/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
  1. 1.
    +42 -5
    Sene 2003...

    Ankara'da arkeoloji doktora birinci sınıf öğrencisiydim. Kız arkadaşım Eda istanbul Üniversitesi arkeoloji doktora programında kadro bulmuş ben ise henüz bulamamıştım. Eda'nın yüksek lisans biter bitmez doktoraya kadro bularak başlaması tamamen başarı ve azmi sayesinde gerçekleşmişti. Ankara Dil-Tarih Coğrafya fakültesine 1996 yılında arkeoloji bölüm öğrencisi olarak başladım. Edayla aynı dönem öğrencileriydik. ikinci sınıfın ortalarında, 1997 yılı nisan ayı ortaları gibi sevgili olup 2002 yılında yüksek lisans tez savunmasının ertesi günü sözlenmiştik. Tez savunmamızı başarıyla tamamladığımızı öğrendikten sonra, ikimizinde hayali olan akademisyenlik için doktora arayışlarına giriştik. Eda, ingilizcesi sayesinde istanbul protohistorya bölümünde kendisine kadro bularak doktoraya başlamıştı. Ben ise hocalarımın biraz torpiliyle zoru zoruna Ankara'da kendi üniversitemde doktoraya başlamıştım. ilk başlarda çok üzülsem de kadro bulamadığıma Eda’nın başarısıyla kendimi teselli etmek zorunda kalmıştım...
    ···
  2. 2.
    +9
    1996 yılında ailemden ilk kez ayrılarak üniversite okumak için istanbul'dan Ankara'ya geldiğimde çok zorluklar çekmiştim. Adaptasyon sürecim üniversiteye geç başladığımdan biraz sancılı geçmişti. Geldiğim ilk zamanlarda Ankara'yı büyük bir köy olarak görsem de sonradan çok alışıp sevmiştim. Bunda Eda'nın etkisi çok büyüktür. Lisansa başladığım ilk gün sınıfa girdiğimde, yaklaşık 50 kişinin içinde direk Eda dikkatımı çekmişti. Gözleri iğri iğri, kaşları uçurum, yüzü zambaklar kadar parlaktı. Güldüğünde yüzü, keçi yavrusuna benzer bir görünüş alırdı. Bütün Anadolu'nın gizini taşırdı sanki yüzünde. Eda'dan ilk anda o kadar etkilenmiştim ki zihnim ve zaman algım allak bullak olmuştu. Bu hislerle yeni geldiğim şehirde günlerim hızlıca geçiyor hem şehri tanımaya çalışıyor hem sudan çıkmış balık misali üzerimde ki şoku atıp yeni bir hayatın tadına varmaya çalışıyordum. Bu geçen süre içerisinde Eda aklımdan hiçbir zaman çıkmıyordu. Kalbim sürekli birşeyler yapmam gerektiği düşüncesine beni itse de beynim buna engel oluyordu.
    ···
    1. 1.
      +7
      niye bu kazı hikayeleri 15 yıllık aq hazine mı bitti ülkede...
      ···
  3. 3.
    +6
    Kalbimin beynimi ikna etmesi uzun sürmüştü. Ona açılmaya cesaret ettikten sonra tek bir şansımın olduğunu düşünmüştüm. Çünkü yüzünde diğer kızlarda gördüğüm gibi herhangi bir sıradanlık ve basitlik barındırmıyordu. Tek bir şansım olduğundan doğru anı bekleyip doğru hamleyi yapmak zorundaydım. Bu düşüncelerle zaman geçip gidiyordu. Ona özel bir ilgim olduğunu hissettirmeden bir şekilde kasıtlı olarak yollarımızı kesiştiriyordum. 1 buçuk yılda hiç bir işe yaramamış gibi görünse de 1997 yılının nisan ayında birşeyleri başardığımı anlamıştım. Bir ders çıkışı 6-7 kişilik arkadaş grubu masada oturuken Eda'da gelmişti. iki üç saat içerisinde masadan birer birer eksiliyordu insanlar. Her masa hareketlenişinde Eda'nın hala oturduğunu görmek, beni olunmaz sancılara itiyor ancak aynı zamanda tarifi imkânsız mutluluk düzeyine çıkartıyordu.
    ···
  4. 4.
    +6
    En sonunda masada sadece ikimiz kalmıştık. Öyle sessizce oturup sadece birer Türk kahvesi içmiştik. Ne o kalkıyordu ne ben sadece sessizce oturuyorduk. Böyle böyle ilişkimiz çok yavaş ilerledi. Bu yavaşlık aslında aleyhime görünse de zamanla lehime çevrilmişti. Aramızda o kadar sağlam bir bağ ve samimiyet oluşmuştu ki bahar dönemi bitmeden sevgili olmuştuk. O kadar huzurluyduk ki, ıssız vahalarda büyüyen bin yıllık üzerlik otlarının huzuruna ermişcesine göğe yükselmişti duygularımız...
    ···
  5. 5.
