine bakabiliyor olmasıydı. " Başımıza açtıkların yetmedi bir de kendini kurtarmak için beni kurban etmeyi mi planlıyorsun! "

    Ona saldırma ihtimalime karşılık Mustafa hoca kolumdaki elini daha da sıkılaştırdı. Bunu yapmakta haklıydı da, çünkü engellenmezssem o pisliği öldürmeden rahat edemezdim.

    " Bunu yapmayı ben mi istedim sanıyorsun! Günlerce resmen işkence gördüm, başka çarem yoktu! Eğer birini onlara vermezsem öldürülecektim! "

    "Bunun seni haklı çıkarması mı lazım! Hepimiz aynı şeyleri yaşadık! içimizden birini onlara satmak yerine birbirimizi kollamayı tercih ettik! "
    " Bunu nasıl yapacaktık peki! iki dua bilenin altından kalkabileceği bir iş değil bu! Mesut hocanın da bize bir faydası yoktu, bende kendi yolumu buldum! "

    "Aptallıkta sınır tanımıyorsun! Beni onlara vermeyi başarsaydın bile seni ömrünün sonuna kadar rahat bırakmazlardı! "

    " En azından bir ömrüm olurdu! "

    Karşımda kendini pişkince savunabilmesi sinir kat sayımı çok fazla yükseltiyordu. Bedenim öylesine kasılmıştı ve damarlarımdan akan kan öylesine deliydi ki burnum kanamaya başladı. Bir an kafam patlayacak sandım.

    "Sana sözüm olsun eğer onlar seni öldürmezse ben yapacağım! "

    " Tabi hayatta olursan! "

    Fısıldayarak söylediği bu cümle defalarca zihnimde yankılanmıştı, ona saldırmak için kuvvetli bir dürtü duyuyordum. Artık dayanamıyordum ve olan oldu. Sert bir hareketle kendimi hocadan kurtardım.

    Onurun suratına sağlam bir yumruk yerleştirdim. Oturduğu sandalyeden düştüğünde aşırı bir hızla üzerine atladım ve delicesine yumruklamaya başladım. Bütün gücümle bağırarak " Senin ölümün benim elimden olacak! " O pisliğin dağılan suratı ve elime bulaşan sıcak kan içimdeki öfkeyi dindirmiyordu, daha fazlasını istiyordum!

    Birileri beni tutmaya çalışıyordu ancak öfkeden kör olan gözlerim sadece Onur'a odaklanmıştı. Beni çekmeye çalışsalar da başaramıyorlardı. Hâlâ bütün gücümle haykırarak ona vuruyordum. Gözlerim onun gözlerine kaydığında tuhaf bir parıltı gördüm ardından dudakları hafifçe yana kıvrıldı, gülüyordu!

    Bir anlığına duraksadığımda beni onun üstünden çekmeyi başardılar. Onur kahkahalarla gülmeye başladı. Buna anlam veremiyordum acı çekiyor olması gerekirdi ama o ağzı kulaklarında kahkaha atıyordu.

    "Sen ne yaptın oğul! "
    Mustafa hocanın telaşlı sesinin ardından Onur'un boğuk sesi duyuldu. "Teşekkürler! " yattığı yerde biraz doğruldu ağzından akan kanlar yerlere damlıyordu. Kollarını iki yana açtı, odanın içinde beliren gölgeler biz daha ne olduğunu anlamadan onun etrafını sardılar ve hepsi birlikte ortadan kayboldu!

    "Gitti, kaçırdılar onu! " zihnimde Hafsanın sesini duydum ama hâlâ şaşkınlığımı üstümden atamadığım için herhangi bir tepki veremiyordum. Mustafa hoca bana bir tokat atınca sendeleyip yere düştüm. "Onların oyununa geldin, vesveselerine yenik düştün! Kendi ellerinle onu cinlere teslim etmiş oldun! "

    "N-neler oldu az önce" hocanın söylediklerini duyuyordum ama idrak edemiyordum. " Onur onlarla sürekli iletişim halindeydi. Sizi takip edip onlara haber yetiştiriyordu. Benzinliğin arkasında ki olayaın nedeni de Onur du! Sizin yalnız çıktığınızı görünce onlara haber vermiş. "

    Duyduklarım ağır geliyordu, nasıl olurda arkadaşlarının ölebileceğini bile bile bunu yapardı! Beraber geçirdiğimiz onca zamana arkadalığımızın anısına hiç mi önem vermiyordu! Ben konuşabilecek durumda değildim hâlâ yerde duruyordum az önce yaşananlar vicdanımın terazisini zorluyordu. Bir yanım hak ettiğini buldu diyordu ama diğer yanım suçlunun ben olduğunu söylüyordu.

