/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 51.
    0
    Sormak istediğim bir soru vardı:

    b-“Neden beni bedenine kabul ettin?”

    “Ben orada yemek bulamıyor iken bana yemek verdin. Evet, Haylaus tarafından lanetli olarak işaretlendin ama senin kötü biri olmadığını hissediyorum. Peki neden lanetlendin?”

    b-“Nedenini söylesem bedeninde kalmama izin verecek misin? Pek iyi bir şey yapmadım çünkü.”

    “O konuları çoktan atlattım ben. Nedeni her ne olursa olsun kabul edeceğim. Sadece bilmek istiyorum.” Ona da anlattım.

    “isteyerek öldürmekten çok kandırılmışsın da öldürmüşsün gibi gözüküyor.”

    b-“Öyle de diyebiliriz. Ama yine de onu ben öldürdüm. Ve bu özür dileyerek geri getirilemeyecek bir şey.”

    “Ama özür dilersen mutlu olacağına eminim. insanlara sana güvenmesi onun hatasıydı.”

    b-“Sen de bana güvenerek hata yaptığını düşünmüyor musun peki?”

    “Aksine doğru bir karar verdiğimi düşünüyorum. Kimsenin eski haliyle şimdiki hali bir olmaz. O senin yıllar önceki kandırılabilen halindi. Şimdi beni öldürmeyi düşünüyor musun? Hayır. Bizim türümüze yardım etmeyi düşünüyor musun? Belki.”

    b-“Ben niye sizin türünüze yardım etmek isteyeyim ki? Ablamı kurtarmak istiyorum sadece.”

    “Oysaki ben o öldürdüğün kediden özür dilemek istiyorsun sanıyordum.” Bunu hiç düşünmemiştim. Öldürdüğüm kediden özür dilemek için diğer hayvanlara yardım etmek. Güzel bir fikir aslında.

    “Mantıklı geldi değil mi? Şimdi gözlerini aç da eski köprüyü dinleyelim. Gözlerimi açtım. Her taraf yeşilimsi bir renkte gözüküyor. Çok garip bir görüntü. Sanki gözüme gece görüş gözlüğü takmış gibiyim, ama bu çok çok ileri modeli gibi.

    Serçe-“Çok oyalandın, ne konuşuyordun?”

    b-“Hiç. Öyle konuşuyorduk işte.”

    Serçe-“Bu kediden bayağı hoşlanmış olmalısın. Benden sır saklamalar falan. Neyse. Şimdi seni ayağa kaldırmayı öğrenmemiz lazım. Bir insan gibi düşünmemeye çalış. Çok zor biliyorum ama bunu başarabilirsin. Ruh baskısını sonraya bırakmak daha iyi olacak gibi.”

    b-“Tamam deniyorum.” Dedim ve insan gibi düşünmeden ayağa kalkmaya çalıştım. Ama pek işe yaramıyor gibi. Ne bileyim kediler dizlerini kırmadan nasıl ayağa kalkıyor ki?

    Serçe-“ilk baş kedilerin oturduğu gibi otur, yani arka ayakları kır ve ön ayakların düz dursun. Tabi kendini de biraz yattığın yerin tersine it. Daha sonra arka ayakları da kaldır ve ayağa kalkmış olacaksın.” (Sırf bir kedinin nasıl yattığı yerden ayağa kalktığını görebilmek için kedim Seko’yu yattığı yerden oyuncak ile ayağa kaldırıp nasıl kalktığını dikkatle izledim. Buradan Seko’ya teşekkür ediyorum.)
    Tümünü Göster
    ···
  2. 50.
    0
    Çamaşır makinesi bitmişti ve 2. partiyi de atıp aşağıya indim. O kadar şey yaşadım aklımda çamaşırlar nasıl kaldı acaba? Aşağıdaki kediyi görünce şaşırdım açıkcası. ilk bedenine girdiğim kediydi bu.

    b-“Bana müsaade ettiğine emin misin?” Ablam cevap vermiyordu. Normal olarak. Sokağın ortasındayız. Sessizce:

    b-“En iyisi eve geçelim. Bedenim sokakta yatmasın.” Dedim ve ablam uçarak eve girdi. Şimdi ben kediyi nasıl eve sokacağım? Kucağıma alamam korkuyorum. Gel işareti yaptım anlamadı. “içeri gel.” Dedim yine anlamadı. Bunu yapmak zorundasın oğlum. Sakinleş ve kediyi kucağına al. Ellerimi uzattım ve ona ellerime uzatınca aklıma öldürdüğüm kedi geldi. Ona da elimi uzatmıştım ama Haylaus beni geri çekmişti. Bu sefer beni geri çekecek bir Haylaus da yok. Ona dokundum. Bana tıslayacağını veya nefret dolu bakış atacağını düşünmüştüm lakin hiçbirini yapmadı. Normal bakıyordu. Kucağıma aldım. Korkmuyorum. Aslında korkuyorum ama sanki onu tutmak hep yapmak istediğim şey gibi. Ölmüş kediye dokunmak istemiştim ama dokunamamıştım. Ama buna dokunabiliyorum. Sanki özür dilemek için dokunmuşum gibi. içten biraz mutlu oldum ve onu tam apartmana sokacak iken bu mutluluğuma biri mani oldu:

    Aysun-“Alma sokaktaki kediyi oğlum eve. Hepimiz bitleneceğiz sonra.” Duymamazlıktan geldim ve içeri girdim. Yeter lan. Manyak mıdır nedir? Ev benim evim. Bitlenirsem ben bitlenirim, senin yanına da yaklaşmam. Evime doğru çıktım, kediyi yere bıraktım ve kapıyı açtım. Kedi de içeri girdi. Ablam da evin içinde uçuyordu.

    b-“Yere insene. Niye uçuyorsun?”

    Serçe-“O kedi çok aç. içinde ben olduğumu bilse bile konduğu anda üzerime atlayıp beni yer.”

    b-“O zaman karnını doyuralım ilk.” Dedim ve dolapta sosis vardı. Aslında ne yediklerini bilmiyorum ama mahallede biri her mahalle parkına gittiğinde sosis veriyordu kedilere. Onların da hoşuna gidiyordu. Hoşuna gideceğini umarak sosisi tabağa koyup önüne koydum ve büyük bir iştahla yedi. Bayağı aç olmalı. Hepsi bitince de evde boş boş yürümeye başladı.

    Serçe-“Hazırsan eğitime başlayabiliriz. Okunla hedef al ve onu vur.” Dedi ve sonra kediye bakıp cikledi. Sonra kedi de bana döndü ve durmaya başladı. Bir koltuğa oturdum, yay ve ok hayal ettim, irademi okun içine koydum ve oku bıraktım. işe yaradı.
    ···
  3. 49.
    0
    BiR BiNE

    Hinn-“Evet sana bu korkuyu o verdi ama bu bencilliğini o vermedi. Kendince onu öldürdüğün için haklı sebepler arıyorsun. Kaderinden Haylaus’u suçluyorsun. Ben Haylaus ile ilk karşılaştığımda Haylaus bir kolumu almıştı. Ama ben senin gibi kaçmadım. insanların geleceği adına arkadaşlarımla büyük bir savaşa girdim ve savaşı bir çok kayıp vererek kazandık. Sen ise durmadan köprülük görevinden vazgeçmeye çalışan bir zavallısın. Suçu kendinden başka herkeste arayan bir korkak. Sen…”

    “Bu kadar yeter Hinn.” Haylaus Hinn’in arkasındaydı. Ve Haylaus insanların dilini konuşuyordu.

    Hinn-“Haylaus. Beni bağışlayın. Karşımamamı söylemiştiniz ama lanetinden haberim yoktu o yüzden…”

    Haylaus-“Bunu laneti senden ve şu serçenin içindeki insandan ben sakladım. Senin bir suçun yok.” Rüyamda gördüğüm altın kürklü aslan. Haylaus bu. Korkuyorum. Gözlerini bana çevirirse bayılmadan durabilecek miyim? Ve gözlerini bana çevirdi. Kızgın gibi değildi. Hayal kırıklığına uğramış gibiydi.

    Haylaus-“insan. O depodaki köpek bile senin lanetine rağmen sana yaklaşmaya çalıştı ama onu reddettin. Sana daha fazla yardım etmeyeceğim. Bu yeteneği öğrenene kadar ablan burada kalacak. Ne kadar korktuğun umurumda bile değil.”

    b-“A ama bu korkuyu sen bana verdin.”

    Haylaus-“HADDiNi BiL iNSAN. BENiMLE NASIL KONUŞTUĞUNU SANIYORSUN SEN?” Telaşa kapıldım ve:

    b-“Özür dilerim.” Dedim.

    Haylaus-“Özür dilemen o kediyi geri getirmiş miydi peki?” dedi ve ikisi de kayboldu.

    b-“Bu da neydi şimdi?”

    Serçe-“Bilmiyorum. Benim de kafam karıştı.”

    b-“Benden sakladığın başka ne var abla? Söylesene. Bedenine bir hayvan girmiş ve ne kadar vakit kaybedersek insanlığını o kadar kaybettiğini neden bana söylemedin?”