    +6
    Ben Lisans dönemimde Enver Paşa hayranı bir gençtim. Hayatını ilişkilerini mektuplarını yaşadıklarını her kaynaktan tarayarak okumaya ulaşmaya çalışmıştım. Sondaj çalışmamı Arkeoloji değil de Enver paşa üzerine yoğunlaştırdığım için Arkeolojide çokta başarılı değildim. Aslında not olarak başarılı sayılsam da teknik ve ilmi açıdan kendimi oldukça zayıf görüyordum. Eda bana bazen ''Yeşil eriğim Buhara'yımı kurtaracaksın gel de şu toğrağın altına ses ver azıcık, Enver Paşa'n sana ekmek vermezderdi. Bendeekmek vermezse, Hürriyet verir cesaret verir'' derdim. Eda'm haklı çıkmıştı zamanla, Enver bana ne hürriyet ne cesaret ne de ekmek verdi. Kadro başvuruları açıklandığı gün eve gelip odamda bulunan Enver Paşa'nın kubbe-tül sahra'da 1917'de çekilmiş fotoğrafı karşısında ah Enver ah kendin gibi beni de yaktın bir bilinmezlik çukurunda diyerek bir paket sigara içmiştim. Aslında Enver Paşa'mın bu durumda hiçbir kabahatı yoktu. Aileden biraz varlıklı olduğum için ve arkeolojiye para gözüyle bakmadığımdandır bu başarısızlığım diye düşünmekteydim. Ama Eda'm benim gibi değildi emeğin gücüne inanırdı biraz da devrimciydi. Sonraları öğrendim ki Yeşil eriğimden kastı Nazım Hikmetmiş. Ondan bana öyle hitap edermiş. Bende ona Atsız'dan vur gönül mülkü düzelsin sen vuruyorken de öldürüyorken de güzelsin derdim. Düşünce bakımında çok zıt yönlerde de olsak gönül anlamında tam bir bütündük..
    ···
  6. 6.
    +6
    Sene sanırım 2000'di son sınıfa geçmiştik. Ankara'nın kışları her zaman soğuk geçerdi. Ankara'nın bana kazandırdıkları, diploma ve Eda dışında soğuğa karşı vücudumun oluşturduğu olağanüstü bir dirençti (Askerde çok işime yaradı). istanbul’da yaşamamıza rağmen babam aslen Muğlalıydı. Yazları en az 2 ay gider kalırdık köyümüzde. Ege ikliminin verdiği gevşeklik Ankara'ya ilk gittiğim zamanda başıma oldukça bela açmıştı. Çoğu insan normal giyinirken ben en az üç kat giyinirdim. Ama 2000 yılında normalinden daha da sert bir kış geçmişti Ankara'da.. O kadar kuru bir soğuk vardı ki anlatılmaz yaşanır. işte bu soğuk Ankara günlerinden kalan bir anım hayatımın hiçbir zamanında aklımdan çıkmamıştı. 2000 Ankara kışında çok fena bir hastalık geçirmiştim. Evde yalnız başıma kendi kendimi iyileştiremeyince Eda'nın daveti üzerine iyileşmek için onda kalmaya karar vermiştim. O kadar kötü hastaydım ki üç gün hiç kalkmadan yattığımı hatırlıyorum. üçüncü günün sabahında kendimi iyi hissedip uyanmıştım. Sırtımda bir ağırlık vardı. Elimle baktığımda havlu tarzı bir bez parçasıydı. Doğruldum, bir sigara yakıp zihnimi kurcalamaya başladım. Çocukluk yıllarımdan bu bez tanıdık gelmişti. Evet bu bez tanıdıktı annemin beziydi. Annemde ben hastalandığımda sırtıma bez koyardı terleyipte tekrar hasta olmayayım diye. Sigara bittikten sonra içimi müthiş bir huzur kaplamıştı, beni annem gibi korumaya çalışan bir insanın varlığı gerçekten olağanüstüydü. Bu inceliği düşünen birisiyle kesinlikle evlenmeliydim.
    ···
  7. 7.
    +5
    2000 Haziran’ında lisans öğrenimi bitince birbirimizden ayrılmamak için yüksek Lisansa da aynı okulumuzda eylül ayında başlamıştık. O kadar güzel anılar o kadar güzel günlerimiz olmuştu ki yıllar sonra bile hala aklıma geldikçe mutlu olabiliyorum. içimi mavi bir bulut sonsuzluğu kaplayabiliyor. Yüksek lisans eğitimimizin bitmesine yakın Doktora planları yaparken yine birlikte olma hayalleri kuruyorduk ayrılmayı hiç planlamıyorduk. Ancak istanbul Üniversitesinde kadro ilanı kafalarımızı epey karıştırmıştı..
    ···
  8. 8.
    +3
    Kadro ilanı tek kişilikti ancak Eda bütün şartları sağlıyordu. Sırf benimle ayrılmaması için ilk duyduğunda biraz gitmek istemese de sonuçta kadro bulması herşeyin üzerindeydi.. Ne kadar istemesem de onu bunu konuda motive ederek mülakatlara girmesi konusunda ikna ettim. iki günlüğüne istanbul'a gidip mülakatlara girdikten sonra haber beklemeye başlamıştık.. yaklaşık yirmi gün sonra sonuçlar açıklandığında Eda'nın ismi en üst sıradaydı hem çok mutlu olmuştuk hem çok üzülmüştük.. Karışık duygular içerisinde hemen hazırlanmaya başlayıp istanbul'a gidecekti Eda. Eda'nın ev ve okuluna yardımcı olabilmem için birlikte bende birlikte gitmeye karar verdim.. Mülakatlar için iki günlüğüne geldiğini saymazsak, Eda istanbul’a ilk kez geliyordu. istanbul'a geldikten sonra şehri gezdirip iyice anlatmıştım ona. Veznecilerde küçük bir daire tutup yerleştirdikten sonra Ankara'ya döndüm. istanbul esenlere beni yolculamak için gelmişti. Esenlerin hengamesinde, kehkeşanında buğulu camın ardından binlerce kişi içinden yalnızca onu görüyordum. Bir bakışı vardı otobüs hareket ederken peygamber görse gözlerinden yaş gelirdi. Ankara'ya döndükten sonra günlerce bu ayrılığa alışmaya çalıştım. Doktora, lisans ya da yüksek lisans gibi değildi. Sürekli yeni birşeyler çıkıyordu insanın karşısına Akıntıya karşı kürek çekmek gibiydi bu bilgi akışı, durduğun an geri gitmeye başlıyordun. Birbirimize yeterli zamanı ayıramıyorduk. Zaten teknolojide elverişli değildi. Bu durumdan çok şikayetçi olsakta dişimizi sıkıp birlikte olacağımız günler için katlanmaktan başka bir şey de gelmiyordu zaten elimizden.