    Tahsin " Nasıl öğrendiniz? " derken sesindeki acı çok netti, onlar uzun zamandır arkadaşlardı aileleride yakındı yani beraber büyümüşlerdi.

    "Siz dolaşmaya çıktıktan yaklaşık dört-beş saat sonra o da biraz dolaşmak istediğini söyledi. Arkadaşlarınız biz de gelelim dediğinde istemedi yalnız gideceğini söyleyip çıktı. Ben de ne olur ne olmaz diye Hafsa'ya onu takip etmesini söyledim.

    izlendiğinden habersiz olduğu için ormanın karanlık bir köşesine gidip onlarla iletişime geçmeye çalışmış. Hafsa hemen müdahale edip bana haber verdi. Bende hocanıza olup biteni anlattım ve gidip onu aldık. Kaçmaya çalışınca da onu sandalyeye oturtup ritüeldeki çemberin aynısıyla cinlerin ona ulaşmasını engelledik.

    Hafsa da üzerine baskı yaparak onu orda tutuyordu. Ahmet onu çemberden çıkarana kadar gayet iyi gidiyorduk bir çok şey öğrenebilirdik. Hafsa da seni tuttuğundan dikkati dağıldı. Sonuç olarak da cinler gelip arkadaşınızı zütürdü. Bütün uğraşlar boşa gitti. Şimdi onu nasıl ellerinden alırız benim bile fikrim yok! "

    Mustafa hocanın siniri gözlerinden taşıyordu ve elleri titriyordu. Sinirlenmekte haklıydı da işini tahminlerimin ötesinde zorlaştırmıştım. Ben de kendime kızıyordum çünkü anlayıp dinlemeden hareket ederek bizimle uğraşan şerlilere büyük bir koz vermiş oldum.

    istediklerini yapmış olmak beni yıkmıştı. Nasıl böyle bir oyuna gelebildim nasıl beni kullanmalarına izin verdim. Onur her ne kadar yalnış yapmış olsa da benim yüzümden hayatının bitebilecek olduğu düşüncesi içimi kemirmeye başlamıştı bile. Ben onun gibi değildim bu düşümceyle başa çıkamazdım!
    Tümünü Göster
    ···
  18. 18.
    +21
    ONUR

    Son günlerde yaşanan olaylar pgibolojimi tamamen harap etmişti. Arkadaşlarımdan da destek bulamıyordum çünkü başlarına gelen her şeyin benim yüzümden olduğunu düşünüyorlardı.

    Oysa ki bu hepimizin ortak hatasıydı kitabı getiren ben olabilirim ancak Ahmet dışında hepimiz okumayı istedik. Ahmeti de hep beraber ikna ettik. ironiktir ki okumamak konusunda direten kişi ritüeli yapmıştı.

    Ritüeli tamamladıklarında cinin gelmediğini düşündüler ama o gelmişti ben bir mumun üzerinde onun dumansı bedenini görmüştüm. O şey kitaptan yönergelerle oluşturduğumuz çemberin bozulmasını bekliyordu ben bunu anlamıştım çünkü dedem sayesinde daha önce böyle durumlarla karşılaşmıştım.

    Yaratık bizim bilinçsiz ve güçsüz olduğumuzu biliyordu. Çemberden kurtulduğu anda üstümüze saldıracaktı. Bende hem arkadaşlarım hemde kendim için onlar çemberi kırmadan önce cinin beden bulduğu ateşi söndürdüm.

    Bunun sadece onu kaçıracağını sanıyordum ama yanılmıştım. Bu hatanın bedelini ağır ödeyecektik. O gün cin bedenime girdiğinde zihnimde konuşmalarını duyuyordum. Ölümüne sebep olduğum cin kabilelerinin önde gelen ifritlerinden Kâbir'in kardeşiymiş.