    Serçe-“Sadece benim için üzülmenizi…”

    b-“Biz senin için zaten yeterince üzüldük. Yıllarca. Bizi bunun üzeceğini mi düşündün? Devam edeceğiz. Bunu Haylaus için değil, Hinn için değil, senin için öğreneceğim.”

    Serçe-“Sözümü kesme dandik. Bunu bildiğim için söylemek istemedim. Bunu benim için öğrenmeni istemiyorum. Haylaus için veya Hinn için de değil. Kendin için öğrenmeni istiyorum. Ben bu dünyaya fark yaratamadım ama belki sen yaratabilirsin. O zaman eğitimimize devam edelim.”

    b-“Nasıl devam edeceğiz ki? Benimle aynı bedeni paylaşacak birini bulmak biraz zor.”

    Serçe-“Çok garip bir biçimde şanslısın. Daha ben gelmeden önce bir kedi yeni köprü benim bedenimi kullansın diye ısrar etti. Aşağıda. Seni bekliyor.”

    b-“Aşağıda mı?” Benden nefret etmeyen biri mi?
    Tümünü Göster
    ···
  4. 48.
    0
    b-“Nasıl yani? Neden bedeni hayvan gibi dolaşıyor? Ben başka bedene geçtiğimde bayılmıştım.”

    Hinn-“Eternal’de hayat vardır. Ölüm yoktur. Onun için ablanın bedenine cehennemden bir hayvanın ruhu konuldu ve ablan gelene kadar da onu bekleyecek.”

    b-“Peki ruhu burada normal ise neden bedeni hayvanlaşsın ki? Bedenine dönünce normale döner.”

    Hinn-“Bedeni yöneten en önemli organ beyindir, bilinç altıdır. Bilinç altı ne kadar değişirse ablan da bedenine döndüğünde o kadar değişir.”

    b-“Peki burada da hayvanın beynini kullanıyor. Nasıl hayvanlaşmıyor?”

    Hinn-“Ben sana ne anlatıyorum? Bütün Bir Bine’ler bu kadar kalın kafalı galiba. Onun ruhunu ben stabil tutuyorum. Senin de ruhunu tuttuğum gibi. Bu dünyadaki köprülerden ben sorumluyum. Sen bir hayvana geçtiğinde kendi zekanı kullanabilmen için ruhunu ben stabil tutuyorum. Zaten bedenin de boş kaldığı için sanki uykudaymışsın gibi hiçbir şeyden etkilenmiyor. Ama ablanın bedeninin içinde bir hayvan var. Hem de cehennemden bir hayvan.”

    b-“Anlıyorum. Ama hayvanlar benden bu kadar nefret ediyorken nasıl eğitimime devam edebilirim?”

    Hinn-“Bilmiyorken nasıl devam ediyorsan biliyorken de öyle devam edeceksin.”

    b-“Hayvanlar onlara hedef aldığımda benden kaçacaklar. Şu an ablam yanımda diye kaçmıyor bir çoğu. Ablam yanımda olmadığı zaman ne olacak? O zaman nasıl görevlerimi yerine getireceğim? Hem her unuttuğumda korkum bana hatırlatacak. Ben onlardan korkarken nasıl aynı bedeni paylaşacağım?”

    Hinn-“Bu senin kendi hatandı.”

    b-“ÇOCUKTUM.”

    Hinn-“Ben de çocuktum ama hayvan öldürmedim. Yani gerek olmadıkça.”(Eski hikayeleri okuyan kurtlarla takıldığı zamanları hatırlar.)

    b-“Gerek olmadıkça mı? Sen hayvansın diye hayvan öldürmen sorun olmuyor ama ben insanım diye hayvan öldürmem suç öyle mi? O zaman aslanlar da suçlu, kaplanlar da, kurtlar da. Haylaus sadece insanlardan nefret eden bir…”

    Hinn-“BEN DE ESKiDEN iNSANDIM.” Kükremesinden bayağı korkmuş olacak ki Bir Bine tam kendini aşağı atacakken Hinn tuttu ve onu tezgahtan aşağı çekti. Tam karşısındaydı, burun burunaydı.
    ···
  5. 47.
    0
    Hemen yataktan fırladım ve ellerimi kontrol ettim. Ellerimde hiçbir simge yok. Kabustu herhalde. Bunu anlamanın tek bir yolu var. Ablam gelince ona bunu sormam lazım. Boğazım kupkuruydu. Hemen mutfağa koştum ve su içtim. Ama litrelerce içtim, neredeyse damacanayı yarıladım. Susuzluğum anca geçti. Bu neydi böyle? Hala rüyamda o gözler aklımda. Her hayvan bana ona yakın bir gözle bakıyordu. En azından ben öyle hissediyordum. Bu rüyayı görmem pek iyi olmadı. Arkamdan bir ses geldi ve:

    Serçe-“Ben geldim.” Dedi ve omzuma kondu. Ani bir hareket ile omzumu salladım. O da uçtu ben de hemen uzaklaştım ondan.

    b-“Bana sakın yaklaşma.”

    Serçe-“Ne oldu? Serçeden korkmuyordun?”

    b-“Abla. Lütfen biraz kendimi toparlamama izin ver. Sana sormam gereken bir şey var.” Mutfaktaki tezgaha kondu.

    Serçe-“Bu kadar korkacağımı düşünmemiştim. Bembeyaz oldun. iyi misin?”

    b-“Ben iyiyim. Sadece soruma cevap ver. Haylaus altın kürklü bir aslan mı?” Birkaç saniye hiçbir tepki vermedi.

    Serçe-“Onu sen ne zaman gördün? Ben yokken başka bir hayvandan mı…”

    b-“Ben bu köprü olayını yapamam abla.

    Serçe-“Nereden çıktı şimdi bu durduk yere? Çok iyi gidiyordun.”

    b-“Ben Haylaus tarafından lanetlendim. O kedinin neden öyle dediğini şimdi anlayabiliyorum.”

    Serçe-“Sen neden bahsediyosun? Bana bir olayı baştan ve yavaş yavaş anlat.” Rüyamda gördüğüm her şeyi anlattım. Detayına kadar.

    Serçe-“Gerçek olmasına imkan yok. Ben de hayvanın içindeyim ama senden nefret edecek hiçbir şey hissetmiyorum.”

    b-“içindeki serçeye bir sorsana bedenine benim geçmeme ne diyecek?” Daha sonra kendi kendisine ciklemeye başladı. Sanki sormuyor şarkı söylüyor.

    Serçe-“istemiyor. Senin ile aynı bedende kalmak ona ancak bir eziyet olabilirmiş. Haylaus ile konuşmamız lazım.”

    BiNNUR

    “Haylaus seni dinlemez.” (Bunu sadece Binnur anlıyor.) Karşımda belirdi. Hinn bu.

    Serçe-“Hinn. Neden buradasın?”

    b-“B bu bu da ne?” Mutfakta tezgahın üzerine çıkmış en uzak köşede duruyordu. Arkasında pencere var. Bir adım daha yaklaşırsa 3. kattan aşağı atlardı bu kafayla.

    Hinn-“Binnur. O benim dediklerimi anlamaz. insanların dilini konuş. Konuşmalarımızı da ona çevir.” (Şimdi Hinn sanki Bir Bine ile doğrudan konuşuyormuş gibi gözükecek ama Binnur Bir Bine’ye konuşulanları çeviriyor.)

    Hinn-“Senin durumundan haberim yoktu. Ama Binnur’u izlemek benim görevim olduğu için konuşmanıza kulak misafiri oldum.”

    b-“Peki be benden n ne istiyorsun?”

    Hinn-“Senden istediğim tek şey köprülük çalışmalarına devam etmen. Ve ablanın Eternal’e geri dönmesinde yardımcı olman.” Ciddileşti. Ama hala mesafeli.

    b-“Neden ablamın cehenneme gitmesine yardım edeyim ki?”

    Hinn-“Ablan burada kaldığı her gün bedeni biraz daha insanlığını unutuyor. Sana ablan bahsetmemiş olabilir ama onun ruhunu stabil tutan benim. Ama bedeni benim kontrolümde değil. Eternal’de başı boş bir hayvan gibi dolaşıyor.”
    Tümünü Göster
    ···
  6. 46.
    0
    ilker-“Vayy. Süper vurdun ha. Neyse gel maça gidel…” Birden her şey dondu. Ben ilker’e doğru dönüktüm kedi de arkamda kalmıştı. Daha sonra arkamdan bir ses geldi. Ses çok merhametli ve bir o kadar da güzeldi:

    “Sana söylemiştim değil mi ama? insanlara güvenmemelisin demiştin. Keşke beni dinleseydin oğlum.” Arkamı dönmem ile bayağı güzel bir manzaraya tanık oldum. Altın sarısı renginde bir aslan vardı. Ve yerde de vurduğum kedi ayağa kalkmış o aslana bakıyordu. Ölmemiş demek ki. Kafamı kedinin bedenin olduğu yere çevirdim. Bedeni hala vurduğum yerde, ağzından da kan geliyordu. Demek ki ölmüş. Ayakta olan şey de ruhuydu.

