/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
  1. 26.
    +1
    BiR BiNE

    Nereden düştüm ki böyle işe? Tamam ben sadece hortumu tutuyorum ama köpek tam bir facia. Havlıyor, kaçmaya çalışıyor. Yani yerinde durmuyor. Abim zar zor tutuyor.

    Talat-“Sudan korkuyor herhalde.”

    b-“ismi köpük ama sudan korkuyor. Deniz güzel isim seçmiş.”

    Talat-“Kaşınma valla salarım köpeği üzerine.”

    b-“Ne yaptım be şaka yaptım sadece.” Köpek birden sakinleşti. Neyse yıkayabiliriz artık.

    Köpük-“Geri geldim.” Talat bıraktı ve

    Talat-“Sonunda abla. Nerede kaldın? Şu köpeği yıkamak tam bir işkence. Şimdi işimiz kolaylaştı.”

    Köpük-“Zamanında Köpük’ü suyla zehirlemeye çalışmışlar. Onun için de sudan korkuyor. Sadece sokaktaki su birikintilerinden su içiyor.”

    b-“Dur tahmin edeyim. Köpeğin bedenine girince zihnini de okuyorsun değil mi?”

    Köpük-“E yani, doğal olarak.”

    b-“Ben içeriye geçiyorum. işimiz bittiyse eğer.”

    Talat-“Daha yıkamadık hatırlatırım.”

    b-“Ablam geldi işte durur orada sakin sakin yıkarsın. Hem hava da karardı.”

    Talat-“Abla istersen yıkandıktan sonra dışarıda kalma içeri…”

    Köpük-“Beni ablan olarak görme. Ben sadece bir köpeğim. Doğal olarak da dışarıda kalacağım. Ve Bir Bine. Yarına kadar kafanı toparla. Yarın seni hayvanlara alıştırmaya çalışacağım.” Bugünkü Pelinsu olayından sonra bir zahmet alışayım artık.

    Talat-“Valla abla ben yıllarca uğraştım alıştıramadım, sen nasıl alıştıracaksın merak ediyorum doğrusu.”

    Köpük-“Alışmak zorunda.” Dedi ve havladı.

    Talat-“Neden havladın?” Sevim yenge balkondan bağırdı:

    Sevim-“Talat. Bir Bine. Sofra hazır gelin.” Dedi ve içeriye girdi.

    Köpük-“Köpeklerin 6. hissi kuvvetlidir. Onun için genelde kedi veya köpek kalmayı tercih ediyorum. insan halim olsa belki daha güzel olabilirdi. Haa. Bir Bine. Gitmeden önce bir beni sev bakalım. Ablan gelmiş en azından kafamı sevebilirsin.”

    b-“Yarın yapmayacak mıydık ya?”

    Köpük-“Ben bugün istiyorum. Ablanı kıracak mısın?”

    b-“Tamam.” Gözlerini kapattı ve bana doğru yaklaşmaya başladı. Kafama hafifçe dokundu. Sonra geri çektim.

    Köpük-“O nasıl sevmek öyle? Hissetmedim bile. Daha sert sev.” Eli ile daha sert bir şekilde dokundum ve çektim.

    b-“Yeter mi?”

    Köpük-“Tamam tamam yeter. Siz yemeğe gidin.”

    Talat-“Sana da yemek getiririz.”

    Köpük-“Benim yemeğim orada. Karının ismi neydi?”

    Talat-“Sevim.”

    Köpük-“Tamam. Bak Sevim bana da yemek hazırlamış. Ben şimdi onu bir güzel yer uyurum.” Orada köpek maması vardı.

    b-“Onu yemek sıkıntı olmaz mı?”

    Köpük-“Ne demiştim. Ben insan değilim şu anda. Hem bu vücudu en iyi o mama besler. Siz beni düşünmeyin. Gidin yemeğinizi yiyin.” Sevim tekrar balkona çıktı ve:

    Sevim-“Talat hadi.”

    Talat-“Geliyorum hayatım. Sana kaç kere söyledim ayağa kalkma diye.” Dedi ve söylene söylene içeri girdi. Ben de içeri girerken son bir kez arkama baktım. ilk önce bir silkelendi. Sonra da mamayı yemeye başladı. Gerçekten de köpek mamasını yiyor. Iyy. Bende mi böyle olacağım acaba?
    Tümünü Göster
    ···
  2. 27.
    +1
    Sofrada yemeğe başladık.

    Talat-“Sevim. Unutturma seni kollarından yatağa bağlayacağım. Kaç kere dedim hareket etmeyeceksin diye? Ve ev niye bu kadar temiz görünüyor? Yine temizlik mi yaptın sen?”

    Sevim-“Ne yapayım canım sıkılıyor valla. Müge Anlı bitince izleyecek bir şey kalmıyor ben de temizlik ve yemek yapıyorum.”

    Talat-“Aşkım sen iste sana dizi çekeyim ama yeter ki sen ayağa kalkma. Yat dinlen. Zaten hamilelik sporu mudur nedir ona izin verdim. Bir de canım sıkılıyor temizlik yapıyorum diyorsun.”

    Deniz-“Yemeğimi bitirdim. Köpük ile oynayabilir miyim?”

    Talat-“Hayır kızım. Akşam oldu. Şimdi çıkamazsın.”

    Deniz-“Yaaa. Ama yemekten sonra oynarsın demiştin.”

    Talat-“Öyle demiştim ama akşam oldu. Babanın işleri var, annen kardeşini taşıdığı için dışarı çıkamaz.”

    b-“Ben onunla çıkarım. Çocuk heves etmiş oynasın.” Talat başını kaşıdı. Genelde istemediği bir şey olduğunda ve zor durumda kaldığında böyle yapar.

    Talat-“Tamam çıkın. Ama yarım saat.”

    b-“1 saat.”

    Talat-“45 dakika.”

    b-“Anlaştık.” Deniz bana sarıldı ve

    Deniz-“Amcaa. Teşekkürler.” Dedi. (Gökyüzü bulutlanır ve arkadan fon müziği “Bana amca dediler”)

    Sevim-“Ama önce ne yapıyoruz? Ellerimizi yıkıyoruz.”

    Deniz-“Tamam.” Dedi ve lavaboya yöneldi. Talat bana döndü ve:

    Talat-“Yine yaptın yapacağını. Akşam akşam dışarı mı çıkarılır çocuk?”

    b-“Abi, paronayaklaştın herhalde. Arka bahçene çıkıyoruz. Sanki sokağa mı bırakacağım? Bırak biraz serbest kalsın çocuk.”

    Sevim-“Evet yani arada beni de bıraksan güzel olur.”

    Talat-“Lan Bir Bine. inşallah evlenirsin de benim durumumu anlarsın.”

    b-“Ne beddua eder gibi söylüyorsun? Tabi evleneceğim.” Deniz geldi ve:

    Deniz-“Hadi amca çıkalım.”

    Talat-“Dediğim gibi. 45 dakika.”

    b-“Anladık.” Dedim ve sonunda bahçeye çıktık.
    ···
  3. 28.
    +1
    Deniz hemen köpeğe koştu ve

    Deniz-“Köpüüük.” Dedi. Sonunda yanına vardı ama köpek Deniz’in boyunda. Deniz daha 4 yaşında. Yani evlenir evlenmez çocuk yapmadılar. Ben sandalyeye oturdum ve uzaktan izlemeye başladım. Gerçekten de köpek konuşuyor. Hem de ablam olduğunu iddia ediyor. Hatta ablam ile ilgili her şeyi biliyor. Ve ablam olabilir de. Ben de bunu öğreneceğim demek. Çok sıkıntılı bir durum. Hayvanlardan korkarım. Ama bir hayvan olmak? Apayrı bir mevzu.

    Deniz-“Amca. Köpük sana bakıyor.”

    b-“Tamam baksın. Bir şey yok Köpük. Yeğenin ile oyna sen.” Benim dalgın halim için endişelendi herhalde. Deniz dediğimi anlamadı ama ablam anlamıştı. Ve onunla oynamaya devam etti. Nereden bu duruma düştüm ben? Yarın işim yok derken ablam durduk yere üzerime koşmaya başladı. Ben de doğal olarak kaçmaya başladım:

    b-“Köpük dur oğlum. Dursana lan. Lan yaklaşma.” O da havlayarak üzerime doğru geliyordu. Deniz de gülüyordu. Kaçarken bir anda aklıma bir anım geldi.

    iLKOKUL ZAMANLARI

    Her okulun bir zorbası olur. Yani Türk işi zorbalar. Bilirsiniz size abi gibi yaklaşır, her şeyi biliyormuş gibi gösterir ama sizi eğitmek ayağına ağzınıza sıçarlar. Ondan sonra da “ben senin abin değil miyim?” diye duygu sömürüsü yaparlar. işte ben daha 4. sınıftayken 8. sınıfta bir abim vardı. Her tenefüs heves yapar onun yanına giderdim. O da beni köle gibi kullanırdı ama bilmezdim. Sadece onun “aferin lan adam oluyon sen” lafına kanardım. Gerçekten adam oluyorum sanırdım. Bir gün beni okul çıkışı parka çağırdı. Ben de dediğini yapıp parka gittim. Yanında bir köpek vardı. Tabi korktuğum için uzak duruyordum. Ama o zamanlar bu kadar korkmuyordum.