    Kâbir'in kardeşinin canına karşılık bizden birini almadan durmayacaklarını söylüyorlardı. Vücudum Ahmet'e doğru ilerlerken onun gözlerindeki korkuyu gördüm, vücudumu durdurmaya çalışıyordum ama başaramıyordum bedenimdeki şerliler çok güçlüydü. Zihnim korkunun da etkisi ile zayıf düşüyordu.

    Her ne kadar onu sevmesem de ölümünü seyretmek istemiyordum, içimde haykırarak ağlıyordum ama bunun hiç bir şeye faydası olmuyordu. Onu nasıl öldüreceklerini zevkle birbirlerine anlatırlarken elimden hiç bir şeyin gelmiyor oluşu beni çıldırtıyordu. Bedenim ona iyice yaklaştığı sırada Ahmet'in okuduğu dualar işe yaradı. O mahlukların acı dolu haykırışlarını duyabiliyordum, okunan sureler onları yakıyordu.

    En nihayetinde acıya dayanamayarak vücudumu terk etmek zorunda kaldılar, giderken içlerinden biri "Bitmedi! " dedi benim ağızımı kullanarak. Bu konuda ciddi olduğunu tüm benliğim ile hissetmiştim, bu daha başlangıçtı.

    Mesut hoca beni düzelttikten sonra bayıldığımda onların sandığının aksine kurtulmamıştım.

    Ruhum onların alemindeydi. Gökyüzünün kızıl olduğu bir ormandaydım her yer göz alabildiğine simsiyahtı, neredeyse başka bir renk yoktu. Ellerim ve ayaklarım bağlı olarak yerde yatıyordum. Etrafımda dumansı bedenleri ile bir sürü cin dönüyordu ve her biri bana lanetler yağdırıyordu. Hissettiğim korkunun tarifi olamazdı.

    Aralarından çıkan kıssa boylu cübbeli bir cin elinde tuttuğu ağaç dalından asa ile ağır ağır yürüyerek yanıma geldi. Baş ucuma geldiğinde asasını havaya kaldırdı, etrafta dönen bütün cinler bir anda durdu ve başımda duran yaratık kaldırdığı asayı bütün gücüyle kaburgalarıma indirdi. Hissettiğim acı uç noktalardaydı ve dalgalar halinde bütün vücuduma yayılıyordu.

    Ağzımdan kontrolüm dışında acı bir çığlık firar ettiğinde hepsi kahkahalarla gülüyorlardı avını parçalamak üzere olan sırtlanlar gibiydiler. Sonra tekrar vurdu daha sert bir şekilde, tekrar ve tekrar.

    Hastalıklı kahkahaları kulaklarımı doldururken kurtulmak için dua etmek istiyordum ama her hücremi etkisi altına alan ölüm korkusundan aklıma hiç bir şey gelmiyordu.

    Karşımda dikilen cin asasını tekrar havaya kaldırdı ve kendi dillerinde bir şeyler söyledi. Hemen ardından havaya kaldırmış olduğu asasının ucundan kıvılcımlar çıkmaya başladı. Bu sefer vurmak yerine sadece karnıma dokundurdu asayı.

    Beni canlı canlı yakıyordu! Öyle bağırıyordum ki ses tellerim parçalanacak gibiydi. Ateş sadece derimi yakmakla kalmıyor iç organlarıma da işliyordu. Bağırmamaya çalışıyordum ama kendimi durduramıyordum.

    Sürekli bağırdığım için nefes alamıyordum, kendi çığlıklarımın arasında boğuluyordum. Burnumdan ve ağzımdan boşalan sıcak kanı hissedebiliyordum.

    Ciğerlerimin parçalandığını hissediyordum, kalbim sıkışıyordu beni bir an önce öldürmesi için yalvarmak istiyordum ancak onu bile yapamıyordum.

    Acıdan kıvranan aciz bedenim karşıdında kahkahalarla gülen varlık kulak tırmalayan tiz sesi ile konuştu " Sizin cehenneminiz ben olucam! ". Ben hâlâ acıyla haykırmaya devam ederken arkamdaki kalabalıktan bir çığlık sesi yükseldi.