    Kedi-“Sizden özür diliyorum. Sizi dinlemediğim için suçlu benim. Peki şimdi ne olacak? Beni Eternal’e mi göndereceksiniz?”

    “Hahahaha. Hayır tabii ki de. Ben seni sadece uyarmıştım. Bunu uygulayıp uygulamamak senin elindeydi. Uygulamadın ve öldün. Sen yanlış bir şey yapmadın. Hata bendeydi. Eğer seni daha fazla uyarabilseydim bunlar başına gelmeyecekti.”

    Kedi-“Lütfen kendinizi suçlamayın. Ben suçumu kabul ediyorum. Sizden ne kadar özür dilesem de artık geri dönüşü yok.”

    “Evet. Artık bu hayata geri dönüşün yok. Merak etme. Eternal’e gitmeyeceksin. Ormanımda istediğin gibi dolaşabileceksin, istediğin yemeği ve sınırsız su bulabileceksin. Hem de insanların kirlettiği sokak suları değil. Hayatında hiç tatmadığın kadar güzel sular içeceksin.” Büyülenmiş gibi bakıyordu.

    b-“Özür dilerim.” Dedim ama sesim çıkmadı. Sesim onlara ulaşmıyor. Hatta kendim bile duyamıyorum. Birkaç defa tekrar ettim ama işe yaramıyor. Kedinin gözyaşlarını gördüm. ilk kez bir kedi ağlar iken görüyorum.

    Kedi-“Ben bunu hak etmiyorum. Sizi dinlemedim, insanlara güvendim ama siz hala bana sevginizi gösteriyorsunuz. Ben bu sevginizi hak etmiyorum.”

    “Bana ihanet etmeyen her kulum benden sevgi görür. Sen de bana ihanet etmedin, sadece kendi yolundan gittin. Şimdi ormanıma girebilirsin.” Kedinin arkasında bir yer belirdi. Yemyeşil bir orman. Sadece oraya bakmak bile insanı cennette hissettiriyordu.

    “Hadi ne duruyorsun? Gir içeri.” Dedi ve kedi de ormana doğru koşmaya başladı. Arkasına son bir kez baktı ve:

    Kedi-“Teşekkür ederim Haylaus.” Dedi ve orman kayboldu. O yumuşak ortam birden sertleşmeye başladı. içimde dal dal korku büyüyordu. Hava bile şiddetlendi. O baktığım aslanın kürkü parlak ve iç ısıtan bir altın renginde iken içinde karanlık ve soğuk bir altın rengine büründü.

    Haylaus-“iNSAAAANN!!” Kükremesi ile dizlerimin üzerine çöktüm. Bana doğru döndü. Gözlerini görmem ile bütün o iç ısıtan, baba hissiyatı veren kişi gitmiş yerine sanki bir canavar, kinin ve öfkenin vücut bulmuş hali gelmiş gibiydi. Hiç olmadığım kadar terledim, korktum, donakaldım. Konuşmak istesem de boğazım kupkuru olmuştu. Bu ölmek gibi bir şeydi sanki. Korkuyorsun ama ölemiyorsun. Sonsuz bir döngüde gibi.

    Haylaus-“BENiM DEĞERLiMi, DEĞER VERDiĞiM ÇOCUĞUMU SEN NASIL ÖLDÜRÜRSÜN? DAHA DÜNYADA GÖRMESi GEREKEN ONCA ŞEY VAR iKEN NASIL OLUR DA ONA DOKUNABiLiRSiN?” Son bir güç ile:

    b-“Ö zür dile rim.”

    Haylaus-“ÖZÜR DiLEMEN ONU GERi GETiRECEĞiNi Mi SANIYORSUN? ÖZÜR DiLE BAKALIM GERi GELECEK Mi?” Birden kedinin bedeninin yanında kendimi buldum.

    b-“Sana zarar vermek istememiştim, sana zarar vermek istememiştim. Böyle olacağını bilmiyordum. Özür dilerim. Özür dilerim. Lütfen geri dön.” Bunlar depoda söylediğim sözler. Tek farkı ‘lütfen geri dön’ dememdi.

    Haylaus-“Geri döndü mü peki?” Hayır diye başımı salladım.

    Haylaus-“CEVAP VER iNSAN. GERi BEDENiNE DÖNDÜ MÜ?” Artık konuşacak takatim bile kalmamıştı. Aşırı kısık bir sesle:

    b-“Hayır.” Diyebildim. Kedinin bedenine dokunmak istedim ama tam dokunacak iken kendimi geri Haylaus’un önünde buldum. Öfkeli gözleri yine karşımdaydı:

    Haylaus-“Siz insanlar asla ders almayacaksınız. Siz insanlar asla bıkmayacaksınız. Siz insanlar asla tüketmekten vazgeçmeyeceksiniz. “ dedi ve avuçlarımda birden bir yanma hissettim. Çığlık attım lakin sesim bile çıkmadı.

    Haylaus-“Sağ elindeki damga sende olduğu sürece çocuklarımın senden nefret etmesi gerektiğini anlayacaklar. Sol elindeki damga da ne zaman korkunu unutsan sana tekrar hatırlatacak. Ve kaçamayacaksın. Siz insanları tanıyorum. Ufacık pgibolojiniz bozuldu mu kendinizi kapatıyorsunuz. Kapanmana izin vermeyeceğim. Ölümüne korkacaksın ama kimse o kadar korktuğunu anlamayacak.” Dedi ve uyandım.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 45.
    0
    Eve gittim ve ablamı beklemeye başladım. O arada çamaşırları makineye attım, bulaşıkların %40 ını falan hallettim ve yoruldum amk. Makinede de bir yığın bulaşık var. Elle de yıkadım. Bitmiyor arkadaş bitmiyor. Balkonun cdıbını açık bırakmama rağmen ablam hala gelmedi. Nerede takılıyor acaba? Ya da abimle bir şeyler falan mı konuşuyor? Tam da zamanı ha. Hemen gelse de soracaklarımı sorsam. Meraktan çatlıyorum. Yatağıma yedek çarşafları serdim ve yattım. Bayağı yorgunum. Düşününce dünden beridir evi topluyorum, işe gidiyorum. Dinlenecek adam akıllı bir şu zamanım var. Gözlerimi kapattım ve uyuya kaldım.

    RÜYA

    Sokakta küçükken yakın bir arkadaşım vardı. Adı ilker’di. Benim yaşımdaydı ama boyu benden bayağı büyüktü. Onunla top oynar, mahalle maçlarına falan giderdik. Aslında annem ve babam öldüğünde toparlanma aşamasındaydım. ilker de sağ olsun hep yanımdaydı. Bir gün mahallede apartmanın önüne oturmuş çekirdek çiterken bir kedi geldi ve ilker’in ayağına sürtündü. Sevgi veya yemek bekliyordu muhtemelen. ilker de kediye tekme attı ve kedi belli bir mesafe uzağa uçtu.

    b-“Niye vurdun kediye?”

    ilker-“Annen yaşasaydı bilirdin. Onun için ben sana söyleyeceğim. Kediler pireli hayvanlarmış.”

    b-“Pire ne?”

    ilker-“Pire çok kötü bir şey. Senin vücuduna giriyor ve vücudunu kontrol ediyormuş. Sureleri falan tersten okutuyormuş.” dıbına koduğum. Bilmiyorum desene bu kadar mı zor? Tabi o zamanlar çocuk aklı mantıklı geliyor.

    b-“Sureleri tersten okuyunca ne oluyor ki?”

    ilker-“Şeytanın hizmetçisi oluyorsun, şeytan seni direk cehenneme zütürüyor.” Cehenneme gitmek diyince zaten benim şalterler attı. Kedi tekrar yaklaşmaya yeltendi ve ben de gelişine tekmeyi vurdum. Biraz fazla sert vurmuş olacağım ki artık kımıldamıyordu. Öldürdüm mü yoksa?
    ···
  8. 44.
    0
    GELDiM
    ---
    Mert geldi, olayı anlattım (Tabi kedinin bedenine geçtim diye değil bayıldım diye anlattım.) ve tepkisi aynen şu oldu:

    Mert-“Kanka evren senin bakire kalmanı istiyor.”

    b-“O nasıl söz lan. Allah korusun.”

    Mert-“Kanka yani bu kadarı da fazla. Bayılmak ne? Manyak mısın sen?”

    b-“He manyağım amk. Sanki bayılacağımı biliyordum. Ne yapayım ki? Zaten iyice rezil oldum.”

    Mert-“Bence de iyi rezil oldun.”

    b-“Saol ya çok güzel teselli ediyorsun.”