    Abi-“Bak Bir Bine. Bunu da başarırsan tam anlamıyla erkek olacaksın. Benim de gözüme gireceksin. Şuradaki depoyu görüyor musun? Orada bu köpek ile duracaksın. Bütün öğle orada durursan seni erkek adam ilan edeceğim.” Düşünün erkek adam ilan edilmek ne büyük bir şeref. Tabi o zamanlar benim için öyleydi. Ama yine de korkuyordum.

    b-“Abi ben korkarım köpekten.”

    Abi-“Erkek adam korkar mı lan? Sen nasıl erkeksin?”

    b-“Erkeğim işte.”

    Abi-“Erkeksen köpekle depoda kilitli durursun. Yoksa seni bir daha yanıma almam bak. Gördüğüm yerde döverim seni.”

    b-“Ama abi…”

    Abi-“Aması maması yok LAN. Gir içeriye.”

    b-“Hayır.” Desem de çocuk benim 2 katım. Beni tuttuğu gibi attı depoya ve köpeği de oraya itti. Kapıyı da üzerime kilitledi. Sonra da gitti. Köpek kapının önünde olduğu için hem ağlıyor hem de yardım için bağırıyordum. Köpek en başta sakindi. Sonra yanıma yaklaşmaya başladı. Ama ben çok korkuyorum. Kaçmak istiyorum çok dar. Köpek yanıma kadar geldi ve ben de onu ittim. Köpek yanıma gelmekte ısrar ediyordu. Ben de çığlık atmaya başladım. Ama beni o depoda duyan kimse yoktu. En son köpeğe çok sert vurmuş olacağım ki köpek geri çekildi. Ama o bakışını hiç unutmuyorum. Hissettim herhalde. Nefret dolu gözlerle bakıyordu. Yine. Bir hayvan yine bana böyle bakıyor. Depoda büzülüp kaldım. Saatlerce bağırdım ve ağladım. Sadece öğle arası kadar sürecekti ama bütün gün hatta gece o depoda kaldım. Sesim kısıldı bağırmaktan, halsiz düştüm açlıktan. Artık bağırmaya mecalim bile kalmamıştı. Sadece köpeğe bakıp bir şeyler fısıldıyordum. Ama o bana nefret dolu gözlerle bakmaya ve uzakta durmaya devam ediyordu.

    Daha sonra biri kapıyı açtı. Açan yaşlı bir adamdı. Beni görünce hemen birine seslendi. O da buraya koştu. Seslendiği kişi Talat abimdi. Köpek zaten kapı açılır açılmaz dışarı çıkmıştı. Abim de içeri girip beni kucağına aldı ve ne olur ne olmaz diye hastaneye zütürdü.
    Tümünü Göster
    ···
  4. 29.
    +1
    GÜNÜMÜZ

    Bu anıdan sonra bir kenara koştum ve orada çömelip içime kapandım. Şoktaydım muhtemelen ve durmadan şunları kısık sesle tekrarlıyordum.

    b-“Sana zarar vermek istememiştim, sana zarar vermek istememiştim. Böyle olacağını bilmiyordum. Özür dilerim. Özür dilerim.” Talat dışarı çıktı ve:

    Talat-“Bir Bine. 45 dakika geçti. içeri girin.” Dese de beni o halde görünce yanıma koştu. Ve bana sarıldı.

    Talat-“Bir Bine. Depoda değilsin. Evimdesin. Sakin ol. Sakin ol.” Daha sonra yavaş yavaş da olsa çözülmeye başladım. Ablam soran gözlerle abime baktı.

    Talat-“Sonra anlatırım sana. Keşke önceden söyleseydim bu kadar sıkıştırma diye. Gel Bir Bine. Eve girelim. Yatağın da hazır, yat uyu.”

    b-“Tamam abi.” Dedim ve gözyaşlarımı silip ablamın tarafına bile bakmadan içeri girdim. Deniz de şaşkın ve biraz da korkmuş bir biçimde içeriye girdi.

    Kendimi yatağıma attım.

    Talat-“Bir şey olursa beni çağır. Pijamalar da masanın üzerinde. Onları giyin öyle uyu.”

    b-“Tamam.” Dedim ve odasına çıktı. Ben de pijamaları giyinip tekrar kendimi yatağa attım. Kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Yine aynısını yaptım. Ne zaman kurtulacağım bu korkumdan? Çok saçma bir korku. Anlamıyorum. Neden bu kadar korkmak zorundayım ki? Gider seversin o da mutlu olur sen de. Yarın itibariyle kendimi zorlayacağım lan. Yetti artık. Bu hayvanlardan kork kork nereye kadar? Bunları düşünürken uyuyakalmışım.
    ···
  5. 30.
    +1
    Sabah oldu ve Talat acele acele hazırlanıyordu. O bugünde mi işe gidiyor ki? Yataktan kalktım ve dünkü yaşananlar aklıma geldi. Midem bulandı resmen o davranışlarımdan. Salak gibi davrandım.

    b-“Günaydın abi. Hayırdır bu ne acele?”

    Talat-“işe geç kalıyorum.”

    b-“iyi de bugün hafta sonu.”

    Talat-“Valla mı lan? Söylemesen bilmeyecektim. Ablam geldi diye projeyi yarım bırakmıştım. Onu tamamlayıp geleceğim. Sen ablamla bugün takılacaksın haberin olsun. Sana bir şeyler öğretecekti. ilk önce sizi bir ormana bırakayım. Sevim sorarsa veterinere gidiyorsunuz.”

    b-“Abi. Ben bu işte olmak istemiyorum. Köprü mü neyse sen olsan?”

    Talat-“Hayvanların tanrısı Haylaus seni seçti.”

    b-“Hayvanların tanrısı mı? Lan çarpılacaz saçma sapan konuşma.”

    Talat-“ister inan ister inanma. Ama şimdi acelem var daha sizi ormana bırakacağım.”

    b-“Bunu yapmak zorunda mıyım?” (“Gitmek zorunda mısın?” akımı aklıma geldi istemsizce)

    Talat-“Bana söz verdin. Yapmak zorundasın.”

    b-“Off yaa. Tamam hazırlanayım.”

    Talat-“Böyle git, üstün kirlenecek ormanda. Kıyafetlerin kirlenmesin.”

    b-“Sanki başka kıyafetim mi yok?”

    Talat-“Bana göre yok. Böyle git diyorsam böyle git.”

    b-“Tamam yav anladık. Sabah sabah bu ne sinir.”

    Talat-“Hadi hadi naz etme arabaya gidiyoruz.” Arka bahçeye çıktık ve ablam uyuyordu. Bizim geldiğimizi anladığı an gözlerini açtı ve bize baktı.

    Talat-“Ormana gidiyorsunuz. Orada daha rahat iletişim kurarsınız.” Dedi ama hiç cevap vermeden ayağa kalktı ve arabaya doğru yürüdü. Ben sessizce:

    b-“Acaba dünkü olay için bana kızgın mı?” dedim Talat’a.

    Talat-“Bilmiyorum. Belki etrafta birileri vardır ondan konuşmuyordur.” Dedi. Arabaya gitti ve ön kapıyı açtı. Ön kapıyı açınca içeriye atladı. Ben de arkaya oturdum. Abim de şoför koltuğuna geçti ve arabayı çalıştırdı ve gaza bastı.
    ···
  6. 31.
    +1
    Talat-“Abla neden konuşmuyorsun?”

    Köpük-“Keyfim yerinde değil.”

    b-“Abla, benim yüzümdense kendini üzme sen ya. Bak sana olayı da anlatacağım. Küçükken üst sınıfımdaki biri beni bir köpekle aynı depoya kapattı. Akşama kadar o köpekle aynı depoda kaldım ve korktum. O yüzden öyle söyledim.”

    Köpük-“Bu anlattığından daha fazlası oldu. Orada yine gördün değil mi? Sana nefret eden gözle bakıyordu o köpek.”

    b-“Evet. Korkudan ona sertçe vurduğum için. Yanıma gelmeye çalışıyordu. Muhtemelen korktuğumu anlayıp yanıma gelmek istedi. Ben de daha çok korkup ona vurdum. O tüm gün boyunca bana o gözle baktı. Ne kadar özür dilesem de değişmedi.”

    Köpük-“Gidip fiziksel olarak özür dileseydin eminim kabul ederdi. O köpek senin dediklerini anlamaz ki. Duygularını anlar sadece. O anda da korkun baskındı.”

    b-“O an aklıma gelen tek şey oradan çıkmak istediğimdi. Sonra abim geldi aldı beni zaten.”

    Köpük-“Bunu bilseydim seni şakasına kovalamazdım. Özür dilerim.”

    b-“Özür dilenecek bir şey yok.” Dedim ve elini başına atıp okşamaya başladım. Ama içimden “o ablam, o ablam o ablam” diyip duruyorum. Ani hareket yapsa korkudan ölürüm herhalde.