    Cin dikkatini oraya yönelttiğinde asayı üzerimden çekti ve en sonunda nefes alabildim. Bulunduğum mekânın havası soluduğumda zaten mahvolmuş olan ciğerlerimi daha yakıyordu.

    Bir süre kendi aralarında konuştuktan sonra yaratık cübbesinin başlığını çıkardı, korkunç yüzünde katıksız bir öfke vardı. " intikamı alınacak! " sinirle haykırışı titrememe sebep olmuştu. Büyük bir hışımla bana tekrar vurmaya başladı, dayanılmaz acı karşısında tek yapabildiğim ağlamaktı. " Yanan askerimin yerini sen alacaksın!"

    Neyi kast ettiğini anlamasam da her şeyi kabul etmeye hazırdım yeterki bu işkenceden kurtulayım. " Tamam, tamam ne istersen kabul! " Yaratık bana vurmayı kestiğinde çarpık dişlerini göstererek gülümsemeye başladı " Bana çağıranın ismini söyle, senin yerine geçecek! "

    Hiç düşünmeden "Ahmet" dedim çünkü bu işkenceyi bir daha yaşamak istemiyordum. Hem kendi çapında korunabilecek biriydi. Ben olacağıma o olsun. " Askerlerim yanında olacak! Benim için çalıştığın müddetçe senin için çalışacaklar! "

    itiraz etmedim, zaten istesem de edebileceğimi sanmıyordum. "Şimdi git benim için kapıları aç! " daha ne kapısı demeye kalmadan gözlerimi yurdun yatakhanesinde açtım.

    Dışarıdan gelen sokak lambasınım sarı ışığı içeriyi biraz olsun aydınlatıyordu. Etrafta biraz göz gezdirip herkesin uyuduğuna emin olduktan sonra yavaşça yatağımdan kalktım. Odayı aradığımda kapının ve camların üzerine yapıştırılmış olan üç tane vefk gördüm.

    Benden bunları kaldırmamı istiyordu anlaşınan, yavaş adımlarla odanın köşesinde duran dolabıma gittim ve metal kapağını yavaşça açtım. Bavulumun yandaki küçük bölmesinde duran çakmağı alıp cama ilerledim. Elimi vefke uzattığımda bir an kararsız kaldım. Bunu yaparsam Ahmet'in başı büyük belaya girecekti ama yapmazssamda korkuç işkencelerin bir sonu gelmeyecekti.

    Çektiğim acıları düşününce hemen vefki yerinden söktüm ve ateşe verdim. Yaklaşık yarısına kadar yandığında hemen söndürüp yerine astım. Aynı işlemi diğerlerine de yaptıktan sonra odadaki ani ısı artışını fark ettim. O burdaydı.

    Hemen yatağıma geçip olacakları seyretmeye başladım. Kâbir odanın ortasında belirdiğinde içimde büyük bir korku baş gösterdi. Ya anlaşmayı bozup bana saldırırsa diye düşürken zihnimde onun sesi yankılanmıştı. " Bu gün benden sana zarar gelmez! "

    Ahmetin yanına ilerleyip baş ucunda bir süre dikildikten sonra elini sertçe karnına bastırdı. işini bitirdiğinde bana son bir bakış atıp ortadan kayboldu. O gittikten sonra aklımda takılan şey kurduğu cümle oldu. Daha doğrusu cümlenin başında ki "Bu gün" kısmı. Üstü kapalı bir tehditdi bu!
    Tümünü Göster
    ···
  19. 19.
    +21
    Onur'un ortadan kaybolmasının ardından yaklaşık beş saat geçmişti saat gece ikiye yaklaşıyordu. Bana hazırlanan yatakta uzanmış öylece tavanı izliyor ve yaşananları düşünüyordum.

    Mustafa hocanın dediğine göre cinlerin vesvesesi yüzünden öyle davranmışım. Belki biraz hakkı vardı ama bunu yapmamın asıl nedeni vesveseler değildi. Derinlerde bir yerde ben de bunu istemiştim. Hemde olayların başladığı ilk günden itibaren.

    Şu an yaptığım şeyden pişman olup olmadığıma emin değildim. Bir yanım Onur'un başına gelenleri sonuna kadar hak ettiğini söylese de kanlar içindeki yüzü aklımdan bir türlü çıkmıyordu. Şu an uyanık olmamın yegane sebebiydi.