    Mert-“Ben daha ne yapayım? Sana kızla ortam ayarladım, hem de kaç kere. Sen değerlendiremiyorsan benim suçum mu?”

    b-“Yav tamam anladık.” Ben de nerede kalmıştı derken cama yine bir kuzgun kondu. Hayatım artık normal değil. Tek derdimin bilgisayarımda duran işi bitirmek, Pelinsu ve Mert’i susturmak olduğu günlere geri dönmek istiyorum. Biliyorum tek dedim ama 3 oldu. 3 te bir tek sayı. Ve kafam yine başka başka yerlerde…

    Saatler geçti. Ben yine işimi erken bitirdim ve yeni iş almak için Musa abinin yanına gidecekken Pelinsu gel işareti yaptı. Ben de yanına gittim.

    Pelinsu-“Daha iyi misin?”

    b-“E evet iyiyim teşekkürler.”

    Pelinsu-“Ben burayı yapamadım ya bana yardım eder misin?”

    b-“Tabii ki ederim.” Dedim ve işe yardım etmeye başladım. Bayağı da işi varmış aq. Ben işi yaparken o da sohbet etmeye başladı:

    Pelinsu-“Daha iyi misin?”

    b-“Evet. Şu an daha iyiyim.”

    Pelinsu-“Orada bizi endişelendirdin.”

    b-“Kusura bakma gerçekten…”

    Pelinsu-“Neden kusura bakayım ki? Senin isteğinle gerçekleşen bir şey değildi.” Benim isteğimle gerçekleşen bir şeydi. Kendimi gibeyim.

    b-“Olsun, yine de size zorluk çıkardım.”

    Pelinsu-“Gerçekten önemli değil. Hem bak işime yardım ettin ödeşmiş olduk.” Bu kızı öyle çok seviyorum ki.

    Sohbet muhabbet derken iş anca bitti. Yeni iş alacağım derken iş çıkış saatine kadar Pelinsu’nun işiyle uğraştım. Teşekkür etti ve gitti o da. Ben de dışarı çıksam iyi olacak. Ablama sormam gereken sorular var.
    ···
  9. 43.
    0
    Pelinsu-“Bir Bine, iyi misin?”

    b-“Ben iyiyim.” Tam ayağa kalkacak iken:

    Nejla-“Ayağa kalkma. Ambulans çağırdık.”

    b-“Ambulansa falan gerek yok. Bir an tansiyonum düştü sadece. Dün de geç yatmıştım o yüzden toparlanamadım.”

    Pelinsu-“Keşke sen de Mert gibi uyusaydın.”

    b-“Neyse ben iyiyim. Şirkete gidelim.”

    Pelinsu-“Bence sen git hastaneye rapor al. Evinde dinlenirsin.”

    b-“Bana ev deme. Daha orada da bir yığın işim var. Ben gidersem Musa abi zora düşer. Gerek yok yani ben çalışırım. Gerçekten iyiyim.”

    Nejla-“iyi sen bilirsin. Ama tekrar fenalaşırsan Musa abiye haber ver.”

    b-“Tamam veririm.” Dedim ve ayağa kalktım. Ama şirkete gitmeden önce yapmam gereken bir şey var. Kenarda duran mama kabını aldım ve dışarıya koydum. O çok aç olan kedi de hemen yemeğe saldırdı. Doğal olarak. Bir süre onca onunla aynı bedeni paylaştığıma inanamıyorum hala. Yaklaşamadığım hayvan ile aynı bedeni paylaştım. Her ne kadar bana kötü konuşmuş olsa da yine de ona teşekkür etmem gerekiyordu.

    b-“Şimdi gidebiliriz.”

    Şirkete vardık. Bir daha bu yeteneği asla ama asla birilerinin yanında kullanmayacağım. Lan bayıldım sandılar yemeği kursaklarında bıraktım amk. Ama garip bir duyguydu. Bir hayvanın bedenine girmek. Kılımı bile kımıldatamadım. Ve bir hayvan ile konuşmak… Aslında konuşmak gibi değil. Hissediyordum sadece. Hisler kelimelere dökülüyor gibiydi. Çok garip ama güzel bir duyguydu. Ben içimde bu karmaşaları yaşarken Mert hala uyuyor amk. iş saati geldi gelecek. Kanepeye gittim ve salladım. Ve yine bir klagiblik yapıp:

    Mert-“5 dakika daha.”

    b-“5 dakika kaldı zaten iş başı yapmamıza. Kalk da bir elini yüzünü yıka kendine gel.”

    Mert-“işyerinde miyiz biz? Evet yaa. Off. işteydik.”

    b-“Bugünlük çekeceksin artık yapacak bir şey yok.”

    Mert-“Tamam tamam.” Ayağa kalktı ve lavaboya gitmeden önce:

    Mert-“Eee. Yemek nasıl geçti?”

    b-“Hiç sorma şimdi. Elini yüzünü yıka anlatırım.”

    Mert-“Yine batırdın değil mi? Bu sefer ne geldi? Fare falan mı?”

    b-“Sen git elini yüzünü yıka anlatırım dedim.” Ve o da gitti. Bilgisayarımın başına geçtim ve işe başladım.

    EDiT:Ben bir duş alıp geliyorum. Gelince seri devam ederim.
    ···
  10. 42.
    0
    Başım çok ağırıyor. Neredeyim ben? Çok açım. Hem de bayağı açım. Daha yeni yemek yememe rağmen. Sanki yerde yatıyorum gibi. Ayağa kalkmaya çalıştım. Ama yapamıyorum. Dizlerim bir garip. Ellerim bir garip. Gözlerimi açarsam acıyacak gibi. Ama açmak zorundayım. Gözlerimi açtım. Çok farklı görünüyor her şey. Yerde yatıyorum. Karşımda olanları görünce daha çok şoka uğradım. Pelinsu ve Nejla beni uyandırmaya çalışıyorlardı. Beni mi? Başardım mı? Bedenim orada ölü gibi yatıyor amk. Geri dönmem lazım lakin ayağa bile kalkamıyorum.

    “Sen yeni köprüsün değil mi?” Aslında biri konuşuyor değil. Sanki hissediyor gibiyim bunu. Zihnimde. Ve bana nefretini de hissediyorum. Devam etti. “Ben bu bedenin asıl sahibiyim. Eski köprü senin benim bedenime gelebileceğini söylemişti. Senin gibi iğrenç lanetli bir ruhu kabul ettiğim için bana minnettar olmalısın. Umarım işimiz çabuk biter.” Eski köprü mü? Ablam buralarda mı? Bu kedi sanırım huysuz. Irkçılığın doruklarında bir de. Lanetli ruhmuş. insanım diye neyim lanet aq.

    O sırada başka bir kedi bana yaklaşmaya başladı. içimde belli belirsiz dürtüler yükselmeye başladı. Benim korkum ve bedeninde bulunduğum kedinin kızgınlığı birleşti sanki. O gelirse benim yemeğimi yiyecek ve ben aç kalacakmışım gibi bir histi bu.

    Kedi-“Sonunda başarmışsın bedene geçmeyi.” Sonunda onun nefreti biraz olsun sakinleşti ama benim korkum devam ediyordu. Kendi boyumda bir kedi bana yaklaşıyor yani. Neyse ki mesafeli duruyor.

    b-“Abla, sen misin?”

    Kedi-“Elbette ki benim.”

    b-“insanların yanında konuşmamız doğru mu?”

    Kedi-“Şu an ikimiz de miyavlıyoruz. Yani konuştuğumuz falan yok. Bu hissi unutma. Her seferinde bir hayvanın bedenine girmek istediğinde bunu yapacaksın. Neyse. Şimdi sana ayağa kalk derdim ama ne kadar zor olduğunu biliyorum. Onun için önce ruh baskısıyla başlayacağız.”

    b-“Acelem var. Orada bedenim öylece yatıyor, kızlar korkmuştur.”

    Kedi-“Merak etme. işimiz hızlı bitecek. Şimdi zihninde bedenin sahibiyle konuştun değil mi? “

    b-“Evet.”

    Kedi-“Ben dediğim için ruhuna baskı yapmadan direk seni kabul etti. Şimdi ruhuna baskı yapacak ve canın biraz acıyacak. Ve bedenine geri döneceksin. Ruha baskıyı öğrenmek için biraz acı çekmen lazım. Şimdi elinden geldiğince bedende durmaya çalış. Sen de baskıya başlayabilirsin.”

    “Sonunda. Bir daha benim bedenime gelme.” Dedi ve birden sıkıştığımı hissettim. Üstelik sıkıştıkça yanıyor gibi de bir his var.

    b-“Dah a ne kadar tuta bileceğimi bilmi yorum.”

    Kedi-“Daha başlayalı 10 saniye bile olmadı. Hem ilk denemende bu kadar zorlanman norm…” derken sanki bedenden atılmış gibi hissettim ve kendi bedenimde gözlerimi açtım. Nejla ve Pelinsu başımda bekliyorlardı.
    Tümünü Göster
    ···
  11. 41.
    0
    Nejla-“Sen biliyor muydun Bir Bine’nin de okçuluğa merakı varmış.”