    Talat-“Vayy. Korkunu yendin mi?” elimi geri çekip geri çekildim.

    b-“Hala alışma aşamasındayım.”

    Köpük-“Bu kadarı bile benim için yeterliydi.”

    Talat-“Geldik.” Dedi ve ablamın kapısını açtı. Ben de arabadan indim. Her yer ağaçlarla kaplı, her taraf çamur vs. tak gibi bir yer anlayacağınız. Kimse buraya yürüyüşe bile gelmez. Doğru yeri seçmiş. Bizi bir yerde bıraktı ve:

    Talat-“Buradan sonrasını araba ile devam edemem. 600 metre ileride bir kulübe var. Sahibi bizim Hasan Usta’ydı o da vefat etti. Bu kulübe de yıllardır öyle boş duruyor. Orası sizin için iyi bir yer olabilir. Hava falan soğursa oraya girersiniz. Bagajda poşetleri var onları da alın içinde yemek var akşama kadar size yeter. Akşam gelir sizi alırım.”

    b-“Tamam da bu kadar şeye gerek yoktu.”

    Talat-“Ne demek gerek yoktu. Sizi 40 yılda bir görebiliyorum.”

    Köpük-“Neden ki? Aranız kötü mü?”

    Talat-“Aslında değil. Ama Bir Bine bey beni ziyarete gelmiyor.”

    b-“Abi benim de işim gücüm var. Bak daha ev incin duruyor. Hay Allah aklıma geldi şimdi. Daha evi toparlayacağım.”

    Talat-“Akşam senin eve gideriz beraber toparlarız.”

    b-“Valla güzel olur, tek başına toparlanacak gibi değil.”

    Talat-“Beni niye çağırmadın lan doğum günü partine?”

    b-“Mesaj attım ya.”

    Talat-“Bak abla mesajı okuyorum. ‘abi doğum günü partim var gelecen mi?’ Saat kaçta? Ne kadar sürecek? Nerede olacak? Hiçbir şey yazmıyor. Sonra ona geri döndüm ve ‘nerede ve saat kaçta’ yazdım. Bayağı da aradım ona göre işten izin alacaktım. Gece 2 de ‘abi parti çoktan bitti’ yazmış.” Ablam bir iki kere falan havladı. (Hay amk. insanın gerçek hayatta da ablası olunca havladı diye yazıyorum garibime gidiyor)

    b-“Niye havladın?”

    Köpük-“Aslında güldüm. Yakında her yaptığım hareketin sebebini anlayacaksın.”

    Talat-“Sohbetinizi bölmek istemem ama artık ayrılmamızın vakti geldi. işe geç kalacağım.” Dedi ve ablam açık kapıdan indi. Ben de arkadan “görüşürüz.” Dedim ve indim. O da el salladı ve gitti.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 32.
    +1
    Aramızdaki mesafe ilk güne göre biraz daha dardı artık. Aslında alıştım bile sayılır. Sayılır da korkuyorum hala. Yani önceden 2 metreden yakın hayvanlara yaklaşamıyordum şimdi yarım metre mesafemiz var.

    Köpük-“Hala korkuyor musun?”

    b-“Yalan söylemeyi sevmiyorum ama seni de üzmek de istemem. istersen yaklaşabilirsin.”

    Köpük-“Yok, bu mesafe iyi. Zaten acelemiz yok.”

    b-“Eternal’e dönmek için belli bir süren yok mu?”

    Köpük-“Sen öğrenene kadar buradayım, bir sürem yok.”

    b-“Peki bilerek öğrenmesem hep burada kalırsın ne güzel.”

    Köpük-“Bu Haylaus’un pek hoşuna gitmez. Seni eğitmeme bile Hinn izin verdi.”

    b-“Haylaus’u Talat anlattı da Hinn kim?”

    Köpük-“Haylaus’un gölgesi anldıbına gelir. Onun yardımcısı gibi bir şey. Şöyle söyleyeyim Haylaus’un tek saygı duyduğu ve fikirlerine önem verdiği varlık.”

    b-“Haylaus nasıl biri?”

    Köpük-“Umarım görmek zorunda kalmazsın.”

    b-“O kadar korkunç mu?”

    Köpük-“Sana şöyle söyleyeyim daha öfkeli halini görmedim onun.”

    b-“O halde o kadar korkunç.”

    Köpük-“Neyse konumuz bu değil. Eve vardık zaten. Seninle eğitime başlayalım. Öncelikle hayvanlara olan korkunu yenmen lazım. Hayvanlarda seni korkutan şey ne?”

    b-“Bilmiyorum. Sadece yaklaşınca korkuyorum.”

    Köpük-“O zaman şimdi sana yavaş yavaş yaklaşacağım. Ve bende neyden korktuğunu söylemeye çalış.” Yaklaşmaya başladı. Korkuyorum. Ama neden? Yaklaştıkça korkum arttı. Gözleriyle gözlerim denk geldi ve bir anda durdum.

    b-“Gözlerinden korkuyorum.”
    ···
  8. 33.
    +1
    Köpük-“Gözlerimden mi? Ne alaka ya?”

    b-“Sanki her an bakışın değişecekmiş gibi.”

    Köpük-“Nasıl değişecek? Nefret mi edeceğim senden? Küçükken de bundan korkardın.”

    b-“Yani, öyle.”

    Köpük-“O depoda köpekle kapalı kaldığın için mi korkuyorsun? Bu kadar korkacak bir şey olduğunu düşünmüyorum. Hatta çoktan etkisinin geçmiş olması lazımdı. Veya sadece köpeklerden korkuyor olman lazımdı. Benim olduğum zamanlarda da hayvanlar bana nefretle bakıyorlar diyordun. Küçükken bir şey mi oldu?”

    b-“Küçükken bir hayvandan dolayı böyle korkuyorum ama hangi hayvandı hatırlamıyorum. O zamanlar çok küçüktüm.”

    Köpük-“Hmm. O zaman şöyle deneyelim. Gözlerime bakma. Bir kez daha sana yaklaşacağım.” Dedi ve bana yaklaşmaya başladı. Sakinleş sakinleş… Gözlerine bakma. Bakma. Bayağı bir yaklaşınca artık gözlerimi kapattım.

    Köpük-“Topu topu 2 adım kalmıştı. Acaba başka hayvan ile mi denesek? Senin korkmadığın bir hayvan var mı?”

    b-“Bilmiyorum ki.”

    Köpük-“Kuşlardan bile korkuyor musun? Mesela serçe?”

    b-“Serçeden belki korkmam. Neden sordun ki?”

    Köpük-“Hayvanlara olan korkunu yenmek için küçük şeylerden başlamak daha iyi olur diye düşündüm. Şimdi, Köpük’ü bağlayalım ve ben bir serçeye geçeyim.” Zaten abimin verdiği tasma yanımdaydı. Kulübenin yanındaki ağaca tasmasını bağladım. Birkaç kere kaçmaya çalıştı ve kaçamayacağından emin olduktan sonra bir serçe aramaya başladı. Serçeyi gördüğü anda ona doğru baktı ve onun vücuduna geçti. Daha sonra gelip omzuma kondu. Tamam. Korktum ama sakin kalmalıyım. Ablam sonuçta o.

    Serçe-“Serçeden bile korkuyor musun? Bence bir pgibologa gözükmelisin.”

    b-“Gözükeceğim zaten. Ama biraz pahalı yani, kenara koyduğum paraları buna harcamak da istemiyorum.”

    Serçe-“Sağlığın için önemli, bence para tarafından bakmamalısın.”

    b-“Böyle sesin çok şirin çıkıyor.”

    Serçe-“Teşekkür ederim. Şimdi sana olayı anlatayım. Bizim görevimiz hayvanlar ile insanlar arasında bir köprü kurmak. Yani senin köprü olabilmen için önce hayvanlara olan korkunu yenmen lazım. Sonra onların bedenine girmeye başlayabilirsin. Ama senin onların bedenine nasıl gireceğini anlatacağım. Birkaç alıştırma da yapacağız bugün.”

    b-“Bedenlerine mi gireceğim bugün yani?”

    Serçe-“ilk yapışta bedenine girebilirsen en iyi köprü sensindir. Daha kimse ilk yapışında karşısındaki hayvanın bedenine giremedi. Şimdi şöyle sana öğreteyim. ilk önce elinde bir yay hayal et. Yayı tut, ve oku çek. Ok ise senin ruhun olduğunu hayal et.”

    b-“Peki ya hedefi ıskalarsam?”

    Serçe-“Ölürsün.”
    Tümünü Göster
    ···
  9. 34.
    +1
    Serçe-“Şaka şaka. ilk yapışların olduğu için ruhun bir zincir ile bedenine bağlı olacak ve sana belli bir mesafe koyacak. Eğer oku ıskalarsan zincir hemen seni geri çekecek. Buna beden-ruh kanunu deniyor. ileride zincirini de kıracaksın ama şu an sana o zincir çok lazım.” Defter kağıt mı alsaydım acep. Kanun falan ezberleyeceğim sanki.

    b-“Peki şimdi mi yapmaya başlamalıyım?”