    ···
  9. 9.
    +5 -1
    2003 Nisan gibi fakültenin kapısında bir bildiri gördüm. Bildiri, Ankara Üniversitesi arkeoloji sempozyumu başlıklıydı. Konuşmacılar listesinde Prof. Dr. Timur Yavuz hocamın ismini görünce heyecanlanmıştım. Çünkü üç aydır derslerde sürekli yaptığı çok büyük keşiften bahsediyor ama başka bir kelime etmiyordu sadece bekleyin göreceksiniz diyordu. Ben bu keşfi sempozyumda anlatacağını düşünerek hocamın yanına gidip detaylı bilgi istedim. Oda evet o gün geldi dedi. O kadar heyecanlıydım ki anlatamam. Zaten lisanstan beri adama olağanüstü bir hayranlığım vardı. Bölüm koridorlarında bazen Fransızca bazen Almanca konuştuğunu gördükçe imreniyordum. Zaten Türkiye'nin en sağlam protohistoryacılarından biri olması başlı başına benim için şanstı. Eğer bahsettiği keşif bir höyük ya da kent ise ben kafamda planı kurmuştum. Eda'yla birlikte bu kanaldan ilerleyecektik. Bahsettiği kadar önemli bir keşifse bize akademik anlamda inanılmaz katkılar sağlar düşüncesindeydim.. Eda’yla görüşüp bu konuyu onada anlattım. Oda heyecanlandı ama Timur hocayı çok sevmezdi.. Ancak ikimizinde düzenli gittiği sürekli olduğumuz bir kazımız yoktu. Eğer bahsettiğim gibi bir höyük veya yerleşim yeriyse çekirdek ekipte olma şansımız çok yüksek olurdu. Bunları ona anlattıktan sonra Ankara'ya sempozyuma gelmeye ikna olmuştu. Aslında sempozyumun heyecanı çokta umurumda değildi, uzun zaman sonra edayı görecektim, Bunun heyecanı vardı sempozyum birazda bahane olmuştu. Ve o gün gelip çatmıştı. Eda Ankara’ya sınıftan arkadaşı Kübra’yla gelmişti. Kübra bana sıcak gelmese de sırf Eda’nın gönlü kırılmasın diye her şey yolundaymış gibi davranmıştım. Kübra zayıf orta boylu oldukça esmer biriydi. Gözlerindeki enerji bana oldukça ürkütücü geliyordu. Eda ve Kübra bende kalmıştı. Kübra’nın varlığında çok rahat edemesekte yine hasretimizi gidermeye çalışmıştık. Sempozyum günü geldiğinde ben Eda ve Kübra okula geçip beklemeye başlamıştık. Bazı hocalar konuştuktan sonra sıra Timur hocaya gelmişti. Timur hoca Kürsüye çıktığında heyecandan gözleri patlayacak gibiydi.

    • Protohistorya: Komşu uygarlıkların Yazıyı kullandığı ancak diğer uygarlıkların kullanılmadığı döneme denilmektedir. Örneğin Mezopotamya'da i.Ö. 3000'lerde yazı kullanılmaya başlamış ancak Anadolu'da yaz i.Ö. 1750 yıllarında kullanıma girmiştir. i.Ö. 3000 ile 1750 arasında kalan yıllarda Anadolu hakkında bilgiler sadece Mezopotamya arşivlerinden sağlanmaktadır. Buda Anadolu için Protohistorik çağ olarak adlandırılmaktadır.
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      0
      Böyle bi sempozyum yapılmamış yalancı huur cocuğuuuuuuuuuuuuu
      ···
  10. 10.
    +5
    - Merhaba arkadaşlar, aylardır sizleri bekletiyorum her şey kesin olmadan sizleri boş yere umutlandırmak istememiştim. Buğün geldiğimiz noktada artık keşif gün gibi ortada. Biliyorsunuz ki altı yıldır Güneydoğu Anadolu'da yüzey araştırmaları yapıyorum. Geçen yıl olağan üstü bir kabartma buldum. ilk başlarda normal bir durum gibi karşılasam da, Sonrasında yaptıgım araştırmalar da buğüne dek bulunmuş en büyük Geç-Hitit yerleşim yeri olduğunu saptadım.

    Salondakiler heyecanla dinliyordu Timur hocayı, öyle bir anlatıyordu ki insanlar nefes bile almıyordu. Daha sonra detaylı bilgileri ve fotoğrafları paylaşan hoca köyün isminide vermişti. Köyün ismi Üçgözler Köyü’ydü. Fotoğrafları yazıtları gören salondaki hocalar şaşkınlık içerisindeydi. Eda'ya dönüp bak bu kazıya gitmemiz lazım görüyorsun iyi ki gelmişşin dedim. Bu ikimiz içinde çok büyük fırsat. Ne yapıp edip ekibe dahil olmalıyız sözümü bitirmeden Kübra lafa atlayıp kesinlikle bende gelmek istiyorum dedi. Ben dönüp baktım tebessüm haricinde bir cevap vermedim. Ama aklıma gelmişti böyle bir şey olacağı...
    ···
    1. 1.
      +3
      Amk kubrasi başımıza iş açacak. Melhamei Kübra aq
      ···
      1. 1.