    Pelinsu-“Aaa. Ciddi misin?” Aslında ben ‘bu devirde ok kullanan mı kaldı amk’ diyen biriydim ama mecbur bu yeteneği öğrenmek için okçuluğu sevmek zorundayım.

    b-“Yani profesyonel değilim…”

    Nejla-“Zaten orası belli. Oturarak ok atmaya çalışıyorsun. Önce dik durmasını öğrenmen lazım. Hatta bir alıştırma yapalım mı ne dersin?” Yemeği bahane edecektim ama önümdeki yemeği bitirdim bile amk.

    b-“Boşver sen yemeğini ye.”

    Nejla-“Hadi yaa. Sonra da yerim. Hadi ayağa kalk.” Hay amk. Nereden bulaştım bu işe ya. Dediği gibi ayağa kalktım. Pelinsu da arkadan izliyordu.

    Nejla-“Bak şimdi. Şu lastiği al.”

    b-“Lastik ne alaka?”

    Nejla-“Biz alıştırma yaparken onu kullanırız. Hayal etmeyeceksin herhalde?” Dün bütün günüm hayal etmekle geçti.

    Nejla-“Öncelikle dik dur. Sonra yan dur. Sola dönük dur, lastiği omuz hizasında çek. Ve bırak. Alıştırma bu. Şimdi sen yap.” Dediği gibi yaptım. Sırtımı dikleştirdim, sola doğru yan durdum, lastiği omuz hizasına çektim, irademi de okun içine koymayı ihmal etmedim. Daha sonra bir hayvanı hedef almak istedim ama bulamadım. Dur bir tane var. Bir kedi. Çöpü karıştırıyor. Kediyi hedef aldım. Ve oku bıraktım.
    ···
  12. 40.
    0
    Pelinsu-“Geçen gün için doğru dürüst özür dileyemedim. Gerçekten kusuruma bakma. Kedilere alerjin olduğunu bilseydim sana yaklaştırmazdım.”

    b-“Aslında küçükken vardı ama hala kedilerden korkarım. “

    Pelinsu-“Köpekleri sever misin?”

    b-“Ben aslında tüm hayvanlardan korkarım desem daha mantıklı olur.”

    Pelinsu-“Aaa. Neden tüm hayvanlardan korkuyorsun?”

    b-“Söyleyince gülmeyeceğine, dalga geçmeyeceğine veya deli olduğumu düşünmeyeceğine söz verirsen anlatırım.”

    Pelinsu-“Tamam tamam söz.”

    b-“Sanki hayvanlar benden nefret ediyor gibi hissediyorum. Küçükken bir köpekler oynarken… aslında pek hatırlamıyorum. Sanki köpek bana nefret ediyor gibi bakmıştı. O gün çok korkmuştum. ilkokulda da hayvanlardan korkumu yavaş yavaş yenecek iken benden yaşça büyük bir abi beni bir köpekle depoya kapatmıştı. O köpekle tüm gün boyunca kapalı depoda kalmıştım. O gün bugündür hayvanlardan korkarım.”

    Pelinsu-“Çocukluğundan kaynaklanıyor yani. Peki hiç tedavi olmayı denedin mi?”

    b-“Birkaç kere pgibologa gitmeyi düşündüm ama hiç vaktim olmadı veya bahaneler uydurdum. Yani sadece hayvanlara yaklaşmadan da yaşayabilirim…”

    Pelinsu-“Saçmalama. Hayvan sevmek ne güzel bir şey haberin yok. içindeki tüm stresini alırlar.”

    b-“Öyle mi diyorsun?” Tam o sırada yemekler geldi. Kadın giderken “tabakların hepsini boş göreceğim.” Dedi ve gitti.

    Pelinsu-“Bak mesela şurada sarı ve şirin bir kedi yaklaşıyor. Şunun neresinden korkabilirsin ki?” Ablam olmasın lütfen ya. Hayatım dikizleniyor gibi hissediyorum. Kedi bana göz kırptı. Kesin ablam. Off. Pelinsu’nun yanına gitti ayağına sürtünüp mırlamaya başladı. Bilerek yapıyor. Aslında şimdi düşününde ben de kedi olsam onun ayaklarına sürtünebilirim. Lan. Çok manyak bir fikir… diye düşünürken kedi bana doğru tıslamaya başladı. Ne düşündüğümü anlamış ve bana kızıyor olmalı. Öyle mi? Ablama alaycı bir şekilde gülümsedim ve Pelinsu’ya döndüm:

    b-“Bak. Gördün mü? Direk bana tısladı. Şimdi ben bu kediyi nasıl seveyim?” Tamam kızdırabildim mi ablamı diye düşünürken bana doğru yaklaşmaya başladı. Sakın. SAKIN. Rezil edecek beni. Tam yerimden kalkacak iken restoran sahibi kadın kediyi kucağına aldı. Hayatımı kurtardı resmen.

    Kadın-“Yemek yerken kediyle oynanmaz.” Dedi ve kediyi dükkanın dışına çıkardı ve çitin kapısını kapattı. Oh. En azından saldırının bir dalgasını atlattım.

    Pelinsu-“Ne güzel kediyi seviyordum ya. Bu restorandı seviyorum ama bazen Yeter abla fazla abartıyor.”

    b-“Sahibini tanıyor musun?”

    Pelinsu-“Ben liseden beridir buraya gelirim. Şansa bak ki iş yerim de buraya yakın bir yerde çıktı.”

    b-“Ne güzel.” Derken içeri Nejla girdi.

    Nejla-“Başladınız mı yemeğe?”

    Pelinsu-“Yok daha başlamadık.”

    Nejla-“Off. Yemekler çok güzel duruyor. Ben de içeride iyi ki de günün menüsünü söyledim. Benimki de birazdan gelir.” Dedi sandalye çekip oturdu. Zaten hemen onun ki de geldi.
    Tümünü Göster
    ···
  13. 39.
    +1
    Öğle arası oldu ve Pelinsu yanıma doğru yürümeye başladı. Ne isteyecek acaba? Biraz bir şeyler atıştırmıştım ama nefesim kokuyor mudur hala? Naneli sakız umarım bastırmıştır.

    Pelinsu-“Hadi yemeğe gidelim.”

    Mert-“Benim yemekten çok uyumaya ihtiyacım var. isterseniz siz gidin.” Beni yalnız mı bırakacak? Ben bu seviyeye hazır değilim. Bir Bine. Kendine gel. Sen artık yetişkin birisin. Ve yetişkinler için böyle bir durum normaldir. Çık artık şu ünili kafasından. Aslında üniversitede de normal. Kafamda çok fazla şey dönüyor.

    Pelinsu-“Tamam. Gel Bir Bine o zaman gidelim.” Ayağa kalktım ve tek ikimizin gittiğini görünce:

    b-“Nejla gelmeyecek mi?” ismini j ile söylemek çok garibime gidiyor. (Yazması daha garip. Harf hatası verip oto düzeltiyor sonra ben tekrar bozuyorum onu. Sanki TDK ya ihanet ediyormuşum gibi :P )

    Pelinsu-“O Musa abi ile önemli bir şey konuşacakmış. Sonra bize katılacak. Biz önden gidelim.” Dedi ve asansöre bindik. Asansörde hiçbir şey konuşmadık. Aşağıya vardık ve dışarı çıktık. Aslında şirketin yemekhanesi var lakin nedense bizim ofisteki kimse oradan bir şey yemez. Ben dışında. Tabi ilk başlarda yerdim, sonra Mert ile kaynaşınca yemekhanede yemeyi bıraktım. Bence yemekhanenin yemekleri de güzeldi.

    Yürüyüşümüzün sonunda yıkıklığım saolsun hiçbir şey konuşmadan ev yemeği yapan yere vardık. Lokantanın ismi Anne Eli. içerisi çok güzeldi. Sanki mahalledeki herhangi bir ev gibi tasarlamışlar. Her yerde halılar (tabi ayakkabıyla giriliyor yani halılara yazık olmuş yine de temiz gözüküyorlardı) tavanda gösterişsiz bir lamba, her evde gördüğümüz ampüllerden yani, lokantanın bir köşesi yer sofrası (yani divanlar var), bir köşesi de masalar vardı. Yer sofrası olması hoşuma gitti. Aslında içerisi çok büyük değildi. Ama yine de insanı evinde hissettirmesi için çok uğraşılmış. Başında baş örtüsü olan bir kadın bize yaklaştı ve:

    Kadın-“Hoş geldin Pelinsu kızın. Sen de hoş geldin oğlum. Geçin şöyle oturun.” Oğlum mu? Kızım mı? Vay lan. Cidden güzel bir konsept düşünülmüş. Pek fazla kişi anlamaz bu konsepti “Bana oğlum diyemezsin lan” cılar çıkabilir yani. Sanki oğlum diyince ananı… töbe töbe. Kendi kendimi kızdırmayı başardım ya tebrik ediyorum kendimi.

    Pelinsu-“Biz dışarıda oturalım abla.”