    Serçe-“ilk önce imajine etmelisin. Yani hayal et. Gözlerini kapa ve elinde yay tuttuğunu hayal et.” Dediği gibi gözlerimi kapattım ve elimde yay tuttuğumu hayal ettim.

    Serçe-“Şimdi bir ok hayal ve içinde ruhunun olduğunu hayal et. Eğer başarabilirsen okun arkasındaki zincirin de bedenine bağlı olduğunu hissedersin.” Evet. Oku hayal ettim. Ruhumu da okun içinde hayal etmeye çalışıyorum ama çok zor. Zincir kafamı karıştırıyor.

    Serçe-“Şimdi gözlerini aç ve Köpük’e nişan al. Ve emin olduktan sonra da oku bırak.” Dediği gibi nişan aldım ve oku bıraktım. Lakin hiçbir şey olmadı.

    b-“Eee. işe yaramadı.”

    Serçe-“ilk deneyişindi bu. işe yaramaması çok normal. Ben bile bir ayda ustalaştım. Ama ben bunu öğrendiğimde 16 yaşındaydım. Babaannem bana öğretmişti. Tam öğretemeden vefat etti ben de tek başıma çalışmaya başladım ve ustalaştım. Sana 1 hafta, hayvan korkunu sayarsak 2 haftada öğrenebilmen lazım. Zaten asıl olay hayvanın bedenine girdikten sonra başlayacak.”

    b-“Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete diyorsun yani.”

    Serçe-“Ohoo. Şimdiden öyle düşünürsen 5 senede anca öğrenirsin.”

    b-“Ne güzel işte. Eternal’e dönmek için acelen mi var?”

    Serçe-“Eternal hakkında ne biliyorsun?”

    b-“Sadece sonsuz demek olduğunu biliyorum.”

    Serçe-“Eternal hayvan cehennemidir. Orada aklına gelebilecek her türlü eziyete maruz kalırsın. “

    b-“Ve sen oraya mı gideceksin?”

    Serçe-“Evet. Orası artık benim evim.”

    b-“Eğer bunu öğrenirsem sen Eternal’e geri dönersin.”

    Serçe-“Dönmek zorundayım. Geri dönülmez bir hata yaptım çünkü.”

    b-“Ne yaptın peki?”

    Serçe-“Bu da başka bir günün konusu olsun.”

    b-“Öğrenmek istemiyorum. Seni cehenneme atmak istemiyorum.”

    Serçe-“Burası da şu an benim için cehennemden farksız. Baksana. Bir kuş ile ruhumu paylaşıyorum. Sürekli onu baskılamam gerekiyor. Eğer bir anlığına bozarsam ruhum hemen boşluğa gider ve yeni beden aramak zorunda kalırım.”

    b-“Peki insan bedenine geçemez misin?”

    Serçe-“Eğer geçebilseydim bir insan vücudu ile sizin yanınıza gelirdim. Şimdi bu muhabbeti bırakalım da çalışmaya devam et.”

    b-“Tamam” Ablam bana yalan söylemezdi, yine söylemedi. Gerçeği olduğu gibi anlattı. Şu an kendimi kötü hissediyorum. Sanki onu ateşe ben atıyormuşum gibi. Pek odaklanamıyorum sanki. Evet, yay elimde, oka ruhumu koyduğumu düşünüyorum ve yayı bırakıyorum, ok da gidiyor ama ruhum olduğu yerde kalıyor. Bunları çözmem gerekecek.
    Tümünü Göster
    ···
  10. 35.
    +1
    On saattir aynı şeyi tekrar tekrar yapmama rağmen bir sonuç çıkmadı. Sadece yemek molası verdim. Onun haricinde hiç mola vermeden devam ettim ama sonuçsuz.

    b-“Abla. Benim köprü olduğuma emin misin? Hiçbir işe yaramıyor çünkü.”

    Serçe-“Senin bir sonraki köprü olmana karar veren kişi Haylaus’tu.”

    b-“Peki Haylaus ile konuşamaz mısın? Eğer beni eğitirsen seni Eternal’den çıkarsın.”

    Serçe-“Zaten seni normalde Hinn’in bir arkadaşı eğitecekti. En azından Haylaus’un planı buydu. Ama Hinn seni benim eğitmemi istedi.”

    b-“Hinn’in arkadaşı mı? Bir hayvan mı eğitecekti yani beni?”

    Serçe-“Tabi ki bir hayvan eğitmeyecekti. Hinn bir zamanlar insanmış. En azından ben öyle duydum. Dünya’da dostları varmış. Onlardan biri gelip seni eğitecekti.”

    b-“Kafam çok karıştı. Şimdi benim bildiklerim şunlar; Haylaus insanlardan nefret ediyor, ama yardımcısı eskiden bir insan mıydı?”

    Serçe-“Bu çok daha karışık bir durum. Ve ben de cevaplarını bilmiyorum. Ama senin için önemli olan şey şu an söylediğim şeyi başarman. Oldukça iyi gittiğini düşünüyorum. Hem akşam oldu. Birazdan Talat gelir.” Dedi ve omzumdan uçup bir ağaca kondu. Daha sonra da köpeğin vücuduna geçti. Bu sefer köpeğin vücuduna geçerken bir enerji dalgası gördüğümü sandım. Hatta gördüm. Köpeğin içine girdi ve:

    b-“Abla, sen şu an Köpük’ün içindesin değil mi?”

    Köpük-“Hmm. Ruhu görmeye başlamışsın. Bu iyiye işaret. 2 hafta demiştim değil mi? 2-3 günde öğrenirsin. Bu oku atmayı öğrendikten sonra olay başlıyor. Evinde de alıştırma yap. Gördüğün kuşa falan ok atmaya çalış. Ben de seni izliyor olacağım.”

    b-“Beni nasıl izleyeceksin?”

    Köpük-“Seni izlemek zor olmaz. Sokakta gördüğün her hayvandan biri ben olabilirim. Şimdi yola doğru yürüyelim.” Dedi ve önden yürümeye başladı. Ben de arkasından yürümeye.

    Talat’ı sadece 5 dakika kadar bekledik. Talat da hemen geldi. Yola çıktığımız andan beridir telefonum deli gibi titriyor. Bir huzur verin. Telefon ormanda çekmiyordu. 27 Whatsapp mesajı hepsi de Mert’ten ve 34 arama. Yine hepsi Mert’ten. Yuh amk. Geri aradım Mert’i. Çalar çalmaz açtı

    Mert-“Kanka nerelerdeydin amk ya.”

    b-“Ne oldu lan ne bu telaş?”

    Mert-“Pelinsu’larla dışarıya çıktık. Seni de çağıracaktım ama telefonlarıma cevap vermedin.” Hay amk. Kaçırdığım fırsatı gibeyim.

    b-“Ne ara böyle bir plan yaptın sen ya?”

    Mert-“Plan işi kolaydı da sen gelmedin salak gibi. Ona senin de geleceğini söylemiştim. Sen de telefonlarıma cevap vermeyince abini aradım. Abin de senin ormanda olduğunu söyledi. Ben de kıza bir yakınının rahatsızlandığını ve o yüzden gelemediğini söyledim. Ne yapıyordun ormanda çok merak ettim?”

    b-“Lan niye benim de geleceğimi söyledin ki bana sormadan? Hem kıza söylediğimiz yalanlar gün gelecek bana girecek amk. Kediden korktum alerjim var dedin, bugün de yakını rahatsızlanmış dedin… Bir daha benden habersiz plan falan yapma.”

    Mert-“Ben senin için planlar hazırlayayım suçlu da benim yani öyle mi?”

    b-“Suçlu sensin demedim. Sadece benden habersiz plan hazırlama bir daha dedim. Eğer yarın da çağırmayı falan düşünüyorsan şimdiden söyle ki bileyim.”

    Mert-“Akrabam mı bu her dakika çağırayım? Benim bile bir sınırım var.” Bak bak bak. Sanki playboy pekekent. Bonom bolo bor sonorom vor.

    b-“Tamam tamam. Bir dahaki sefere plan yapacağında benim de haberim olsun.”

    Mert-“Tamam tamam anladık.”

    b-“Neyse görüşürüz.”

    Mert-“Tamam.” Dedi ve kapattı. Bir senden trip yemediğim kalmıştı zaten.
    Tümünü Göster
    ···
  11. 36.
    +1
    Talat-“Ne oldu? Önemli bir şey mi?”

    b-“Pek değil.”

    Köpük-“Önemli önemli. için sıkıldı bu konuşmadan sonra. Öyle arkadaşlar o kadar kolay küsmez. işe gittiğinde yanına git hiçbir şey olmamış gibi davranır merak etme. Hasta olayına da Talat hastaydı dersin. Talat sen bugün hastaydın, Bir Bine de sana baktı.”

    b-“Sen telefon konuşmamı nasıl duydun? Diye sormak istesem de köpeklerin kulağı hassas değil mi?”

    Köpük-“Evet, kulağım hassas ve senin hislerini de görebiliyorum. Fazla takılma bu konuya da.”

    b-“Anladım.”