    Ona saldırdığım zaman ilk başta kontrolü kaybetmiştim ancak daha yere damlayan ilk kanda kendime gelmiştim. Yinede durmadım, durmayı istemedim. Yaptığı her şeyin hesabını bu şekilde ödetmek istedim. Asıl problem o durumdan zevk almış olmam dı durmak zorunda olmamak engelenememek hoşuma gitmişti.

    Vicdan mukayesemin içinden çıkamayacağımı anlayınca düşünmekten vaz geçmiştim. Boş vermek en iyisiydi bu durumda. Zaten her şey olacağına varmıyormuydu! Hem belki onu zütürdükleri için biz kurtulurduk da. Sonuçta artık Onur işlerine yaramaz, onu sağ tutmaları için bir neden yok.

    Ama içimden bir ses Onur'u zütürmüş olmalarının kurtuluşumuz için yeterli olmayacağını söylüyordu. Kaçırılmadan önce gülümsüyordu hatta teşekkür bile etmişti. Yaklaşık yarım saat bu düşüncelerle boğuştuktan sonra göz kapaklarım ağır gelmişti ve uykuya daldım.

    • **
    Sisli karanlık bir ormanda dolaşıyordum. Normalde karanlıktan hoşlanmazdım ancak burada farklı bir durum söz konusuydu. Karanlık beni rahatlatıyordu, dünyanın sorunlarına ve korkularına göz yumabilmemi sağlıyordu. Sanki karanlığın dışına çıkarsam aydınlıkta bekleyen sorunlar üzerime çullanıp beni boğacak gibiydi.

    Ormanda huzurla yürümeye devam ederken küçür bir dereye rastladım. Derenin kenarına diz çöküp serin suyu avuçlarımın arasına aldım ve kana kana içtim. Su bana çok iyi gelmişti her bir yudumda içim daha da ferahlamıştı. Avuçlarıma biraz daha su alıp yüzümü yıkadım.

    Ayağa kalkmak üzereydim ki sol tarafımdan bir çığlık yükseldi. içimdeki tüm huzur yerini katıksız bir korkuya bırakırken kalbim boğazımda atıyordu. Yakınımda bir şeylerin varlığını hissediyordum. Kafamı yavaşça sesin geldiği yöne çevirdiğimde tam karşımda bir mağara gördüm. Dolunayın altında tüm kudreti ile yükseliyordu.

    Çığlığın kaynağı orasıydı ve içinde belli belirsiz bir ışık vardı. Bütün iç güdülerim arkamı dönüp gücümün yettiğince koşmam için haykırsa da kendime engel olamıyordum. Beni oraya yönlendiren şey kesinlikle irademden daha güçlüydü. Ayak sürüterek mağaraya doğru ilerlemeye başladım.

    Her bir adım sona yaklaştığımın habercisi gibiydi. Ölümün uğursuz soğukluğu tüm bedenimi sarmıştı. Bu fikre nereden kapıldım bilmiyorum ama o mağaraya girmenin benim sonum olacağını biliyordum.

    Artık iyice yaklaşmıştım, nefesim daralıyor ve gözlerim yanıyordu. Mağaranın içinden yanık et kokusu geliyordu. Girişine geldiğimde ise uzaktan görülen o loş ışığın ateş olduğunu anlamıştım. Bir adım daha attığımda yanık et kokusunun da kaynağını öğrendim.

    Atşenin hemen önünde yarı çıplak yatan Onur'un başında kıssa boylu cübbeli bir şey vardı. Ateşin içinden çıkardığı ak kor halindeki demir sopayı onun göğüsünden başlayarak boylu boyunca gövdesinde gezdirdi.

    Onurun acı haykırışları mağarayı inletirken o şey kahkalarla gülüyordu. Ağlayarak durması için yalvaran Onur'u duymuyormuş gibi hiç bir tepki vermiyordu. Onurun yüzüne doğru epilip bir şeyler fısıldadığında hızlı bir hareketle bana döndü.

    Bu Kâbir di! Ben daha kımıldamaya fırsat bulamadan burnumun ucunda belirmişti. Elindeki demir sopayla bana vurmaya hazırlanırken tanıdık bir ses duymamla irkildim.