        0
        Melhamei kübra puhahhaaha kap şukunu
        ···
  11. 11.
    +5 -1
    Toplantı çıkışı Timur hoca ortaya bombayı atıp gitmişti. Bulmak ne kolay. O gün bulamamıza rağmen ertesi gün odasında yakaladık. Benim zaten Geç-Hitit üzerinde çalışmak istediğimi bilen Timur hoca direk kabul etti ancak Eda konusunda mırın kırın etti. Çünkü Eda'nın hem iTÇ (Erken Bronz Çağ) çalıştığını hemde bizim üniversite değilde istanbul’u seçmesini pek hoş karşılamamıştı. Birde üstüne Kübra eklenince sen tamamsın ama kızları düşüneceğim şimdilik ekip daha belli değil diyerek kibarca beni odasından kovmuştu. Ancak yüzsüzlük pahasına biraz daha soru sormak için kalmıştım. Kazılar ismini genel olarak bulunduğu köy kasabadan ya da üzerinde bir türbeden aldığı için kazının ismini Üçgözler olarak düşünüyordu hoca. Mardin’de zamanında terör yüzünden boşaltılan Üçgözler Köyü’nün hemen yanı başında yer alıyormuş yerleşme. Ayrıca dikkat çeken diğer husus hocanın yaptığı çalışmalarda kesintisiz i.Ö. 10. yüzyıl ile i.S 13. yy. a kadar devamlılığıydı. Keşfedilen yerin yaklaşık 2200 yıllık hiç bozulmamış, arada bir zaman kopması ya da boşluk barındırmayan tabakalaşma gerçekten imkansıza yakındı. Odasına sempozyumda göstermediği fotoğraflara da bakma fırsatı bulmuştum. inanılmaz kabartmalar heykeller yazıtlar vardı. Ayrıca Üst tabakalara tarihlendirilen el yazmalarını görünce aklımı yitireceğimi sanmıştım...

    El yazmalarının birinin resmini bile görmüştüm. Timur hocada cep fotoğraf makinesi vardı o dönemlerde. Dönemin makinelerine göre oldukça küçüktü. Bulunan el yazmasının birinin müzeye tesliminden önce Timur hoca uyanıklık yapıp fotoğraflamış. Bana binbir söz verdirerek göstermişti. fotoğraftaki yazı Arapçaydı.

    -Ben Arapça bilmiyorum hocam
    + Bende bilmiyorum (Gülerek) Ama bilen birilerine gösterdim.

    Çekmeceyi açarak bir kâğıt uzattı önüme. Okuduğumda başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. içerisinde büyülere yönelik bir takım ritüeller yazıyordu ve birde kurandan bir ayet:

    Cinleri yaratan (Allah) olmasına rağmen, cinleri Allah’a ortak kıldılar. (Bununla yetinmeyip) hiçbir bilgiye dayanmadan, Allah’a oğullar ve kızlar nispet ettiler. O , onların yakıştırdığı sıfatlardan münezzeh ve yücedir.

    (6/En'âm 100)
    ···
    1. 1.
      +1
      Devam etsene qumqi sardıhh sarıyoh
      ···
    2. 2.
      +1
      2200 yıllık yapıda 610 yılında inmeye başlamış Kuran ayetleri nasıl olabiliyor?
      ···
    3. 3.
      +1
      2200 yıllık yapıda nasıl 610 yılında inmeye başlamış Kuran ayeti olabiliyor ?
      ···
    4. diğerleri 1
  12. 12.
    +4 -1
    O an donup kalmıştım. Olanları kafamda birleştirince hızlıca hocadan izin alarak odadan çıktım. Gördüklerimi Eda'ya anlattım ve kazıya gitmiyoruz dedim. Eda şaşırmıştı günlerdir başımın etini yiyorsun şimdi bir Arapça yazı yüzünden mi vazgeçeceksin her şeyden ben düşündüm ve ikimiz içinde doğru bir yol olabilir bu kazı en azından ilk senesine katılalım dedi. Eda benim gerçek düşüncelerimi bilmiyordu. Kübra'dan izin alarak evden çıkıp bir kafeye gidip aklımdaki herşeyi anlatmak istiyordum. Bir bahane uydurarak Eda’yı evden alıp bir kafeye zütürdüm ve aklımdakiler anlatmaya başladım. Üçgözler ismini duyunca ilk başta hiçbirşey aklıma gelmemişti. Ama sonra hoca o el yazmalarını gösterince tüylerim ürpermişti. Aklımdaki parçaların hepsi o an birleşmişti. Abim 14 Nisan 1993 günü 24 yaşında kendini asarak intihar etti. istanbul’da makine mühendisliği okuyan hayatında her zaman başarıyla anılmış birisiydi. Ancak ölümünden 2 yıl önce kadar falan esrarengiz birisi olmuştu. Konuşmuyordu, konuştuğunda da hiç bir mantıklı cümle kurmuyordu. Önceleri çevrem ve ailem çocuk çok kitap okudu kafayı yedi şudur budur diye yaklaşıyorlardı. Hastanelere doktorlara gidiyorduk ben 14 yaşlarındaydım pek karışmıyordum sadece yanlarında duruyordum. Aynı odada kaldığımız için çok tedirginlik içerisinde 14 15 yaşlarını geçirdim. Ne yapacağını kestiremiyordum. Okulu bırakmış sadece evde uyuyordu ve akşam namazıyla yatsı namazı arası sokakta yürümeye gidiyordu. Bazı geceler yatağın içinde oturduğunu ve bana baktığını görünce korkudan altıma sıçıyordum ama elimden birşey gelmiyordu. Benim odamı değiştirmem Abim Doğu’yu daha da kötü hissetmesini sağlar diye ailem iki yıl boyunca bana bu korkuyu çektirdi. En son artık hocalara gidiyordu bizimkiler birgün Balıkesir’de çok büyük bir hoca olduğunu öğrenip yola düştüler. Beni de zütürmüşlerdi. Hoca yetmiş yaşlarında bir amcaydı. Abimi görür görmez sen dışarı çık dedi. Yalnızca babam kalmıştı içeride. Babam çıktıktan sonra olanları anlattı. Hoca abimin çok tesirli bir cinni tarafından ele geçirildiğinden bahsetmiş, bir muska yazmış ve takdir Allah’ındır demiş. Babam söve söve bizi arabaya doldurdu ve istanbul’a eve geri getirdi. Abim muskayı hiçbir zaman takmadı. Zaten 1 ay geçmeden kendini astı. Nazar değdi, cinlendi, çok okudu kafayı yedi gibi muhabbetler arasında unutuldu gidildi. Yalnızca annem unutmadı. Annem her zaman gözlerinin içinde onu yaşattı. Hiç konuşmadı ama içindeki fırtınaları ben hissedebiliyordum. Abimin ölümünden bir süre sonra kitaplarını falan karıştırmaya başladım ve bir deftere rast geldim...