    Talat-“Şimdi senin evine gidiyoruz değil mi?”

    b-“Evet. Evi toparlamamız lazım.”

    Köpük-“Tüh ya işe bak. Benim de kollarım yok. Ben evi toparlayamayacağım.”

    b-“Ağzın var, çöpleri çöpe atarsın.”

    Köpük-“Gelmediğim doğum günü partindeki eşyaları niye ben de topluyorum ya?”

    b-“Hele bir yardım etme. Valla seni odaya kapatırım, camlara da film çekerim kaçamazsın da.”

    Köpük-“Bir karınca bile mi giremeyecek içeriye? Ben her türlü kaçarım oradan.”

    b-“Tebeşirle odanın önüne çizgi çekerim karınca falan giremez. Hem karıncaya da mı girebiliyoruz? O hayvan mı ki?”

    Köpük-“insan dışındaki bütün canlı varlıklar Haylaus’un gözünde hayvan sınıfına girer. Bitkiler dışında.”

    Talat-“Bitkilerin de tanrısı falan var mı?”

    Köpük-“Ben nereden bileyim? Benim tek bildiğim tanrı Haylaus.” (Çarpılacam amk)

    Talat-“Eve geldik.”

    b-“Umarım kaosa hazırsınızdır.”

    Köpük-“Uzun zamandır evimizi görmüyordum. iyi ki satmamışsınız.”

    Talat-“Gir de eve anıların canlansın.”

    b-“Evin şu anki halinin anılarınızı canlandıracağını pek sanmıyorum. Neyse girelim bir apartmana.” Arabadan indik. Tam apartmana girecekken komşulardan biri bağırmaya başladı:

    Komşu-“Bir Bine, sen misin evladım?”

    b-“Evet benim Aysun teyze.”

    Komşu-“O pireli hayvanı içeri alma evladım. Bak sonra çocuklar hep hasta oluyor.” Sonra başka bir komşu çıktı:

    Komşu2-“Köpek falan sokma buraya. Melekleri kaçırır bu köpek bak. it giren eve melek girmez. iyice sataniste bağladın sen oğlum. Geçen de evinde parti mi ne vermişsin, gece uyutmadın bizi.” inanamıyorum. Gerçekten inanılmaz.
    ···
  12. 37.
    +1
    Sessizce:

    b-“Abla. Bir kuşa geç, ben eve girince balkonun kapısını açarım. Köpük de arabada beklesin.” Ve sonra bağırarak “Tamam içeri almam. Siz de kusura bakmayın bir daha böyle bir şey olmaz.” dedim ve köpeği arabaya koyduk. Tabi camı biraz açtık artık yapacak bir şey yok. Ben de o Aysun teyzeye ne yapacağımı biliyorum:

    b-“Aysun teyze. Sen zaten tüm gün balkondasın. Arabaya göz kulak ol bak çalınmasın. Teşekkürler.”

    Aysun-“Ama oğlum…” dese de direk içeriye daldım. Ben o kadını tanıyorum. Hayatta o arabadan gözünü ayırmaz şimdi. Zaten fazla kalmayacaklar, evi toparlayınca giderler veya bir çay-kahve hazırlarım içer (içerler demeyi çok isterdim ama sadece abim içer) öyle giderler.

    b-“Hazırsan kapıyı açıyorum.”

    Talat-“Ne heyecan yaptın açacaksan aç.” Kilidi çevirdim ve kapıyı açtım. Belki sihirli bir biçimde eşyaların toplanmış olmasını bekledim lakin her şey incin. Tam da bıraktığım gibi. Kaos içinde.

    Talat-“Ben bu evi toplamam. Bu ev bir günde mi bu hale geldi?”

    b-“Yani. Partide ne kaçırdığına gel de bir bak istedim.”

    Talat-“Evi gibmişsin sen ama. Ve daha salonu bile görmedim.”

    b-“Ben seni uyardım. Evi toparlayacağım gelmeyeyim dedim sen ısrar ettin gelmem için. Şimdi cezasını çek.”

    Talat-“Var ya bana büyük iyilik borçlusun oğlum.” Dedi ve ayakkabıyla içeri girdi.

    b-“Ayakkabılarını çıkarsana.”

    Talat-“Benimle dalga mı geçiyorsun? Her yer enkaz halinde. Evi toparlayınca sileriz. Tüm halıları da kaldıralım. Zaten halılar da hep meşrubat lekesi olmuş. “ Balkondaki camdan tık tık ses gelmeye başladı.

    b-“Ablamı unuttuk.”

    Talat-“Akıl mı kalır bu evde. Dur ben açarım balkonu. Ev de biraz hava alsın bari.” Salona gitti ve balkonun kapısını açtı. Ablam güvercin olarak eve girdi. Biraz büyük bir kuş olunca birkaç adım geri çekildim. Bir yere kondu ve söylenmeye başladı:

    Güvercin-“Rahmetli annemle babam evi böyle görse kalkar mezardan seni döver geri girerlerdi. Bu evin hali ne böyle?”

    b-“Tamam, kabul ediyorum. Biraz abartmış…”

    Talat-“Biraz mı? Lan ev evlikten çıkmış, koltuklar yeniden yıkanacak, halılar zaten çöp olmuş, etrafı toparlamamız ikimiz beraber bir buçuk saat alır. Kapının önündeki aile fotoğrafımız bile kırılmış. Bari ona sahip çıksaydın.”

    Güvercin-“O fotoğraf hala duruyor mu?”

    b-“Elbette ki duruyor.” Kapının önüne doğru uçtu. Fotoğrafın önüne kondu. Biz de ablamın arkasından izlemeye başladık. O fotoğrafa bakıyordu. Talat sessizce:

    Talat-“Biz temizliğe başlayalım. Bırak ablam biraz yalnız kalsın.”

    b-“Tamam.” Dedim ve temizliğe başladık.
    Tümünü Göster
    ···
  13. 38.
    +1
    BiNNUR

    GEÇMiŞ (FOTOĞRAFIN ÇEKiLDiĞi ZAMAN)

    Anne-“Fotoğraf çok güzel oldu. Buna güzelce bir çerçeveletip duvara asalım.”

    Baba-“Şimdilik küçük bir çerçeve yeterli olacaktır. Sonra millete nispet yapar gibi olmasın.”

    Binnur-“Aynen ya. Aysun teyze o fotoğrafa böyle gözlerini belerte belerte bakacak sonra da bir yığın eleştirecek. Yok bu kızın orası burası açık çıkmış falan.” Evet. Bahsettiğimiz Aysun teyze balkonda köpeği içeri alma diyen. Hala yaşamasına ve hala o evde oturmasına ben de şaşırıyorum. O zamanlar da yaşlıydı, şimdi ise daha da yaşlı.

    Anne-“Terbiyesizlik etme. O senin büyüğün.”

    Talat-“Anne, ben aşağı iniyorum, arkadaşlarla maç yapacağım.”

    Anne-“Oğlum önce üstünü değiştir.”

    Talat-“Tamam.” Dedi ve odasına koştu.

    Anne-“Talat. Bir Bine’yi de Hayriye teyzenlere zütür. Biz babanla pazara gideceğiz.” Talat odadan bağırmaya başladı.

    Talat-“Yaa hayır yaa. Banane. Hayriye teyzeler çok uzakta.”

    Anne-“Sıçtığım tak bana bağırıyor. Kardeşini zütürmezsen daha da dışarı çıkarmam seni.”

    Talat-“Aman yaa. Tamam.”

    Binnur-“Sonunda anladınız beni yalnız bırakmanız gerektiğini.”

    Baba-“Hayır kızım, sen evde yalnız kalmıyorsun. Seni de babaannene bırakacağız. Salça yapacakmışsınız.” Yine beni çağırıyor. Neden bu kadın beni rahat bırakmıyor ki? istemiyorum işte. Normal bir kız olmak istiyorum. Öyle hayvanların bedenine giren bir ucube olmak istemiyorum. Yine salça diye beni çağırdı.

    Binnur-“Gitmesem…”

    Baba-“Hayır olmaz. Hem sen evde tek başına ne yapacaksın bakayım?”

    Binnur-“Hiçbir şey. Televizyon izlerim.”

    Baba-“Gidiyorsun dediysek gidiyorsun. O kadar.” Babama karşı gelmeye korkardım. Yani bize bir fiske bile vurmadı ama yine de korkardım. Babam ve annemle beraber aşağıya indik ve arabaya bindik. Babam bir Şahin hastasıydı. Arabasını çok severdi. Belki bizden bile. Arabasına binerken ayakkabımızın bir yere değmemesine dikkat ederdik. Arabadaki tartışmalarını dün gibi hatırlıyorum:

    Anne-“Akşama annemler gelecek. Fazla fazla alalım da dolapta dursun hem.”

    Baba-“Yav yine mi anan geliyor? 20 yıldır evliyiz anan bizden bir çıkmadı.”

    Anne-“Yalan söyleme, ne zamandır gelmiyor kadın.”

    Baba-“Evet evet. 3 gün oldu değil mi? Ananın tek kızısın diye durmadan ziyaretine geliyor kadın.”