    • **
    Gözlerimi açtığımda önümde uzanan kasvetli ormanı gördüm. Neler döndüğünü anlamam uzun sürmedi. Rüyamda bana sahte bir huzur verirken buraya kadar sürüklemişlerdi. Evin karşısındaki ormana gelmiştim. Uyanmakta biraz daha geç kalsam ormanın içine girmiş olacaktım.

    Hafsanın "Kaç!" diyen korku dolu sesini duyduğum da gözlerim hemen karşımda duran ormanda bana bakan ateş kırmızısı gözlerle buluştu. Korkudan donup kalmıştım parmağımı bile oynatamıyordum.

    Gözler bana yaklaşırken Hafsa aramıza girdi. Bana sert bir tokat attığında biraz geriledim ve kendime geldim. O şerli hızlanarak üzerime gelmeye başladığında Hafsa önüne geçip onu omuzlarından kavradı. Benim için onunla kavga ediyordu! Hemen bağırarak eve koşmaya başladım.
    "Mustafa hoca! Yardım et! "

    Bildiğim bütün duaları okuyarak tüm hızımla eve koşuyordum. Kapı eşiğine vardığımda tiz bir kadın çığlığı duydum. Aklıma gelen şeyle gözlerim dolmaya başladı ve yere düştüm. Düşündüklerimin gerçek olmaması için dua ederek kafamı arkama çevirdiğimde dünyam başıma yıkıldı. Hafsa yerde yatıyordu ve bulunduğu kısım kan gölüne dönmüştü. O, o beni korurken öldürülmüştü!!
    Tümünü Göster
    ···
  20. 20.
    +22
    3 part birden atayım o zaman.

    Yerde kanlar içinde yatan Hafsa'nın cansız bedenini çiğneyip geçen Kâbir yavaşça bana doğru geliyordu. Kendinden o kadar emindi ki hiç acele etmiyordu. Zaferini ilan ediyor gibiydi.

    Hâlâ Hafsa'nın cansız bedeninden gözlerimi ayıramazken kaçmak için çaba sarfetmiyordum bile. Ölenin o olması mı gerekiyordu, hiç bir zorunluluğu ve suçu yokken benim için kavga etti ve bir an bile tereddüt etmeden canını verdi! Hayır bu böyle olmamalıydı!

    Cin dibime kadar gelmişken son bir gayret ile kapı eşiğinden içeri süründüm. Mustafa hocanın evine onun gibiler izin verilmedikçe giremezdi. içeriye tamamen girmeyi başardığımda yalnız olmadığımızı hissediyordum ikimizden başka biri bu olayı izliyordu.

    Ancak bu beni rahtlatmamış aksine daha da germişti. Kâbir eşiğe geldiğinde durup hareketsizce beni izlemeye başladı. Arkamdan duyduğum belli belirsiz adım sesleri ile ikimiz de o yöne baktık.

    Gelen Mustafa hocaydı arkasından vuran gaz lambasının loş sarı ışığı sayesinde sadece karanlık bir silüet görünüyordu. O sakin adımlarla aşağı kata inerken ben kendimi tutamayarak ağlamaya başladım.

    " Y-yardım et! ( Hıçkırıklarımın arasında çıkan güçsüz ve boğuk sesim ile) Hafsa öldü, beni korumaya çalışırken öldürdü onu! "

    Hoca aşağı kata indiğinde ay ışığının yardımı ile yüzünü gördüm elinde tuttuğu kahve rengi bez çuvaldan yere kan damlıyordu. Gözleri yuvalarından çıkacakmışcasına açıktı. " Biliyorum! Ama bir yanlışın var onu sen öldürdün sen olmasan hepsi yaşıyor olurdu! "

    " Hepsi mi! "

    Elinde duran çuvalı sert bir hareket ile savurduğunda çuval ahşap duvara çarpıp yere düştü. Ardından Tahsin'in kegib başı önüme yuvarlandı. Son nefesindeki dehşetin izleri sıcaklığını kaybetmiş solgun teninde duruyordu. Gözlerindeki insanın içini ısıtan umut dolu bakışlar şimdi ölümün soğukluğunu taşıyor ve beni iliklerime kadar titretiyordu.