    Tümünü Göster
    ···
  13. 13.
    +4
    Defteri korkarak tek tek incelemeye başladım. Sonrasında defteri ne olduğunu bilmediğim şekilde kaybolup gitti. O yaşlarımda incelediğimde aklımda kalan her sayfası Arapça yazılmış ve değişik şekillerin olduğuydu. Yaptığı hayvan ya da başka karışık figürlerin hepsinde üç göz vardı. Ben bu defterden kimseye bahsetmedim iyice üzülmesinler diye yalnızca anneme; abimin Arapça bilip bilmediğini sorduğumda, küçükken Kuran kursuna gittiğini ama hiçbir zaman kuran okuyacak düzeye çıkamadığını söylemişti. Peki ya Arapça yazacak kadar nerden öğrenmişti abim. Bu soru aklımı o dönem uzun süre kemirip durmuştu. Bu olanların hepsini edaya anlattığımda gözleri kocaman olmuş biçimde şaşkınlıkla beni dinledi. Önce inanmadı şaka yapıyorsun hadi ama gibilerinden tepkiler verdi ama ciddi olduğumu anlayınca tesadüf gibi muhabbetlere girerek beni sakinleştirmeye çalıştı. Bu yaşadıklarımın hepsini Timur hocanın odasında birleştirmiştim. Belki de Eda haklıydı ben paranoya yapıyordum... Eda için bu tarz tesadüf ve doğaüstü olaylar anlamsız gelirdi. Cinlerin varlığını insanın kendi beynindeki kurgudan ibaret olduğuna dair onlarca kez muhabbetini dinlemiştim yıllarca. Yine aynı muhabbetlere girip sakın sırf bu tesadüf yüzünden kazıya gitmemezlik yapmayalım diyordu. Şaşkındım Timur hocadan nefret derecesinde haz etmeyen eda kazı için bu sefer beni ikna etmeye çalışıyordu. Ama ben sebebini anlamıştım arkadaşı Kübra’nın yönlendirmesiydi bu kazı baskısı. Kübra o kazıya kendisinin gitmesinin yolunun Eda'dan yani benden geçtiğini çok iyi biliyordu. Böyle kazılarda Hocalar genelde ilk başlarda kendi tanıdığı güvendiği öğrencileriyle asistanlarıyla çekirdek kadroyu kurardı. Ben Kübra’ya referans olmazsam gelme ihtimali çok düşüktü. Kübra'da Eda'nın aklına girmiş bir şekilde ki Eda, bu yaşadıklarımı anlattıklarımı çok fazla takmıyordu. Sadece önümüzü kesmeyelim kariyerimizle oynamayalım zor bir çocukluk geçirmişsin ondan bu kafanda birleştirdiklerin falan diyerek telkinlerde bulunuyordu. istanbul’a döndükten sonra bunlar, Eda’yla her konuştuğumuzda konu bir şekilde kazıya geliyor ve gidiyoruz dimi sana da çok iyi gelecek bak göreceksin tarzında baskılarına maruz kalıyordum. Bende en sonunda Mayıs'ın sonu gibi gittim hocaya geleceğimi söyledim. Ayrıca kurulan 14 kişilik kadroya yalvara yakara Eda ve Kübra’yı da eklettim. Kazı Temmuz'un ilk haftası başlayacak Eylül'ün 15 ine kadar sürecekti.
    Tümünü Göster
    ···
  14. 14.