    Anne-“Benden başka kimsenin yok kadının Allah Allah.”

    Baba-“Ben de annemin tek oğluyum ama annem durmadan gelmiyor.”

    Binnur-“Ama beni durmadan çağırıyor.”

    Baba-“Büyüklerin konuşmasına küçükler girmez öyle. Babaannen senin iyiliğini istiyor. Öyle bangır bangır müzikler dinleyeceğine git nasıl kadın olunur onu öğren.” Evet, babam eski kafalıydı. Ben de ergendim. En bir araya gelmemesi gereken ikiliydik.

    Baba-“işte geldik. Sen babaannene çık biz dönüşte uğrarız.”

    Binnur-“Tamam baba.” Dedim ve arabadan indim. Babam da gaza bastı gitti. Ben de babaannemin evine çıktım.
    Tümünü Göster
    ···
  14. 39.
    +1
    Daha zile basmadan kapıyı açtı.

    Babaanne-“Hoş geldin kızım. Buyur geç içeri.” Zaten başka da çarem yok. Mecburen geçtim içeriye. Babaannem ile salona geçtik ve kendi koltuğuna oturdu.

    Babaanne-“Aile fotoğrafınız güzel çıktı mı?”

    Binnur-“Yine bizi mi izledin?”

    Babaanne-“Yaşlanınca yapacak başka bir şey mi kalıyor ki? Elbette ki sizi izleyip kolluyorum.”

    Binnur-“Bu yeteneği öylesine mi veriyor ki bize Haylaus? Bir amacı yok mu?”

    Babaanne-“Hayvanların tanrısı Haylaus’a direk adıyla seslenmen çok saygısızca ve elbette ki bu yeteneğin bir amacı var. Ama artık amaçlarını yerine getirecek takatim kalmadı. Son amacım ise seni eğitmek. Hiç alıştırma yaptın mı?”

    Binnur-“Yaptım. Ama zincirim çok kısa. 5 metreden fazla kendimden uzaklaşamıyorum.”

    Babaanne-“Zamanla öğreneceksin. Acelen yok nasıl olsa. Şimdi bir daha dene.” Elimde oku hissettim. Önümdeki kanaryaya hedef aldım ve oku attım. Ruhum da kanaryanın içine geçti. Bedenim o koltukta yatıyor. Ben de kafesten kendi bedenimi izliyorum. Ciklemekten başka konuşamıyorum. Konuşmak benim için hala çok zor.

    Kanarya-“Ka f es in ka pısın ı aç”

    Babaanne-“Bugün buraya gelmenin amacı zincir alıştırması yapmak değil kızım. Hayvanların tanrısı Haylaus ile tanışacaksın. Ona saygısızlık yapmamaya çalış.” Konuşmak çok yorucu. Ne zaman geleceğini sormak istiyorum. Sormama bile gerek kalmadan karşımda belirdi. Altın kürkü ve aslan biçimiyle. Kaçmak istedim ama kaçacak bir yerim de yok. Onun karşısında küçükcük bir kanaryayım sadece.

    Haylaus-“Demek sıradaki köprü sensin.” Aşağılar biçimde konuşmuştu. Ciklesem de demek istediğimi anlar diye düşündüm:

    Kanarya-“Siz Haylaus musunuz?” Birden hiddetlendi:

    Haylaus-“Benim ismimi öylece ağzına alma insan çocuğu. O yaşlı kadın öldüğünde miras tamamen sana geçecek.” Bayağı korkmuştum. Hem de bayağı. Bayılmamak için kendimi zor tuttum.

    Kanarya-“Pe peki ben bu ye yetenek i ile ne yapa yapcağım?”

    Haylaus-“Hayvanlar ve insanlar arasındaki düzeni sağlayacaksın. Nesli tükenen hayvanları kurtaracaksın. Ve en önemlisi kutsal hayvanını koruyacaksın.”

    Kanarya-“Kutsal hayvanım mı?”

    Haylaus-“ileriki zamanda bir hayvan ile ruh bağı hissedeceksin. Mesela o yaşlı kadının kutsal hayvanı şu an içinde bulunduğun kanarya. Normalde kanaryanın kafese girmesine izin vermezdim ama bu kafeste kalmayı ve seni eğitebilmeyi kanaryanın kendisi rica etti. Ona teşekkür etmeyi unutma.” Dedi ve kayboldu. Hemen geri bedenime döndüm. Korkunç bir deneyimdi.

    Babaanne-“iyi misin? Epey korkmuş gibisin.”

    Binnur-“Korkunç biriydi. Neden böyle birine hizmet ediyoruz ki? Bizi iğrenç varlıklardan başka bir şey olarak görmüyor.”

    Babaanne-“Ben de ilk gördüğüm zamanlarda korkmuştum. Ama artık anlıyorum. O sadece sana olan sevgisini böyle gösteriyor. Onu seni koruyan bir baba olarak düşün. ileride umarım demek istediğimi anlarsın.”Umarım anlarım. Ayağa kalktım ve kanaryanın yanına gittim.

    Binnur-“Benim için bu kafeste kalmayı tercih ettiğin için teşekkür ederim.” O da cikleyerek cevap verdi. Babaannem anlayıp gülümsedi ama ben hala dillerinden anlamıyorum.
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      +1
      Fenerin durumu zaten vahim ne yaptın sen böyle hocam
      ···
      1. 1.
        0
        Hahahahaha :D
        ···
  15. 40.
    +1
    GÜNÜMÜZ

    Talat-“Abla uyan.” Gözlerimi açtığımda karşımda çektirdiğimiz aile fotoğrafı vardı. Arkama döndüğümde de Talat ve Bir Bine bana yukarıdan bakıyordu. Hangi hayvandaydım ki? Doğru. Güvercindeydim.

    Güvercin-“Bitti mi işiniz?”

    Talat-“Evet bitti ama daha koltuklar yıkanacak ve halılar da yıkanacak.”

    b-“Halıları temizletmeye veririz, koltukları da temizletirim sorun yok.”

    Talat-“Paran var mı ki? Böyle büyük ve saçma bir organizasyondan sonra paran kalmamış olması lazım.”

    b-“Birikmişim var. Paradan yana sıkıntım yok.”

    Talat-“Paraya sıkışırsan bana haber ver. Ben de sana yardım ederim.”

    b-“Teşekkürler abi ama ihtiyacım olacağını sanmam.”

    Talat-“Neyse abla. Biz gidelim.”

    Güvercin-“Tamam. Bir Bine. Sen de alıştırma yap. Alıştırma yapa yapa geliştireceksin kendini.”

    b-“Tamam abla yaparım. Ama şöyle bir sorum var. Diyelim ki başardım ve bir hayvanın bedenine girdim. Oradan nasıl çıkacağım.”

    Güvercin-“Bu anlatılacak bir şey değil. Girdiğin zaman anlarsın.”

    Talat-“Keşke bu yetenek bende olsa. Eve köpek alırdım ve işteyken arada eve gider karım her ayağa kalktığında onu yerine oturturdum.”

    Güvercin-“Senin bu yeteneği alabilmen için Bir Bine’nin büyük bir hata yapması ve Eternal’e gitmesi lazım. Veya erken yaşta ölmesi lazım. Eğer sen de ölürsen bu döngüyle köprülük görevi kızına geçer. Yani bu aile bağı. Mesela babaannemdeydi bana geçti.”

    b-“Peki babama niye geçmedi bu görev? Direk sana geçti?”

    Güvercin-“Babam eski kafalıydı. Hayvanları pireli canlılar olarak görürdü. Haylaus hayatta böyle bir yeteneğin babamda barınmasına izin vermezdi.”

    b-“Peki bana niye izin verdi ki? Ben de hayvanlardan nefret ediyorum.”

    Güvercin-“Sen nefret etmiyorsun. Sen korkuyorsun. Ve üstelik bunu Haylaus bu yeteneğin sana geçmesini özellikle istedi. Nedenini ben de bilmiyorum. Belki hayvanlara olan korkun onun hoşuna gitmiştir.”

    Talat-“Yani korkmasa, o da hayvanları sevse sıradaki yeteneği ben mi alacaktım?”

    Güvercin-“Evet. Muhtemelen seni eğitmek için de ben gelemeyecektim. Ama Hinn’in bir arkadaşı gelecekti.”

    Talat-“Peki Bir Bine için niye sen geldin?”

    Güvercin-“Haylaus korkusunu bildiği için onu korkutmayacak birini göndermek istedi. Buna en yakın kişi de ben vardım.”

    Talat-“Abla gidebilir miyiz artık? Yoksa Sevim perdeleri çıkartıp yıkamak gibi bir saçmalığa girişecek.”

    b-“Neden durduk yere perdeleri çıkarsın?”

    Talat-“Durduk yere değil. Normalde ayda bir perdeleri yıkar. Zaten kaç gündür perdeler kirli diyip duruyordu. Bugün ben perdeleri çıkartıp yıkayayım da ona iş kalmasın.”

    Güvercin-“Sen de tam evlenilecek erkekmişsin ha.”