    Mustafa hoca ağır hareketlerle gelip çuvalı kaldırıp ters çevirerek içindeki bütün bedensiz başları önüme serdiğinde hiç bir tepki veremiyordum. Sadece arkadaşlarımın ve hocamın başlarına bakıyordum.

    Beraber geçirdiğimiz bütün günler gözümün önüne geliyordu. Yurtta yaşadığımız berbat günlerde birbirimize verdiğimiz yalandan teselliler. Mesut hocanın bizim için çırpınışları, Tahsin'in kendi korkularını unutup bizim neşelenmemiz için yaptığı espirileri.

    Bunlar bana ağır geliyordu, kaldırabileceğiminden çok daha fazla. Ruhumun parçalara ayrıldığını hissediyordum içimde bana dair kalan her şey yok oluyordu sevgi, merhamet, neşe hepsi gitmişti. Artık yaşamanın bir önemi yoktu bedenim tek bir şey için yanıp tutuşuyordu. Tek istediğim intikam dı bunu yapan kişiyi parçalara ayırmak istiyordum. içimde yanan ateş dışarı çıkmak için bedenimi zorluyordu.

    " Çok mu üzüldün! (Histerik bir kahkahanın ardından) merak etme seni yalnız bırakmak niyetinde değilim! " Kuşağından çıkardığı büyük bir hançer ile üzerime yürümeye başladı. Kapıda duran cin büyük bir zevk ile bizi izliyor ve iğrenç tiz kahkahalar atıyordu. Hüddam hançerini havaya kaldırmıştı ki bütün gücüm ve hırsım ile üzerine atladım adam benim iki katım kadardı ama öfke ve intikam gözümü döndürmüştü. Ölümden korkmuyordum.

    Hançeri tutan elini yakaladığımda büyük bir kuvvet uygulayarak elimi büktü. Ardından duyulan çatırdama sesi kırılan bileğimden gelmişti ama umursamadım acıyı hissetmiyordum bile. Hâlâ onu tutmaya çalışıyordum.

    Sert bir hareket ile beni geriye itip hançer ile kolumda derin bir kegib açtı. Bu zaten sınırlarımı çoktan aşmış olan öfkemi daha da katladı. Kendi kanının kokusunu alan yaralı bir hayvan gibiydim.

    Bütün gücümle diz kapağına bir tekme atıp yere düşmesini sağladım aşırı bir hız ve güç ile hançeri elinden aldığım gibi bir an bile duraksamadan kalbine sapladım. Ete giren hançerin çıkardığı ses kulaklarıma müzik gibi gelmişti. Dudaklarının arasından çıkan boğuk inilti ile gözleri iyice açıldı.

    Ağzından fışkıran kanlar eşliğinde son nefesini verirken durmaya niyetim yoktu. Hançeri çevirerek göğsünden çıkardım ve tekrar sapladım tekrar, tekrar ve tekrar. Artık kahkahalar atıyordum gerçekten hoşuma gidiyordu. Canını aldığı her bir arkadaşım için daha sert saplıyordum.

    En sonunda hırsımı alıp yorulduğumda üzerinden çekildim ve hemen yan tarafına devrildim. Gülmeye devam ederken benim sesime karışan diğer kahkahalar ile kendime geldim daha işim bitmemeşiti.

    Yerden hızlıca kalkıp o şeyin üzerine doğru koşmaya başladım. Kaçmıyor veya herhangi bir girişimde bulunmuyordu. Onun yanına vardığım sırada ayaklarım ilerlemeyi kesti ve ona doğrulttuğum hançeri kendime çevirdim.

    Bunların hiç birini isteyerek yapmıyordum o beni kontrol ediyordu. Birden dizlerimin bağı çözüldü ve yere çöktüm sanırım bu yolun sonunuydu ölümden zerre korkum yoktu ama o yaratığa zarar verememiş olmak beni kahrediyordu. Her ne kadar dirensemde ellerimin boğazıma ilerleyişini durduramıyordum.

    Soğuk çelik boğazım ile buluştuğunda nefesim kesildi ve vücudum titremeye başladı gözlerim kapanmadan önce gördüğüm son şey Kâbir'in gülümsemesiydi. " En başında direnmesen ölen sadece sen olurdun. "
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      +1
      Bitti mi lan
      ···