    Kadın-“Nasıl istersen kızım. istediğin yere geçebilirsin.” Dışarıdaki bir masaya geçtik. Otuduğumuz zaman kadın:

    Kadın-“Ne istersiniz yemeğe?”

    Pelinsu-“Ben günün menüsünden alayım abla. Sen ne istersin?”

    b-“Ben de günün menüsünden alayım.”

    Kadın-“Tamam, siz elinizi yüzünüzü yıkayın ben sofrayı hazırlarım.” Dedi ve gitti. Oha lan. Çok hoşuma gitti. Elinizi yüzünüzü yıkayını da yanlış anlayabilirler. “Ben pis miyim lan” cılar çıkar bu seferde. Hay amk. Bana neyse. Ben niye düşünüyorum bunları?
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      +2
      TDK ya değil bana ihanet ediyorsun şu anda. j kadar sevimsiz bir harf var mı ya?
      ···
  14. 38.
    0
    Musa abi arabayı durdurdu. Sohbet falan derken şirkete gelmişiz bile. Arabadan indik ve asansör ile 25. kata çıktık. Daha sadece bir gün tatildeydim. Ama sanki yarım saat önce çıkmışım gibi buradan. Arasında yaşananlar rüya-hayalmiş gibi. Ve o rüya hızlı bozuldu. Oradan bir kumru beni izliyor. Önce emin olmalıyım. Birkaç adım ilerledim, bir kağıt aldım ve geri geldim. O da bana bakıyordu. Evet. Gerçekten de ablam. Rüya değil tabi ki onlarda. Lan rüya olduğumu düşünsem arabada neden alıştırma yapayım? Kafam çok güzel ya.

    Musa-“Herkes geldi mi?”

    Nejla-“Daha Pelinsu gelmedi.”

    b-“Mert de başka dünyada.” Masasında sızmış. Bu çocuk akıllanmıyor. Musa abinin arkasından asansör açıldı. Evet. işte geldi. Doğuştan gelen kızıl saçlarıyla yine beni büyülemeye başladı. Eğer bu kızı ortaçağda görseler muhtemelen adı kızıl cadı olurdu. O kadar güzel ki bu güzellik bir insana ait olamaz. Büyüyle falan yapılmış gibi. Bütün sahne ışıklarını kendine çekmişti bile. Dudağına sürdüğü açık pembe rengindeki ruju, sıktığı parfümün hafif limoni kokusu çoktan bütün ofisi kucaklamıştı. (Ve bu kelimeleri düşünmek 25 dakikamı aldı amk. Asla evlenmeyeceğim. Sırf sözleri düşünmek 25 dakikaysa tavlamak, onu geçtim flörtü, nişanı, evliliği ohoo… En iyisi bekarlık.)

    Pelinsu-“Geç kaldım kusura bakma Musa abi.”

    Musa-“Önemli değil Pelinsu. Geçip işe başlayabilirsin.” Naneli sakız çiğnemiş. Kokusu buraya kadar geldi. Muhtemelen aç geldiği için nefesinin kokmamasını istedi. Ben de aç geldim. En iyisi Pelinsu’ya yaklaşmayayım. Sonra benim nefes kokumdan rahatsız olmasın. Mert’in yanına gittim ve hala uyuyor amk. Salladım uyandırdım.

    Mert-“Ne oldu kanka ya? Ne güzel kızı eve zütürüyordum.”

    b-“Ne evi amk ne evi. işteyiz. Kalk da işine bak. Sende naneli sakız var mı?”

    Mert-“Dur çantamda olacaktı.” Elini bel çantasına attı ve fermuarı açtı. içinden olips çıkardı. Yaa. Olips çok acı oluyor. Direk nane kemirsem daha az yanar ağzım. Ama yokluktan yapacak bir şey yok. Olipsi aldım ve ağzıma attım. Ve nefes alış verişimin beni yakmasının keyfine vardım.

    Saatler sonra şöyle göz ucuyla pencereye baktım. Hala oradan beni izliyor. Tamam, biraz rahatsız edici. Ama yapacak bir şey de yok. O eğitimi vermek zorunda.

    Mert-“Kanka dalgınsın, hayırdır? Kuşla iki saattir bakışıyorsunuz. Hayırdır Pelinsu’dan vazgeçtin kuşlara mı yazıyorsun artık?”

    b-“Lan saçma salak konuşma. O ablam.”

    Mert-“Kanka sabah sabah içtin mi? Ne diyon?” Hay amk.

    b-“Kafa kalmadı ki. Dalgınlığına öyle söyledim. Aklımdan ablam geçiyordu, kumruları severdi de. Sen birden soru sorunca da devreler yandı.”

    Mert-“Sorma kanka ya bende de kafa kalmadı. Tatil diye kendimi ne güzel şartlamıştım. Keşke şu kuş kadar özgür olsam.” O kuş gibi özgür olmak istemezsin. Sonunda Eternal’e gidecek. Eternal… Ben bu hayvanların içine girme konusunda ustalaştığımda bitecek. Ablam oraya gidecek. Musa abi dalgınlığımızı fark etmiş olacak ki:

    Musa-“Konuşmayın da işinize bakın.”

    b-“Tamam abi.” Dedim ve önüme döndüm. işe devam.
    Tümünü Göster
    ···
  15. 37.
    +1
    Sonunda Musa abi 2010 model Opel Astra ile gözüktü. Arabanın rengi kapalı maviydi ve bakımsızdı. Yani bakımını yaptırıyor ama onun haricinde arabayı yıkamazdı. Önümde durdu ve camı açtı.

    Musa-“Hadi geç arkaya.” Yanındakini görünce şaşırdım.

    b-“Aaa Nejla günaydın. Sende mi geliyorsun işe?”

    Nejla-“Diğer herkesin geldiği gibi ben de geliyorum.” Arabaya geçtim ve arka kapıyı açınca da Mert’i gördüm. Yarı uykuluydu, hatta uyuyordu bile denebilir. Ben de yanına geçtim oturdum. Musa abi de yola devam etti.

    b-“Abi, tüm şirketi böyle arabanla almayacaksın değil mi?”

    Musa-“Yok be. Yolumun üzerindeydiniz o yüzden aldım sizi. Nejla da bizim yan apartmanda oturuyor. Onu da normalde hep ben getiririm işe. Şu Mert’i de uyandır, işte uyuklamasın.” Mert’i biraz salladım ve hemen tüm türk filmlerinde klagibleşmiş şu sözü söyledi

    Mert-“Ha, geldik mi?”

    b-“Yok daha gelmedik.”

    Mert-“Yaa kanka. Arabadan atlayasım var yemin ediyorum sana. Neden tatilim her hafta böyle oluyor?”

    b-“Tek senin tatilin mi? Bütün ekip bugün işteymiş.”

    Mert-“Grev falan mı yapsak?”

    Musa-“Ne grevi lan otur oturduğun yerde. Başımıza iş çıkarma şimdi.”

    Mert-“Ama abi yemin ediyorum o yatırımcıyı bulursam ağzını yüzünü dağıtacağım.”

    Musa-“Dikkat et de maaşını almadan önce dağıtma. Senin maaşının %70 ini o adam ödüyor sayılır. Hem mesai ücretini alıyorsun işte. Otur oturduğun yerde de işini yap. Sen ne yapıyorsun Bir Bine.” Ben de onlar konuşurken arada ok alıştırması yapıyordum. Ama araba hareket ederken çok zor. Hem niye ok ya? Tabanca olarak düşünsem olmaz mı?

    Nejla-“Sende mi okçuluk kursuna gidiyorsun?”

    b-“Yok. Ama okçuluğa hevesim var. Sadece alıştırma yapıyordum.” Yeteneğim var diyemem ya kıza. Tamam, yalanı sevmem ama deli de dedirtmem kendime.

    Nejla-“Benim gittiğim bir yer var. iş çıkışında genelde oraya gider stres atarım. istersen sen de gel.”

    b-“Bu ay pek okçuluk kursuna falan gidebileceğimi sanmıyorum.”

    Nejla-“Oranın sahibi tanıdıktır.. Fiyat konusunda sıkıntı etme.”

    b-“Tamam, bakarız.”Şu an o kapılara hiç giremem. Param zaten ay sonuna zar zor yetecek. Hatta yetmeyebilebilir.
    ···
  16. 36.
    +1
    Sabah telefon sesine uyandım. Off. Kim arıyor pazar pazar. Telefonu elime aldığımda Musa abinin aradığını gördüm. Hemen toparlandım ve açtım.

    b-“Alo”

    Musa-“Sesin uykulu geliyor. Saat 9 oldu bu kadar uyunur mu?” Akşam uyuyamadım ki düşünmekten. Kafamda bir yığın soru var.

    b-“Gece pek uyuyamadım.”

    Musa-“Neyse şirkete gitmemiz lazım. Geçerken seni de alacağım.”

    b-“Yaa abi yine mi? Patron her pazar ‘Bu son mesai olacak’ diyor. Ama daha hiç sonu gelmedi.”