    Talat-“Ne sandın? Neyse acele edelim de geç kalmayalım.” Talat dışarı çıktı ve aşağı indi. Ablam da balkona uçtu ve:

    Güvercin-“Çalışmayı sakın unutma.” Dedi.

    b-“Tamam dedim ve o ruh dalgasını aşağıda köpeğe giderken gördüm. Güvercin de uçtu gitti.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 41.
    +1
    Sabah telefon sesine uyandım. Off. Kim arıyor pazar pazar. Telefonu elime aldığımda Musa abinin aradığını gördüm. Hemen toparlandım ve açtım.

    b-“Alo”

    Musa-“Sesin uykulu geliyor. Saat 9 oldu bu kadar uyunur mu?” Akşam uyuyamadım ki düşünmekten. Kafamda bir yığın soru var.

    b-“Gece pek uyuyamadım.”

    Musa-“Neyse şirkete gitmemiz lazım. Geçerken seni de alacağım.”

    b-“Yaa abi yine mi? Patron her pazar ‘Bu son mesai olacak’ diyor. Ama daha hiç sonu gelmedi.”

    Musa-“Çünkü durmadan yatırımcımız bizden iş bekliyor. Ve bu işler 2 gün tatil ile yapılacak işler değil.”

    b-“Ama abi ben sana cuma söylemiştim elinde iş varsa bana ver diye. Sen de yok dedin.”

    Musa-“Zaten bu yeni bir iş. O zaman iş yoktu elimde şimdi seç beğen al. Bu işin süresi sıkıntılı. 26 gün süremiz var. Ve işimiz çok. 10 dakikaya orada olurum. Sen de hazırlan aşağıda bekle.”

    b-“Tamam abi hemen hazırlanıyorum.” Dedim ve telefonu kapattı. Hemen üstümü giyinmem lazım. Off ya. En sevdiğim gömlek, ceket ve pantolon kombinasyonum abimde kaldı. O değil bir de bu çamurlu kıyafetlerle yatağa yatmışım. Yatak da hep çamur olmuş. Off. Resmen şu an kendimi gibesim geldi. Üstümü aceleyle giyindim ve çarşafları çamaşır makinesine attım. Gelince yıkarım artık. Abimin pijamaları, evde yıkanması gereken ne varsa derken çamaşır makinesinde yer kalmadı. Ve 3 kez çamaşırı dolduracak kadar da kirlim var. Benim ya evlenmem lazım (ki böyle bir sorumsuzla kim evlenir) veya artık sorumluluk almaya başlamalıyım. Çılgın partiler yok. Bir daha asla. Artık hazırım. Aşağıya inebilirim. Son bir kez daha üzerime baktım. Saçlarım falan düzgün. Tamam. Aşağıya inip Musa abiyi beklemeye başladım.
    ···
  17. 42.
    +1
    Sonunda Musa abi 2010 model Opel Astra ile gözüktü. Arabanın rengi kapalı maviydi ve bakımsızdı. Yani bakımını yaptırıyor ama onun haricinde arabayı yıkamazdı. Önümde durdu ve camı açtı.

    Musa-“Hadi geç arkaya.” Yanındakini görünce şaşırdım.

    b-“Aaa Nejla günaydın. Sende mi geliyorsun işe?”

    Nejla-“Diğer herkesin geldiği gibi ben de geliyorum.” Arabaya geçtim ve arka kapıyı açınca da Mert’i gördüm. Yarı uykuluydu, hatta uyuyordu bile denebilir. Ben de yanına geçtim oturdum. Musa abi de yola devam etti.

    b-“Abi, tüm şirketi böyle arabanla almayacaksın değil mi?”

    Musa-“Yok be. Yolumun üzerindeydiniz o yüzden aldım sizi. Nejla da bizim yan apartmanda oturuyor. Onu da normalde hep ben getiririm işe. Şu Mert’i de uyandır, işte uyuklamasın.” Mert’i biraz salladım ve hemen tüm türk filmlerinde klagibleşmiş şu sözü söyledi

    Mert-“Ha, geldik mi?”

    b-“Yok daha gelmedik.”

    Mert-“Yaa kanka. Arabadan atlayasım var yemin ediyorum sana. Neden tatilim her hafta böyle oluyor?”

    b-“Tek senin tatilin mi? Bütün ekip bugün işteymiş.”

    Mert-“Grev falan mı yapsak?”

    Musa-“Ne grevi lan otur oturduğun yerde. Başımıza iş çıkarma şimdi.”

    Mert-“Ama abi yemin ediyorum o yatırımcıyı bulursam ağzını yüzünü dağıtacağım.”

    Musa-“Dikkat et de maaşını almadan önce dağıtma. Senin maaşının %70 ini o adam ödüyor sayılır. Hem mesai ücretini alıyorsun işte. Otur oturduğun yerde de işini yap. Sen ne yapıyorsun Bir Bine.” Ben de onlar konuşurken arada ok alıştırması yapıyordum. Ama araba hareket ederken çok zor. Hem niye ok ya? Tabanca olarak düşünsem olmaz mı?

    Nejla-“Sende mi okçuluk kursuna gidiyorsun?”

    b-“Yok. Ama okçuluğa hevesim var. Sadece alıştırma yapıyordum.” Yeteneğim var diyemem ya kıza. Tamam, yalanı sevmem ama deli de dedirtmem kendime.

    Nejla-“Benim gittiğim bir yer var. iş çıkışında genelde oraya gider stres atarım. istersen sen de gel.”

    b-“Bu ay pek okçuluk kursuna falan gidebileceğimi sanmıyorum.”

    Nejla-“Oranın sahibi tanıdıktır.. Fiyat konusunda sıkıntı etme.”

    b-“Tamam, bakarız.”Şu an o kapılara hiç giremem. Param zaten ay sonuna zar zor yetecek. Hatta yetmeyebilebilir.
    ···
  18. 43.
    0
    Musa abi arabayı durdurdu. Sohbet falan derken şirkete gelmişiz bile. Arabadan indik ve asansör ile 25. kata çıktık. Daha sadece bir gün tatildeydim. Ama sanki yarım saat önce çıkmışım gibi buradan. Arasında yaşananlar rüya-hayalmiş gibi. Ve o rüya hızlı bozuldu. Oradan bir kumru beni izliyor. Önce emin olmalıyım. Birkaç adım ilerledim, bir kağıt aldım ve geri geldim. O da bana bakıyordu. Evet. Gerçekten de ablam. Rüya değil tabi ki onlarda. Lan rüya olduğumu düşünsem arabada neden alıştırma yapayım? Kafam çok güzel ya.

    Musa-“Herkes geldi mi?”

    Nejla-“Daha Pelinsu gelmedi.”

    b-“Mert de başka dünyada.” Masasında sızmış. Bu çocuk akıllanmıyor. Musa abinin arkasından asansör açıldı. Evet. işte geldi. Doğuştan gelen kızıl saçlarıyla yine beni büyülemeye başladı. Eğer bu kızı ortaçağda görseler muhtemelen adı kızıl cadı olurdu. O kadar güzel ki bu güzellik bir insana ait olamaz. Büyüyle falan yapılmış gibi. Bütün sahne ışıklarını kendine çekmişti bile. Dudağına sürdüğü açık pembe rengindeki ruju, sıktığı parfümün hafif limoni kokusu çoktan bütün ofisi kucaklamıştı. (Ve bu kelimeleri düşünmek 25 dakikamı aldı amk. Asla evlenmeyeceğim. Sırf sözleri düşünmek 25 dakikaysa tavlamak, onu geçtim flörtü, nişanı, evliliği ohoo… En iyisi bekarlık.)

    Pelinsu-“Geç kaldım kusura bakma Musa abi.”

    Musa-“Önemli değil Pelinsu. Geçip işe başlayabilirsin.” Naneli sakız çiğnemiş. Kokusu buraya kadar geldi. Muhtemelen aç geldiği için nefesinin kokmamasını istedi. Ben de aç geldim. En iyisi Pelinsu’ya yaklaşmayayım. Sonra benim nefes kokumdan rahatsız olmasın. Mert’in yanına gittim ve hala uyuyor amk. Salladım uyandırdım.

    Mert-“Ne oldu kanka ya? Ne güzel kızı eve zütürüyordum.”

    b-“Ne evi amk ne evi. işteyiz. Kalk da işine bak. Sende naneli sakız var mı?”

    Mert-“Dur çantamda olacaktı.” Elini bel çantasına attı ve fermuarı açtı. içinden olips çıkardı. Yaa. Olips çok acı oluyor. Direk nane kemirsem daha az yanar ağzım. Ama yokluktan yapacak bir şey yok. Olipsi aldım ve ağzıma attım. Ve nefes alış verişimin beni yakmasının keyfine vardım.

    Saatler sonra şöyle göz ucuyla pencereye baktım. Hala oradan beni izliyor. Tamam, biraz rahatsız edici. Ama yapacak bir şey de yok. O eğitimi vermek zorunda.

    Mert-“Kanka dalgınsın, hayırdır? Kuşla iki saattir bakışıyorsunuz. Hayırdır Pelinsu’dan vazgeçtin kuşlara mı yazıyorsun artık?”

    b-“Lan saçma salak konuşma. O ablam.”