    +4
    Hoca tanıdıklarını da araya sokarak epey yüklü ödenekte almıştı. Toplam da 16 kişilik bir ekip olmuştuk. Ekipte Doçent Doktor Firdevs Yılmaz, Asistanlardan Zeynep Sevinç ve Eda öğrencilerden lisans ve yüksek lisanstan on bir öğrenci vardı. Kazı için her şey hazırdı. Timur hoca iki ay sonra bütün dünya bizi konuşacak 7'den 70'e herkesi şoka uğratacağız diyordu beni her gördüğünde. Ben artık bu bilinmezlik içerisinde hocanın ayakçılığını yaparak günlerimi geçiriyordum. Açıkçası içine girdiğim durumda pgibolojim o kadar pamuk ipliğine bağlıydı ki anlatamam. Kafayı tırlatmama ramak kalmıştı. Bölüm içindeki entrikalar arkadan konuşmalar kuyu kazmalara şahit oldukça insanlığımdan utanıyordum. Birlikte can ciğer insanların koca koca profesörlerin birbirlerinin arkalarından yaptıklarını gördükçe midem bulanıyordu. iyice kendimi bölümdeki iç savaşın içerisinde bulmuştum. Asistanların hal ve hareketleri gerçekten mide bulandırıyordu. Ayaklarında yaz kış botlarla gezip lisans öğrencisi kızlara yürümeleri gayet olağandı bu mide bulandırıcı yalaka tipler için. Ben Kadro bulamadığım için bir tık bu megaloman asistanların kıdemsizi olduğum için gözlerinin uçlarıyla yererlerdi beni. Akademide iyi insanlar yok muydu? elbette vardı ama genelde yüzde doksanı bu lağım çukurunun demirbaş taklarıydı. Bu hayata hazır mıydım bilmiyordum. Bu düşüncelerle okul kapanmış yaz mevsimi başlamış ama ben hala fakültede Timur hocanın işlerini yapmakla meşgul bir ayakçı görünümünde hayatıma devam ediyordum. Bir gün gelip Kazı dört Temmuz’da başlıyor diyerek topuklarını zütüne vurmaya başladı. Ama bir sorunumuz vardı biz gelecek insanlara kalacak yer ayarlamak için ortamın koşullarını iyileştirmek için 25 haziranda oraya gidecekmişiz. Normalde benim planım, kazıdan önce istanbul’a giderim ailemi görürüm arkadaşlarımı görürüm oradan temmuz başı Eda'yı alır Mardin’e giderimdi ama bütün plan Timur hocanın emri ile yok olup gitti… O gün sigara içe içe Yavuz Bülent Bakiler’in Cebeci istasyonu ve Sen adlı şiirini mırıldana mırıldana Cebeci’den Kızılay’a kadar yürümüştüm. Kısa mesafeydi aslında ama sanki zaman bükülmüş ve aylarca yürümüş gibi yorgun hissediyordum kendimi.
    ···
  15. 15.
    +5
    Bu durumu edaya anlattıktan oda Kübra’yla erken gelmek istedi. Her ne hikmetse her şeyden Kübra çıkıyordu. Bende koşulları bilmiyoruz, Mardin’de temmuzda bir köyde hemde boşaltılmış bir köyde sizin hiç bir şey hazır olmadan gelmeniz sıkıntı doğurur diyerek ikna ettim. iyiki de etmişim gittiğimizde ilçede bir pansiyon tarzı bir yerde kalırken duvarda akrep görmem bütün gecelerimi zehir etmişti... Timur Hoca Firdevs hoca ve ben Mardin'e giden öncü ekiptik. 25 haziranda Mardin o kadar sıcaktı ki beynim fokurduyordu şehri gezerken. Herkes kalın giyinmiş kafalarında bezler bize uzaylı görmüşçesine şaşkınlıkla bakıyorlardı. Ben yine tedbirli gitmiştim ama Timur ve Firdevs hocanın elbiseleri tam fiyaskoydu. Gözlerinde güneş gözlüğü kafalarında şapka kargo pantolonlarıyla çok komik gözüküyorlardı bir yabancının gözünden. Bu duruma zaten yöre insanlarıda kendi arasında Kürtçe konuşup gülüyorlardı.
    ···
  16. 16.
    +5
    Mardin mükemmel bir yerdi. Sokaklarında gezerken hangi yüzyılda olduğumu bir esnaf lokantasının önündeki radyodan anlıyordum. Bazı oryantalist Avrupalıların imgelendirdiği masalımsı doğulu kadın figürlerini dar sokakların başlarında görebiliyordum. Gözleri kalemli simsiyah zeytin iriliğindeki kadınları gördükçe kadim Mezopotamya’nın sırlarının sırlarına ereceğimi düşünüyordum. Gezerken bir ara havanın sıcaklığının farkına varıp beynimin buharlaşıp uçacağını hissetmiştim. Bir dükkâna girip poşu ve yöresel gömlek alıp şehre karışırsam bu sıcaklıktan kurtulacağımı düşündüm bir an ve çok az Türkçe konuşan bir amcadan poşu aldım. Yüzündeki çizgileri içtiği sigara dumanı dolduruyordu. Ankara'dan istanbul’dan bu bölge hakkında konuşmanın hüküm vermenin çok kolay olduğunu daha yeni idrak etmiştim. Daha sonra Hocalarla buluşup kazı alanına en yakın 1 saat olan ilçeye gitmek için harekete geçtik. ilçeye gittiğimizde o gün bir pansiyonda kaldık. Ertesi gün bir minibüsle Üçgözler köyüne gittik. Kazı alanın köyün yaklaşık 250 metre uzağında bir noktadaydı. Köy öğrendiğimiz kadarıyla 1989'da Terör sebebiyle boşaltılmıştı. Yaklaşık 20-30 hanesi olan bomboş hayalet bir köy görünümündeydi Üçgözler...
    ···
  17. 17.
    +5
    Üçgözler köyünün sakinleri zamanında ya en yakın ilçeye ya da batı illerine göçmüşler. Köyün Doğusunda bir tepede yıkık türbemsi bir yapı ve bir ağaç direk göze çarpıyordu. Sonraları öğrendim ki bu alan çevre halkı tarafından kutsal sayılan yılın belli dönemleri gelinip kurbanlar kesilip adaklar adanan yerel inanç merkeziymiş. Timur hocayla nasıl kalacağımızı neler yapacağımızı araziyi gezerken konuşuyorduk. Alan o kadar çıplaktı ki yıkık türbenin yanındaki ağaçtan başka hiçbir ağaç yoktu.