    Musa-“Çünkü durmadan yatırımcımız bizden iş bekliyor. Ve bu işler 2 gün tatil ile yapılacak işler değil.”

    b-“Ama abi ben sana cuma söylemiştim elinde iş varsa bana ver diye. Sen de yok dedin.”

    Musa-“Zaten bu yeni bir iş. O zaman iş yoktu elimde şimdi seç beğen al. Bu işin süresi sıkıntılı. 26 gün süremiz var. Ve işimiz çok. 10 dakikaya orada olurum. Sen de hazırlan aşağıda bekle.”

    b-“Tamam abi hemen hazırlanıyorum.” Dedim ve telefonu kapattı. Hemen üstümü giyinmem lazım. Off ya. En sevdiğim gömlek, ceket ve pantolon kombinasyonum abimde kaldı. O değil bir de bu çamurlu kıyafetlerle yatağa yatmışım. Yatak da hep çamur olmuş. Off. Resmen şu an kendimi gibesim geldi. Üstümü aceleyle giyindim ve çarşafları çamaşır makinesine attım. Gelince yıkarım artık. Abimin pijamaları, evde yıkanması gereken ne varsa derken çamaşır makinesinde yer kalmadı. Ve 3 kez çamaşırı dolduracak kadar da kirlim var. Benim ya evlenmem lazım (ki böyle bir sorumsuzla kim evlenir) veya artık sorumluluk almaya başlamalıyım. Çılgın partiler yok. Bir daha asla. Artık hazırım. Aşağıya inebilirim. Son bir kez daha üzerime baktım. Saçlarım falan düzgün. Tamam. Aşağıya inip Musa abiyi beklemeye başladım.
    ···
  17. 35.
    +1
    GÜNÜMÜZ

    Talat-“Abla uyan.” Gözlerimi açtığımda karşımda çektirdiğimiz aile fotoğrafı vardı. Arkama döndüğümde de Talat ve Bir Bine bana yukarıdan bakıyordu. Hangi hayvandaydım ki? Doğru. Güvercindeydim.

    Güvercin-“Bitti mi işiniz?”

    Talat-“Evet bitti ama daha koltuklar yıkanacak ve halılar da yıkanacak.”

    b-“Halıları temizletmeye veririz, koltukları da temizletirim sorun yok.”

    Talat-“Paran var mı ki? Böyle büyük ve saçma bir organizasyondan sonra paran kalmamış olması lazım.”

    b-“Birikmişim var. Paradan yana sıkıntım yok.”

    Talat-“Paraya sıkışırsan bana haber ver. Ben de sana yardım ederim.”

    b-“Teşekkürler abi ama ihtiyacım olacağını sanmam.”

    Talat-“Neyse abla. Biz gidelim.”

    Güvercin-“Tamam. Bir Bine. Sen de alıştırma yap. Alıştırma yapa yapa geliştireceksin kendini.”

    b-“Tamam abla yaparım. Ama şöyle bir sorum var. Diyelim ki başardım ve bir hayvanın bedenine girdim. Oradan nasıl çıkacağım.”

    Güvercin-“Bu anlatılacak bir şey değil. Girdiğin zaman anlarsın.”

    Talat-“Keşke bu yetenek bende olsa. Eve köpek alırdım ve işteyken arada eve gider karım her ayağa kalktığında onu yerine oturturdum.”

    Güvercin-“Senin bu yeteneği alabilmen için Bir Bine’nin büyük bir hata yapması ve Eternal’e gitmesi lazım. Veya erken yaşta ölmesi lazım. Eğer sen de ölürsen bu döngüyle köprülük görevi kızına geçer. Yani bu aile bağı. Mesela babaannemdeydi bana geçti.”

    b-“Peki babama niye geçmedi bu görev? Direk sana geçti?”

    Güvercin-“Babam eski kafalıydı. Hayvanları pireli canlılar olarak görürdü. Haylaus hayatta böyle bir yeteneğin babamda barınmasına izin vermezdi.”

    b-“Peki bana niye izin verdi ki? Ben de hayvanlardan nefret ediyorum.”

    Güvercin-“Sen nefret etmiyorsun. Sen korkuyorsun. Ve üstelik bunu Haylaus bu yeteneğin sana geçmesini özellikle istedi. Nedenini ben de bilmiyorum. Belki hayvanlara olan korkun onun hoşuna gitmiştir.”

    Talat-“Yani korkmasa, o da hayvanları sevse sıradaki yeteneği ben mi alacaktım?”

    Güvercin-“Evet. Muhtemelen seni eğitmek için de ben gelemeyecektim. Ama Hinn’in bir arkadaşı gelecekti.”

    Talat-“Peki Bir Bine için niye sen geldin?”

    Güvercin-“Haylaus korkusunu bildiği için onu korkutmayacak birini göndermek istedi. Buna en yakın kişi de ben vardım.”

    Talat-“Abla gidebilir miyiz artık? Yoksa Sevim perdeleri çıkartıp yıkamak gibi bir saçmalığa girişecek.”

    b-“Neden durduk yere perdeleri çıkarsın?”

    Talat-“Durduk yere değil. Normalde ayda bir perdeleri yıkar. Zaten kaç gündür perdeler kirli diyip duruyordu. Bugün ben perdeleri çıkartıp yıkayayım da ona iş kalmasın.”

    Güvercin-“Sen de tam evlenilecek erkekmişsin ha.”

    Talat-“Ne sandın? Neyse acele edelim de geç kalmayalım.” Talat dışarı çıktı ve aşağı indi. Ablam da balkona uçtu ve:

    Güvercin-“Çalışmayı sakın unutma.” Dedi.

    b-“Tamam dedim ve o ruh dalgasını aşağıda köpeğe giderken gördüm. Güvercin de uçtu gitti.
    Tümünü Göster
    ···
  18. 34.
    +1
    Daha zile basmadan kapıyı açtı.

    Babaanne-“Hoş geldin kızım. Buyur geç içeri.” Zaten başka da çarem yok. Mecburen geçtim içeriye. Babaannem ile salona geçtik ve kendi koltuğuna oturdu.

    Babaanne-“Aile fotoğrafınız güzel çıktı mı?”

    Binnur-“Yine bizi mi izledin?”

    Babaanne-“Yaşlanınca yapacak başka bir şey mi kalıyor ki? Elbette ki sizi izleyip kolluyorum.”

    Binnur-“Bu yeteneği öylesine mi veriyor ki bize Haylaus? Bir amacı yok mu?”

    Babaanne-“Hayvanların tanrısı Haylaus’a direk adıyla seslenmen çok saygısızca ve elbette ki bu yeteneğin bir amacı var. Ama artık amaçlarını yerine getirecek takatim kalmadı. Son amacım ise seni eğitmek. Hiç alıştırma yaptın mı?”

    Binnur-“Yaptım. Ama zincirim çok kısa. 5 metreden fazla kendimden uzaklaşamıyorum.”

    Babaanne-“Zamanla öğreneceksin. Acelen yok nasıl olsa. Şimdi bir daha dene.” Elimde oku hissettim. Önümdeki kanaryaya hedef aldım ve oku attım. Ruhum da kanaryanın içine geçti. Bedenim o koltukta yatıyor. Ben de kafesten kendi bedenimi izliyorum. Ciklemekten başka konuşamıyorum. Konuşmak benim için hala çok zor.

    Kanarya-“Ka f es in ka pısın ı aç”

    Babaanne-“Bugün buraya gelmenin amacı zincir alıştırması yapmak değil kızım. Hayvanların tanrısı Haylaus ile tanışacaksın. Ona saygısızlık yapmamaya çalış.” Konuşmak çok yorucu. Ne zaman geleceğini sormak istiyorum. Sormama bile gerek kalmadan karşımda belirdi. Altın kürkü ve aslan biçimiyle. Kaçmak istedim ama kaçacak bir yerim de yok. Onun karşısında küçükcük bir kanaryayım sadece.

    Haylaus-“Demek sıradaki köprü sensin.” Aşağılar biçimde konuşmuştu. Ciklesem de demek istediğimi anlar diye düşündüm:

    Kanarya-“Siz Haylaus musunuz?” Birden hiddetlendi:

    Haylaus-“Benim ismimi öylece ağzına alma insan çocuğu. O yaşlı kadın öldüğünde miras tamamen sana geçecek.” Bayağı korkmuştum. Hem de bayağı. Bayılmamak için kendimi zor tuttum.

    Kanarya-“Pe peki ben bu ye yetenek i ile ne yapa yapcağım?”

    Haylaus-“Hayvanlar ve insanlar arasındaki düzeni sağlayacaksın. Nesli tükenen hayvanları kurtaracaksın. Ve en önemlisi kutsal hayvanını koruyacaksın.”

    Kanarya-“Kutsal hayvanım mı?”