    Mert-“Kanka sabah sabah içtin mi? Ne diyon?” Hay amk.

    b-“Kafa kalmadı ki. Dalgınlığına öyle söyledim. Aklımdan ablam geçiyordu, kumruları severdi de. Sen birden soru sorunca da devreler yandı.”

    Mert-“Sorma kanka ya bende de kafa kalmadı. Tatil diye kendimi ne güzel şartlamıştım. Keşke şu kuş kadar özgür olsam.” O kuş gibi özgür olmak istemezsin. Sonunda Eternal’e gidecek. Eternal… Ben bu hayvanların içine girme konusunda ustalaştığımda bitecek. Ablam oraya gidecek. Musa abi dalgınlığımızı fark etmiş olacak ki:

    Musa-“Konuşmayın da işinize bakın.”

    b-“Tamam abi.” Dedim ve önüme döndüm. işe devam.
    Tümünü Göster
    ···
  19. 44.
    +1
    Öğle arası oldu ve Pelinsu yanıma doğru yürümeye başladı. Ne isteyecek acaba? Biraz bir şeyler atıştırmıştım ama nefesim kokuyor mudur hala? Naneli sakız umarım bastırmıştır.

    Pelinsu-“Hadi yemeğe gidelim.”

    Mert-“Benim yemekten çok uyumaya ihtiyacım var. isterseniz siz gidin.” Beni yalnız mı bırakacak? Ben bu seviyeye hazır değilim. Bir Bine. Kendine gel. Sen artık yetişkin birisin. Ve yetişkinler için böyle bir durum normaldir. Çık artık şu ünili kafasından. Aslında üniversitede de normal. Kafamda çok fazla şey dönüyor.

    Pelinsu-“Tamam. Gel Bir Bine o zaman gidelim.” Ayağa kalktım ve tek ikimizin gittiğini görünce:

    b-“Nejla gelmeyecek mi?” ismini j ile söylemek çok garibime gidiyor. (Yazması daha garip. Harf hatası verip oto düzeltiyor sonra ben tekrar bozuyorum onu. Sanki TDK ya ihanet ediyormuşum gibi :P )

    Pelinsu-“O Musa abi ile önemli bir şey konuşacakmış. Sonra bize katılacak. Biz önden gidelim.” Dedi ve asansöre bindik. Asansörde hiçbir şey konuşmadık. Aşağıya vardık ve dışarı çıktık. Aslında şirketin yemekhanesi var lakin nedense bizim ofisteki kimse oradan bir şey yemez. Ben dışında. Tabi ilk başlarda yerdim, sonra Mert ile kaynaşınca yemekhanede yemeyi bıraktım. Bence yemekhanenin yemekleri de güzeldi.

    Yürüyüşümüzün sonunda yıkıklığım saolsun hiçbir şey konuşmadan ev yemeği yapan yere vardık. Lokantanın ismi Anne Eli. içerisi çok güzeldi. Sanki mahalledeki herhangi bir ev gibi tasarlamışlar. Her yerde halılar (tabi ayakkabıyla giriliyor yani halılara yazık olmuş yine de temiz gözüküyorlardı) tavanda gösterişsiz bir lamba, her evde gördüğümüz ampüllerden yani, lokantanın bir köşesi yer sofrası (yani divanlar var), bir köşesi de masalar vardı. Yer sofrası olması hoşuma gitti. Aslında içerisi çok büyük değildi. Ama yine de insanı evinde hissettirmesi için çok uğraşılmış. Başında baş örtüsü olan bir kadın bize yaklaştı ve:

    Kadın-“Hoş geldin Pelinsu kızın. Sen de hoş geldin oğlum. Geçin şöyle oturun.” Oğlum mu? Kızım mı? Vay lan. Cidden güzel bir konsept düşünülmüş. Pek fazla kişi anlamaz bu konsepti “Bana oğlum diyemezsin lan” cılar çıkabilir yani. Sanki oğlum diyince ananı… töbe töbe. Kendi kendimi kızdırmayı başardım ya tebrik ediyorum kendimi.

    Pelinsu-“Biz dışarıda oturalım abla.”

    Kadın-“Nasıl istersen kızım. istediğin yere geçebilirsin.” Dışarıdaki bir masaya geçtik. Otuduğumuz zaman kadın:

    Kadın-“Ne istersiniz yemeğe?”

    Pelinsu-“Ben günün menüsünden alayım abla. Sen ne istersin?”

    b-“Ben de günün menüsünden alayım.”

    Kadın-“Tamam, siz elinizi yüzünüzü yıkayın ben sofrayı hazırlarım.” Dedi ve gitti. Oha lan. Çok hoşuma gitti. Elinizi yüzünüzü yıkayını da yanlış anlayabilirler. “Ben pis miyim lan” cılar çıkar bu seferde. Hay amk. Bana neyse. Ben niye düşünüyorum bunları?
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      +2
      TDK ya değil bana ihanet ediyorsun şu anda. j kadar sevimsiz bir harf var mı ya?
      ···
  20. 45.
    0
    Pelinsu-“Geçen gün için doğru dürüst özür dileyemedim. Gerçekten kusuruma bakma. Kedilere alerjin olduğunu bilseydim sana yaklaştırmazdım.”

    b-“Aslında küçükken vardı ama hala kedilerden korkarım. “

    Pelinsu-“Köpekleri sever misin?”

    b-“Ben aslında tüm hayvanlardan korkarım desem daha mantıklı olur.”

    Pelinsu-“Aaa. Neden tüm hayvanlardan korkuyorsun?”

    b-“Söyleyince gülmeyeceğine, dalga geçmeyeceğine veya deli olduğumu düşünmeyeceğine söz verirsen anlatırım.”

    Pelinsu-“Tamam tamam söz.”

    b-“Sanki hayvanlar benden nefret ediyor gibi hissediyorum. Küçükken bir köpekler oynarken… aslında pek hatırlamıyorum. Sanki köpek bana nefret ediyor gibi bakmıştı. O gün çok korkmuştum. ilkokulda da hayvanlardan korkumu yavaş yavaş yenecek iken benden yaşça büyük bir abi beni bir köpekle depoya kapatmıştı. O köpekle tüm gün boyunca kapalı depoda kalmıştım. O gün bugündür hayvanlardan korkarım.”

    Pelinsu-“Çocukluğundan kaynaklanıyor yani. Peki hiç tedavi olmayı denedin mi?”

    b-“Birkaç kere pgibologa gitmeyi düşündüm ama hiç vaktim olmadı veya bahaneler uydurdum. Yani sadece hayvanlara yaklaşmadan da yaşayabilirim…”

    Pelinsu-“Saçmalama. Hayvan sevmek ne güzel bir şey haberin yok. içindeki tüm stresini alırlar.”

    b-“Öyle mi diyorsun?” Tam o sırada yemekler geldi. Kadın giderken “tabakların hepsini boş göreceğim.” Dedi ve gitti.

    Pelinsu-“Bak mesela şurada sarı ve şirin bir kedi yaklaşıyor. Şunun neresinden korkabilirsin ki?” Ablam olmasın lütfen ya. Hayatım dikizleniyor gibi hissediyorum. Kedi bana göz kırptı. Kesin ablam. Off. Pelinsu’nun yanına gitti ayağına sürtünüp mırlamaya başladı. Bilerek yapıyor. Aslında şimdi düşününde ben de kedi olsam onun ayaklarına sürtünebilirim. Lan. Çok manyak bir fikir… diye düşünürken kedi bana doğru tıslamaya başladı. Ne düşündüğümü anlamış ve bana kızıyor olmalı. Öyle mi? Ablama alaycı bir şekilde gülümsedim ve Pelinsu’ya döndüm:

    b-“Bak. Gördün mü? Direk bana tısladı. Şimdi ben bu kediyi nasıl seveyim?” Tamam kızdırabildim mi ablamı diye düşünürken bana doğru yaklaşmaya başladı. Sakın. SAKIN. Rezil edecek beni. Tam yerimden kalkacak iken restoran sahibi kadın kediyi kucağına aldı. Hayatımı kurtardı resmen.

    Kadın-“Yemek yerken kediyle oynanmaz.” Dedi ve kediyi dükkanın dışına çıkardı ve çitin kapısını kapattı. Oh. En azından saldırının bir dalgasını atlattım.

    Pelinsu-“Ne güzel kediyi seviyordum ya. Bu restorandı seviyorum ama bazen Yeter abla fazla abartıyor.”

    b-“Sahibini tanıyor musun?”

    Pelinsu-“Ben liseden beridir buraya gelirim. Şansa bak ki iş yerim de buraya yakın bir yerde çıktı.”

    b-“Ne güzel.” Derken içeri Nejla girdi.

    Nejla-“Başladınız mı yemeğe?”

    Pelinsu-“Yok daha başlamadık.”

    Nejla-“Off. Yemekler çok güzel duruyor. Ben de içeride iyi ki de günün menüsünü söyledim. Benimki de birazdan gelir.” Dedi sandalye çekip oturdu. Zaten hemen onun ki de geldi.
    Tümünü Göster
    ···