    - Hocam, bizim burada kalmamız şuan imkansız. Altyapı su elektrik yok, en mantıklı görünen ilçede bir pansiyon tutup hergün gidip gelmemiz.

    + iyi hoşta burda kalmazsak hergün 1 saat gidiş 1 saat geliş yol bizi çok yorar ayrıca buluntuları hergün zütürmemiz gerekecek depomuzda ilçede olursa işler sürekli karışabilir. Ankara’yla görüşüp köyün yanına ya da civarına konteynır kent kurmalarını isteyeceğim. Almanya'dan iki hititolog da gelecek ilçede olmamız verimli çalışmamız için dezavantaj. Sen gittiğinde kahvelere uğra 15 tane işçi aradığımızı söyle.

    Bende istemeyerekte olsa kabul ettim. içimden inşallah bu yerde kalmayız inşallah bakanlık konteynır yollamaz diyordum. Her terkedilmiş yerde olduğu gibi burasıda insani ürpertiyordu. ilçeye döndüğümüzde hemen bir telefon bulup Eda’yı aradım ve durumdan bahsettim. Hala şansın var bak aileni bahane ederek gelmeyebilirsin burada hiçbir düzen yok dedim. Eda önce kabul eder gibi olsa da ertesi gün konuştuğumuzda yine eski inadına dönmüştü. Kübra’yla birlikte 5 Temmuz’da ordayız dedi. Bu arada ben ilçedeki kahveleri gezip kazı için işçi aradığımıza dair haberler yayıyordum. ilçede işşiz insan çoktu ama bir kişi bile çalışmak istemiyordu. Hatta orada kazı yapılacağını duyan bir kaç kişi üzerime bile yürümüştü. Bende güvenliğimiz askeriyeden sorumlu biz Ankara’dan geliyoruz diyerek korkutmaya çalışmıştım.
    ···
  18. 18.
    +5
    ilçe çok küçük bir yer olduğundan her haber anında her yere yayılıyordu. Üçgözler köyünde kazı yapılacağını duyan insanlar her gün pansiyona gelip hır gür çıkartıyordu. birgün 20-30 kişi geldiğinde Timur hoca artık askeriyeyi arayıp yardım istemişti. Kazılarda, yöre halkıyla iyi geçinmeden işler yolunda gitmezdi. Yöre halkını önce inandırman gerekiyordu. insanlar oralara ya kutsal gözüyle bakıyor ya da altın gözüyle bakıyordu. Timur hoca 1991'de Mardin Gırnavaz kazılarında meydana gelen ve iki öğrencinin öldüğü olayların başımıza gelmesinden korkuyordu. Mardin Gırnavaz‘da da benzer durumlar yaşanmıştı köylüler ve halk kazı yapılmasını istememişti ancak kazılar devam edince kazı aracına bomba koyulmuştu. Bu bombalı saldırıda iki arkeolog hayatını kaybetmişti. O Gamsız rahat Timur hocayı ilk kez bu kadar gergin ve düşünceli görüyordum kazı başlamasına beş gün kalmıştı ve daha çok önemli problemler çözülememişti.

    Ertesi sabah beni yanına çağırıp biz Firdevs’le konuştuk acaba 1 yıl ertelesek mi?
    diye tedirgince bir öneride bulundu. O an gereksiz bir atarla olur mu hocam bu kadar büyük bir keşfi kendini bilmez 3-5 insan için mi erteleyeceğiz. Askeriyeyle detaylı konuşalım ilçede bir toplantı yapsın durumu anlatsın dedim. Ancak yarım saat sonra bir sigara yakıp niye böyle bir şey dedim diye köpek gibi pişman olmuştum.. Nedenini bilmiyorum ama o an içinde bulunduğum çıkmazdan kaçıp gitmeyi kendime yedirememiştim sanırım. Askeriyede Ahmet binbaşı vardı sağ olsun o bize çok yardımcı oldu. Üstelik Ankara’yla yazışmalarda askeriyenin tüm imkanlarını da sunmuştu. Toplantı içinde bir kahve ayarlayıp 40-50 kişi toplayıp konuşma yaptı. Biraz tehditkâr konuşup insanların sesini kesmişti. Çıkışta hocama bunlarla insan gibi konuşursanız anlamazlar bunlara anlayacağı dilden konuşun diye öneride bulundu.. Devamında Zaten pkk falan korkusu olmasın biz köyün güvenliğini 7-24 jandarmayla sağlayacağiz dedi. O an hepimize bir umut doğmuştu. Aynı gün içerisinde Ankara’dan da çok güzel haberler gelmişti. Konteynır gerekli bütün ihtiyaç malzemesi ve köye elektrik çekileceğine dair haber de gelince artık hiç bir problem kalmamıştı. Artık bütün sorunlar çözülmeye başlamıştı.. Sanki ilahi bir güç vardı arkamızda…
    ···
  19. 19.