    Haylaus-“ileriki zamanda bir hayvan ile ruh bağı hissedeceksin. Mesela o yaşlı kadının kutsal hayvanı şu an içinde bulunduğun kanarya. Normalde kanaryanın kafese girmesine izin vermezdim ama bu kafeste kalmayı ve seni eğitebilmeyi kanaryanın kendisi rica etti. Ona teşekkür etmeyi unutma.” Dedi ve kayboldu. Hemen geri bedenime döndüm. Korkunç bir deneyimdi.

    Babaanne-“iyi misin? Epey korkmuş gibisin.”

    Binnur-“Korkunç biriydi. Neden böyle birine hizmet ediyoruz ki? Bizi iğrenç varlıklardan başka bir şey olarak görmüyor.”

    Babaanne-“Ben de ilk gördüğüm zamanlarda korkmuştum. Ama artık anlıyorum. O sadece sana olan sevgisini böyle gösteriyor. Onu seni koruyan bir baba olarak düşün. ileride umarım demek istediğimi anlarsın.”Umarım anlarım. Ayağa kalktım ve kanaryanın yanına gittim.

    Binnur-“Benim için bu kafeste kalmayı tercih ettiğin için teşekkür ederim.” O da cikleyerek cevap verdi. Babaannem anlayıp gülümsedi ama ben hala dillerinden anlamıyorum.
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      +1
      Fenerin durumu zaten vahim ne yaptın sen böyle hocam
      ···
      1. 1.
        0
        Hahahahaha :D
        ···
  19. 33.
    +1
    BiNNUR

    GEÇMiŞ (FOTOĞRAFIN ÇEKiLDiĞi ZAMAN)

    Anne-“Fotoğraf çok güzel oldu. Buna güzelce bir çerçeveletip duvara asalım.”

    Baba-“Şimdilik küçük bir çerçeve yeterli olacaktır. Sonra millete nispet yapar gibi olmasın.”

    Binnur-“Aynen ya. Aysun teyze o fotoğrafa böyle gözlerini belerte belerte bakacak sonra da bir yığın eleştirecek. Yok bu kızın orası burası açık çıkmış falan.” Evet. Bahsettiğimiz Aysun teyze balkonda köpeği içeri alma diyen. Hala yaşamasına ve hala o evde oturmasına ben de şaşırıyorum. O zamanlar da yaşlıydı, şimdi ise daha da yaşlı.

    Anne-“Terbiyesizlik etme. O senin büyüğün.”

    Talat-“Anne, ben aşağı iniyorum, arkadaşlarla maç yapacağım.”

    Anne-“Oğlum önce üstünü değiştir.”

    Talat-“Tamam.” Dedi ve odasına koştu.

    Anne-“Talat. Bir Bine’yi de Hayriye teyzenlere zütür. Biz babanla pazara gideceğiz.” Talat odadan bağırmaya başladı.

    Talat-“Yaa hayır yaa. Banane. Hayriye teyzeler çok uzakta.”

    Anne-“Sıçtığım tak bana bağırıyor. Kardeşini zütürmezsen daha da dışarı çıkarmam seni.”

    Talat-“Aman yaa. Tamam.”

    Binnur-“Sonunda anladınız beni yalnız bırakmanız gerektiğini.”

    Baba-“Hayır kızım, sen evde yalnız kalmıyorsun. Seni de babaannene bırakacağız. Salça yapacakmışsınız.” Yine beni çağırıyor. Neden bu kadın beni rahat bırakmıyor ki? istemiyorum işte. Normal bir kız olmak istiyorum. Öyle hayvanların bedenine giren bir ucube olmak istemiyorum. Yine salça diye beni çağırdı.

    Binnur-“Gitmesem…”

    Baba-“Hayır olmaz. Hem sen evde tek başına ne yapacaksın bakayım?”

    Binnur-“Hiçbir şey. Televizyon izlerim.”

    Baba-“Gidiyorsun dediysek gidiyorsun. O kadar.” Babama karşı gelmeye korkardım. Yani bize bir fiske bile vurmadı ama yine de korkardım. Babam ve annemle beraber aşağıya indik ve arabaya bindik. Babam bir Şahin hastasıydı. Arabasını çok severdi. Belki bizden bile. Arabasına binerken ayakkabımızın bir yere değmemesine dikkat ederdik. Arabadaki tartışmalarını dün gibi hatırlıyorum:

    Anne-“Akşama annemler gelecek. Fazla fazla alalım da dolapta dursun hem.”

    Baba-“Yav yine mi anan geliyor? 20 yıldır evliyiz anan bizden bir çıkmadı.”

    Anne-“Yalan söyleme, ne zamandır gelmiyor kadın.”

    Baba-“Evet evet. 3 gün oldu değil mi? Ananın tek kızısın diye durmadan ziyaretine geliyor kadın.”

    Anne-“Benden başka kimsenin yok kadının Allah Allah.”

    Baba-“Ben de annemin tek oğluyum ama annem durmadan gelmiyor.”

    Binnur-“Ama beni durmadan çağırıyor.”

    Baba-“Büyüklerin konuşmasına küçükler girmez öyle. Babaannen senin iyiliğini istiyor. Öyle bangır bangır müzikler dinleyeceğine git nasıl kadın olunur onu öğren.” Evet, babam eski kafalıydı. Ben de ergendim. En bir araya gelmemesi gereken ikiliydik.

    Baba-“işte geldik. Sen babaannene çık biz dönüşte uğrarız.”

    Binnur-“Tamam baba.” Dedim ve arabadan indim. Babam da gaza bastı gitti. Ben de babaannemin evine çıktım.
    Tümünü Göster
    ···
  20. 32.
    +1
    Sessizce:

    b-“Abla. Bir kuşa geç, ben eve girince balkonun kapısını açarım. Köpük de arabada beklesin.” Ve sonra bağırarak “Tamam içeri almam. Siz de kusura bakmayın bir daha böyle bir şey olmaz.” dedim ve köpeği arabaya koyduk. Tabi camı biraz açtık artık yapacak bir şey yok. Ben de o Aysun teyzeye ne yapacağımı biliyorum:

    b-“Aysun teyze. Sen zaten tüm gün balkondasın. Arabaya göz kulak ol bak çalınmasın. Teşekkürler.”

    Aysun-“Ama oğlum…” dese de direk içeriye daldım. Ben o kadını tanıyorum. Hayatta o arabadan gözünü ayırmaz şimdi. Zaten fazla kalmayacaklar, evi toparlayınca giderler veya bir çay-kahve hazırlarım içer (içerler demeyi çok isterdim ama sadece abim içer) öyle giderler.

    b-“Hazırsan kapıyı açıyorum.”

    Talat-“Ne heyecan yaptın açacaksan aç.” Kilidi çevirdim ve kapıyı açtım. Belki sihirli bir biçimde eşyaların toplanmış olmasını bekledim lakin her şey incin. Tam da bıraktığım gibi. Kaos içinde.

    Talat-“Ben bu evi toplamam. Bu ev bir günde mi bu hale geldi?”

    b-“Yani. Partide ne kaçırdığına gel de bir bak istedim.”

    Talat-“Evi gibmişsin sen ama. Ve daha salonu bile görmedim.”

    b-“Ben seni uyardım. Evi toparlayacağım gelmeyeyim dedim sen ısrar ettin gelmem için. Şimdi cezasını çek.”

    Talat-“Var ya bana büyük iyilik borçlusun oğlum.” Dedi ve ayakkabıyla içeri girdi.

    b-“Ayakkabılarını çıkarsana.”

    Talat-“Benimle dalga mı geçiyorsun? Her yer enkaz halinde. Evi toparlayınca sileriz. Tüm halıları da kaldıralım. Zaten halılar da hep meşrubat lekesi olmuş. “ Balkondaki camdan tık tık ses gelmeye başladı.

    b-“Ablamı unuttuk.”

    Talat-“Akıl mı kalır bu evde. Dur ben açarım balkonu. Ev de biraz hava alsın bari.” Salona gitti ve balkonun kapısını açtı. Ablam güvercin olarak eve girdi. Biraz büyük bir kuş olunca birkaç adım geri çekildim. Bir yere kondu ve söylenmeye başladı:

    Güvercin-“Rahmetli annemle babam evi böyle görse kalkar mezardan seni döver geri girerlerdi. Bu evin hali ne böyle?”

    b-“Tamam, kabul ediyorum. Biraz abartmış…”

    Talat-“Biraz mı? Lan ev evlikten çıkmış, koltuklar yeniden yıkanacak, halılar zaten çöp olmuş, etrafı toparlamamız ikimiz beraber bir buçuk saat alır. Kapının önündeki aile fotoğrafımız bile kırılmış. Bari ona sahip çıksaydın.”

    Güvercin-“O fotoğraf hala duruyor mu?”

    b-“Elbette ki duruyor.” Kapının önüne doğru uçtu. Fotoğrafın önüne kondu. Biz de ablamın arkasından izlemeye başladık. O fotoğrafa bakıyordu. Talat sessizce:

    Talat-“Biz temizliğe başlayalım. Bırak ablam biraz yalnız kalsın.”

    b-“Tamam.” Dedim ve temizliğe başladık.
    Tümünü Göster
    ···