    +5
    5 Temmuz’da bütün ekip ilçeye gelmişti. Tam 16 kişiydik bu bilinmezin içinde. Firdevs hoca Timur hoca Asistan Zeynep hoca ben Eda ve Kübra haricinde 11 kişi ne olacağı hakkında hiçbir fikre sahip değildiler. Lisans öğrencilerinden Öznur ve Hatice’nin yüzündeki kaygı gözlerinden okunuyordu. Ekipte 7 kız 4 erkek vardı. Öğrencilerle ben ilgilendiğim için bazen eda kıskançlık yapıp sinirlerimi bozmaması dışında ilk günlerde ters bir şeyler yaşanmadı. Her sabah 4 te kalkıyorduk 5 te minibüsle hareket ediyorduk. 6 da iş başı öğlen 2 de bırakıyorduk. 2'den 5'e kadar köydeki boş evlerden ikisini kendimize depo yapmıştık orayla ilgileniyorduk. Ilk günler arazi şartları çok zor geçtiği için herkeste bir bıkkınlık vardı ama yüzeydeki dolgu toprağı aldıktan sonra bulacaklarımız için katlanıyorduk. Bu arada Binbaşı Ahmet 17 tane işçi bulmuştu. Nasıl buldu bilmiyorum Üçgözler köyünün ismini duyan işçiler şeytan görmüş irkilip red etmişti beni hep. 10 gün bu kargaşayla sürdü. bu geçen sürede 4 tane konteynır yatak ekgibler ekipmanlar falan geliyordu sürekli. 25 Temmuz gibi artık bütün ekgiblerin giderildiğini görünce ilçeden buraya gidip gelmenin mantıksız olduğunu anladık. Burada kalacaktık. Buranın gecesini hiç görmemiştim. Korkar mıyım bilmiyordum ama kızlar çok heyecanlıydı anlam veremiyordum. Her konteynıra ortalama 4 kişi sığacak şekilde yerleşip ilçeden köye taşındık. Belediye ile anlaşıp sabah öğle akşam ekmek günlük gazete ve aşevinden yemek getireceklerdi... Artık sabah 4’te değil 5’ te kalkıyorduk. o bir saatlik uyku o kadar güzeldi ki anlatamam. Yolda boş yere yorulmuyorduk. Köyle kazı yaptıgımız arazi arası yaklaşık 200 metre kadardı. Köyde kalmanın tek sıkıntısı akrep ve devasa örümceklerdi. Timur hoca herkesi toplayıp her gün uyarılar yapıyordu. Kesinlikle yalnız başınıza hava almak için dahi olsa köyden çıkmayın ve boş evlere girmeyin diyordu sürekli. Bir seferinde depo olarak kullandığımız boş evde gördüğüm örümcek abartısız avucumdan büyüktü. Hayatımda ilk defa böyle bir şey görmüştüm. Yıllarca Batı Anadolu ve Orta Anadolu'da çeşitli kazılarda bulunmuştum ama ilk kez böylesine zorlu bir ortamdaydım. Hayatında ilk defa kazıya gelen Öznur ve Bülent her gün ağlayarak güne başlıyorlardı. Gitmeleri an meselesiydi. Yaptığımız kazılarda yaklaşık 2 metre derinlikten sonra yerleşim yerine denk geldik. Çıkan kabartmalar yazıtlar mükemmeldi. Bütün ekip mutluluktan bütün çekilen zorluğu unutmuştu. Yazıtların birçoğu ölü dillerden olan luwi ve aramiceydi. Buradan yola çıkarak i.Ö 9-8 yy Hitit Arami kenti olduğu kanıtlanmıştı. Ancak aramilerin bu bölgedeki varlığına ilk kez rastlanılıyordu. O hafta gerçekten Bütün arkeoloji camiası bizi konuşmuştu. Ekipte herhangi bir dilbilimci yoktu. Almanya'dan gelecek 2 Hititolog hoca çivi yazısı uzmanlarıydı. Timur hoca istanbul’dan ölü diller üzerinde uzmanlaşmış yahudi asıllı Yakub hocayı Mardin’e kısa süreliğine de olsa getirtmek istiyordu...
    Tümünü Göster
    ···
  20. 20.
    +2
    Biz sadece pazar günleri minibüsle ilçeye gidip 2-3 saat zaman geçirip ekgiblerimizi alabiliyorduk. Bir pazar günü ilçeden geldikten sonra köyde boş boş sigara içip yürürken bir ev dikkatimi çekti. Diğerlerinden farklıydı. Farklı olan kısmı çift katlı olması ve kesme taştan yapılmasaydı. Muhtemelen köyün ağasının evidir tarzında bir düşünceye kapıldım. Köydeki evler boş olmasına rağmen kapıları ve pencereli genel olarak sağlamdı. Öyle yıkık dökük harabe bir köy değildi. Sanki dün boşaltılmış gibi ayaktaydı her şey. O gece uyduktan sonra, iki gibi uyandım ve konteynırdan dışarı çıktım sigara içmek için. Arazide bekleyen iki güvenlik dışında kimse ayakta değildi. Sigaramı yakıp yürürken bir anda gündüz gördüğüm evin ışıklarının yandığını gördüm. Şaşırmıştım korka korka yönelip camdan içeri baktığımda kadınlar erkekler çocuklar ağlıyordu şok içerisindeydim yüzüm kaskatı kesilmiş kanım donmuştu ve birden içerideki insanların hepsinin aniden bana döndüğünü görünce yataktan sıçradım. Rüya olduğunu fark edip kendime gelene kadar kalbim yerinden çıkmıştı sanki. Saate baktığımda beşe çeyrek vardı. Kalktım elimi yüzümü yıkadım birşeyler atıştırıp araziye gitmek için hazırlandım. Kimseye bu rüyadan bahsetmemiştim. Zaten akşam yemeklerinden sonra sürekli Firdevs hoca cin muhabbeti yapıp gülüyordu. Arkeolojik kazılarda cin muhabbeti olmazsa olmazdır tadıdır tuzudur kazı evlerinin. Akşam ki yorgunluğu unutturan tek şey korkudur. Genel olarak kimse inançlı olarak gözükmese de Firdevs hocanın konya türbe kazılarında Sivas kale kazılarında yaşadıklarını anlatması çocukların gözlerini büyütüyordu. Hepsi palavraydı biliyordum ama bende korkuyordum.
    ···